23 Mart 2008 Pazar

Abdülkerim Süruş

Bu blogda yazılar bir -iki paragrafdan sonra devamı arka bölümde okunamadığı için, Muhterem Ebubekir Hocamızın yazısının ilgili 3 serisini burada versem, tren gibi aşağı uzayacak.

Bu yazı ile M.Şevket Eygi yazısı arasında paralelellik de bulunmaktadır.

Şunu ifade etmeliyim ki; günümüzde namazında niyazında, hatta haccında- hadislerde de belirtildiği gibi-maalesef azımsanmayacak kadar ''mülhid'' yada en hafifinden ''firak-ı dalle'' mensubu insanlar mevcuttur. İslam davasına yada Müslüman yaşamına bereketsizlik ve başarısızlık da ilk önce bu sebepten gelmektedir.

Şu asırda, Peygamberimiz Efendimiz -Aleyhissalâtü Vesselamdan- bize temiz insanlardan intikal etmiş bu din ve mezhep içinde; itirazsız 'amenna ve saddakna' diyerek, aşırılıklardan uzak iman ve salih amellerle dünya hayatını noktalamak en büyük nimet ve zenginliktir, diyerek Ebubekir Sifil hocamızın yazısından bir bölüm okuyalım:

Abdülkerim Süruş: Modern bir savruluş (3)
''Nitekim bütün bu gürültünün sebebini Abdülkerim Süruş şöyle açıklıyor: “Kur’an’ın beşeri olduğu yönündeki telakki, Kur’an’ın zâti ve ârızi yönleri arasında fark bulunduğunu görmeyi kolaylaştırabilir. Dinin bazı yönleri tarihsel ve kültürel olarak şekillenmiştir ve bugün artık konu olmaları mevzubahis değildir. Buna misal olarak, Kur’an’da öngörülen bedensel cezaları gösterebiliriz. Eğer Peygamber başka bir kültür çevresinde yaşıyor olsaydı bu cezalar muhtemelen onun mesajının bir parçası olmayacaktı.” (http://www.fikritakip.com / news.asp?pg =1&yazi=2376.)
İşte bütün mesele bu! Din bedensel cezalara indirgendiğinde, bütün bir dini, hatta onun kaynağı olan ilahî vahyi, sırf çağdaş ceza telakkisine uymuyor diye “tarihsel” ilan etmek, aşağılık kompleksinin değilse, neyin eseridir?..
Süruş’un Kur’an metninin beşerîliği sadedinde söyledikleri, dinî bazı hükümler karşısında “içine sindirememe” duygusunu yaşadığını ele veriyor. Dolayısıyla esas meselenin nereden kaynaklandığı belli. Ama buna rağmen, Kur’an metninin beşerîliği iddiasına bizzat Kur’an’ın ne dediğin sorusunu cevapsız bırakmak bu yazı için bir eksiklik olacağından, kısaca meselenin bu yönüne de değinmek durumundayım.“Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler, “Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” (10/Yûnus, 15.)
Kur’an’ın Efendimiz (s.a.v)’e “lafız” olarak indirildiğini, O’nun Kur’an vahyi konusunda –diğer insanlar gibi sebeb-i nüzul olmak dışında hiçbir belirleyiciliğinin bulunmadığını bu ayet oldukça net biçimde ortaya koyuyor.
Bir diğer ayet de bu gerçeği şöyle ifade ediyor: “Kur’an’ı hemen ezberine alıvermek için dilini kımıldatma. Onu (senin kalbinde) toplamak da, okutmak da bize düşer. O halde biz onu okuduğumuzda sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.” (75/el-Kıyâme, 16-9.) '' Dr. Ebubekir Sifil

( Yazının tamamını buradan okumalısınız )


ABDÜLKERİM SÜRUŞ: MODERN BİR SAVRULUŞ-1 isimli ilk makalede Hayrettin Karaman ile ilgili müthiş dip notlar var!