31 Mayıs 2008 Cumartesi

Ashab-ı Kiram ( 3 )

''Eshabım için kötü söylemeyin, eshabıma sövmeyin, eshabımı kötüleyen ve sövene Allah-ü Teala lanet etsin ! Allaü Teala beni seçti, benim için ashabımı seçti.Eshabımı bana yardımcı ve akraba eyledi.Yakında ahir zamanda bir kısım insanlar gelir ki, ashabımda kusur söylerler. Dikkat edin ! Öyleleri ile yeyip içmeyiniz. Dikkat ediniz ! Onlarla evlenmeyiniz. (Kız alıp vermeyiniz) Dikkat ediniz ! Onlarla namaz kılmayınız..Onların namazını kılmayınız.Onlara Hakkın laneti inmiştir. Eshabım gökteki yıldızlar gibidir.Hangisine uyarsanız, sözünü alırsanız hidayete ermiş ve doğru yolu bulmuş olursunuz. Benim eshabımdan bir yerde vefat eden kimse, orada bulunanlara şefaatçi olur."[1]


"Ümmetimin şerlileri, eshabımın aleyhinde bir cür'ette bulunanlardır"


"Eshabıma dil uzatmakta Allah Teala'dan korkunuz!Benden sonra onları kötü niyetlerinize hedef tutmayınız! Nefsinize uyup kin bağlamayınız! Onları sevenler, beni sevdikleri için severler. Onları sevmeyenler, beni sevmedikleri için sevmezler.Onlara el ile dil ile eziyet edenler, gücendirenler, Allah Teala'ya eziyet etmiş olurlar ki, ibret cezası gecikmez verilir."


"Beni gören veya beni görenleri gören bir müslümanı cehennem ateşi yakmaz." "Ashabımın şanlarına yakışmayan sözleri söyleyenleri dövünüz! "[2] "Ashabımdan bundan sonra çıkacak hataları, Allah Teala afv edecektir. Çünkü onların İslam'a hizmetlerini kimse yapmamıştır." "Herkese şefaat edeceğim. Lakin, ashabıma dil uzatanlara, onları kötüleyenlere hiç şefaat etmem." [3]


Başta dört halife olmak üzere, sahabe-i kiram'ın pek çoğu için; onları öven sayısız hadis-i şerifler mevcuttur.Efendimiz (SAV)'in vahiy katiplerinden Hz.Muaviye (RA) efendimiz de bunların içindedir. Namazlardaki “Rabbena lekel hamd ” sözünü bir defasında Rasulullah -sallahü aleyhi vesellem- in ardında namazda söylemiştir ve Efendimizce memnuniyet ifadesi ile, namazda baki bu mübarek sözü söylemek Hz.Muaviye -radiyallahü anh- efendimizden bizlere kalmıştır. Mezhepsizler, her fırsatta, dozajı ayarlayarak ve ortama göre, önce mezhep imamımıza ait olduğunu söyledikleri bir kavil, fetva ile onu tevil ederek yada kaynaklara ulaşamayan halkı bildiklerinden iftira ederek, demediği bir sözü mal ederek şüphe tohumu atarak; ashab-ı kiramdan 6 yada 7 kişiye kavuşmuş olan İmam-ı Azam efendimizin kadrini lekelemeye, küçültmeye çalışırlar, sonra iş fukahada hatalar bulmuş edası ile onları ve kitaplarını gözden düşürmeye gelir.Taklid haram derler.Yani herkes Kitap ve Sünnetten kendisi ictihad yapmalıymış nasih/mensuh/sebebi vürud-nüzul onların kıt anlayışına kalmış. Ne kadar evliya veli, mürşid varsa, tekfir eder, kafirliklerine -haşa- hüküm verirler. Daha sonra ortamı müsait bulduklarında, ashabında insan olduklarından, hatasız kul olamayacağından giriş yaparak hata ettiklerini söyleyerek, yaldızlı sözlerinin içinde zehiri akıtırlar. Bunlar Üstad Necip Fazıl rahmetullahi aleyhin ifadesiyle İslam materyalistleri, maddecileridirler. İslam'ın manasını inkar ederler. Aşkları, maneviyatları, muhabbetleri körelmiş, yok olmuştur. Bunların semtinde ev kurmak dahi hadis-i şerifle men edilmiştir. Ehl-i Sünnet ulemasından bir nakille karşı koysan, naklettiğin zat için " sen onu biliyor musun, falan kitabında ne yazdığını gördün mü? O mu.." der alaycı küstah bir eda ile karalayıverirler.Onların bozuk üstadlarını yeren, rezil eden her ehl-i sünnet alimine hücum ederler.


İmamı- Rabbani kuddise sirruh efendimiz ashabı ve ehl-i beyti sevmeyi imanla eş tutmak olarak şöyle buyurmaktadır : "Bütün ashaba saygılı olarak ehli- beyti (Peygamberimizin ailesini akrabasını ) sevmek sünniliktir..Hadisi-i şerifte "Onları seven beni sevdiği için sever, buğzeden bana buğzettiği için buğzeder." buyuruldu. Ashaba muhabbet duymak, imanın bir parçası durumundadır.Yine onlar katında, son nefesin selametle verilmesi, ashab-ı kirama karşı beslenen sevginin kalbe yerleşmesini bağlıdır."[4] İmanlı ölmek, sahabeyi sevmeye bağlıdır, bu cümleye dikkat..! Bundan sonra reformcuların hep dillerinde geveledikleri, "sahabede insandır onların hatalarını söylemeyelim mi, onlar adamsa bizde adamız, onların aralarındaki savaş ve münakaşaları nefsi şeylerdir, kan davası, kavmiyetçilik gütmüşlerdir.." gibi çirkin hezeyanlarına ikinci bin yılının müceddidi aynı mektupta cevaplıyarak buyuruyor :


"Ehl-i sünnet, ashabı, aralarındaki münazalara rağmen, kötülükle anlatmazlar. Onları beşeri saplantılardan ve nefsani arzulardan tenzih ederler.Aralarındaki farklı işler, nefsden değil, içtihadi ayrılıktan dolayı idi..İctihada dayalı hatalar karşısında ise levm ve taan etmekten uzak durmalıdır." Yine tekrarlıyalım ki, ictihadda hata eden bir sevap alır. [5]


Mübarek sahabeleri, kendileri gibi sıradan insanlar sanıp, ardından nefsi hatalar yaptılar diye zırvalayan nasipsizler; o yıldızların Allahrasulünün aleyhisselatü vesselamın mübarek sohbet halkalarında ve "nazarları" önünde yetiştiklerini, onların öğretmenlerinin, mürşidlerinin Rasuli Ekrem (SAV) olduğunu bilmiyorlar mı ? Onlara dil uzatılınca, Onları rıdvanullahi teala aleyhim ecmain yetiştirip, nazarı altında terbiye edene zat'ı (Sallahu Aleyhi Vessellem) incitmiş olmaktan ürkmek lazımdır.


[1] Gunyetüt Talibin sayfa 116-117 [2] Mir'at-ı Kainat [3] Cami'us sağir [4] Mektubat-ı Rabbani 349.mektub [5] İmam-ı Suyuti

Bir okurdan gelen mail üzerine kısa bir not

Bir okurdan gelen mail üzerine kısa bir not düşmek istedim: Malum, tarihten günümüze pekçok dinle ilgili şahsiyet kendisinin Mehdi olduğu açık yada gizli ima/ifadesinde bulunagelmiştir.Kimilerine de bağlıları bu etiketi yakıştırmışlardır. Bu isimleri tek teke saymaya gerek yok. Çevremde pekçok insanda Hz.Mehdi aleyhisselam konusunda özel bir ilgi gördüğüm ve soru sorulduğunda onlara ''siz bu anı, doğru yaşamaya bakın, Hz.Mehdi bu zamanda zuhur ederse, zaten İslam'ı doğru yaşamamızın karşılığı olarak Allah, nasiplilerini ona bende kılar, aşırı zaman harcarsanız araya şeytan da girerek; boş ve kof adamları size süslü göstererek zamanınızı heba ettirir..'' tarzında tavsiyelerde bulunurdum. Bu tavsiyemin üzerinden 20 yıl geçti, ama Müslümanlar olarak aynı konumda olduğumuzu müşahade ediyorum.
Hz.Mehdi konusunda Ebubekir Sifil hocanın tavsiyelerini buradan okumak gerek, İslami çalışmalar içinde olan bir şahsiyetin hapsedilmesi konusunda, bana gelen maildeki linkte Mehdi (a) bir süre kaybolacağı belirtilmiş ama Ebubekir hocamızın :''Ehl-i Sünnet inancında "gaybet"e yer yoktur.'' tespitinin çok iyi düşünülmesi ve gaybetle hapsedilmenin aynı şeyler olup olmadığı konusunun işin uzmanına sorulması gerekir diyerek bu notu düşmüş olayım. Ayrıca hocamızın bu yazıları da okunmalı derim.Ashab-ı Kiram (3)'le bu seri tamamlanacak inşaallah.

29 Mayıs 2008 Perşembe

Ashab-ı Kiram ( 2 )


Eleştirmeyin dediğin zaman bu dinde reformcular, "işte nasıl şirke düşüyorlar, putlaştırmışlar onları" der ve ilave ederler : ''Hüm ricalün ve nahnü rica'' Onlar adamsa, bizde adamız..İşte nefs ve hevanın putlaştırıldığı an ..
Oysa İmam-ı Malik hazretleri şöyle buyurmuştur: " Sahabeden, 4 halife, Hz.Muaviye ve Amr İbn As (RA) hakkında, bunlar dalalettedir diyen kimse, Kur'an-ı Kerim'i ve hadis-i şerifleri inkâr ettiği için kâfir olur; katli vaciptir. Allah Teala onlar için (feth : 29 ) ayet indirmiştir."
"Haşr suresi,10: "Muhacir ve Ensar'dan sonra gelenler derler ki: Yarabbi, bizi ve imanda bizden önce olan din kardeşlerimizi mağfiret eyle. Kalblerimizde mü'minler için kin ve hased bulundurma.Ya Rabbi, Sen Rauf ve Rahimsin."
"Bakara suresi, 134: "Geçen kavimlerin elde ettikleri onlar içindir, sizin elde ettiğiniz de sizin içindir.Onların işlerinden siz sual olunmazsınız"
Ahzab suresi, 57: "O kimseler ki, Allah'a ve Resulüne eziyet ederler, Allah onlara dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır "[1]
Feth suresi, 29: Muhammed sallalhü aleyhi vesellem Allah Teala'nın elçisidir ve O'nunla birlikte bulunanlar da (yani Eshab-ı Kiram), kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında merhametlidirler.Onları rüku edenler, secde edenler olarak görürsün.Allah'dan lütuf ve rıza isterler.Onlar; yüzlerindeki secde izinden tanınırlar. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur.İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu ekincilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle, kâfirleri öfkelendirir,Allah; iman edip salih amel işleyenlere hem mağfiret, hem de büyük bir mükafaat vaadetmiştir." Allah Teala bütün güzellikleri içine alarak Rasulünü ve sonra O'nun ashabını övmektedir.’’[2]
Al-i İmran; 110: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz..." Bu ayette kastedilenlerin Rasulullah (SAV) ile ashabı olduğu başta İbn-i Kesir'in ilgili ayet tefsiri olmak üzere, bütün muteber ve meşhur tefsirlerde uzunca anlatılmaktadır. Allah Teala'nın hayırlı buyurduğuna, bir Mevdudi, bir Seyyid Kutub..vb. çıksın-haşa- bunak desin, malı çok severdi desin, Ali üçyüz kere hata etti desin, Ömer hata etti desin..o hayır öncülerini tenkit ederek bu ümmetin gözünden düşürme çabası içine girsin! Biz onları teşhir edecek ve onları sevmeyeceğiz !
Ehl-i Sünnet, ashabın ictihadi ayrılıklarını konuşmaktan sakınmışlardır. Peygamber sallahü aleyhi vesellem efendimiz buyuruyor :
"Eshabım hakkında konuşurken dilinizi tutunuz..
Eshabım arasındaki münakaşa ve muharebeleri konuşmaktan kaçınınız. Zira sizden biriniz Uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birisinin bir müd, yahud yarım müd sadakası sevabına kavuşamaz.. Müjde, saadet ve devlet, beni gören ve beni göreni gören kimse içindir
[1] İmam-ı Rabbani kuddise sirruh'un 251.mektubundan daha fazla malumat mevcuttur
[2] İbn-i Kesir, ilgili ayet tefsiri

Ashabı Kiram ( 1 )


Ashabı Kiram hakkında tavrımız, davranışımız nasıl olmalıdır.Bazıları ashabdan, dört Raşid halifeden ileri-geri konuşup, eleştiriyor, taraf oluyorlar, bu doğru mudur ?
Allahrasulü aleyhisselatü vesselamın ashabına -haşa- kötü söz söylemenin, hatta sövmenin, eleştirmenin hükümlerini inceleyelim. Hz.Osman, Hz.Ömer, Hz.Ali (RA) efendilerimize dil uzatan S.Kutup'ların, Mevdudi'lerin ne çirkin bir iş işlediklerini böylelikle anlamaya başlarız!

Hz. Ömer (RA), Mikdad b. Esved'e küfr ettiği için Ubeydullah b. Ömer'in dilini kesmeyi nezr ederek şöyle demiştir: " Bırakın beni, keseyim şunun dilini ki, bundan böyle kimse Peygamberin ashabına küfretmesin." Yine Hz.Ömer (RA), bir bedevinin Ensarı hicv ettiğini görünce : "Eğer bu arabi sahabeden olmasa idi onu öldürürdüm." buyurmuşlardır.
Kur'an-ı kerim'de, muhacirin ve ensar hakkında çeşitli ayetler mevcuttur.[1]
Bu olayı okuyasıya dek, kendimce ashabı eleştirmek yada daha ileri derecede konuşabilmek için yine ashaptan birisi olmak gerek diye düşünürdüm. İnsan kendisini ve çağındaki papaz kafalı reformistleri bir yana bırakıp “yıldızlara” uzanmaya çalışır.

Ehl-i sünnet ve cemaat yazarlarından bile ashaba son derece saygılı olmasına rağmen, Sıffın ve Cemel olaylarını izah ederken, istemeden de olsa tarafsız kalmaya çalıştıkları halde; taraf olanları gördükten sonra, kendi kendime bu hadiseleri şöyle bir okuyup bilgi sahibi olmayı, ama mecbur kalmadıkça kimselerle üzerinde konuşmamayı prensip haline getirdim.

İmam-ı Şafii -rahmetüllahi aleyhin-“O bir kandı, ona elimizi bulaştırmadığımız gibi, dillerimizi de muhafaza edelim.” [2] mealinde gelen düsturunu düstur edinelim.
Evinin bahçesinden, milyonlar kilometre uzaklıktaki yıldızlara çıplak gözle bakan biri ne anlıyorsa, biz de asırlar öncesinin ikliminde, sırf ictihadları yüzünden birbirleriyle mücadele etmiş ve mukadder bir kaderin gereğini yerine getirmiş; Allah Resulünün -sallahü aleyhi vesellem- mübarek nazarlarında, sohbet halkasında yetişmiş sahabe-i kiram hazeratını hayırla ve adaletle yad etmek, duacı olmak borcundayız. Zira Kur’an, İslam, onların icmaı ve eliyle bizlere ulaşmıştır. Onların adaletinden şüphe, Allah korusun insanı İslam’dan şüpheye götürür.
Türk’ü yücelteyim derken, Arap kavminden olma Müslümanlara düşüncesizce dil uzatanlar, imamlarını tashih etmek, yeniden gözden geçirmek zorundadırlar! Ramuz el Ehadis’te -sallahü aleyhi vesellem- efendimiz Selmani Farisi -radiyallahü anh- hazretlerimize hitaben :''Ya Selman, sakın bana buğz (kin, garez) etme ki, DİNİNDEN OLURSUN ! ''buyurunca Hz.Selman :''Ya Resulallah size nasıl buğzedebilirim,'' deyince; ''Araba buğzetmen bana buğz etmek demektir.'' buyurdu. [3] Bu ikaz iyi düşünülmelidir!

“Arabı sevmek İMAN, onlardan nefret etmekse NİFAK (alameti)dir.”(Ramuz,sh: 335)
(devam eder inşallah)

Ashabı Kiram (2) burada
Ashabı Kiram (3) burada

_________________________________
[1] Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi, Ehl-i Sünnet İtikadı, sh: 120-121 dipnotları
[2] Yusuf Nebhani, Şevahid'ül Hak
[3] Ramuz ül Ehadis terc. Seyyid Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi -kuddise sirruh- (Pamuk yay.)sh: 591, had.no : 6182 Bu kitabın 29.bölümü, sh: 586’dan itibaren sahabe-i kiram -rıdvanullahi teala aleyhim ecmain-den birçok isim tek tek hadis-i şeriflerle meth-ü sena edilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bu bölümü okumak çok faydalıdır.Bilindiği gibi Ramuz başta Kütüb’üs Sitte olmak üzere otuzüç kaynak hadis kitabından derlenmiştir.

27 Mayıs 2008 Salı

Soru :İslami bilgisi olan herkes tefsir yazamaz mı?

can.cenk1@gmail.com'a gelen bir soruda özetle : ''S.Kutub, M.Esed, M.İslamoğlu, A.Hulusi.. gibi pek çok kişinin yazdığı tefsiri onaylamadığınızı anlıyorum.İslami bilgisi olan herkes tefsir yazamaz mı ?Neden?'' denilmiş.

Onaylamak kelimesini şahsıma irca etmeyiniz. Bu mücrim ancak doğru bir nakilci olabilirim. Kendi şahsi anlayış ve fikirlerini Kur'ana söyletmeye çalışan icazetsiz isimler, ''onayı'' ehl-i sünnet ve cemaatten alamadıkları için, şahsımız da onları muteber saymayarak, dilimizin döndüğünce Müslümanları uyarıyoruz.

Sorununuzun cevabını, tefsir ve kıraat birlikte bulmaya çalışalım..
''Söylemediğim sözü, hadis olarak bildiren veya Kur’anı kendi reyi (görüşü) ile tefsir eden, Cehennemde azap görecektir.''.."Kur'anı kendi reyi ile tefsir edenin yeri cehennem ateşi olsun" ( Tirmizi )

‘’İslamiyette aklı esas tutmak, küfre kadar gider.Bir insan dese ki :
- Ben Kur'anı kendi aklımla tefsir ederim..
Ve tefsir etse, tefsir de en mükemmel tefsir bildiğimiz Beyzavi tefsirinin aynı olarak zuhur etse, bu adam aklını takdim ettiği için öne aldığı için yine küfürdedir.’’[1] İstediğiniz kadar buna siz dirayet tefsiri deyiniz..Çünkü eksik olan en önemli şey, ehl-i sünnet ve cemaat anlayışındaki icazettir, ehliyettir.
İcazet, lügatte : İzin, müsaade, şehadetname, diploma, "olur" demektir. Destur vermek. İlim ehliyet. Reva görmek, manalarına gelmektedir.
Ehl-i sünnetin bütün mübarek, imam ve alimleri böyle bir icazet, nakil zinciri ve eğitimi ile "muteber" dediğimiz eserleri yazmışlardır..Allah onlardan razı olsun amin.
Biri çıksa ben hafızım dese, kendisinden diploma sorulur. Biri çıksa ben doktorum, muayenehanem yok dese, doktorluk diplomasının gösteremese ve çocuğumuzu ameliyat etmek istese, çocuğumuzu teslim eder miyiz ? Ya o kasapsa, baytarsa. Bir hastahanede pansumancılık yapan birisi, doktor gömleğini giymekle doktor olamaz. Her kitap sahibi de sözü sened alim olamaz.Öylese müslüman kişi dinini kimden alacağına, soruyu kime soracağına, namazını kime teslim edip, ardında namaz kılacağına iyi dikkat etmelidir! (Namazda imama uymak, mahalle mescidi imamını tanımayı gerektirir. Mutlak olarak bilmediğimiz yerlerdeki imamların arkasında sorgusuz kılarız.) Dinine, din adamına çocuğunun doktoru kadar olsun, önem vermelidir. Her konuşan, her yazan alim değildir. Okuma-yazma bilen kitap yazıyor !Bu ümmet sapık alimlerin bozulmasıyla bozulacaktır!

''Kur'anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak hata etmiştir.'' (Nesai)
‘’Kur'an-ı Kerim'deki bilgiler üç kısımdır: Birincisini Allah Teala hiçbir kuluna bildirmemiştir.İkinci kısım bilgileri, yalnız Rasulüne (SAV) bildirmiştir.Allah rasulü ve O'nun (SAV) varisi olan rasih alimlerden başkası bunları anlayamaz.Üçüncü kısım bilgileri Peygamberine ümmetine öğretmesini emr buyurmuştur İkinci kısım açıkça anlaşılmadığından istinbat ve ictihad derecesindeki müctehidler yoluyla, murad-ı İlahiye göre itikad ve amel ederiz.’’[2].
Tefsir yazabilmek için : İlm-i lügat, ilm-i metni lügat, ilm-i bedii, ilm-i beyan, ilm-i meani, ilm-i belagat, ilm-i usul-i tefsir, sarf, nahiv, mantık, manay-ı zahiri, manayı zımni, manayı muradi, manayı iltizami; her ayet-i kerimenin ne zaman, ne sebeple ve kimler için nazil olduğunu; ayet-i kerimelerin hangi hadis-i şeriflerle ve nasıl açıklandığını "iyi" bilmek de lazımdır. Yazılmış tefsir kitablarını bile hakkıyla anlayabilmek için yirmi ana ilmi bilmek, bu ilmin seksen dalının olduğu, yirmi ana ilmin de sekiz ilme dayandığı kitaplarda yazılıdır. Tefsir yazmak, din büyüklerinin kalbine doğan bir nur'dur.. [3]
Kur'anı anlamak için, bir hak mezhebin fıkhını ve ahlak kitablarını bilmek gerekir.Bu kitaplar dinimizin dört kaynağı edille-i şer'iyye denilen Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas'tan meydana gelmiştir.
Tefsir yazarken arapça bilmek de çok önemlidir.Bilindiği gibi, Mısır, Irak, Fas ve Hicaz arapçaları birbirinden çok farklıdır. Kur'anı anlamak ve tefsir yazmak için Kureyş arapçasına hakkıyla malik olmak gerekir. Peygamberimizin zamanında, ashabı birçok terimi yeni duyuyor, arap olmalarına rağmen bilmiyorlardı.İstilah, lügat manaları çok farklıdır.Buna İslami terminoloji de denir.Mesela Efendimiz (SAV) :"Vehen" kelimesinden bahsetmişler, sahabe vehen nedir, ya Rasulallah diye sormuş ve öğrenmişlerdir. Bunun sayısız misalleri vardır.
"..Bir takım kimseler gelecek ki, iman etmeden, (itikadları doğru ve tamam olmadan) Kur'an (ilmi) kendilerine verilecektir. Onlar harflerine riayet edecek, fakat çerçevesini aşacak, hükmünü çiğneyeceklerdir."Biz okuyucuyuz, bizden daha iyi okuyan kimdir ? Biz alimiz bizden alimi kimdir ? " derler. İşte Kur'an'dan hisseleri ancak budur (bu sözü söylemektir) ve bunlar bu ümmetin fenalarıdırlar." [4]
“ Her kim Kur’an hakkında kendi görüşüne dayanarak bir şey derse, cehennemde yerini hazırlasın." [5]
“Her kim Kur’an hakkında kendi görüşüyle bir şey derse, isabet etse ( doğru dese) de muhakkak hata etmiştir.” [6]
Müceddidi Elfi Sani İmam-ı Rabbani -kuddise sirruh- hazretleri 234. Mektub-u şeriflerinde, kendisine bahşedilmiş marifet nuru ile ile, Allah Tela’yı bir nebze anlatır, bu meyanda hadis-i şerif ve ayeti- celileler zikrettikten sonra şöyle buyurur : “Yukarıdaki ayet-i kerimeyi anlatırken : “ Tevilli..” tabirini kullandık. Şunun için ki : Tefsirden nakil ve duymak şartttır. Her halde : “Bir kimse, kendi görüşüne göre, Kur’an tefsir ederse..kafir olur” manasına gelen hadis-i şerifi duymuş olacaksın. Ancak tevil böyle değildir. Kur’ana ve hadise aykırı olmamak şartı ile mücerred ihtimal yeter” buyurmuşlardır. (Te’vili de yine alimler yapar.)
Malumdur ki, Mektubat-ı Rabbani’yi anlayamayan büyükler dahi, ‘’olsun biz feyizlenmek için yine de okuruz’’ buyurmuşlardır. Doğrusunu Allah Teala bilir, yukarıdaki cümlelerden şunu anlamak mümkün müdür ? Kur’anı icazetsiz, ehl-i sünnet ve cemaat mezhebine ve geçmiş ulemanın nakillerini mihenk edinmeksizin ve ahkama, itikada ait, şer’i yönüne, zahirine ait şekliyle tefsir etmek ve bu tefsiri (somuta) müşahhassa dökmek yasaklanmış; yukarıdaki icazet sahibi, ehl-i sünnet ve cemaat alimi, hanefi mezhebine bağlı, şeriatın batını tasavvufun müctehidi İmam-ı Rabbani -kuddise sirruh- hazretleri gibi (somuttan soyuta) müşahhastan mücerrede tevil etmek, “erbabına” tehdit değildir. Yani Hazretin bu mektubundaki ele aldığı konu ve tevilli tefsirinde zaten amele ve ahkama ait bir durum yoktur. Kendileri de zaten meseleye günümüz biz cahillerinden kıyassız derecede vakıf olmalarına rağmen, meseleye bizlerin dikkatini çekmişlerdir.[7]
Elmalılı merhum, meşhur tefsirinin önsözünde tefsirle ilgili özetleyeceğimiz şu bilgileri vermişlerdir :” Terceme Kur’an’dan mütercimin anlayabildiği kadar bazı şeyleri anlatabilirse de gerçek anlamıyla anlatamaz. Anlattığı şeyler de Kur’an hükmünde ve değerinde olamaz. Bununla beraber Kur’an anlaşılmaz bir kitap değildir. Ancak onun manaları tam olarak anlaşılıp, bitirilemez. Bir manası meydana çıkınca, arkasından bir mana daha, arkasından bir mana daha yüz gösterir. Nurunun açık parlaklığı içinde gizlilik ortaya çıkar..
Bir kere her tefsirde esas gibi olan ve arapça kuralları ilgilendiren kelimelerle ilgili tahliller çok eksik denecek kadar azdır. Kelimelerden çok mananın açıklanmasına ve tefsirine çalışılmıştır...Kur’an arapçadır...Fesr, bir şeyi keşfetmek ve ortaya koymaktır. Tefsir bu kökten alınmıştır. Kur’an lafızlarındaki gizlilik dört kısma ayrılır. Hafi, müşkil, mücmel ve müteşabih. Tefsirde bu dört kısımdan hafi (manası kapalı olan), müşkil ve mücmel kısımlarından sayılır. Kendisinden kasdedilen mana, tefsir edilmemiş olan mücmel, müteşabih kalır. Hafi ve müşkil olanlar araştırma, inceleme ve kaidelere başvurmakla tefsir olunabilirse de, mücmelin tefsirini ancak Allah ve Peygamberi tarafından açıklamakla anlaşılır. Bunun içindir ki, Kur’an’da bulunan hafi ve müşkil ayetleri bilgi sahibi ve ictihad derecesindeki alimler araştırma, inceleme ve kaidelere başvurmak suretiyle açıklayıp, izah edebilirler ve buna tefsir denilirse de, mücmelin tefsiri, söyleyenin açıklama yapmasına ve bu konudaki rivayete (nakle) bağlıdır. Fıkıh ve hukuk açısından tefsirin seçkin manası budur. Bundan dolayı diğerlerine tefsirden daha çok te’vil denilir.
Te’vil ise, “evl” maddesinden yapılmış tefil ölçüsünde masdardır. Ragıp el İsfahani, Müfredatında bunu şöyle açıklar. Aslına dönmek manasına gelir. Te'vil de bir şeyi ilmi açıdan veya fiili açıdan (gerçekten) kendisinden kasdolunan maksada (manaya) geri götürmektir. Mesela, sudan kasdolunan gaye yaşamak olduğuna göre, suyu yaşatmaya (dirilişe) geri götürmek bir te’vil, hayat ise suyun bir meali olur. Su kelimesinden mecaz yoluyla yaşamayı kasdetmek lafzi bir yorum ve su denilen cismin nasıl bir hayat (dirilik) yapacağını bilmek, mana açısından bir yorumdur ki, her ikisi de ilmi bir yorumdur. Suyu gerçekten hayata çevirmek ise gerçek bir yorumdur. Çoğunlukla tefsir ve te’vil eşanlamlı olarak kullanılır, bununla beraber farklı olarak kullanıldıkları yönler de çoktur. Mesela yukarıda dirayetle ilgili olan yoruma te’vil, rivayetle ilgili olana tefsir denilir. Bunu İmam Maturidi hazretleri birbirinden şöyle ayırmıştır: Tefsirde bu sözden maksat şudur diye kestirmek ve Allah bu sözden bunu kasdetti diye Allah’a karşı şahidlik vardır. Onun için kesin bir delil olursa sahihtir. Yoksa keyfi görüş ile yapılan bir tefsir olur ki, bu yasak(haram)dır. Te’vil ise kesinlik ve Allah’a karşı şahitlik olmaksızın sözün mümkün olan manalarından birini tercih etmektir.
Te’vil yapabilmek için, mananın her şeyden önce kelimeden anlaşılabilir olması, kelimeden ilk anda anlaşılan mananın kasd edilmediğine dair ipucu bulunması, te’vil olunan mananın seçimi için akli veya nakli bir ipucu bulunmalıdır.
Tefsir öyle bir ilimdir ki, onda Kur’an lafızlarının telaffuz şeklinden, delalet ettikleri manalardan, yalnız başına ve cümle içinde kullanıldıklarında kelimelerden çıkan hükümlerden ve cümle içinde kullanıldıklarında delalet ettikleri manalar ile bunları tamamlayan diğer hususlardan bahsedilir..Kur’an lafızlarının telaffuz keyfiyeti, kıraat ilmidir ki, bu ilim tecvidi de içine alır. Tefsir ilminde tevatür (oy birliği, nakil, icma) şarttır.
Kıraat kelimenin harflerinin özellikleriyle ilgilidir.Etken edilgen kipleri, üstün ve esre ile, harekeli ve sakin olmalarıyla ilgilidir. (maliki, meliki gibi) Kur’an’ın her kelimesini açıklamak gerektiği için, Türkçe bir tefsirde bütün bunları yerine getirmek mümkün olmadığından, yalnız bazı örnekleri göstermekten ileriye gidemiyeceğimizi itiraf etmek de, gerçeği dile getirmek tir. Kaldı ki, arapça bir tefsirin, mesela (haber veya sıfat) demekle ifade ettiği iki manayı anlatmak için ben satırlarla yazı yazmak mecburiyetinde kaldım. (Merhum H. Yazır -rahmetüllahi aleyh- tefsir ve tevil ve meal hakkında tefsirinin başında uzunca bir giriş yapmaktadır.Eserden bir hadis-i şerifle naklimizi bitirelim)
“Her kim Kur’an-ı okur da başka birine kendisine verilenden daha üstün bir şey verilmiş olduğu görüşünde bulunursa, Allah’ın büyüttüğünü küçük saymış olur.” (El Kindi, Kenzül Ummal, c.1; No: 2350 )
Nerede ‘’müfessirlerin bilmesi gerekir ki,’’diyen bilgiç tavırlı sosyolog S.Kutub, nerede ömrünü, çekirdekten bu işe vermiş ve tefsirle uğraşırken, zorlandığı günlerde rüyasında -sallahü aleyhi vesellem- efendimizin yemek artıklarını yalama şerefine nail olan rahmetli Hamdi Yazır hocanın mesuliyetini idrak eden satırları !!
Kıraat, okuyuş farkı, bir edatla, bir zamirle, bir noktayla manalandırmanın değiştiğini tefsirlerde görüyoruz.Kıraatı Şazze denilen, Hz.Osman (RA) efendimizin topladığına benzemeyen Kitab'ı okumak da caiz değildir.Zira Hz.Osman (RA) efendimizin toplayıp, bir araya getirdiği mushaf üzerinde icma vardır. Biz Türkiye müslümanları Asım kıraatı ile Kur'anı okuruz.
Kıraatı seb'a. Yedi imamın okuyuşuna denilir.Nafi, İbn Kesir, Ebu Amr, İbn Amir, Asım, Hamza, Kisai gibi meşhur kıraat imamlarıdır.Buna üç isim ilavesi ile kıraatı aşere oluşur.Onlar da Ebu Cafer Yezid b.Ka'ka, Ebu Muhammed Yakub b.İshak ve Ebu Muhammed Halef b. Hişam'dır. (Allah kendilerinden razı olsun) [8]
Kıraat çeşitliliği de, Kur'anın ne derin, zengin ve geniş anlamlar ifade ettiğinin ispatıdır. Bilindiği gibi, kıraat ilmi, Kur'anı Kerim'in okunuşunun (edasının) keyfiyetini ve ihtilaflarını nakleden alimlerin isnatlarını bilme ilmidir.Faydası, Kur'anı Kerim'deki kelimelerin, bütün okunuş şekillerinin bilinmesi ve muhafaza edilmesidir. Kıraat değişiklikleri bazı fıkhi hükümleri de değiştirmekte ve bu durum mezheplerin çıkış sebeplerinden bir tanesi olarak ümmete rahmet vesiledir.
Bahsettiğimiz sıkı icazet zincirini oluşturan takip olmasaydı, bugün müslümanlar aciz kalırlardı. Zira Kur'an'ı yaşayışı, mukaddes sözleri ve tasdiki ile ilk tefsir eden Peygamber Sallahu Aleyhi Vessellem efendimizdi.
İlmihal bilgilerine sahip olmadan "tefsir kitaplarına tabi olmamız buyurulmadı.Fıkıh alimlerine tabi olmamız emrolundu. Fıkıh bilmeyen, tefsir okuyarak imanını kaybedebilir." [9]
Tefsir ve kelam alimleri zaten anlaşılması gerekenleri fıkıh ve ilmihal kitaplarında bizlere açıklamışlardır.İslamiyeti doğru öğrenmek için, fıkıh ve ilmihal kitabı okumaktan başka çare yoktur.[10]
İbn-i Abidin (rh.a.) hazretleri bizlere müthiş önemli bir uyarıda bulunuyorlar; "manaları açık ve kat'i olan ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri doğru te'vil edenin, manaları kapalı olanlarını da te'vil etmeden, zahiriyle açıklayan kişinin dinden çıkacağını Mülhid olduğunu bildirdikten sonra, Mülhid, kendisini müslüman sanır." buyurulmaktadır.[11]
Demek ki, tefsir okumaya geçmeden önce, ilmihal ve fıkıh okunmalıdır. İslami kültür sahibi olmak gerekir.Düşününüz, yukarıdaki bu uyarılar, tefsir okuyanlar için, ya bir de eline kalemi alıp tefsir yazdığını zannedenler..!
Tuhfet'üs Salikin kitabında Muhammed Parisa efendimiz, imam-ı Gazali hazretlerimizden nakille : " Ehl-i sünnet mezhebinde olmayan,(yani mezhepsiz) iyi arapça bilse bile, Kur'an-ı Kerim'i anlıyamaz ve tefsir edemez. Çünkü, bid'atin zulmeti kalbi karartır."(İdrak körleşir).buyurmuştur.
Tefsir için "zamanların hayırlısı.." diye tabir olunan sahabe, tabiin ve tebe-i tabiinin izinden gitmek gerekir.Nasih ve mensuh olan ayet-i kerimelerin bilinmesi de çok mühimdir.109 ayet-i celilenin nesh edici ayet olduğu Hadika, sh:355'de yazılıdır.
İbn-i Abidin' de : Namazda okuyacak kadar sure ezberlemek farzdır.Bundan sonra, farz-ı ayn fıkıh ilimleri öğrenmek; fazladan sure ezberlemekten daha iyidir. Bu bakımdan günümüzde İslam entellerinin caka yaptıkları gibi, fıkıh cahili olarak, tefsirle vakit geçirmek doğru değildir.
Önce içinde bulunulan hallerle ilgili ilimleri öğrenmenin kişiye farz-ı ayn'dır. [12] Bunlardan biri ve en önemlisi, yaşanılan toprak parçasının, dar'ın mahiyeti, hükmüdür.Bir müslüman bu bağlamda, Dar'ül İslam'da mı, dar'ül harp'de mi yaşadığını iyi bilmek zorundadır.Zira iki dar'ın fıkhında (muametta) değişiklikler söz konusudur. [13]
Sonuç olarak bir fıkıh alimi, bin zahidden daha kıymetlidir.Tefsir okumak farz-ı kifayedir.Fıkıh bilen, ayet ve hadis anlama zorluğundan kurtulur. Birileri tefsirden önce fıkıh diyenlere "ilmihalciler" diye bir yafta vuruveriyorlar..Burada tefsir okunmasın, meale hiç bakılmasın demiyoruz..İlim öğrenmede ölçü ve basamaklar atlanılmadan, ifrat ve tefrite varmadan yol almak gerektiğine inanıyoruz.Önce alfabeyi öğren, sonra romana geç..Tefsir, İslami kültürün ve anlamanın önemli bir parçasıdır elbette; ancak temel, alt yapı olmazsa zarar verir.
Ecdadımız Osmanlılar da ikinci meşrutiyete kadar meal yazılmasına ne müsaade, ne taraftar vardı.Bozulmayla birlikte, hassasiyetlerin ve kıymetli alimlerin azalmasından sonra; ikinci meşrutiyetle birlikte başlayan mealcilik, cumhuriyet döneminde hız kazanmıştır. Bugün takvim yapraklarına yazılan Kur'an meallerini okuyan herkesin, kendi seviyesine ve aklına göre, mübarek ayet-i celileri anlamlandırmış olacağı açıktır.Bunun ise ne vahim bir şey olduğuna yukarıda işaret ettik.
Özetlersek : Üç kimse Kur'an-ı Kerim'in manasını anlayamaz:
1- Arapçayı iyi bilmeyen ve tefsir okumamış olan,
2-Büyük günaha devam eden, Ehl-i sünnet itikadından küfre sapmayacak kadar ayrılmak bile büyük günahtır. Bunun için bid'at sahipleri Kur'an-ı Kerim'i anlayamaz. Çünkü bid'atin zulmü kalbi karartır.
3-İtikad bilgilerinden birisini yanlış anlayıp ehl-i sünnet alimlerinin bildirdiği hak sözü kabul etmeyen de Kur'an-ı Kerim'i anlayamaz.[14]
[1] Necip Fazıl, Sahte Kahramanlar, 53-54
[2] Mevduat-ül Ulum
[3] İmam-ı Gazali, el Mustasfa
[4] İmam-ı Gazali hz. İhya, c.I, sh: 195 terc. Serdaroğlu, 1973
[5] Tirmizi, Tefsir: 1 No : 2951, 5/199
[6] Tirmizi, tefsir: 1/2952. Ebu Davud, İlim: 5/3652
[7] İmam-ı Rabbani, Mektubat, c.1 sh: 516, Ter: Abdülkadir Akçiçek
[8] Ansikloperik Büyük İslam ilmihali
[9] Berika sh: 1297
[10] Birgivi vasiyetnamesi şerhi.
[11] Reddül Muhtar III/296-309
[12] Reddül Muhtar, c.I, sh :29 ayrıca önsözü
[13] Y.Kerimoğlu, Fıkhi meseleler, kitab 1, sh: 48-51
[14] İmam-ı Gazali, Tuhfet-üs Salikin

Irak işgalcileri

Irak işgalcisi Amerika ve İngiliz askerleri..Habis ruhlarının röntgeni çekilmiş.
Elm sokağı kabusu Freddy bile masum kalır bu keferelerin yanında..
Ve hala İran'ı da vurmaktan söz edebiliyorlar.


26 Mayıs 2008 Pazartesi

Koltuk krizi değil, iman krizi !

Akşam TV'de ilginç bir haber vardı. İstanbul'dan Hollanda'ya KLM havayolları ile havalanan uçaktaki koltuğunun yanına bir erkek yolcu, yani nahmahrem oturunca; bu çok dinine bağı tesettürlü bayan,(bacımız, demiyorum) derhal hosteslere bu durumun günah olduğunu söyleyerek, yanındaki erkeğin kaldırılıp başka koltuğa oturtulması konusunda diretir. Tam Ahmet Hakan gibilere malzeme !

Peki doğru olan nedir dersem, genel olarak cevabınız: O bayanın kibarca rica edip, kendisine başka koltuk talep etmesidir, diyeceksiniz.Ben de hemen bu yobazlığı yapan kadının, hikmetsiz davranıp Hollanda medyasına ''KLM, İslam'a boyun eğdi!''malzemesini vermeden önce, 90 km.'yi aşan bir yolculuğa çıkarken o günah neden aklına gelmedi diye soracağım.

Sonra yerli medyamıza mahalle baskısı için yeni bir gevezelik hediye eden bu bayanın yaptığı baskı mıdır sorusuna ''evet'' diyeceğim. Sonuçta adam biletli numaralı koltuğundan kalkmaya, yada seni anlamaya mecbur değil. Talep sahibi sen olduğun için, kimseyi incitmeden sessizce kendine başka yer, sen arayacaksın..

Tesettür de erozyona uğradı, şu ahir zamanda. Başı kapalı olarak düğünlerde açık göbekle oynayanlar..Yada İslami sitelerde selamı, bacımı, gardaşımı ve İslami söylemleri bir ''klişe'' olarak hararetle dillendirenler; normal yaşantılarında aslında daha normal ve az dindar oldukları halde, acaba neden iki ruhlu oluyorlar?

''Kadın için en hayırlı şey, görmemesi ve görünmemesidir.'' Hz.Fatma (ra) annemizin bu cevabına tekbir getiren bir Peygamberin -sallahu aleyhi vessellem- ümmeti, dindar olmayan çevrede farklı, dindar çevrede farklı davranıyorsa; klinik bir vakıa olarak düşünülmelidir.Her yerde görünen ve namahremle diyaoğunda gözlerini karşısındakinin gözbebeklerinden kaçırmayan kadının tesettürden ne anladığı da tartışılmalıdır.

Elbette yüzü görme hakkı, işveli olmadıkça ve lüzumu kadar konuşma hakkı, nasıl ve ne şekilde ifa edilir? İslamı yaşarken, her zaman ve her yerde aynı olmayan bizlerin; zaaflarımız ve zafiyetlerimiz, samimiyetimiz, İslami bilincimizin seviyesiyle, günahlarımız... üzerinde çok düşünmemiz gereken ahir zaman hallerimizden değilse nedir?

İMAM EL-GAZZÂLÎ VE İHYÂ / Ebubekir Sifil

Muhterem Ebubekir Sifil hocamızdan Allah Tela binlerce kez razı olsun inşaallah.Şu ahir ve kahır zamanında, bunalan ehl-i sünnet cemaati Müslümanlarının dayanağı ve tesellisi..İşte vurgulamanın tarafımdan yapıldığı makalenin tam metni:


''Modern zamanlarda Ümmet'in yaşadığı arızalardan birisi de ilim ve alim konusundaki hassasiyet kaybıdır. Yaşadığımız durumun bir "arıza" olduğunu fark edemiyorsak, bu alanda oluşan boşluğu –kaçınılmaz olarak– farklı unsurların doldurmuş bulunmasındandır. Tasavvurumuzdaki kırılmanın da, rahmet ve bereketin hayatımızı büyük ölçüde terk etmesinin de izahı burada yatmaktadır.
Son zamanlarda dikkatimi çeken bir hususa getirmek istiyorum sözü: Bu köşeyi takip edenler, zaman zaman "iç muhasebe" kabilinden, bazı alimler hakkında bir kısım tesbitlere yer verdiğimi biliyor. İmam el-Gazzâlî ve onun İhyâ'sı hakkındaki değerlendirmeler de bu cümleden olarak burada zaman zaman dile getirildi.
Bazı kardeşlerimin İmam el-Gazzâlî'nin adı geçen eserindeki bir kısım rivayetlerin durumu hakkında muteber ulemanın tesbitlerini nakleden ifadelerimden hareketle, Hüccetu'l-İslam'ı ve onun muhalled eseri İhyâ'yı gözden düşürme anlamına gelen tavırlar içine girdiklerine dair duyumlar alıyorum.
Bu meseleyi ülkemizdeki bir kısım çevrelerin, "bazı cahiller İhyâ'da uydurma hadis olduğu şeklinde iftiralar atıyor"a dönüştürdüğü de hesaba katılınca, bu mesele hakkında bir kere daha açıklama yapma ihtiyacı hasıl oldu.
Öncelikle belirteyim ki, ne İmam el-Gazzâlî, ne de onun İhyâ'sı hakkında kişisel kanaatlere dayalı değerlendirmeler yapmak benim haddim değil. Bunun, "geleneği sorgulamak" gibi, hesabı kolay verilemeyecek ve dile getirenin kolayca altında kalıverdiği söylemler eşliğinde yapılan sübjektif değerlendirmelerden öteye geçme şansı olmayan bir modern durum olduğu da açık.
Öyleyse mesele nedir?
İhyâ'da mevcut bir kısım rivayetlerin aslının bulunamadığı, gerek Tâcuddîn es-Sübkî, gerekse Zeynuddîn el-Irâkî tarafından açıkça ifade edilmiş bir husustur. Adı geçen iki alim de Şafiî mezhebine mensup Hadis hafızlarındandır. Her ikisi de Tasavvuf'a yakınlığıyla maruftur.
Şu halde söz konusu tesbitin ne el-Gazzâlî düşmanları, ne Hadis ilminin cahilleri, ne de Tasavvuf münkirleri tarafından yapıldığını söylemek mümkündür. Bu bir ilim borcudur ve ehli tarafından eda edilmiştir.
Peki İhyâ'da aslı bulunamamış rivayetlerin mevcut olması ne anlama gelir?
Bir kere şu noktanın altını kalın çizgilerle çizelim: Söz konusu rivayetler, İhyâ'nın hedefini, sistematiğini, temel tesbitlerini ve kıymetini etkileyecek türden değildir. Bu noktanın sağlamasını yapmanın en kolay yolu, es-Sübkî'nin zikrettiği ve aslını bulamadığını söylediği rivayetlere bakmaktır.[1]
Yani İmam el-Gazzâlî, davasını bu rivayetler üzerine bina etmiş değildir. İhyâ'nın babları içinde zikredilen makbul hadisler, bablar içinde ele alınan meselenin esasını oluşturmaktadır. Söz konusu rivayetler ise konuyu teyit kabilinden tali unsurlar olarak zikredilmiştir.
Dolayısıyla "İhyâ'da uydurma hadis var" diyerek bu muhalled eserin kadrini küçümsemek sadece bize zarar verir.
Ne İhyâ, ne de sahibi bundan en küçük bir zarar görür. İhyâ okuyan bir kimse, Hadis ilminin inceliklerini öğrenmek için okumaz. Bu eserin iddiası bu değildir. Din İlimlerini İhya adı ve amacıyla yazılan bu eserin, maksada bihakkın hizmet etmediği söylenemiyorsa, mesele bitmiş demektir. el-Irâkî'nin İhyâ'nın hamişinde basılan tahricine dikkat ederek yapılacak okuma maksadı fazlasıyla hasıl edecektir. Yeter ki bizim İhyâ'dan samimiyetle istifade etmek gibi bir amacımız olsun!
İmam el-Gazzâlî ve eserleri hakkında Mağrib ulemasından el-Mazerî ve et-Turtûşî'nin tesbit ve tenkitlerinin yine es-Sübkî tarafından –dipnotta mezkûr eserde– muhtasaran cevaplandırıldığını da son bir not olarak düşmüş olalım.
[1] Tabakâtu'ş-Şâfi'iyye, IV, 145-82 ''(Milli Gazete - 26 Mayıs 2008 )

25 Mayıs 2008 Pazar

Mehmed Furkan'la sohbet ( 3 )

CC:Aslında önceki sohbet ve yorum kısmında yazdıklarımızdan sonra bu yazı bana çok gerekli gibi gelmedi ama söz verdiğim için kısacık işaret edelim.

MF:Soru 3:tabii ki herkesin kendini ictihad yapacak mertebede görmesi büyük bir yanlış ancak herkes ictihad yapsın diyenler kimlerdir, ben pek bilmiyorum isim olarak, biraz açık ve dipnotlu isimler verebilir misiniz? örneğin mezheplere art niyetli olarak karşı olan bir insan bu iddiada bulundu diye, tüm mezhep üstü birliği savunanları bu yanlışla itham edebilir misiniz?

-İctihad konusunda inşaallah yakında Fethullah Gülen ismi etrafında Bediüzzaman Hz.den nakilleri okursunuz, burada tekrar olmasın.Herkes içtihad yapsın diyenlerin bir kısmı bu blogda isim isim liste halinde zikredildi.Oradan bakabilirisiniz.Mezheplerin birleştirilmesini savunanların niyeti değil, hedefledikleri bizi ilgilendirir.Mezhep üstü birliğin adı mezhepsizliktir.Mezhepsizlik de, dinsizliğe köprüdür buyurulmuştur.

MF:soru 4:taklit aleyhtarlığından bahsetmişsiniz, eğer taklit aleyhtarlığı, yapılan hareketlerin daha iyi anlaşılıp, taklitten üst seviyede, bir anlama faaliyetine dönüşmesine vesile oluyorsa hala taklidi savunmanın ne anlamı olabilir?

CC:Nerede günümüzde o seviyede biri? Bediüzzaman hz. "… selefin içtihadât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle, bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid'akârâne bir hıyanettir" buyuruyor ve "… şu zamanın nazarı, ruh-u şeriattan yabanîdir. Öyleyse şeriat namına içtihad edemez" önemli tespitini yapıyor.Mehmed'im bu soru şeklindeki fikirlerini son derece tehlikeli bulduğumu belirtmeliyim. Okuduğun kitap ve arkadaş çevreni gözden geçirmeni salık veririm.

.........

MF:Şimdilik sorularımın bir kısmını yazabildim, amacım sizin görüşlerinizi, sırf sizin olduğu için eleştirmek değil, (benim görüşlerim olamaz,ben doğru kaynaktan nakil yapabilirsem ne ala. CC) yazdıklarınızından anlaşılıyor ki İslam'ı olması gereken gibi yaşamak istiyorsunuz, ancak ya bu yöntem, yani sürekli birilerini suculukla buculukla suclamak ve bu suclamaları bazen iftira düzeyine ulastırmak size ne kazandırır,

CC:Sanırsınki ben 24 saat birilerini suçlayarak yaşıyorum. Oysa bu blogdaki referenslarım yıllar önce bir kitap gibi yazdığım notlar ve Ebubekir Sifil, M.Şevlet Eygi, zehirli org gibi kaynaklar..İFTİRA derken bana bühtanda bulunduğunuz için ispatlamanız gerekirdi. Asıl bu ağır bir itham olmadı mı Mehmed? Ama bu isimleri tespit ve teşhir ne kazandırır diyorsun ya, derim ki; önce beni doğru iman/itikat konusunda uyanık kılar, sonra uyarabildiğim kadar Müslümana sebep eyler, dinsilik köprüsü üzerinde durup ellerimi açmak ve temiz gençlere zehiri yaldızla sunanları anlatarak, bu zamanın en büyük ibadeti olan, ilim öğrenme ve teşvikten sevap alırım ve ''ORTALIK KARIŞIP, YALANLAR YAYILIP, DİNDEN OLMAYAN ŞEYLER ORTAYA ÇIKINCA, ADETLERE KARIŞTIRILINCA VE ESHABIMA DİL UZATILINCA, DOĞRUYU BİLENLER HERKESE BİLDİRSİN. ALLAH-U TEALA'NIN, MELEKLERİN VE BÜTÜN İNSANLARIN LANETİ, DOĞRUYU BİLİP DE, GÜCÜ YETTİĞİ HALDE BİLDİRMEYENLERE OLSUN.ALLAH-Ü TEALA BÖYLE ALİMLERİN FARZLARINI VE DİĞER İBADETLERİNİ KABUL ETMEZ." (Bu hadis-i şerifi, İmam-ı Rabbani kuddise sirruh efendimiz Mektubat'ının c.I, 251. mektubunda bildirmiştir.) Bundan da nasiptar olmaya çalışırım.Saniyen Allah için seven ve Allah için öfkelenenlerin şiarına uymuş olurum.Bid'atçıya su bile verilemez, yüzüne bakmak, insanın nurunu alır, ifadesinde bulan ikaza uymuş olurum..Gerekçeleri sürüdürmek mümkün ama uzun yazıdan şikayetçi olan okurlar var.

MF: tabii ki yanlış yapanlar eleştirilir ancak tepkisel olmak ilmi gelişim için her zaman faydalı değildir gorusundeyim... yani bu mezhepsizler, sucular bucular olmasaydı acaba bu kadar insan işsiz kalır mıydı diye düşünmeden edemiyor insan, bizim için Allah'ın hatırı, herkesten üstündür, sizin için de oyle o halde "eleştiri ahlakı"na uygun olarak birilerini, birbirlerimiz eleştirelim ancak bu eleştiriler karşı tarafı itecek şekilde kaba ve hakaret vari olmasın...

CC:Yukarıda iftira dediniz, en büyük iftirayı reformcu taifesi ehl-i sünnete yapageldiler.Sahabe için ileri geri konuştular ve Allahresulünün sallallahu aleyhi vesselem) muazzez damadı Hz.Osman (ra) için neler demediler.Kimler demeyin bu blogu iyi takip edin, ne dediysek bulacaksınız.Sanırım eleştiri ahlakı dediğiniz şey, ispatsız bana İftiracı/müfteri demekten geçmiyor!?

Not: Biliyorum genç kardeşim, hemen uzun bir cevap yazacaksın ama, gördüğün gibi seviye kaybı başladı.Bundan sonra mecbur kalmadıkça, sohbetimizi ana sayfaya taşımayacağım, gerekirse yorumlar içinde cevaplayacağım inşallah.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i rahmetle anıyoruz.


''25 yıl sonra hala kitleleri etkiliyor.25 Mayıs 1983'te aramızdan ayrılan Şairler Sultanı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, tüm Türkiye'de ve dünyada etkinliklerle anılıyor.
Türk edebiyatının köşe taşı olarak kabul edilen şair ve düşünür Necip Fazıl Kısakürek vefatının 25'inci, doğumunun 104'üncü yıldönümünde düzenlenen çeşitli etkinliklerle anılıyor. 1904'te dünyaya gelen ünlü şair, düşünür ve yazar Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılında 79 yaşındayken yaşamını yitirmişti. Yazın hayatına aralarında Ağaç, Büyükdoğu, Borazan gibi dergiler, 67 kitap ve birçok ödül bırakan Kısakürek, hayatı, felsefesi ve eserleriyle bugün de milyonları etkilemeyi sürdürüyor. Bir dönem Türk gençliğinin 'Üstad'ı Necip Fazıl Kısakürek hakkındaki bazı görüşler şöyle: ''
* * *
Yıllar önce Sirkeci, bab-ı ali, derken kendimi ''Büyük Doğu'' yayınevinde buldum. Üstad ''öteye'' geçeli birkaç yıl olmuştu. Kitap fiyatları neden diğer yayınevlerine göre pahalı derken, içerideki aralık kapıdan bir beyefendi sesime çıktı. Çay ikram etmek istediğini, konuşmaları duyduğunu ve ses rengimin ve türkçemin dikkatini çektiği şeklinde iltifat etti.''Beni tanıyor musunuz, ben kim olabilirim '' dediğinde, ''kesin Üstadın akrabası derken, mahdumu (oğlusunuz)'' dedim.Oğlu Mehmed Kısakürek idi.Gülüştük, hemen Üstadın Zindandan Mehmet'e şiirine atıfta bulunarak sordu: Ötelerden Mehmed'e bir şey var mı (zindandan vardı)? ''Olmaz mı dedi. Belli aralıklarla babamı rüyamda görürüm, yanlış bir iş yapsam, mutlaka ikaz eder.'' Sonra ne babasının ne kendisinin ticaretten anlamadıklarını, vasiyet gereği yayınevini zor şartlarda sürdürdüklerini; bu sebeple de kitap fiyatlarının biraz yüksek olduğunu izah ettiler.

* * *

Daha önce burada bahsetmiştim.Rahmete vesile olsun, tekrarlıyayım çok kısa.Kardeşimle (Hz.Eba )Eyüp Sultan'ı (ra) ziyaretten sonra Üstadı da ziyaret etmiştik. Ben seslendim:'' Üstadım, Allah sana müsaade ederse rüyama gel'' 3. gece O'nun imamlığında cemaat olmuştuk.Allah (c.c) rahmet eylesin. ''İyi insanlar iyi atlara binip gittiler'' Bizde arkalarında böyle garip,''üç ayakla seken topal köpek'' gibi kalakaldık. Yeni nesle Üstadı okumalarını tavsiye ederim. Gaslindeki prof. onu yıkarlarken gözlerinden yaş aktığın, Üstadın ağladığını anlatmış ve sonra bu konuda müjde hadisi nakletmişti.(Artık isimleri, kaynakları aklımda tutamıyorum.Erken yaşlanıp, bunalım ve bunu kabul etmek yaş ne olursa olsun yaşlanmaktır.)''Öldükten sonra ağlayanı görürseniz, onu cennetle müjdeleyiniz'' mealindeydi. O kitabım Türkiye'de olduğu için bu kadarını nakletmiş olayım.Bizim üstadı sevgi, saygı ve rahmetle anmamız fatihasız olmaz değil mi?

İmam-ı Gazzali Hazretleri konusunda önemli bir açıklama!

Şu konu üzerinde yorumlar kısmında asrının müceddidi sayılan Hüccet-ül İslam lakabıyla da meşhur İmam-ı Gazali Hazretlerinin, Ebubekir Sifil hocamızın bir yazısına atıfta bulunularak: ''İşte bu nokta son derece önemlidir. el-Kevserî merhumun nefis tesbitiyle söyleyecek olursak, bir ilim dalında otorite olan nice alim vardır ki, bir başka ilim dalında talebe seviyesindedir. Bu sebeple her ilim, sahasında mütehassıs olan ulemadan alınır.Bu bağlamda gerek İmamu’l-Haremeyn, gerekse İmam el-Gazzâlî, Hadis ilminde otoritesine başvurulacak ulemadan değildir.'' cümleleri sohbet ettiğimiz kardeş tarafından farklı algılanmış idi. Aslında Mehmed Furkan son derece iyi niyetle hadiseye baksa da; biliyoruz ki, pekçok reformist çizgide olanlar ''işte biz haklıyız, Ebubekir hocanız bile bu gerçeği (!) teslim etti'' diyerek mezkur yazıyı kaynak göstermekteler.

Oysa durum hiç de öyle değil. Ebubekir Sifil Hocama durumu ilettim. (Binler okuru içinde ben gurbette bir garip olduğum için, Allah razı olsun bana biraz daha toleranslı olarak zaman ayırıyorlar ve söz konusu cevapları ile içime su serptiler.Her ne kadar (Mehmed Furkan kardeşimi tenzih ederek, hatta teşekkür ederek, bir hakikatin aydınlatılmasına vesile oldu) reformcular buna memnun olmayacaklarsa da Ebubekir Sifil hocamdan gelen iki mektup aynen şöyle:

''es-Selamu aleykum ve rahmetullah
Aziz kardesim,

Hadis ilminde ya da bir başka ilim dalında bir kimsenin otoritesine başvurmak demek, onun o ilim dalında söylediklerini belirleyici kılmak demektir.Fıkıh imamlarındaki dakik istinbat melekesi Hadis imamlarının kahir ekseryetinde bulunmadığı için Hadis imamlarindan fetva istemez. Kelam alimleri ömürlerini Kelamî meselelere hasrettiği için Fıkıh, Hadis gibi sahalarda onların görüşlerine başvurulmaz. Aynı ifadeleri tersinden de rahatlıkla okuyabilirsiniz. İmam el-Gazzâlî ve hocasi Imamu'l-Haremeyn Usul, Fıkıh ve Kelam ilimlerinde zirvededirler. Hadis ilmindeki dereceleri ise diger ilimlerdeki dereceleri gibi degildir.
İştigal sahalari farklı olduğu için onlar munhasiran Hadis sahasinda eser vermemislerdir.Dolayisiyla Hadis sahasında, özellikle de tashih/taz'if konusunda, hayatını bu sahaya vakfetmiş alimlerin otoritesine basvurulmalidir.Bu söylediklerim, bizim seviyemizdeki insanların o alimler arasinda hakemlik yaptığı manasina alınmamaıdır. Zira bu ifadeler bana ait olmayıp,el-Kevserî gibi muhakkik alimlere aittir.Vesselam.''
Benim tekrar yazdığıma gelen hocamızın şu ek açıklaması ile elhamdulillah bu gece uyuyabilirim artık:

''Ben bu meseleyi, ehli arasında dile getirilmiş ve musellemattan olmuş bir mesele olarak yazdım. Kendi tesbitim değildir. Ancak konuyla ilgili hemen her yazımda, bu meselenin ne İmam el-Gazzali'nin ne de İhya'nin kıymetini tenkıs edeceğini, eserin de sahibinin de bizim için baş tacı olduğunu vurgulamaya çalıştım.İnsaallah bu meseleyi bir kere daha yazayim.Fi emanillah.''

Yazın hocam yazın..Biz ahir zamanın arızalı beyinlerine ne kadar çok yazsanız o kadar iyi olur.Allah (cc) sizi başımızdan eksik etmesin inşaallah.Mehmed Furkan kardeşime de tekrar teşekkür ederim, hocamızın bahsi geçen makalesi, kimbilir nerelerde nasıl farklı biçimde kullanılıyordu.

24 Mayıs 2008 Cumartesi

Mehmet Furkan'la sohbet ( 2 )


Sizin yazınızı kısaltacağım, tamamı nasılsa yorum kısmında var..
Mehmed Furkan: (.....) ben bu yazıları ne bir modernist ne de bir reformist olarak yazıyorum, bundan da supheniz olmasın...[mezheplerin hadisi şerifle bildirilen nasıl bir rahmet olduğuna girersek...] demişsiniz, nerede mezheplerin rahmet olduguna dair gecen hadisler, kaynak gostermeniz hatta daha ileri duzeyde hadisi aktarmanız gerekir,

Can Cenk:Bu karşılıklı fikir-alış verişi uzayacağa benzer. Oysa '' Ümmetimin ihtilafı rahmettir'' El-Cami-us Sağir (imam Suyuti) C: l, Sh:13, Beyrut:ty. Hadisin-i googlede bir yazsanız, o araya giren paranetzlerin alimlerimzice nası l ve neye dayanarak açıklandığını göreceksiniz. Bunu Yusuf Kerimoğlu’nun eserlerindeki nakillerde de bulmak mümkün.Ebubekir Sifil hoca'da da..Yani o parantezi kendimden oraya serpiştirmekten Allah korusun beni.
''Ümmetimin ihtilâfı rahmettir'' hadis-i şerifiyle ilgili olarak muhakkik ulemadan İbn-i Abidin (Rh.a) şöyle diyor: "İhtilâftan murad; müçtehidler arasında fer'i meselelerde cereyan eden ihtilâftır. Yoksa mutlak ihtilâf değildir. Evet mezhep imamlarının ihtilâfı ümmet için bir genişlik ve kolaylıktır. Nitekim «Tatarhâniyye» nâm kitabın baş taraflarında izah edilmiştir. Bu söz halkın dillerinde dolaşan meşhur bir hadis-i şerife işaret etmektedir. Hadîs şudur : «Ümmetimin ihtilâfı rahmettir». «el-Makasıdü'1-Hasene» adlı kitapda bu hadisi Beyhakî'nin münkatı' bir senedle İbn-i Abbas (r.a.) dan şu sözle rivayet ettiği bildiriliyor : "Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: «Size Allah'ın kitabından bir delil bulunursa onunla amel etmek icap eder. Terki hakkında hiçbir kimsenin özrü olamaz. Şayet Allah'ın kitabında yoksa o zaman geçerli sünnete müracaat etmek gerekir. Bu bâbda benden bir sünnet de yoksa, ashabımın söyledikleri ile amel edilir. Şübhesiz benim ashabım gökteki yıldızlar mesabesindedir. Hangisinin kavli ile amel etseniz hidayeti bulursunuz. Ashabımın ifhtilâfı sizin için rahmettir''

İbn-i Hâcip bu hadisi Muhtasar'ında şu sözlerle nakletmiştir: ''Ümmetimin ihtilâfı insanlar için rahmettir''

MF:burada ilmi bir faaliyet yapılmaktaysa, muhatapların, karşı iddiaların delillerini bilmesi onemlı bır rol oynar... genelkurmay örneginizi gelirsek, zaten ben bu mezhepler hak değil, bunlar işe yaramayan seyler, bunları kaldıralım dedıgımı hatırlamıyorum, neyse burada da buyuk bır sorun yok...
[Peygamberimiz Sallahu Aleyhi Vessellem zamanında mezhep yoktu demek, tarihi süreçten haberdar olmamaktır.] ve [Tarihi gerçekler Sallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz döneminde mezhep diye bir şey yoktu, diyenlerin cehaletine şahittir.] söylemlerinizi anlamakta güçlük çekiyorum, birkere bizim mezhepten ne kastettiğimizi ne anladıgımızı sormadan, bu tarzda bir ithamda bulunmanız gerçekten de insaf çizgisini aşmak olarak değerlendirilebilir, ben sizi cahillikler suclamadım, sizin de karsınızdaki insanın bilgisine saygı gosterıp, önce onu anlamanız ardından da bu tarz suclamalara gerek duymadan, ona dogruyu güzelce anlatmanız bence dusunceleriniz yaymanız acısından daha basarılı olabilir, tabii ki nasıl davranacagınız sıze kalmıs ben sadece onerimi soyledım.

CC:Çok alıngansınız, ben sizi itham etmiyorum, kırgınlığınıza sebep olmuşsam helallik ve özür dilerim.İlk mektup/yorumunuzda bana iftira atmaktan dem vurdunuz ama ben size kırılmadım! Ben sizin şahsınızda, ısrarla savunanlara da cevaplar veriyorum.Bu blog’da sizin dışınızda can.cenk1@gmail’e gelene mektup sahiplerini de hesaba katmalısınız.Mezhepten ne anladığınız..!! Bizim derken siz...Ayrıca ne anladığımız değil, ne anlaşılması gereken..desek..Bazen aşağıda geleceği gibi itirazlarınız ( fikirleri savunma anlamında) oluyor bazen de neden itham ediyorsunuz diyorsunuz..!

MF: tarihi gerçekler diyorsunuz ve bir olaydan bahsediyorsunuz, ki bu olayı dusundugum zaman zaten benim itirazımla pek bir ilgisinin olmadıgını goruyoruz, ben demedim ki insanların bir metodu yoktu, dini anlama şekli yoktu, ben boyle birsey soylemedim, ama bunu mezheplerin kaynagı olarak algılamak sizin kendi dusuncenizdir, saygı duymakla beraber, tam bir acıklığa sahip oldugunu hala dusunmuyorum.[bir şeyin (yeni doğan bebek gibi) hemen isminin konulmaması, onun var olduğu gerçeğini inkar ettirmez, ki Hz.Muaz (ra) olayı bunun en meşhur ispatıdır.] ben de derim ki burada ictihada izin verilmiş oyleyse, ictihad kapısını kapatmanın nasıl bir dayanagı olabilir, tabii ki siz kapatalım diye birsey demediniz, size karsı soylemıyorum, o halde sunu sormak istiyorum size, madem ictihadı gerektiren hallerle karşılaşmamız doğal, biz su anda nasıl bir ictihad anlayışına sahip olmalıyız? bu anlayışın yeterliliğini nasıl temellendirebiliriz?(bu soruya cevap vermeniz için değil, bu soruyu dusunmeniz için soruyorum, cevabı gayet uzun olacaktır zaten verilmeye calısılsa da, o kadar zamanınızı almak istemem)[Naslarla çelişen farklılıklar demişsiniz.] diye alıntı yapmışsızın,ancak hemen duzeltelim ben "...nasslarla çelişmeyen farklılıkları, mezhepleşme sebebi yapmak mıdır, yapmamak mıdır?" yazmısım.(celişen değil celişmeyen yazmıstım)

CC: Çok hızlı ve dar zamanda yazıyor sonra tekrar kontrol edemiyorum bugün de olduğu gibi.O dediğiniz yeri düzelttim, teşekkür ederim, ’’çelişmeyen olarak’’ dışında bir değişiklik yapmadım, zira anlam bütünlüğü bakımından öyle yada böyle olsa da, yazdıklarım ikisine de şamil diyerek kısa tutayım. Diyorsunuz ki;''Şimdi içtihad kapısının kapanmasına nasıl geldik? biz su anda nasıl bir ictihad anlayışına sahip olmalıyız? bu anlayışın yeterliliğini nasıl temellendirebiliriz?'' İtiraz ve talepleriniz sizi bu meseleleri savunan biri durumuna getiriyor haberiniz olsun!İçtihad kapısı açık diye kim, hangi vasıf ve kabulle/icazet hangi konuda içtihad edecek? Dediğiniz gibi bunlara girmeyelim..

MF:[Tek anlama/ictihad/mezhep...] demiyorum zaten, benim bahsettigim sey daha farklıydı, tabii ki farklı ictihadlar olur, bunda herhangi bir sorun yok, buna bir itirazım da yok.[Hikmeti gereği, bazı hükümleri mücmel yani anlamlarını kapalı bırakarak; insan aklına ve çabasına bir çalışma/değer alanı bırakmıştır.] bu tespitinize katılıyorum.[...hangisine (yoluna mezhebine) uyarsanız hidayete kavuşursunuz,..] parantez içinde verdiginiz ifade hadiste gerçekten bulunmuyor bildigim kadarıyla,

CC: Hayır bulunuyor.Bunu da ben eklemedim.Cumhur ulema, sahabe-i kiramın anlayışına naklen bu hadisi şerifi böyle anlamışlardır.Bu konuda sayısız kaynak var.Seyyid İbn-i Abidin Hazretleri der ki : Pederim «Dürer» şerhinin haşiyesinde şunları kaydetti:Beyhakî ''el - Madhel'' de İbnu - Abbas'dan (Radiyellahu anhuma) gelen senediyle şu gelecek hadîs-i şerifi rivayet etti: ''Allah’ın kitabından size bir hüküm geldiğinde onun­la amel etmek zorunludur. O hükmü terk etmekte hiç bir kimse mazur sayılamaz. Eğer Allah’ın kitabında yoksa, benden gelen ve geçerli bulunan bir SÜNNET ile amel ediniz. Eğer SÜNNET'im yoksa, bu takdirde ashabımın söylediğiyle amel ediniz. Zira ashabım gökteki yıldızlar mesabesindedirler. Onların hangisinin sözüne yapışırsanız, hidayet olunursunuz. Ashabımın ihtilafı sizin için rahmettir.''

Celâleddin es - Suyutî, CEZÎLEL - MEVAHÎBE'de «Bu hadisi şerif de birçok faideler vardır: O faidelerden;
Birincisi;
Allah’ın Resulünün (S.A.V.) kendisinden sonra fürûâtta mezheblerin ihtilâf edeceklerini haber vermesidir. Bu, Resûlüllahın mu'cizelerindendir. Gayıblardan haber vermelerindendir.
İkincisi, bu ihtilâfa razı olmasıdır.
Üçüncüsü, fürûâtta bulunan bu ihtilâfı onaylamasıdır.
Dördüncüsü, bu ihtilâfı rahmet olarak nitelendirerek övmesidir.
Beşincisi, mükellefi (yani ictihad ehliyetine haiz müctehidi/fukahayı..cancenk) serbest bırakmasıdır. Ashabtan dilediğinin sözüne yapışabilirsin deyip belli birisinin peşinde gitmenin zarurî olduğunu tayin etmemesidir. Bu hadîsi şeriften alınan hükme göre, müçtehidlerin hepsi hidâyet üzerindedir, hepsinin mesleği haktır, hiç birisi içtihadından ötürü kınanmaz. Ve hiçbirisine yanlışlık atfedilemez. Zira Allah’ın Resulü (S.A.V.), «Hangisine yapışırsanız hidayet olunursunuz.» buyurmuştur.

Hatib el-Bağdadî, «Kitabür-Rüvvat» ta İsmail bin Ebül-Mehâmid yoliyle İmamı Mâlik'ten (Rh.A.) rivayet etti: ''Harun-Reşit Enes oğlu Malike; Ey Aba-Abdullah Bu kitaplarını yaz. Biz buraları İslâm dünyasının her tarafına gönderelim.. Ta ki ümmeti, bunlarla amel etmeye itelim» dediğinde, İmam-ı Mâlik (Rh.A.) :' Ey müminlerin emîri! Alimlerin ihtilâf etmeleri, bu ümmet için Allah’dan gelen bir rahmettir. Ümmetin her âlimi, katında sıhhatli olana tabi olur. Hepsi de hidayet üzere bulunur. Hepsi de Allah’ın rızasını irade eder.' Daha sonra Celâleddin «es-Suyûtî» şunları söyledi: 'Mezheblerin ihtilâfı, bu (İslâm) milleti için büyük bir nimet ve büyük bir fazilettir.' Bu mezheblerin fürûattaki ihtilâfının ince bir sırrı vardır. Âlimler o sırrı idrak ettiler. Cahiller ise, o sırrı idrak etmekten aciz kaldılar. Hatta bazı cahîllerden dinledim: « Resulullah (sav) bir tek şeriat getirdi. Acaba bu dört mezheb nereden çîktı? (!)»
''insan aklına ve çabasına bir çalışma/değer alanı bırakmıştır,'' derken de, bu insan elbette bizim gibi cahiller değil, ulema/müçtehid imamlardır.Yani Kur’an'da geçen ''Bilmiyorsanız zikir ehlinden sorunuz'' mealli ayet(tefsirine bakabilirsiniz)

MF:...ayrıca eger mezhepten kastınız o idiyse, neden sahabi sayısınca mezhebe değil de, 4 mezhebe indiriyoruz sayıyı, yok eğer hepsi hak mezhep diyorsanız o zaman "hak mezhep 4 tanedir" soylemine nasıl bir anlam verebilirsiniz?

CC:Musa Harun Bey,
Sahabe döneminde de, ilimde öncü olanların etfafında diğerleri halka olur, diyelim Abdullah bin Mesud (ra) hazretlerinden fetva alırlardı.Sahabe-i Kiram (Allah hepsinden razı olsun) fetihlerle yeryüzüne dağıldılar ve sayılarınca mezhep yani dini anlama ve yaşama metodu vardı.Bir Süfyan-ı Sevri hazretlerinin bugün mezhebi anılmıyorsa bunun sebebi, tabiilerinin kalmamasındandır.4mezhebin hak olarak devamı da ilahi bir hikmettir.Ben bunu 4 büyük melek, 4 büyük Kitap, 4 mevsim, 4 mübarek halife...vs..keşfetmiştim.Bu konuda bir çalışmamı da inşallah bana mail adresi verirseniz size gönderebilirim. Bugün için söylenmiş bir sözdür hak mezhep 4 tane diye.Yani 4 tane kaldı demektir.Hatta bu bağlamda size başka bir şey de söyleyebilirim.Ahir zaman sonlarına hanefi dışındakilerin de akamete uğrayacağı, tarikatlerden de nakşilik dışındakilerin kalmayacağaı yada resminin kalacağı..

MF:benim daha bircok sorum var, bunları iyi niyetle ve suçlamardan uzak bir şekilde, samimiyetimin bir urunu olarak sizinle paylaşıyorum, lutfen eğer cevap verecekseniz, karşı tarafı birseyleri anlamamakla, cahillikle itham etmenin(dolaylı da olsa suclamayınız, bu itici gelebilir insanlara)yanlış olduguna inandıgınız goruslerı elestirir, dogru olduguna inandıklarınızı soylersınız, zaten arif olan anlar, sizin insanları itham etmenizin bir anlamı da yok zaten.emek verip, cevap yazdıgınız icin tesekkur ederim, Allah razı olsun... hayırlı çalışmalar...

CC:Cahillik konusuna takılmayın, en ala cahil benim ve o söz yukarıda gördünüz İmam Suyuti hazretlerinindir.Zaten kim ben alimim derse, bilinki o cahildir.
MF:(İmamı Gazali hazretlerinin kitaplarında mevzu hadîsler bulunduğuna dair cahilce bir iddia ve iftira vardır. Büyük muhaddislerden İmamı İrakî uzun yıllar çalışarak bu iddiayı çürüten bir eser yazmıştır.Bugün, İslâm dünyasındaki birçok kötülük, fitne fesat, sapış; İmamı Gazalî, İmamı Rabbani, Abdülkadir Geylanî gibi büyüklerin yolundan ve metodundan sapılmasından dolayı meydana gelmiştir.M.Şevket Eygi/Milli Gazete 21.03.08) diye bir kısım var yazıda, eğer size gazali'nin kitaplarında geçen bir kaynaksız hadis gostersem bu iddia curur değil mi?

CC:Asla.. Kusura bakmayın ama bu cümle beni çok üzdü ve açıkçası sinirlendirdi! Biz kimiz Hüccet-ül İslam İmam-ı Gazali kuddise sirruh gibi bir müctehide kritik yapmak kim? Bakın İslam dünyasında öyle rabbani alimler vardır ki, onların zanları dahi ilimdir, nurdur. Allah cellenin nuruyla bakarlar. Allah onları asla yalancı çıkarmaz. Hadis söyleseler ve bu hiçbir kaynakta da olmasa, bilirim ki, onlar ruhaniyette Alemlerin Efendisi Sallahu Aleyhi Vessellem ile görüşürler.İstihareleri bize benzemez! Hala günümüzde Arafat ve benzeri mekanlarda zamanın kutbu ve Al-i Rasulullah senenin belli zamanlarında görüşür, Efendimiz Sallahu Aleyhi Vessellem’den emirler alırlar. Yalan sanılanlar gerçek, gerçek gibi aynada yansıyanlar hayaldir.
Siz İmam-ı Gazali hazretlerinin kuddise sirruh nasıl vefat ettiğini biliyor musunuz..? Güneş doğar, kuşluk kılar, kıraat eder ve sonra talebesinden kefeni ister.Alırken de:''Emrin başım gözüm üstüne'' diyerek, kefeni öper ve odasına kapanır..Uzun süre çıkmayınca içeri girenler, o mübarek imamın vefat ettiğini ve bir şiir bıraktığını görürler..

Onların iklimini ve dünyalarını buradan bakarak görmek ve anlamak her kula nasip olmuyor.Ne kadar incindim bu cümlelerinize Mehmed..Bana sövseydiniz bu kadar yara almazdım. Bu cümle açıkça o imama hakaretlerin en büyüğüdür. Düşünsenize mahşerde nasıl bakarsınız yüzüne?
Bianaenaleyh o koca ve mübarek imam isterse kitaplarında tek kaynak göstermesin, kendisi zaten kaynaktır.

Usuldendir/edeptendir, icazetini almış, ehl-i sünnet bir mollaya fetvasının kaynağını sormak; kendisi kaynak olmuş alimi sınamak demektir. Sınayan, sınanandan bilgice aşağıda olunca, bu hakarete döner.
Bilmiyorum, sohbetimiz fayda sağlıyor mu?
Bu vesile ile ilk sorduğunuz 4 sorunun son 2'sine zaman elverdikçe değiniriz inşallah..

Avusturya medyası :''kol kola gittiler'' diye haberi manşetten verdi!


''Fischer "Arm in Arm" mit Güls EhefrauFür Aufsehen hat in der Türkei die Tuchfühlung von Bundespräsident Heinz Fischer mit der türkischen Präsidentenehefrau Hayrünnisa Gül gesorgt. "Arm in Arm spazierten sie", betitelte die .....''
Avusturya medyası 23 Mayıs 2008 sayılı gazetelerin 1.sayfasında fotoğraf karelerini yukarıdaki gibi yuvarlak kırmızı dairelerle verdiler.Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşı olan ülkenin Cumhurbaşkanı, fotoğrafta görüldüğü gibi, Bay Gül'ün eşinin koluna girip, AB'ye uyumu ve imzanın onurunu gözden geçirdiler.22 mayısta bu konudan bahsetmiştik. Çok üzüldüm!







23 Mayıs 2008 Cuma

Mehmed Furkan'ın soruları.. ( 1 )

''Selamun Aleykum, yazınızı baştan sona kadar okudum, bazı noktalarda soruların olacak;
1."mezhepleri birleştirmek gerektiğini belirterek" demişsiniz, bunun ne gibi bir zararı olduğunu anlayamadım, zaten hz. Muhammed(Sallahu Aleyhi Vessellem) döneminde mezhep diye bir şey yoktu, peki o zaman sünnete uygun olan, bir çok gruba ayrılmaktansa, nasslarla çelişmeyen farklılıkları, mezhepleşme sebebi yapmak mıdır, yapmamak mıdır?2. hak kabul edilen 4 mezhebin herhangi birindeki hüküm ehl-i sünnet'e göre haktır, o zaman diğer bir mezhep imamının içtihadına göre hareket etmek isteyen bir insan, neden hak olan birşeyi yapmaktan alıkonulur? ya da bu durumu normal karşılıyorsanız, o halde neden mezheplerin birleşmesine karşısınız?''

-Ve aleykum selam ve rahmetüllah..Siz neden mezheplerin bu durumundan müştekisiniz diye söze başlamak da mümkün..Aslında başta Ebubekir Sifil hocanın sitesinde, bu blogda ve zehirli org’da, yazılanları baştan sona dikkatle okuyan biri; bu soruları sormaya gerek duymazdı diye söze başlayayım.Malumunuz,mezheplerin birleştirilmesini savunanlar yeni değil, çok eskiye dayanır ve arka planda İslam’ın dışından oryantalistler, sebataistler, masonlar..vs vardır. Daha geride İbn-i Sebe, Teymiyye’ler..Bu, Edwar Saitler’den, Edward Lawrence’lere Abduh’dan Efganilere..uzananan uzun bir tarihi süreç. İslam’da farklı, reformist ve Luther’in kurduğu protestanlık benzeri, mezhep karşıtlığı adı altında, 1400 yıldan beri bizlere sağlam nakledilmiş, rasyonalist/seküler bir dayatmadır. Bu sürece İngilizler başta olmak üzere dışarıdan müdahale edilmesi; ehl-i sünnetin tespitlerini/tepkisini çok daha haklı hale getirmektedir. ’’.. Sallahu Aleyhi Vessellem) döneminde mezhep diye bir şey yoktu..’’bunu ilk siz söylemiyorsunuz ve mezheplerin hadisi şerifle bildirilen nasıl bir rahmet olduğuna girersek, kısa tutmaya çalışacağım yazı sayfalarca sürer ve sizden başka pekçok kişiye sıkıcı ve uzun gelir.Ama hep bilinen örnek yeterince aydınlatıcıdır:Mesela bir ordunun, hava,kara,deniz gücünün başında orgeneraller bulunur.Peki genel kurmay necidir? Karacıdır, havacıdır derseniz eksik olur, çünkü o orgeneral değil, genel kurmaydır ve hepsidir.Yada hepsi ondandır denilir. Peygamberimiz

Sallahu Aleyhi Vessellem zamanında mezhep yoktu demek, tarihi süreçten haberdar olmamaktır.En meşhur Hz.Muaz (r.a)’ı Yemene hakim olarak gönderirken, (Orada nasıl hükmedeceksin?) buyurunca, (Allah’ın kitabı) ile dedi. (Allah’ın kitabında bulamazsan?) buyurdu. (Resulullahın sünneti) ile dedi. (Onda da bulamazsan?) buyurunca, (ictihad ederek) dedi. Resulullah efendimiz, (Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi) Yemen’de Hz.Muaz (ra) Peygamberimizden öğrendiği temele çerçevesinde kendi mezhebi (yolu) ile ictihad etti. Sahabenin alim olanlarının mezhebi (dini anlama ve amel) vardı ve Efendimiz Sallahu Aleyhi Vessellem’den yoksun olduklarında, onlara başvururlar, müşküllerini hallederlerdi. Tarihi gerçekler Sallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz döneminde mezhep diye bir şey yoktu, diyenlerin cehaletine şahittir.Bunu söylerken, elbette kurumsallaşıp bir imamla isimleri anılmıyordu.Ama bir şeyin (yeni doğan bebek gibi) hemen isminin konulmaması, onun var olduğu gerçeğini inkar ettirmez, ki Hz.Muaz (ra) olayı bunun en meşhur ispatıdır.

Grupla mezhep aynı şey sanmak da, mezhebin ne olduğunu, rahmetini, hikmetlerini anlamamaktır.Naslarla çelişmeyen farklılıklar demişsiniz.Bundan kastınız ictihatlardaki farklı sonuçlarsa, işte tam da Efendimiz Sallahu Aleyhi Vessellem’in buyurdukları ’’Rahmet/kolaylık’’ budur.Tek anlama/ictihad/mezhep olsaydı; zorluk ve zaruret halinde olanların hali ne olurdu?Bu Allahu Teala’nın Müslümanlara merhametinin tezahürüdür.Hikmeti gereği, bazı hükümleri mücmel yani anlamlarını kapalı bırakarak; insan aklına ve çabasına bir çalışma/değer alanı bırakmıştır.Bu sebeple de : Eshabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine (yoluna mezhebine) uyarsanız hidayete kavuşursunuz, buyuruldu.Her yıldız bir klavuz..Yani mezheplerin olması sünnete uygun olandır.

''..o zaman diğer bir mezhep imamının içtihadına göre hareket etmek isteyen bir insan, neden hak olan birşeyi yapmaktan alıkonulur? ya da bu durumu normal karşılıyorsanız, o halde neden mezheplerin birleşmesine karşısınız?’’Ehl-i sünnet içinde bir hanefi, bir sorunla karşılaştığında, yani kendi mezhebinin içinde içinde bulunduğu duruma göre, ameledeceği bir fetva/cevaz bulamazsa, (zaruretler memnu olan şeyleri mübah kılar) yalnız o konuda bir başka mezhebden yardım alabilir.Kafasına göre mesela günümüzde salikleri bulunan 4 mezheple dilediği gibi seçim yaparak ibadet edemez.Buna telfik denir ve neden batıl olduğunu googleye tıklarsanız pek çok faydalı yazı bulursunuz.

Mezhepsizlik konusuna önem vermek, itikad meselesi olduğundandır ve 73 fırka hadisi şerifi ile fırka-i naciye tarif edilmiştir. İtikadı bozuk olanın ibadetleri boşa gider. Onun için önce doğru bir imana sahip olmak gerekir. Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri : Kur'an-ı kerimdeki Allah’ın ipinden maksat, cemaattır, buyurur.''O gün her fırkayı imamları ile çağırırız'' mealindeki İsra suresinin 71. âyet-i kerimesini Kadı Beydavi hazretleri, ''Her ümmeti Peygamberleri ve dinde uydukları imamları ile çağırırız'' şeklinde açıklamıştır. Ruh-ul beyan tefsirinde ''Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela ya Şafii veya ya Hanefi denir'' şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, her müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerektiğini açıkça bildirmektedir.
Medarik tefsirinde:''Müminlerin (itikad ve ameldeki) yolundan ayrılan Cehenneme gider'' mealindeki Nisa suresinin 115. âyet-i kerimesini bildirdikten sonra, (Kitab ve sünnet gibi icmadan da ayrılmak caiz değildir) buyuruluyor. Beydavi tefsirinde ise aynı âyet-i kerimenin açıklamasında:''Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak da şart olur’’ buyuruluyor.

İmam-ı Rabbani hazretleri –kuddise sirruh-''Mezhepten ayrılmak, ilhaddır'' buyuruyor. (Mebde ve Mead)Bir örnekler noktalıyalım:Mezhepsizler yada reformcular; insanın derisinden kan çıkınca Şafii’de bozmaz; kadına dokununca Hanefi’de bozmaz diyerek o hükümle amel ederler. Bir mezhebe göre hareket etmezler. Buna telfîk denir, caiz değildir, haramdır.

Bu din hukukunu hafife almak ve bu yöndeki Kur’an naslarını ve hadis-i şerifleri Allah korusun hafife almak olur.Size yaşadığınız ülke polisi/kanunları; tüm dünya ülkelerinin ceza hukukundan işlerine geleni, istedikleri anda uygulasalar, o ülkede yaşayabilir misiniz böyle karma/telfik bir hukukla?Korkudan insanlar sokağa çıkamazlar!Örneklere girmiyorum. Müctehidlerin farklı ictihadları rahmettir. Tek hüküm rahmet olsaydı Peygamber efendimiz bunu bildirir, ictihadı yasaklardı ve ümmetimin (fıkhi meselelerde ihtilafı) Rahmettir ve ashabıma (yıldızlara) uyun buyurmazdı.
4 sorunuzdan ikisine kısa tutmaya çalışarak anca işaret edebildik.Ne demişer arife remz yeter, tarif gerekmez diye.İnşallah kalan 2 sorunuzla devam ederiz. Ayrıca bu yazıyı da mutlaka okuyun derim.

Mezhepsizler, reformcular nasıl tanınır?

Soru : Bugün, alim, profesör sıfatlı insanlar, kitaplarda, televizyon ve gazetelerde; şimdiye dek hiç duymadığımız şeyleri seslendirerek, mezheplerin şirk olduğunu, herkesin kendisinin ictihad yapabileceğini, kitap ve sünnetten hüküm çıkarabileceğini, mezhepleri birleştirmek gerektiğini belirterek, haram bildiklerimizi helal ilan etmeye başladılar. Mezhep tanımaz reformcuları tanımanın genel bir yolu var mıdır? Bize öyle bir çerçeve veriniz ki, isim isim onları tanımasak da, sözleri kendilerini ele versin ?
Bu soruya önce "başlangıcından bugüne MEZHEPSİZLER '' Mehmed Ali Demirbaş Milli Fikir Yayınları, c.2 adlı kitabından bir bölümle cevap bulmaya çalışalım.(Parantez araları bana aittir.)
" Çeşit çeşittirler. (İşte ilk zorluk burada.) Kimi dinde reformcu olup, dini içten yıkmağa çalışır.Kimi İslamiyeti asra uydurmağa çalışır,( Ki, bu konuda Ebubekir Sifil hocanın sitesindeki her yazı ve kitapları çok dikkatle okunmalıdır) kimi kendi anlayışına göre tefsir eder.Kimi mezhepleri inkar eder, kimi hak ve batıl mezhepleri birleştirmeye kalkar.Kimi bazı içtihatları kabul etmez..(Demekki kendini müctehid vasfında görüyor, günümüzde bu hal oldukça yaygın. İki kitap okumakla ilimi nefsine put yapanlar da böyle.Mezhebin usul-ü fıkhına ait işlerde, ictihada, kıyasa dayanan mes'elelerde, bunlar teferruat, dini bunlardan arındırmak lazım edası ile müctehid kesilirler.)
Bu bakımdan mezhepsizlerin çoğu kafir, pek azı ise sapıktır.Bir kısım Müslümanlar da bilerek veya bilmeyerek bu mezhepsizlere maşalık yapmaktadırlar.
İkinci derecedeki mezhepsizlerin bir kısmı şöyledir:
1- Bir kimsenin kendisini mutlak müctehid görerek ahkam çıkarmağa çalışması, Kitap ve Sünnet'e (yani ayet ve hadislere ) kendi anlayışına göre mana vererek ehl-i sünnetten ayrılması; selefilik ve vehhabilik hareketi böyle bir mezhepsizliktir.
2- Hak ve batıl mezhepler arasında tercihler yapmak veya sadece mezhepler arasında tercihlerde bulunmak suretiyle hak mezhepleri ilga etme hareketi.
3- İcma ve Kıyası inkar, taklit aleyhtarlığı, farklı ictihadlarından dolayı İslam alimlerine dil uzatıp İbn-i Teymiyye, Şevkani, Abduh gibi mezhepsizleri önder kabul etmek.
Bu hareketleri yapan kimselerin mezhepsiz olduğu kolayca anlaşılır.Bununla beraber birkaç müşahhas misal verirsek mezhepsizler daha kolay teşhis edilir.
MEZHEPSİZLERİ TANIMAK :
Aşağıdaki hareketler mezhepsizler tarafından yapılmaktadır:
1- İttihad-ı İslam, İslam birliği diyerek hak, bid'at ve batıl mezhepleri bir arada toplama gayreti. Mesela sünni, şii, vehhabi, dürzi ve sosyalistleri bir arada toplamak gibi.(Günümüzde bunun kapsamını daha da genişleterek, dinler arası diyalogcular türemiş ve bu fikrin bir başka varyasyonu olarak Yahudi ve hristiyanların da –haşa- cennete gideceklerini söyleyen tipler zuhur etmiştir.)
2- Mezhepler üstü hareket etme "İslamcılık cereyanı.Bugün Ehl-i Sünnet olan bazı kimseler bilmeden "İslamcı" tabirini kullanmaktadır.İslamcılık mezheplerden uzak olma hareketidir.Osmanlı devletini yıkan amillerden birisi de bu İslamcılık hareketidir
3- Küfürleri belli olan İbn-i Sina, Farabi gibi filozofları, Efgani ve Abduh gibi masonları İslam alimi olarak tanıtma ve takdim, kafirlere karşı yumuşak hareket etme, İslam hümanizmi dedikleri batıl yol.
4- İslamiyeti solculuk zannetme, özel mülkiyeti inkâr, Seyyid Kutup gibi malı cemiyetin mülkü sayma, İslam sosyalizmi dedikleri batıl cereyan.
5- Ehl-i Sünnetin dört hak mezhebinden birisine göre kitap yazmayıp, İslam'da faiz, İslam'da zekat, İslam'da abdest gibi hak mezhepleri ilga edici TELFİK HAREKETİ.(Daha açık ifade ile, Hanefi mezhebine göre böyledir demezler..İslam'a göre, İslam nazariyesine göre diye konuşur, yazarlar.)
6- İslam’ı ilahi bir din kabul etmeyip, insan mahsulü olduğu hissini verebilmek için İslam düşüncesi, İslam nazariyesi, Kur'an'da evrim teorisi, İslam’ın görüşü gibi ifadeler kullanma işi.(Oysa görüş, nazariye, teori insanların fikirleri için kullanılır.Beşeri ideoloji ve felsefelere ait kavramlardır.)
7-Müellefe-i Kulubün Kütüb-i Sittedeki hadis-i şeriflerle sabit iken, kafirlere zekat vermek için mason Abduh gibi müellefe-i kuluba zekat verilmesini savunmak.
8- Müftabih kavilleri zikretmeyip, çeşitli mezheplerin ictihadlarını bildirerek okuyucuyu şaşırtma gayreti gütmek veya bunlardan bazısının ictihadının kuvvetli olduğunu söyleyerek alimler arasında hakemlik yapmak.(Mesela Seyyid Sabık'ın Fıkhus-sünne adlı 4 ciltlik kitabı böyledir.Fetvalar hangi mezhebe göre belli değil. Yusuf el Kardavi Helal ve Haramlar kitabının daha ön sözünde kendisinin mezhepsiz olduğunu ikrar ediyor.Seyyid Kutup İslami etüdler Kitabı ve Sosyal adalette, sahabeyi tenkit ederek görüş ve nazariyelerini sıralıyor ! )
9- Sahabeye dil uzatmak. (Mesela Seyyid Kutub İslam'da Sosyal Adalet kitabının 251-252. sayfalarında Hz.Osman Efendimizin iktidara gelmesini eleştiriyor, O'nu –ra- becerisizlikle suçluyarak, Hz.Ali , Hz.Ömer'den sonra gelse idi diyerek, ashabın icmaına rağmen, İslam devletinde fitnelerin olmayacağını ifade ederek, Haşa dolayısıyla Hz.Osman (RA) efendimizin fitnelere seyirci kaldığını yazabiliyor.)
11-(Maddeleri atlayarak, özetliyorum)Tasavvufu, rabıtayı, ölmüş evliyanın feyz vermesini inkar. 12- Altın yüzüğe, düşük faize, kadınlı-erkekli oturmaya cevaz vermek.
13- Iskat-ı salat, devir ve zuhr-u ahiri kabul etmemek.
15-Peygamberlerin günah işlediğini söylemek. (Hatta Kul Mu..,Resul Mu.. (Sallahu Aleyhi Vessellem) diyerek Peygamberimizin vahiysiz zamanında hatalarının olacağı ifadesinden yola çıkarak eleştirmeye kalkmak. Oysa ismet sıfatı ile günah işlemekten korunmuş olan Peygamberler masumdurlar ve onların ancak Allah'ın taktiri ile zelleleri olabilir.) [1]
16- Vefat etmiş enbiya ve evliyadan yardım istemeyi şirk saymak,
17- Allah gökte ve arş'da oturuyor demek.(Zübtetül İhyayı tercüme eder gibi yapan Ali Özek'de ehl-i sünnet itikadını tercüme ederken sh.11'de bu şekilde yazabilmiştir.)
18- İslam alimlerinin kitaplarında uydurma hadisler olduğu iftirasını yaymak.(Mesela İmam Gazali hazretlerinin meşhur İhyası için bunu yaparlar.İmamı Gazali kuddise sirruh ki, Şafi mezhebinde müctehid vasfında birisidir.Ö.Nasuhi Bilmen Kamusunda yazılıdır.Böylelikle insanların içine şüphe tohumları ekerek, din ve dinin nakil kaynaklarına darbe vuracak ve herkesin kitap ve sünnetten kendisinin anlamasının yeterli olacağını söyleyeceklerdir.)
(İmamı Gazali hazretlerinin kitaplarında mevzu hadîsler bulunduğuna dair cahilce bir iddia ve iftira vardır. Büyük muhaddislerden İmamı İrakî uzun yıllar çalışarak bu iddiayı çürüten bir eser yazmıştır.Bugün, İslâm dünyasındaki birçok kötülük, fitne fesat, sapış; İmamı Gazalî, İmamı Rabbani, Abdülkadir Geylanî gibi büyüklerin yolundan ve metodundan sapılmasından dolayı meydana gelmiştir.M.Şevket Eygi/Milli Gazete 21.03.08)
19- Zaruretsiz küfür alametini caiz görmek.
22- Peygamber Efendimizin mübarek anne ve babasına -haşa- kafir demek.(Sallahu Aleyhi Vessellem )
23- Mucizeleri tevil veya inkar etmek.Miracı Mr. Hamidullah gibi rüyada olduğunu söylemek.
24- Mezhepsiz Mevdudi gibi, imanın şartını beş olarak bildirmek, kaderi inkar etmek.
29- Kur'an-ı Kerim'den ve Hadis-i Şerif'ten bizim gibi mukallidlerin anladıkları delil olmaz.Bunlar ancak müctehidler için delildir.Hal böyle iken muteber bir tefsire bakmadan Kur'an-ı Kerim'i okuyup Allah böyle buyuruyor denilmesi büyük hatadır.Ben Kur'an'dan ve Hadis'ten başka delil tanımam demesi büyük cinnettir.Bu bakımdan vaizlerin cemaata Kur'ana sarılın (yani onu okuyun, tefsirini size bırakıyorum demeleri büyük cinayettir.Zira "Kim Kur'anı kendi aklı ile tefsir ederse cehenneme gidecektir, isabet etse bile" Tirmizi.Tabi vaizler Kur!ana sarılın derken, İslam’a sarılın anlamında söylüyorlar. ) Bizlerin Kur'anı Kerime göre hareket etmesi ancak mezhebimizin müftabih kavilleriyle amel etmemizle mümkündür.Herkese Kur'an ve Hadis tercümesi (meali) okumasını söylemek büyük sapıklıktır..." (M.A.Demirbaş’dan nakil burada bitti)
Bununla beraber bu mezhepsiz reformcular mübarek ehl-i sünnet alim ve velilerinin kitaplarını tercüme eder gibi yaparak içine kendi zehirlerini akıtırlar.Kitap sahibinin yazmadığı ve murad etmediği şeyleri ilave ederler.Bir başka mezhepsiz de bu kitap yazarı mübarek zatı alaya alarak, tahkir eder ve hatta küfrüne fetva verir.Oysa yapılan, danışıklı döğüştür gibi bir durumdur.
Bu konuya Yusuf Nebhani hazretleri (Rh.A) de işaret ederek :" ..o velinin adına uydurulmuş ve onun kitabına sokuşturulmuş bir laf olabilir veya ona karşı açık bir iftira yapılmış bulunur.Nitekim Şeyh Muhyiddini İbni Arabi'nin kitaplarına bu gibi şeyler yapılmış bulunmaktadır.Din aleytarı olan kimseler, şeriatin zahirine muhalif işlerden O'nun aleyhine bir cümle uydurdular ve Fütuhat-i Mekkiye adlı kitabına ve O'nun telif ettiği "Füsus"' a sokuşturdular...Esasen bu hal bazı kitaplarımda benim başıma da gelmiş bulunmaktadır."[2] buyurarak bu vahim duruma işaret ederek, ümmetin dikkatini bu mühim noktaya çekmiştir.Allah ondan razı olsun.
Bu durumda ölçümüz, hangi meşhur ve muteber kitap olursa olsun, tercüme edenin kimliğine ve biraz da yayınevine dikkat etmek zaruretidir.Bir tas çorbada iki tane minik taş yada kıl gördüğümüzde nasıl iştahımız gidiyorsa, itikadımızla alakalı bu vakıaya çok daha fazla hassas yaklaşmalıyız.Zira ilki mide zevki idi, ikincisi itikad ve ebedi saadetimizi ilgilendiren bir husustur.Yanlış itikad üzerine ibadet, amel abestir.
"Zemzem ile şarap birbirine karıştırıldığında, bu karışıma zemzem denilmez, murdar olur ve içilmez"..Yanlışlarını atar öylece okuruz sözü de büyük bir aldanma ve aldatmacadır.Zira bir: bizde bunu yapabilecek ilim yok, ikincisi: ilim sahibi olanların bile bir zaman sonra anlayışlarının değiştiğini, farkında olmadan ehl-i sünnet inancının dışına çıktıklarını, sapıklaştıklarını; sahabe ve din büyüklerine saygılarını kaybettiklerini bizzat kendi gözlerimizle defalarca gördük.!
[1] Ömer N. Bilmen, Büyük İslam İlmihali sh: 18
[2] Şevahid'ül Hakk, sh : 305

22 Mayıs 2008 Perşembe

nedir bu?

Laikçiler c.başkanı eşi tesettürlü diye ortalıkta görmek istemiyorlar.Bu tarafta tesettürü kabul ettirmek için yanda görülen fotoğraf karelerinde dökülüyorlar.Soru şu: Tesettür, kazanıyor mu kaybediyor mu? Bu durum, Müslümanlar arasında tesettürü yalnızca saçları göstermemek gibi salak ve İslam'a zıt bir meşruiyet zeminine çekmez mi? Oysa Sn.Gül; madem eşime tahammülünüz yok, ben de devlet işlerini eşsiz sürdüreceğim deseydi; Avusturya'lı Balıkçı yani Fisher karısının koluna giremezdi! Gül için, Müslümanlık için kıskandım ve öfkelendim.İşte kartelin haberi:
''Kol kola gezdiler 22 Mayıs 2008 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile eşi Hayrünnisa Gül, Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer ve eşi Margit Fischer’i Kayseri’de ağırladı. Gül ve Fischer çifti, kentin tarihi yerlerini kol kola girerek gezdi. ''