29 Aralık 2008 Pazartesi

GAZZE, AH GAZZE… / Ebubekir Sifil


Küresel kriz var şimdi, extra acılarını ertele;
Düşme üstüne, üstüne füzeler yağan barakaların.
Nasılsa ucuz bir kandır akan, ellerini yıkarsın geçer,
Bir de kınama cümlesi kurarsın, hem vicdanın rahatlar…
Gazze'de bir çocuk,
Alnından yüzüne akan kanı silecek, elini hissetmiyor.
Dünya hissetmiyor, Gazze'de çocuklar ölüyor kocaman ölümlerle,
Gazze'de bir anne,
Göz pınarları kurumuş donmuş ruhumuza ağıtlar yakmaktan,
Bir eli koynunda, bir eli topraktadır Gazze'de annelerin
Yetim cenazeleri uğurlamaktan.
Gazze'de toprak doymuştur yiğit ölümlerine
Altında fidanlar, üstünde çınarlar yaşayan toprak;
Kadim canavarları dünyanın doymamıştır.
Ey Filistin,
Ey nebiler beldesi,
Kalkmıştır üstünden gölgesi
Ömer'in ve Selahaddin'in
Ve Abdülhamid-i Sani'nin,
Şimdi İshak yastadır ve İbrahim,
Nicedir akan İsmail'in kanıdır.
Ey Filistin,
Andolsun zamana,
İncire ve Zeytine ve Sinîn'e
Ve ince ince süzülerek Gazze'ye
Sabra'ya, Şatilla'ya, Cenîn'e
Akan kana andolsun,
Yazgın yazgımdır, yasın yeminim,
Hıyaneti tevil etmeyeceğim.
Ruhunu satlığa çıkarmışların,
Ve korkakların ve Allah'ı unutanların
Üstümüze boşalttığı utancı faş etmeden,
Tel'in etmeden zulmü,
Ruhumu teskin etmeyeceğim…
Ey Filistin,
İbrahim'in mehceri, Musa'nın hülyası,
Yuşa'dan beri işgal altındaki Filistin.
Halife Davud'un, mülkler sahibi Süleyman'ın
Ve Üzeyr'in ve Zekeriyya'nın ve Yahya'nın yurdu.
Sen ki bağrına nebiler gömerek bekleyendin;
"Ben gideyim ki O gelsin" demişti İsa,
Çevresi mübarek kılınmış mescidi,
O "En Uzak Mescid"i kalbimiz kadar yakın eden Mirac Sahibi'ni bekledin.
Geldi.
Yüzüne renk geldi dünyanın,
Su yürüdü damarlarına Zeytin Dağı'nın kadim ağaçlarının.
Elleri birleşti İsmail'le İshak'ın.
Nebiler Sultanı'nın işaretlediği
Zamana dek, Mesihler çağına dek
Bu direniş sürecek.
Ne zaman gök misafir
Yarım kalan evrensel şarkıyı tamamlayacak,
O zaman dinecek evrensel acımız,
Kılıç o zaman kınını tanıyacak.
(Milli Gazete - 29 Ocak 2008)

28 Aralık 2008 Pazar

Şekilci Türkler

''Amerika’ya gittiğimde beni de en çok etkileyen şeylerden biri budur: Bu ülkenin şehirlerinde herkes kendine göre bir havadadır. Hangi kılıkla gezerseniz gezin, kimse dönüp size bakmaz. (New York’ta gelip geçene dönüp dönüp bakan birini görürseniz, bilin ki Türk olma ihtimali yüksektir.) Hem insanların acelesi vardır, hem de sizden görmeyi bekledikleri standart bir şekil yoktur ki, oturup “bu da kimmiş böyle” diye süzsünler.'' ‘Şehirli’ Türklerin ‘Köylü’ Zihniyeti/ Mustafa Akyol / Star

Gönül dünyamızdaki Dolunay..

Okuyucu Soruları-7 HZ. PEYGAMBER VE KADINLAR-2

''Bu hadis üzerinde düşünürken dikkate almamız gereken öncelikli nokta şudur: Zikredilen hususlar Efendimiz (s.a.v)'e "sevdirilmiş"tir. Dolayısıyla burada normal bir insanın sıradan zevkleri, beğenileri, tercihleri değil, bir "peygamber"e, Kur'an'ın ifadesiyle "namazı, ibadetleri, hayatı ve ölümü Allah için" olan bir peygambere ve şüphesiz peygamberlik göreviyle bağlantılı olarak "sevdirilmiş" şeyler söz konusudur.'' Dr.Ebubekir Sifil

İşte bu.! Alim ve hikmeti kollayan insanın ufuk çizgisi ile yaptığı yukarıdaki tesbit ve yazının içindeki diğer tesbitler önünde saygı ile eğiliyorum. Yazının tamamını buradan okumalısınız.

Bana "dünyanızdan" ifadesine ve içinde barındırdığı Hira mağarası esrarındaki hikmet ve "sevdirildi" cümlesine bu hadis-i şerifi okuduğum yıllardan beri özel bir ilgim olmuştur. "Sevdirildi" kadar "dünyanızdan" sırlı kelamı ile Peygamber sallahu aleyhi vesellem'e yüreklerde iştiyak artıyor. Bizim süfli dünyamıza ve bizim gönüllerimize "bizden gözüken" bir yanıyla bize benzeyen ama bir yanıyla asla kıyas bile yapılamayacak olan "içimizden bir elçi"..

Hani uzaydan biri gibi aramızda değil ama dünyalı da hiç değil.Allah'ım..! Ne zaman bu hadisi okusam kelimelerim acz içinde çırpınıyor, kalbimin anladıklarına tercüman olamıyor.Gönül dünyamıza elhamdulillah, bir dolunay düştü..

Bu defa da öyle oldu.



Siyonist caniler Gazze’yi kana buladı !

İsrail kudurdu. Siyonist köpekler, yıllardır ambargo ile aç, susuz, ilaçsız bıraktığı Filistinli Müslümanları füzelerle katletti. Aralarında çok sayıda çocuk ve sivilin bulunduğu yüzlerce masum insanı öldüren, yüzlercesini de yaralayan İsrailli caniler, kudurmuş köpek gibi saldırılarını sürdürüyor. (Milli Gazete)

26 Aralık 2008 Cuma

Komutanı emekliye götüren içki

''TSK'yı hangi çizgi temsil ediyor?Sayın Ertuğrul Özkök’ün gazetecilik becerisi yeni açılımlar sağladı. İki emekli Orgeneralin tartışmasını kastettiğimi anlamışsınızdır. Sayın Hilmi Özkök ve Sayın İlhami Erdil.'' Prof. Nevzat TARHAN/ Haber 7

25 Aralık 2008 Perşembe

acı veren hakikatimiz..!

Muhterem Ebubekir Sifil hocamızın aşağıda okuyacağınız tesbitleri üzerinde ne kadar düşünülse azdır.Anlaşılması gerekenlerin ne kadarını anlıyoruz diyerek, akıp giden zamana ve kaybettiklerimize hayıflanarak :

''İslam dünyasının son ikiyüz yıldır "değerler" bağlamında yaşadığı aşınma ve çürüme, İslam'la ilişkimizi "hissederek yaşama" seviyesinden, "öğrenmeye çalışma" seviyesine indirgedi. Bu, meyvenin tadını posasından almaya çalışmak gibi bir şey. Binbir türlü operasyona maruz bir zihin ve bulanık bir kalp, neyi ne kadar "sağlıklı" duyabilir? Tarihi, kültürü, dini, bu kadar filtrenin arkasından "olduğu gibi" görmek mümkün olabilir mi? Bütün bunların üstüne, varisi kılındığımız şeyin ağırlık ve ihtişamını taşıyacak sıkletten mahrum bulunuşumuzu da ekleyince, bu "minicik gövde"nin "kaf dağını" değil yüklenmeye, idrak etmeye bile güç yetiremeyişini açıklamak biraz daha kolaylaşıyor. Babasından kalan altın külçesine bakıp, "yarım ekmek arası döner veren çıksa da şu yükten kurtulsam" diyen toy delikanlının tavrı neyse, bizimki de o... ''

Ebu Hureyre’yi Savunmak ve Aklamak / Mehmet Şevket Eygi

Müctehid ve mukallid bütün ulema ve fukaha, Resulullah Efendimizin Sünnetini, İslâm fıkhının hukukunun ikinci kaynağı olarak kabul etmişler ve aksini iddia edenlere kâfir demişlerdir. (Mehmet Çağlayan, İslâm Hukuku’nda Sünnet’in Yeri, s. 181, İst. 1999)

Semerkand dergisinde çok önemli bir konu..!

Semerkand dergisi yine dopdolu. Ayın konusunda Ali Sözer çok önemli bir konuyu işlemiş.Mutlaka tamamı okunmalı.Özellikle de Vahim hatalar bölümü.

"Mürşitsiz yürünmeyen tasavvuf yolunda en büyük hatalar yine mürşit konusunda yapılmaktadır. İtikadî konuları tam anlamıyla bilmeyen kişiler yanlış sözler sarfediyor ve Allah Tealâ’nın bazı sıfatlarını mürşide isnat ediyorlar. Mürşidin her şeyi bilebileceğini, kaza ve kader sınırlarına bile müdahale edebileceğini ima eden, bu çerçevede menkıbeler aktaran kişiler görülmüştür. Bir örnek verelim. “Benim halimi mürşidim bilir..” sözünü tahlil etmek gerekir. Bu söz ile ne kastedilmiştir? Eğer mürşit bile olsa bir insanın kendiliğinden sınırsız bir haberdar oluşundan bahsediliyorsa, maksat aşılmıştır. Çünkü her şeyi mutlak anlamda bilen sadece Allah Tealâ’dır. Başka herkes, peygamberler bile eğer Allah bildirirse ve ne kadar bildirmişse onu bilebilir."

ömür geçiyor

Mevlâna Halid Bağdadî k.s. buyurdu :

“Hak yolcusu yasaklardan kaçındığı gibi, faydasız, gereksiz söz ve işlerden de kaçınmalıdır. Çünkü kıyamet günü her çeşit davranışının hesabını Yüce Allah’ın huzurunda verecektir. O halde aleyhinde sonuçlanacak ve cezalandırılmasına sebep olacak işlerden sakınmaması normal olmaz. Çünkü ömür son derece kıymetli ve vakit cevheri de pek değerlidir. Geçen her anın bir daha geri gelmeyeceğini bilerek, hayatın boş söz ve işlerle geçirilmemesine çok dikkat etmek lazımdır. Allah’ın zikrinden gafil olmamalı ve kalp huzuru içinde bulunmaya çalışmalıdır.Hak yolcusu, kendisini kefene sarılmış, sonra mezara konulmuş bir ölü gibi farzedip haline acımalı, kurtarıcı bir vesile olarak Allah’ın zikrine sarılmalı ve günlerini bu şekilde değerlendirmeye çalışmalıdır.”

24 Aralık 2008 Çarşamba

Saadeti Ebediyye

Gelen bir soruya, aşağıda Dr. Ebubekir Sifil hocamızın Milli Gazete'de 10 Haziran 2004 tarihinde vermiş olduğu cevapla cevap vermiş olalım.İşte o makale: SAADET-İ EBEDİYYE / Ebubekir Sifil
Okuyucu soruları içinde hakkında bilgi istenen kitapların başında gelen "Saadet-i Ebediyye" isimli eserin benim elimde bulunan son baskısı 2001 tarihli ve yaklaşık 1250 sayfa. Bu hacimdeki bir kitabın bir yazı çerçevesinde detaylı bir değerlendirmesini yapmak takdir edersiniz ki mümkün değil. Bununla birlikte, piyasaya ilk çıktığı tarihten bu yana hacmi durmadan kabaran ve muhtevasında değişiklikler yapıldığı görülen bu eserin baştan sona zararlı olduğunu söylemek insaf ve adaletle bağdaşmaz.
Eserde Ehl-i Sünnet'e yapılan yoğun vurgu ve genel olarak Ehl-i Sünnet ulemanın eserlerinden istifade edilmiş olması, ona ayrı bir hususiyet vermektedir. Ancak mütekaddimun ulemanın eserlerinden yok denecek kadar az istifade edilmiş olması ve Hadis'le ilgili hususlarda temel Hadis musannefatına hemen hiç başvurulmaması, eserin önsözünde "ilim kitabı" olarak tevsif edilmesiyle örtüşmemektedir.
Bununla birlikte eserin şu yönlerine dikkat etmek gerekir:
1. Eserde bol miktarda zayıf –ve hatta bazen uydurma– rivayetlere rastlanmaktadır. Mesela Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Hz. Ali (r.a)'ye, "Benden sonra halife Ebû Bekr olacaktır. Ondan sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra da sen" buyurduğunun söylenmesi (69) böyledir.
2. Eserde yer alan birtakım fıkhî hükümler muteber değildir. Mesela hoparlörle ezan ve radyoda Kur'an okunmasının caiz olmadığının söylenmesi (206) böyledir. Hatta "Saadet-i Ebediyye" yazarı bu meselede o denli ileri gitmiştir ki, belirttiğim sayfada şöyle demektedir: "Görülüyor ki, radyo (mizyâ') ile ve minarede hoparlör (mükebbirussavt) ile ezan okumak (...) ve bunları ezan diye dinlemek caiz olmaz. Bunlar hem kabul olmaz, hem de günah olur. (...) Küçük günaha devam, büyük günah olmaktadır."
"... İbadetlerde değişiklik yapmanın bid'at olduğunu, büyük günah olduğunu biliyoruz. Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve selem) kabul etmediği, red ettiği bir şeyi ibadete karıştırmak ise, bid'atten daha büyük, ondan daha çirkin günah olur..." (722)
"... Radyodan ve hoparlörden çıkan sesler, şimdi Hıristiyanların ve Yahudilerin ellerinde bulunan İncil ve Tevratlar gibi Allah kelamı değildir... (724)
3. "... Yani mü'min namaz kılar, kâfir kılmaz. Münafıklar ise bazen kılar, bazen kılmaz. (...) Hadis imamları söz birliği ile bildiriyor ki, bir namazı vaktinde, amden kılmayan, yani namaz vakti geçerken namaz kılmadığı için üzülmeyen kâfir olur veya ölürken imansız gider..." (210)
Oysa bu konuda Hadis imamlarının söz birliği ettiğini söylemek mümkün değildir. Daha önce (2003 Ekim'inde) bu köşede, yine bizzat Ehl-i Hadis'ten birisinden, İmam el-Buhârî'nin çağdaşı Muhammed b. Nasr el-Mervezî'den, Ehl-i Hadis'in bu konuda ikiyi ayrıldığını nakletmiştim.
4. "İmam-ı Şafiî hazretleri, İmam-ı a'zamın içtihadının inceliğinden az bir şey anlayabildiği içindir ki, "Bütün müçtehidler, İmam-ı a'zam Ebû Hanîfe'nin çocuklarıdır" demiştir." (49)
Oysa İmam eş-Şâfi'î'nin bu sözü, İmam Ebû Hanîfe'nin içtihadlarından ancak az bir şeyi anlayabildiğini değil, hüküm istinbat metotlarının, özellikle de Kıyas'ın inceliklerini sistemli bir şekilde ilk önce ortaya koyan kişinin İmam Ebû Hanîfe olduğunu tesbit ve itiraf ettiğini gösterir. Aksi halde İmam eş-Şâfi'î'nin İmam Ebû Hanîfe'ye ve onun talebelerine muhalefet etmesini açıklamak mümkün olmaz. Daha da önemlisi, bu durumda İmam eş-Şâfi'î'nin mezhebinin "yüzeysel" ve "daha az değerli" olduğu gibi bir garabet ortaya çıkar ki, aklı başında bir kimsenin böyle bir iddiada bulunması mümkün değildir.
Bir de İmam Ebû Hanîfe'nin, "Sünnet'e ittibada herkesten ileri gittiği"nin söylenmesi (49), "diğer mezheplerin Sünnet'e daha az ittiba ettiği"nin tersinden ifade edilmesidir ve oldukça düşündürücüdür.
5. Bir diğer tesbit hatası da, Sahabe'nin tümünün müçtehid olduğunun söylenmesidir (50). Oysa muhakkık ulema, Sahabe'den içtihad seviyesine yükselenlerin sayısının 20 civarında olduğunu söylemiştir.
6. Bir kısım Hadis alimlerinin (es-Sehâvî, Ali el-Kârî gibi), sırf mevzu hadis konusunda eser verip, mevzu hadisleri diğerlerinden ayırdıkları için hedef tahtasına oturtulduğu görülmektedir ki, "Din kitaplarında uydurma hadis olmaz" diyen "âllame"nin buradan beslendiği açık. İmam el-Gazzâlî ve İmam es-Süyûtî'nin eserlerinde hiç uydurma hadis bulunmadığı iddiasında da öyle...
Bir takım kitaplarda uydurma hadis bulunduğu gerçeğinin savunulacak yanının kalmadığı görüldüğü zaman da "O kitaplar dinin temel bilgilerini bildiren kitaplar değildir" denerek güya çıkış yolu bulunuyor!...
7. Bir "garib hadis" tarifi: "Yalnız bir kimsenin bildirdiği hadis-i sahihdir." (423)
Demek ki Usul-i Hadis ilminde ya bütün garip hadisler sahih kabul ediliyor veya uydurma hadisler arasında, garib hadisler gibi tek kişi kanalıyla nakledileni yok!!
Mezkûr kitap hakkında elbette daha fazla şey söylenebilir. Ancak muhtelif konulardan seçtiğim bu örnekler, kitabın, tam anlamıyla güvenilerek okunamayacağını göstermeye yeterlidir.
______________________
Konuyla dolaylı bağlantılı 2 linki ilave ediyorum (C.Cenk)
http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=34
http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=35
Bağlantı

19 Aralık 2008 Cuma

Rıhle dergisinde Hayrettin Karaman..!


Rıhle dergisi okuyor musunuz? Mutlaka okumalı ve abone olmalısınız.(Yurtiçi yıllık 24 ytl. gibi cüz’i bir maliyet ücreti var.)Ele aldığı son derece hayati konuları çeşitli isimler altında derinlemesine irdeleyen, insana kültürel/doğru itikat anlamında çok şeyler katan bu dergiye ‘’dergi’’ demek aslında haksızlık olur. 140 küsur sayfasıyla kütüphanelerimizde ‘’kaynak’’ kitap olarak yer almayı hak eden derginin editörünün Muhterem Dr.Ebubekir Sifil hoca oluşu, zaten abone olmamız için yeterli bir sebep teşkil ediyor.

‘’İçtihad kapısı nereye açılır ya da dinler arası diyaloğun öteki yüzü.’’ konu başlığında (sh:86-100) Muhterem Dr.Ebubekir Sifil hocamızın, Bay Hayrettin Karaman’ın kendi kendisi ve verdiği kaynaklar arasında nasıl çeliştiğinin; verdiği kaynaklara dahi hakkınca vakıf olamadığının çeşitli örneklerini ibret ve dehşetle okuyorsunuz.

Yazıyı birlikte okuduğum arkadaşımın dudaklarından hemen şu cümleler döküldü: ''İşte mezhep tanımazlığın, mezhepsizleri referans alışın vardığı hazin son!''

Sadece bu da değil, kefere ile diyalog adına buluşmalarda, onlara şirin gözükmek adına İslam’dan sapışın acı fotoğrafı aslında..!

Yalnız kendisi sapmıyor, peşinden sürüklediği kişilerin de sapmasının vebalini omuzlarına yüklüyor bu tipler.

Ben basit biriyim, akademik yazı okumak isteyenler RIHLE okusunlar.M.Ş.Eygi’nin geçen bir yazısında dediği gibi, ehl-i sünnet inancını savunmak için prof. gibi unvanlar gerekmiyor. Herkes ‘iyi bildiği şeyin alimidir’ ve şu ahir zamanda bir kişinin arama motorlarından bu bloga girip uyanmasına sebep olmayı, cana nimet bilirim.

Karaman, kendi çarpık görüşlerini ‘’böyle düşünen alimler vardır’’ şeklinde takdim ediyor ama Ebubekir hocamız, Abduh’dan başka kaynak veremeyen Karaman’a : ‘’Hoca bu davasında tutarlı ve makul olduğuna inanıyorsa, kendisinden şu soruların cevabını kamuoyu adına bekliyoruz:’’ diyerek 4 önemli soru ile yazısını noktalamış.

Bugün ben de, Sn.Karaman’a mealen: ''Okur sorularını zaman zaman köşenizde cevapladığınız biliniyor.Ebubekir Sifil hocanın Rıhle’deki size, adımıza sorduğu sorulara ne zaman cevap vereceksiniz'' şeklinde mail gönderdim. Açıkçası kendisinin de Y.Nuri gibi, Ebubekir Sifil hocamıza bir cevabı olabileceğini sanmıyorum.

MODERNİTE MODERNİSTLER VE BAZI KAVRAMLAR ÜZERİNE (*)


Bu iki kavramı da sıkça kullanıyoruz. Bana bu iki kelime pek sevimli ve yerli yerinde kullanılıyor gibi gelmiyor.

Modernite ile kastedilen günümüzün çarpık anlayışının yaşandığı bir dünya ve bu dünyaya kapılmış din baronlarının beslendiği alan..Elbette modernistler de, Peygamber ve ashabı ile sonraki sadık takipçilerinin, dini anlama ve yaşama biçiminden uzak kişiler olarak anılıyor.


Konuya yeni intibak halindeki günümüz insanı için ‘’modern’’ kelimesi çekiciliğini koruduğundan, modernite ve modernistlerin açmazları, yanlış yolları, yeterince kalplerde beklenen vurguyu yapabilecek midir?

Ben modernite yerine ahir zaman, günah asrı, son zaman, günümüz, çağımız gibi kelimelerden yanayım.

Modernist yerine de dinde reformcu, mezhepsiz, reformcu gibi kavramlardan yanayım..Bunların meselenin vahametini ve dehşetini daha iyi ifade ettiğini düşünmekteyim.


Kur’an ayetlerine ‘’metin’’ denmesini, ‘’bir şeye din diye inananlara imanlı’’ denmesi yerine ‘’bir şeye din diye inandıklarından –inançlı- insanlar’’ denmesini; ‘’iman’’ kavramının İslam’a inanmış Müslümanlara has olduğunu düşünmekteyim.İman ile inanç; Müslüman ile mü’min kavramlarında fark olduğunu düşündüğüm gibi..


Aynen Müslüman topluluklarının dini amaçla yaptıkları toplantıların ‘’ayin’’ diye anılmasına karşı olduğum gibi..


Bu tür kavramları kullanmak, bilerek ya da bilmeyerek; farkında olalım olmayalım biz Müslümanları gayrimüslimlerin planlarına hizmete götürür diye düşündüğüm gibi..Onların kendilerini ve bizim değerlerimizi o şekilde isimlendirip nitelemelerine atıfta bulunmaksa, onların minderinde güreşip, peşinen bir sıfır mağlup başlamak anlamına gelir.


Rıhle son sayısında (yıl:1, sayı: 3) de geçen konu başlıklarından biri de :’’ Modern ilahiyatçılar hangi anlayışın mümessilleri’’ denilmiş..Cümleyi değiştirelim ve bakalım hangisi beyni iğdiş edilmiş, her alanda talan edilmiş ümmetin kafasında şok etkisi yapacak?


''Reformcu ilahiyatçılar hangi anlayışın temsilcileri''


Kaynakçanın yazının en sonuna değil de, aynı sayfanın altına serpiştirilmesini dilediğimiz Rıhle’ye Cenab-ı Hak’dan (cc) uzun ömür ve bereketi/feyzi bol bir yayın hayatı dilerken, hem abone olmayı hem de sevdiklerimize doğum günü ya da bayram hediyesi olabileceğinin önemini tekrarlayalım.

(*) Konu ile ilgili günler sonra Ebubekir Sifil hocan'ın şu yazısını okudum.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Sünnilik olmuyor, i’tizal verelim! Bizde fırka çok (4) / Dr.Ebubekir Sifil

Muhterem Ebubekir Sifil hoca, Sibel Eraslan ve onun gibi düşünenlere cevap vermeyi sürdürdüğü, yine son derece ilmi makalesinde önemli bir ölçüyü de gören gözlere şu şekilde muştulamış: ''Hasılı, bilinç altını modern çağın değerlerinin belirlediği bir kısım Müslümanlar tarafından sıklıkla gündeme getirilen recm meselesi aslında bir “gösterge”dir. Kur’an’a, Sünnet’e, Sahabe’ye, ulemaya bakışı, Din telakkisini ve modernite karşısında ne türlü bir pozisyon alındığını ele veren bir gösterge…
Bir yanda Din’in diğer ahkâmı gibi recmi de hem bilgi, hem de amel olarak nesil be nesil tevarüs eden –Haricîler dışında– bütün Ümmet, diğer yanda Din’i onlardan daha iyi anladığı iddiasındaki küçük ve türedi ve –birikimi, şöhreti, akademik titri ne olursa olsun–onlarla kıyaslandığında elbette “cahil” bir grup!''

Yazının tamamını buradan okumalısınız.

13 Aralık 2008 Cumartesi

Sünnilik olmuyor, i’tizal verelim! Bizde fırka çok (3) / Dr. Ebubekir Sifil

''Yani üzerinde icma edilmiş meselelerden olan recmi(7) tartışmak modern zamanlara gelene kadar ne hikmetse hiçbir müslümanın aklına gelmemiştir! Buradaki “icma” kavramına bakarak recmin sadece Ehl-i Sünnet alimler arasında ittifak konusu olduğu düşünülmemelidir. Şia(8) ve Mu’tezile(9) de dahil olmak üzere bid’at fırkalar da bu meselede Ehl-i Sünnet’ten farklı bir tutum içinde olmamıştır. Tek istisna Haricîler’dir. Onların meseleye hangi noktada şaşı baktığını bu yazı serisinin ikincisinde belirtmiştim. ''

9 Aralık 2008 Salı

kolay yazı..

Günler sudan hızlı akıyor. Daha dün gibi yeni yıla girilmişti..

Daha dün Ramazan Bayramı vardı ve Kurban'a daha çook var deniliyordu..! Yaşayanlar hepsini gördü. Bir kısmımız ''idrak'' etti, bir kısmı nefes alıp vererek yaşadı!

İyiye gitmeyen dünya..Bozulan ve ölçüsü kaçan dengesiz yaşam. Ani ölümler, cinayetler!

Kaliteli ve güçlü liderlerden mahrum bir dünya..

Alimi az bir İslam dünyası. İnancını uygulama alanına dökemeyen inananlar. Paranın/kadının kölesi nebat insanlık..

Bazen içimi darlanıyor, sokaklar bana acımasız ve korkunç geliyor.''Her geçen günü aramadıkça kıyamet kopmaz'' buyruğu ile çocukluğumun zamanlarını özlüyorum.

Uzun zaman aradan sonra Kurban kesim yerinde bir ibadetin ifası için bulundum. Koskoca hayvanların, boynuz gibi silahları olmasına ve düşüncesiz/merhametsiz kasapların gözleri önünde kesilen arkadaşlarını/hemcinslerini görmelerine rağmen uysal ve teslim olmuş halleri bu bayram bana çok dokundu. Gözyaşlarımı saklamak için hemen ortamdan uzaklaştım.Uzaklaşırken ''insan'' için ne büyük yatırım/masraf yapıldığının düşüncesi; Allah'ın azameti, zenginliği ve insanın küçüklüğüne rağmen ''muhatap'' alınışı karşısında boynum büküldü ve çamurlu köy yolunda çamur olmak geldi içimden.

Bu ilahi iltifata ve insan için yapılanların bir kısmı geldi gözlerin önüne..''Rabbininizin hangi nimetini sayabilirisiniz..?'' mealindeki ayet geldi aklıma..Arapça orijinali ''fe bi eyyi ala-i rabbiküma tükezziban'' mıydı?

Ahmet Altan'ın biz Müslümanları sorguladığı ''Haram'' başlıklı yazısını okumuşsunuzdur.Son derece tutarlı sorular sormuş ''inandım'' dediği halde bu inancı yaşamlarına yansıtmayan/yansıtamayan samimiyet ve ihlas yoksunu ahvalimize ait..

Şu anda bizlerin içinde bulunduğumuz atmosferin nasıl dejenere olduğunu da hesaba katıyorudur sanırım..Onun sorgulamasını, kaçımız kendimiz için ve kendi nefesimizi dinleyerek, kalp atışlarımız arasında yapabiliyoruz..?

Bunca masrafın bir faturası yok sananlar, müthiş bir aldanış içinde ve bunu yazıya döken biri, kalbine ne derece kazıyabildi?

Her şey insan için, insan Allah (cc) için. Hava, su, gıdalar,göz, kulak benim için, ben de bu alet edavatla, beni kendisine muhatap seçme lütfundaki yeryüzü halifesi olarak Allah için yaratıldım.

''De ki; şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi olan Allah içindir.'' ayet mealinin neresindeyiz?

Blog sakini dostlar..! Bir süre yazma işine az zaman ayıracağım.

6 Aralık 2008 Cumartesi

Kurban

“Adem oğlu, Kurban Bayramı günü ALLAH Teâlâ katında kurban kesmekten daha sevimli hiçbir amel yapmamıştır. Gerçekten o kurbanlık hayvan, kıyamet günü boynuzuyla, tırnaklarıyla ve kıllarıyla birlikte gelir. Kurbandan akan kan daha yere düşmeden ALLAH Teâlâ yanındaki yerini alır. O halde, kurbanın sevabı böyle olunca, kurban kesmekle kendinizi hoş ve müsterih tutun.” (Tirmizi, Edahi:1; İbn-i Mace, Edahi: 3)

Tasavvufta sofiler birbirlerine yada mürşidlerine de ''Kurban'' diye hitap ederler. Kevser suresinde ''Rabbin için Kurban kes'' buyruğunun bir açılımı da mutasavvıflar nezdinde nefsin kurban edilmesi, nefsin Allah için etkisinin yok edilmesi, kendisi ile azim bir mücadeleye girişilmesi, kendisine uyulmamasıdır.Surede ihsan edilen nimetler ''kevser'' kavramı içinde barınmaktadır.Konyalı Vehbi Efendi tefsirine göre, bu nimetlere kavuşan Peygambere ve takipçilerine (salat selam üzerine olsun), şükür bahsinde ''kalple ta'zim, lisanla sena ve azalar ile amel etmek'' şeklinde tefsir edilmiştir.

Akıl ve iman sahibi her mü'min, bunun şükranesi ve büyük cihad olarak nefsinin kanını bu dünyaya akıtması ve dualarında ''Allah'ım, olmadan beni beden ağacımdan koparma'' diye niyazlar içinde olsa gerek. Ham gelip ham gitmeme mücadelesinde nefs ''kurban'' edilmezse ''yakin'' kapıları açılmayacaktır.

Kamil bir mürşid de, akıl ve imandan sonra ''kevser'' hükmünde olabilir mi? Bu düşünülmelidir.

Kurtubi tefsirine göre Kevser 16 maddede özetlenmiştir.Onlardan bazıları: Kevser, İslamdır; İslamı yaşama nimetidir.Allah'ın dışındakilerle ilişkiyi kesen kalpte bulunan bir nurdur. Şefaattir, fıkıh bilgisidir, beş vakit namaz kılma nimetidir.

Arefe günü vacip olan ve sabah namazı itibari ile farz namazların ardından getirilmesi gereken teşrik tekbirleri, bayramın 4. günü, 23. vakit olarak ikindi namazı farzı ile son bulur.
Allahü Ekber Allâhü Ekber Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber ve Lillâhi`l-Hamd..

Dünya genelinde sahipsiz, ezilen, sömürülen, katledilen Müslümanların manzarasına rağmen gönül coşkunluğu ile bayram yapmak kolay olmasa gerek.

Bayram tebriği sms zincirleri ile birilerinin kasasını şişirmeden, makul ölçülerde ve birazda baş önde suçluluk duygusu ile mazbut bir bayram dilerim.

Sünnilik olmuyor, i’tizal verelim! (2)

''Kaldı ki, ahkâmın sübutunu değil, “insanîliğini” (!) merkez almaya başladığınızda siz recmi reddedersiniz, bir başkası “kol kesme”yi önünüze koyar, öteki “kısas”ı karşınıza diker, bir diğeri kadınla ilgili “problemli” hükümleri, beriki “kölelik ve cariyelik”le ilgili ahkâmı… Ve siz sürekli bir “savunma” psikolojisi içinde müslümanlığınızı esnetmekten başka bir şey yapamazsınız. Kur’an ve Sünnet’le sabit hükümlerden “kurtulma” psikolojisinin varacağı nihai nokta ise örtülü ya da açık “irtidat”tan başkası değildir.'' Dr.Ebubekir Sifil / Milli Gazete

4 Aralık 2008 Perşembe

Recm sorusu üzerine..

Sayın ‘’adsız’’ (bir rumuz vermenizi yeğlerdim)
1400 yıldır recm uygulanmadığı kanaati/bilgisine nereden ulaştınız..? Arnold Toynbee'nin, en ideal devlet dediği Osmanlı’da şer’i cezalar çok nadir uygulanmıştır. Bunun, o cezaları gerektirecek fiillerin azlığından ve ‘’sübut bulmamasından’’ kaynaklandığı izahtan varestedir.

Yasada/hukukuta vardı ama, uygulama için gerekli şartlar vücup bulmuyordu. Sözgelimi Sevgili Peygamberimiz Efendimiz sallahu aleyhi vesellem dünyamızdayken ve kendisinden sonra başta 4 halife döneminde şer’i cezalar uygulandı.Bu, saadet asrında caydırıcı olan cezaları örnek alan sonraki İslam devletleri de uyguladılar. Halen günümüzde dediğim gibi Arabistan, Somali, İran gibi ülkelerde sübut bulduğu zaman uygulaması var. Yani dediğiniz gibi 1400 yıldır uygulanmayan bir şey değil!Nedir ki, Arabistan vehhabi şer’i devleti olduğu için ne derece ehl-i sünnet inancına (Efendimiz ve ashabının yoluna uygun) bunu uyguladıkları konusu şüphelidir. Mesela Suud sülalesinden birisine bunun uygulanacağını kat’iyyen sanmıyorum.

Önemli olan birincil husus şu: Başta recm olmak üzere, bildiğimiz bütün şer’i ceazalar İslam dininde/hukukunda mevcuttur. Bunun sübut bulduğunda uygulanması halindeki en önemli iki faydasından birincisi; uygulanan kişi/ler günahsız ve cehennem gibi dehşetli bir cezadan kurtulup tertemiz Rabbine kavuşur; ikincisi cemiyette cezanın caydırıcılığı ile gelen suç/günah işlememe ameliyesi ile emniyet ve huzur ortamı oluşur.İnsanlar güvenli yaşar ve bugünkü gibi minicik kızların okula giderken, akşam karanlığında eve dönme endişelerini yaşamazlar.Zira bu suçu yapmaya niyet eden/ler bilir ki, ya eli kesilecek (hırsız) yada taşlanarak ölecek (zina).

Recm cezasının 1400 yıllık zaman diliminde çok sık uygulanmamasının sebepleri bir yana, 4 şahidin (kişinin) ‘’aynı anda’’ hokkanın mürekkebe girdiğini görme mecburiyetinin olmasıdır.Yani yorgan altında gördük deseler ceza sübut bulmaz.Yada birisi ‘’ben emin değilim ‘’ dese yine ceza düşer.Zor kullanılarak tecavüze uğrayana uygulanmayacağı gibi pekçok ağır şartları vardır.

Emevi, Abbasi ve Selçuklu İslam devletleri Peygamber ve ashabın uygulamaları temeli üzerine şer’i cezaları (recm de dahil, diğer ibadet, muamelat, ukubat gibi ) bir nakil zinciri ile Osmanlı’ya miras bırakmışlardır. Osmanlı’da recmin hukuksal olarak varlığı ve dediğim gibi sübut bulduğunda uygulandığına ait belgelerle doludur arşivlerimiz.

Osmanlı kanunnamelerinde recm cezası düzenlenmiştir. Kanuni dönemine ait bir kanunnamede zina için öngörülen para cezasından önce “lakin ala vechi’ş-şer recm kılmalı olmasa” ifadesinden recm yapılamadığı durumlarda para cezasının verileceği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde şer’iye sicilleri ve şeyhülislam fetvalarında da zina eden muhsanların recmedileceği ifade edilmektedir.( Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, II, 104; şahadetle sabit olup uygulanan recm cezası için bkz. Erdem Yücel, Osmanlı İmp. İlk ve Son Recm, Hayat Tarih Mecmuası, S. 7, İstanbul 1970, s. 88. ayrıca Abdürrahim Efendi, Fetevay-ı Abdürrahim, C. I, İstanbul 1827, s.99; Ali Efendi, Fetevay-ı Ali Efendi, İstanbul 1893, s. 134.)

Bugün Sayın Sibel Eraslan gibi İslami ilim sahasında bilgisi kıt kişiler (bende cahilim ama haşa inkar etmem hamdolsun) Kur’anda/İslamda bu ceza yoktur saçmalığında ne cür’etle bulunabiliyorlar bilemem ama konu hakkında kaynaklarımızdan bir nakil dahi yeterlidir:
Abdullah b. Abbas (r.a) Hz. Ömer (ra)'in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir. "Cenab-ı Allah Muhammed (s.a.s)'i hak ile göndermiş ve O'na Kitab'ı indirmiştir. Recm ayeti de O'na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah (s.a.s) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık". Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp "Biz Allah'ın kitabında recmi bulamıyoruz" der ve Allah'ın indirdiği bir farzı terkederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah'ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır" (Müslim, Hudûd, 15).




2 Aralık 2008 Salı

Fazlur Rahman Toplantısı / Mehmet Şevket Eygi

ÖNÜMDE büyük boy, ciltli, iyi kağıda basılmış 360 sayfalık bir kitap var.
İsmi: “İslâm ve Modernizm. Fazlur Rahman Tecrübesi.” 1997’de İstanbul’da 2000 adet bastırılmış.
Bastıran: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı.
Sunuş yazısını o zaman Belediye Başkanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan yazmış. Şu cümlelerle başlıyor.

1 Aralık 2008 Pazartesi

Sen de mi Sibel Eraslan..?

Şaşkınım..!
Bugün Muhterem Ebubekir Sifil hocayı okurken sizin buradaki yazınızı ve fikirlerinizi okudum.
Şaşkınım gerçekten..
Gerçi, Allah razı olsun Ebubekir Sifil gibi bir alim gerekenleri yazmış..
Bu mu İslam davasında kalem oynatmak?
Siz tağutla ve onların yerli işbirlikçileri ile cihad deyince ne anlıyorsunuz?
Kur'an diyen siz, Haşr suresi: 7. ayetten ne anlıyorsunuz?
Siz Peygamber tarihini de mi okumadınız?
Siz, beğenmediğiniz ve modernizm kokan aklınızla işinize gelmeyen hadislere uydurma deyip, hümanist olmaya mı karar verdiniz?
Sahih hadislerde recm ve diğer had ve tazirleri de mi okumadınız? Hepsi de -haşa- yalan/uydurma mı?
Hz.Ömer'in (ra) kendi oğluna vurduğu şer'i cezadan da mı habersizsiniz?O size göre haşa merhametsiz miydi?
Yazdıklarınızla Allah'a, Rasulüne ve yolundan gidenleri merhametsizlikle itham etmekle tam bir ''bela''nın içinde değilseniz neyin içindesiniz gerçekten?
Madem alanınız değil, madem ilminiz buna yetmez, bari susun da arif sansınlar!
Bela dediniz ya, sizin bu saçma fikirlerinize ''bir'' kişi bile iştirak etse; vallahi bu daha katmerli bir bela ve vebaldir.
Kime hizmet ediyorsunuz?
Nefsinize desem, bu konuyu yazmaya cür'et edemezdiniz..ama kamu ile paylaştığınıza göre vah ki ne vah!
''Bu meseleyi ilahiyatçıların ciddi olarak ve cesaretle ele alması gerekiyor.'' derken, onlara görev biçiyor ve recm cezasının, yani Alla’ın koyduğu, Rasulünün ve ashabının uyguladığı cezanın hükmen, illeten, maslahaten, fiilen kaldırılmasını, yok sayılmasını talep etmekten daha ağır bir bela olur mu ?
Cesaretle ele almak..Boşuna dememişler ''cahil cesur olur diye''.
Bir kadın olarak bu fikirlerde olacağıma, cahilce kalem oynatacağıma evde bulaşık makinesi olmayı yeğlerdim.
Bazen çok bilmek, çok bilirmiş gibi entel dantel İslamcı takılmak böyle bir ‘’bela’’ oluyor işte..
Hani birileri savcıları göreve çağırır ya, siz de ilahiyatçıları göreve çağırıyorsunuz ! Ne için ? Hükm-ü ilahinin kaldırılması, ilga edilmesi için !
Kur’an’da hükmü bulunamayan ama sünnetle, icma ve kıyasla açıklanan nice meselede sizin ne yaptığınızı sormayacağım. Namazları Kur’andan bakarak nasıl kıldığınızı örneğin..Hacca gittiyseniz nasıl hac yaptığınızı ?
Günümüzde Somali gibi bir ülkede olabilecek olumsuz yada yanlış/eksik uygulama ile; imama kızıp camiye gitmeyenden ne farkınız var ?(Kaldıki zaninin/zaniyenin itirafı geçerlidir.) Yoksa siz de mezhepsiz reformcu ilahiyatçıları göreve çağırıken, mülhid kavramını unutmuş mu gözüküyorsunuz ?
Allah’a ve Rasulüne adalet öğreten bir hukukçu olmak gerçekten ‘’bela’’ değilse nedir ?
Siz ve sizin gibi düşünenleri Peygambere itaati emreden hükümlerle başbaşa bırakıyorum, dualarımla :

“Peygamber’in size verdiğini alın, sizi kendisinden nehy ettiği şeyden de sakının.” (Haşr Suresi:7)
“Allah’a ve Peygambere itaat edin ki, size merhamet edilsin.” (Al–i İmran Suresi:132)
“Kim Peygambere itaat ederse muhakkak Allah’a itaat etmiştir.” (Nisa Suresi:80)
“Ey iman edenler, size hayat verecek şeye sizi davet ettiklerinde, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” (El–Enfal Suresi:24)
“De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin.” (Al–i İmran Suresi:31)
“Peygamberin emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitne veyahut elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nur Suresi:64)
“ De ki, Allah’a ve Rasulü’ne itaat ediniz. Eğer yüz çevirirseniz kafir olursunuz.” (Al–i İmran Suresi:32)
“Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkekle, mü’min bir kadın için, kendi işlerinde muhayyerlik hakları yoktur.” (Ahzap Suresi:36)
“Sizin için Allah Rasulü en güzel örnektir.” (Ahzap Suresi:21)

“Dikkat edin bir adama benden bir hadis ulaşır, o da koltuğuna dayanmış şekilde : “Sizinle bizim aramızda Allah’ın kitabı vardır. Onda neyi helal kıldığını görürsek, onu helal sayarız.” diye söyler mi? Şunu bilin ki, Allah Resulü’nün haram kıldığı da, Allah’ın haram kıldığıdır.” (Kütüb–i Sitte, c/16, sh:393)

''Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse muhakkak ki Allah’a isyan etmiştir.''

(Kütüb–i Sitte, c/16, sh:482)“Haberiniz olsun “ bana Kitap (Kur’an) ve onun kadar başkası (Sünnet) verilmiştir. Haberiniz olsun, koltuğuna kurulmuş karnı tok birilerinin şöyle diyeceği gün yakındır: "Size Kur’an yeter, helal nevinden onda ne varsa onları helal bilin, haram nevinden onda ne varsa onları da haram kabul edin.” Böyle diyenden sakının...” (Kütüb–i Sitte, c/16, sh:359)