27 Mayıs 2008 Salı

Soru :İslami bilgisi olan herkes tefsir yazamaz mı?

can.cenk1@gmail.com'a gelen bir soruda özetle : ''S.Kutub, M.Esed, M.İslamoğlu, A.Hulusi.. gibi pek çok kişinin yazdığı tefsiri onaylamadığınızı anlıyorum.İslami bilgisi olan herkes tefsir yazamaz mı ?Neden?'' denilmiş.

Onaylamak kelimesini şahsıma irca etmeyiniz. Bu mücrim ancak doğru bir nakilci olabilirim. Kendi şahsi anlayış ve fikirlerini Kur'ana söyletmeye çalışan icazetsiz isimler, ''onayı'' ehl-i sünnet ve cemaatten alamadıkları için, şahsımız da onları muteber saymayarak, dilimizin döndüğünce Müslümanları uyarıyoruz.

Sorununuzun cevabını, tefsir ve kıraat birlikte bulmaya çalışalım..
''Söylemediğim sözü, hadis olarak bildiren veya Kur’anı kendi reyi (görüşü) ile tefsir eden, Cehennemde azap görecektir.''.."Kur'anı kendi reyi ile tefsir edenin yeri cehennem ateşi olsun" ( Tirmizi )

‘’İslamiyette aklı esas tutmak, küfre kadar gider.Bir insan dese ki :
- Ben Kur'anı kendi aklımla tefsir ederim..
Ve tefsir etse, tefsir de en mükemmel tefsir bildiğimiz Beyzavi tefsirinin aynı olarak zuhur etse, bu adam aklını takdim ettiği için öne aldığı için yine küfürdedir.’’[1] İstediğiniz kadar buna siz dirayet tefsiri deyiniz..Çünkü eksik olan en önemli şey, ehl-i sünnet ve cemaat anlayışındaki icazettir, ehliyettir.
İcazet, lügatte : İzin, müsaade, şehadetname, diploma, "olur" demektir. Destur vermek. İlim ehliyet. Reva görmek, manalarına gelmektedir.
Ehl-i sünnetin bütün mübarek, imam ve alimleri böyle bir icazet, nakil zinciri ve eğitimi ile "muteber" dediğimiz eserleri yazmışlardır..Allah onlardan razı olsun amin.
Biri çıksa ben hafızım dese, kendisinden diploma sorulur. Biri çıksa ben doktorum, muayenehanem yok dese, doktorluk diplomasının gösteremese ve çocuğumuzu ameliyat etmek istese, çocuğumuzu teslim eder miyiz ? Ya o kasapsa, baytarsa. Bir hastahanede pansumancılık yapan birisi, doktor gömleğini giymekle doktor olamaz. Her kitap sahibi de sözü sened alim olamaz.Öylese müslüman kişi dinini kimden alacağına, soruyu kime soracağına, namazını kime teslim edip, ardında namaz kılacağına iyi dikkat etmelidir! (Namazda imama uymak, mahalle mescidi imamını tanımayı gerektirir. Mutlak olarak bilmediğimiz yerlerdeki imamların arkasında sorgusuz kılarız.) Dinine, din adamına çocuğunun doktoru kadar olsun, önem vermelidir. Her konuşan, her yazan alim değildir. Okuma-yazma bilen kitap yazıyor !Bu ümmet sapık alimlerin bozulmasıyla bozulacaktır!

''Kur'anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak hata etmiştir.'' (Nesai)
‘’Kur'an-ı Kerim'deki bilgiler üç kısımdır: Birincisini Allah Teala hiçbir kuluna bildirmemiştir.İkinci kısım bilgileri, yalnız Rasulüne (SAV) bildirmiştir.Allah rasulü ve O'nun (SAV) varisi olan rasih alimlerden başkası bunları anlayamaz.Üçüncü kısım bilgileri Peygamberine ümmetine öğretmesini emr buyurmuştur İkinci kısım açıkça anlaşılmadığından istinbat ve ictihad derecesindeki müctehidler yoluyla, murad-ı İlahiye göre itikad ve amel ederiz.’’[2].
Tefsir yazabilmek için : İlm-i lügat, ilm-i metni lügat, ilm-i bedii, ilm-i beyan, ilm-i meani, ilm-i belagat, ilm-i usul-i tefsir, sarf, nahiv, mantık, manay-ı zahiri, manayı zımni, manayı muradi, manayı iltizami; her ayet-i kerimenin ne zaman, ne sebeple ve kimler için nazil olduğunu; ayet-i kerimelerin hangi hadis-i şeriflerle ve nasıl açıklandığını "iyi" bilmek de lazımdır. Yazılmış tefsir kitablarını bile hakkıyla anlayabilmek için yirmi ana ilmi bilmek, bu ilmin seksen dalının olduğu, yirmi ana ilmin de sekiz ilme dayandığı kitaplarda yazılıdır. Tefsir yazmak, din büyüklerinin kalbine doğan bir nur'dur.. [3]
Kur'anı anlamak için, bir hak mezhebin fıkhını ve ahlak kitablarını bilmek gerekir.Bu kitaplar dinimizin dört kaynağı edille-i şer'iyye denilen Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas'tan meydana gelmiştir.
Tefsir yazarken arapça bilmek de çok önemlidir.Bilindiği gibi, Mısır, Irak, Fas ve Hicaz arapçaları birbirinden çok farklıdır. Kur'anı anlamak ve tefsir yazmak için Kureyş arapçasına hakkıyla malik olmak gerekir. Peygamberimizin zamanında, ashabı birçok terimi yeni duyuyor, arap olmalarına rağmen bilmiyorlardı.İstilah, lügat manaları çok farklıdır.Buna İslami terminoloji de denir.Mesela Efendimiz (SAV) :"Vehen" kelimesinden bahsetmişler, sahabe vehen nedir, ya Rasulallah diye sormuş ve öğrenmişlerdir. Bunun sayısız misalleri vardır.
"..Bir takım kimseler gelecek ki, iman etmeden, (itikadları doğru ve tamam olmadan) Kur'an (ilmi) kendilerine verilecektir. Onlar harflerine riayet edecek, fakat çerçevesini aşacak, hükmünü çiğneyeceklerdir."Biz okuyucuyuz, bizden daha iyi okuyan kimdir ? Biz alimiz bizden alimi kimdir ? " derler. İşte Kur'an'dan hisseleri ancak budur (bu sözü söylemektir) ve bunlar bu ümmetin fenalarıdırlar." [4]
“ Her kim Kur’an hakkında kendi görüşüne dayanarak bir şey derse, cehennemde yerini hazırlasın." [5]
“Her kim Kur’an hakkında kendi görüşüyle bir şey derse, isabet etse ( doğru dese) de muhakkak hata etmiştir.” [6]
Müceddidi Elfi Sani İmam-ı Rabbani -kuddise sirruh- hazretleri 234. Mektub-u şeriflerinde, kendisine bahşedilmiş marifet nuru ile ile, Allah Tela’yı bir nebze anlatır, bu meyanda hadis-i şerif ve ayeti- celileler zikrettikten sonra şöyle buyurur : “Yukarıdaki ayet-i kerimeyi anlatırken : “ Tevilli..” tabirini kullandık. Şunun için ki : Tefsirden nakil ve duymak şartttır. Her halde : “Bir kimse, kendi görüşüne göre, Kur’an tefsir ederse..kafir olur” manasına gelen hadis-i şerifi duymuş olacaksın. Ancak tevil böyle değildir. Kur’ana ve hadise aykırı olmamak şartı ile mücerred ihtimal yeter” buyurmuşlardır. (Te’vili de yine alimler yapar.)
Malumdur ki, Mektubat-ı Rabbani’yi anlayamayan büyükler dahi, ‘’olsun biz feyizlenmek için yine de okuruz’’ buyurmuşlardır. Doğrusunu Allah Teala bilir, yukarıdaki cümlelerden şunu anlamak mümkün müdür ? Kur’anı icazetsiz, ehl-i sünnet ve cemaat mezhebine ve geçmiş ulemanın nakillerini mihenk edinmeksizin ve ahkama, itikada ait, şer’i yönüne, zahirine ait şekliyle tefsir etmek ve bu tefsiri (somuta) müşahhassa dökmek yasaklanmış; yukarıdaki icazet sahibi, ehl-i sünnet ve cemaat alimi, hanefi mezhebine bağlı, şeriatın batını tasavvufun müctehidi İmam-ı Rabbani -kuddise sirruh- hazretleri gibi (somuttan soyuta) müşahhastan mücerrede tevil etmek, “erbabına” tehdit değildir. Yani Hazretin bu mektubundaki ele aldığı konu ve tevilli tefsirinde zaten amele ve ahkama ait bir durum yoktur. Kendileri de zaten meseleye günümüz biz cahillerinden kıyassız derecede vakıf olmalarına rağmen, meseleye bizlerin dikkatini çekmişlerdir.[7]
Elmalılı merhum, meşhur tefsirinin önsözünde tefsirle ilgili özetleyeceğimiz şu bilgileri vermişlerdir :” Terceme Kur’an’dan mütercimin anlayabildiği kadar bazı şeyleri anlatabilirse de gerçek anlamıyla anlatamaz. Anlattığı şeyler de Kur’an hükmünde ve değerinde olamaz. Bununla beraber Kur’an anlaşılmaz bir kitap değildir. Ancak onun manaları tam olarak anlaşılıp, bitirilemez. Bir manası meydana çıkınca, arkasından bir mana daha, arkasından bir mana daha yüz gösterir. Nurunun açık parlaklığı içinde gizlilik ortaya çıkar..
Bir kere her tefsirde esas gibi olan ve arapça kuralları ilgilendiren kelimelerle ilgili tahliller çok eksik denecek kadar azdır. Kelimelerden çok mananın açıklanmasına ve tefsirine çalışılmıştır...Kur’an arapçadır...Fesr, bir şeyi keşfetmek ve ortaya koymaktır. Tefsir bu kökten alınmıştır. Kur’an lafızlarındaki gizlilik dört kısma ayrılır. Hafi, müşkil, mücmel ve müteşabih. Tefsirde bu dört kısımdan hafi (manası kapalı olan), müşkil ve mücmel kısımlarından sayılır. Kendisinden kasdedilen mana, tefsir edilmemiş olan mücmel, müteşabih kalır. Hafi ve müşkil olanlar araştırma, inceleme ve kaidelere başvurmakla tefsir olunabilirse de, mücmelin tefsirini ancak Allah ve Peygamberi tarafından açıklamakla anlaşılır. Bunun içindir ki, Kur’an’da bulunan hafi ve müşkil ayetleri bilgi sahibi ve ictihad derecesindeki alimler araştırma, inceleme ve kaidelere başvurmak suretiyle açıklayıp, izah edebilirler ve buna tefsir denilirse de, mücmelin tefsiri, söyleyenin açıklama yapmasına ve bu konudaki rivayete (nakle) bağlıdır. Fıkıh ve hukuk açısından tefsirin seçkin manası budur. Bundan dolayı diğerlerine tefsirden daha çok te’vil denilir.
Te’vil ise, “evl” maddesinden yapılmış tefil ölçüsünde masdardır. Ragıp el İsfahani, Müfredatında bunu şöyle açıklar. Aslına dönmek manasına gelir. Te'vil de bir şeyi ilmi açıdan veya fiili açıdan (gerçekten) kendisinden kasdolunan maksada (manaya) geri götürmektir. Mesela, sudan kasdolunan gaye yaşamak olduğuna göre, suyu yaşatmaya (dirilişe) geri götürmek bir te’vil, hayat ise suyun bir meali olur. Su kelimesinden mecaz yoluyla yaşamayı kasdetmek lafzi bir yorum ve su denilen cismin nasıl bir hayat (dirilik) yapacağını bilmek, mana açısından bir yorumdur ki, her ikisi de ilmi bir yorumdur. Suyu gerçekten hayata çevirmek ise gerçek bir yorumdur. Çoğunlukla tefsir ve te’vil eşanlamlı olarak kullanılır, bununla beraber farklı olarak kullanıldıkları yönler de çoktur. Mesela yukarıda dirayetle ilgili olan yoruma te’vil, rivayetle ilgili olana tefsir denilir. Bunu İmam Maturidi hazretleri birbirinden şöyle ayırmıştır: Tefsirde bu sözden maksat şudur diye kestirmek ve Allah bu sözden bunu kasdetti diye Allah’a karşı şahidlik vardır. Onun için kesin bir delil olursa sahihtir. Yoksa keyfi görüş ile yapılan bir tefsir olur ki, bu yasak(haram)dır. Te’vil ise kesinlik ve Allah’a karşı şahitlik olmaksızın sözün mümkün olan manalarından birini tercih etmektir.
Te’vil yapabilmek için, mananın her şeyden önce kelimeden anlaşılabilir olması, kelimeden ilk anda anlaşılan mananın kasd edilmediğine dair ipucu bulunması, te’vil olunan mananın seçimi için akli veya nakli bir ipucu bulunmalıdır.
Tefsir öyle bir ilimdir ki, onda Kur’an lafızlarının telaffuz şeklinden, delalet ettikleri manalardan, yalnız başına ve cümle içinde kullanıldıklarında kelimelerden çıkan hükümlerden ve cümle içinde kullanıldıklarında delalet ettikleri manalar ile bunları tamamlayan diğer hususlardan bahsedilir..Kur’an lafızlarının telaffuz keyfiyeti, kıraat ilmidir ki, bu ilim tecvidi de içine alır. Tefsir ilminde tevatür (oy birliği, nakil, icma) şarttır.
Kıraat kelimenin harflerinin özellikleriyle ilgilidir.Etken edilgen kipleri, üstün ve esre ile, harekeli ve sakin olmalarıyla ilgilidir. (maliki, meliki gibi) Kur’an’ın her kelimesini açıklamak gerektiği için, Türkçe bir tefsirde bütün bunları yerine getirmek mümkün olmadığından, yalnız bazı örnekleri göstermekten ileriye gidemiyeceğimizi itiraf etmek de, gerçeği dile getirmek tir. Kaldı ki, arapça bir tefsirin, mesela (haber veya sıfat) demekle ifade ettiği iki manayı anlatmak için ben satırlarla yazı yazmak mecburiyetinde kaldım. (Merhum H. Yazır -rahmetüllahi aleyh- tefsir ve tevil ve meal hakkında tefsirinin başında uzunca bir giriş yapmaktadır.Eserden bir hadis-i şerifle naklimizi bitirelim)
“Her kim Kur’an-ı okur da başka birine kendisine verilenden daha üstün bir şey verilmiş olduğu görüşünde bulunursa, Allah’ın büyüttüğünü küçük saymış olur.” (El Kindi, Kenzül Ummal, c.1; No: 2350 )
Nerede ‘’müfessirlerin bilmesi gerekir ki,’’diyen bilgiç tavırlı sosyolog S.Kutub, nerede ömrünü, çekirdekten bu işe vermiş ve tefsirle uğraşırken, zorlandığı günlerde rüyasında -sallahü aleyhi vesellem- efendimizin yemek artıklarını yalama şerefine nail olan rahmetli Hamdi Yazır hocanın mesuliyetini idrak eden satırları !!
Kıraat, okuyuş farkı, bir edatla, bir zamirle, bir noktayla manalandırmanın değiştiğini tefsirlerde görüyoruz.Kıraatı Şazze denilen, Hz.Osman (RA) efendimizin topladığına benzemeyen Kitab'ı okumak da caiz değildir.Zira Hz.Osman (RA) efendimizin toplayıp, bir araya getirdiği mushaf üzerinde icma vardır. Biz Türkiye müslümanları Asım kıraatı ile Kur'anı okuruz.
Kıraatı seb'a. Yedi imamın okuyuşuna denilir.Nafi, İbn Kesir, Ebu Amr, İbn Amir, Asım, Hamza, Kisai gibi meşhur kıraat imamlarıdır.Buna üç isim ilavesi ile kıraatı aşere oluşur.Onlar da Ebu Cafer Yezid b.Ka'ka, Ebu Muhammed Yakub b.İshak ve Ebu Muhammed Halef b. Hişam'dır. (Allah kendilerinden razı olsun) [8]
Kıraat çeşitliliği de, Kur'anın ne derin, zengin ve geniş anlamlar ifade ettiğinin ispatıdır. Bilindiği gibi, kıraat ilmi, Kur'anı Kerim'in okunuşunun (edasının) keyfiyetini ve ihtilaflarını nakleden alimlerin isnatlarını bilme ilmidir.Faydası, Kur'anı Kerim'deki kelimelerin, bütün okunuş şekillerinin bilinmesi ve muhafaza edilmesidir. Kıraat değişiklikleri bazı fıkhi hükümleri de değiştirmekte ve bu durum mezheplerin çıkış sebeplerinden bir tanesi olarak ümmete rahmet vesiledir.
Bahsettiğimiz sıkı icazet zincirini oluşturan takip olmasaydı, bugün müslümanlar aciz kalırlardı. Zira Kur'an'ı yaşayışı, mukaddes sözleri ve tasdiki ile ilk tefsir eden Peygamber Sallahu Aleyhi Vessellem efendimizdi.
İlmihal bilgilerine sahip olmadan "tefsir kitaplarına tabi olmamız buyurulmadı.Fıkıh alimlerine tabi olmamız emrolundu. Fıkıh bilmeyen, tefsir okuyarak imanını kaybedebilir." [9]
Tefsir ve kelam alimleri zaten anlaşılması gerekenleri fıkıh ve ilmihal kitaplarında bizlere açıklamışlardır.İslamiyeti doğru öğrenmek için, fıkıh ve ilmihal kitabı okumaktan başka çare yoktur.[10]
İbn-i Abidin (rh.a.) hazretleri bizlere müthiş önemli bir uyarıda bulunuyorlar; "manaları açık ve kat'i olan ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri doğru te'vil edenin, manaları kapalı olanlarını da te'vil etmeden, zahiriyle açıklayan kişinin dinden çıkacağını Mülhid olduğunu bildirdikten sonra, Mülhid, kendisini müslüman sanır." buyurulmaktadır.[11]
Demek ki, tefsir okumaya geçmeden önce, ilmihal ve fıkıh okunmalıdır. İslami kültür sahibi olmak gerekir.Düşününüz, yukarıdaki bu uyarılar, tefsir okuyanlar için, ya bir de eline kalemi alıp tefsir yazdığını zannedenler..!
Tuhfet'üs Salikin kitabında Muhammed Parisa efendimiz, imam-ı Gazali hazretlerimizden nakille : " Ehl-i sünnet mezhebinde olmayan,(yani mezhepsiz) iyi arapça bilse bile, Kur'an-ı Kerim'i anlıyamaz ve tefsir edemez. Çünkü, bid'atin zulmeti kalbi karartır."(İdrak körleşir).buyurmuştur.
Tefsir için "zamanların hayırlısı.." diye tabir olunan sahabe, tabiin ve tebe-i tabiinin izinden gitmek gerekir.Nasih ve mensuh olan ayet-i kerimelerin bilinmesi de çok mühimdir.109 ayet-i celilenin nesh edici ayet olduğu Hadika, sh:355'de yazılıdır.
İbn-i Abidin' de : Namazda okuyacak kadar sure ezberlemek farzdır.Bundan sonra, farz-ı ayn fıkıh ilimleri öğrenmek; fazladan sure ezberlemekten daha iyidir. Bu bakımdan günümüzde İslam entellerinin caka yaptıkları gibi, fıkıh cahili olarak, tefsirle vakit geçirmek doğru değildir.
Önce içinde bulunulan hallerle ilgili ilimleri öğrenmenin kişiye farz-ı ayn'dır. [12] Bunlardan biri ve en önemlisi, yaşanılan toprak parçasının, dar'ın mahiyeti, hükmüdür.Bir müslüman bu bağlamda, Dar'ül İslam'da mı, dar'ül harp'de mi yaşadığını iyi bilmek zorundadır.Zira iki dar'ın fıkhında (muametta) değişiklikler söz konusudur. [13]
Sonuç olarak bir fıkıh alimi, bin zahidden daha kıymetlidir.Tefsir okumak farz-ı kifayedir.Fıkıh bilen, ayet ve hadis anlama zorluğundan kurtulur. Birileri tefsirden önce fıkıh diyenlere "ilmihalciler" diye bir yafta vuruveriyorlar..Burada tefsir okunmasın, meale hiç bakılmasın demiyoruz..İlim öğrenmede ölçü ve basamaklar atlanılmadan, ifrat ve tefrite varmadan yol almak gerektiğine inanıyoruz.Önce alfabeyi öğren, sonra romana geç..Tefsir, İslami kültürün ve anlamanın önemli bir parçasıdır elbette; ancak temel, alt yapı olmazsa zarar verir.
Ecdadımız Osmanlılar da ikinci meşrutiyete kadar meal yazılmasına ne müsaade, ne taraftar vardı.Bozulmayla birlikte, hassasiyetlerin ve kıymetli alimlerin azalmasından sonra; ikinci meşrutiyetle birlikte başlayan mealcilik, cumhuriyet döneminde hız kazanmıştır. Bugün takvim yapraklarına yazılan Kur'an meallerini okuyan herkesin, kendi seviyesine ve aklına göre, mübarek ayet-i celileri anlamlandırmış olacağı açıktır.Bunun ise ne vahim bir şey olduğuna yukarıda işaret ettik.
Özetlersek : Üç kimse Kur'an-ı Kerim'in manasını anlayamaz:
1- Arapçayı iyi bilmeyen ve tefsir okumamış olan,
2-Büyük günaha devam eden, Ehl-i sünnet itikadından küfre sapmayacak kadar ayrılmak bile büyük günahtır. Bunun için bid'at sahipleri Kur'an-ı Kerim'i anlayamaz. Çünkü bid'atin zulmü kalbi karartır.
3-İtikad bilgilerinden birisini yanlış anlayıp ehl-i sünnet alimlerinin bildirdiği hak sözü kabul etmeyen de Kur'an-ı Kerim'i anlayamaz.[14]
[1] Necip Fazıl, Sahte Kahramanlar, 53-54
[2] Mevduat-ül Ulum
[3] İmam-ı Gazali, el Mustasfa
[4] İmam-ı Gazali hz. İhya, c.I, sh: 195 terc. Serdaroğlu, 1973
[5] Tirmizi, Tefsir: 1 No : 2951, 5/199
[6] Tirmizi, tefsir: 1/2952. Ebu Davud, İlim: 5/3652
[7] İmam-ı Rabbani, Mektubat, c.1 sh: 516, Ter: Abdülkadir Akçiçek
[8] Ansikloperik Büyük İslam ilmihali
[9] Berika sh: 1297
[10] Birgivi vasiyetnamesi şerhi.
[11] Reddül Muhtar III/296-309
[12] Reddül Muhtar, c.I, sh :29 ayrıca önsözü
[13] Y.Kerimoğlu, Fıkhi meseleler, kitab 1, sh: 48-51
[14] İmam-ı Gazali, Tuhfet-üs Salikin