10 Mayıs 2008 Cumartesi

MUSTAFA İSLAMOĞLU

Konunun başında hemen belirtmek istediğim not şudur: Aşağıda okuyacağınız yazıyı yazdığım zamanlarda (1997-2000); Ebubekir Sifil hocamızın, Mustafa İslamoğlu ile ilgili tenkit makaleleri henüz yoktu ve sanırım hocamız 2003 gibi yazmaya başlamış..Mesela ''Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi 1-Yaşar Nuri Öztürk'' ismiyle 1997'de kaleme alınmış. Bu yıl itibariyle bu yazıma Ebubekir Sifil hocadan da çok önemli alıntılar ekledim. Aslında http://www.ebubekirsifil.com/ okuyan birinin (sitedeki arama kısmına ismini yazmanız yeterli) bu yazıma zaten ihtiyacı kalmaz ve İslamoğlu'nun ilmi kariyeri hakkında yeterli kanaati oluşur. Bloğu bu kadar hızlı güncellemek ne kadar isabetli bilemem ama Musa Harun isimli yorumcu kardeşimi merakta bırakmamak adına tez davrandığımı belirteyim.

Şunu da eklemek isterim ki, bu yazıda yazarın şahsına değil, fikirlerine tenkit vardır. Bu alanda eskiden beri süren gelenek, biri bir kitap yazar, diğer alimler/yazarlar (Ebubekir Sifil hocamız gibi) o kitaptaki görüşleri/fikirleri, nakillerin doğruluğunu, ehl-i sünnet ve'l cemaate uygunluğu noktasında tenkit eder. Bu son derece doğal ve hazmedilmesi gereken yapı dışına çıkarak; geçmişte olduğu gibi yorumlar etrafında hiç sevmediğim tartışma ortamından mümkün olduğunca kaçınacağımı peşinen bildiririm. Dileyen burada yazılanları dikkate alır ve benim gibi İslamoğlu'nun kitaplarından ve fikirlerinden uzak durur, dileyen de burada serdedilen fikirleri kabul etmeyerek yoluna devam eder:

İslamoğlu’da Efgani mezhepsizini savunanlardan.[1] Türkiye'deki mezhepsiz reformcuları kaynak alarak kitaplar yazanların içinde kalemi güçlü bir isim. Hiç değilse ''İmamlar ve Sultanlar'' kitabında, İmam-ı Azam (rh.a) efendimizi, Ebu Hanife'den hariç "Azam" lakabı ile anabilmiş, Allah rahmet eylesin, şehid imamdır diyebilmiştir. Bu cümlelerinin kendisini Muhammed Abduh, İbn Hazm, İbn Teymiyye, M.Abdulvehhab, Mevdudi..vs. gibi isimlerin ve rafizi vehhabi etkilerinden kurtarmaya bir sebep olmasını dilerim. Zira kitaplarında kaynak olarak ele aldığı isimlerden bazılara bunlar ! Bu isimlerin ne korkunç itikad hırsızları olduğunu benim gibi ilimsiz biri tesbit edebildiğine göre, kendisinin bunları bilmemesi düşünülemez !Geriye bir tek ihtimal kalıyor : Bu isimlerin çağırdığı itikadı/metodu-Allah korusun- benimsiyor olmak !

Bahsi geçen kitabında (sh: 178) İmam-ı Yusuf (rh.a.) gibi bir müctehidi yargılaması haddini bilmezlik olsa gerek. Bu mübarek imamı yargılamaktan geri durmayan birinin, mezhepsiz olduğu bilinen Mevdudi ve Ebu Zehra'yı aynı sayfada İmam Yusuf'a nispet edercesine övmesi enteresandır.

Bir başka kitabında çok talihsiz cümleleri var. Sevgili Peygamberimizin gözlerinin, mübarek ağız biçiminin, inci dişlerinin güzelliğini, sesinin gür çıktığını, yani peygamberi mucizeden olmak üzere, seslerinin çok uzaklardakilerin dahi duyabildiğini, boylarının herkesten yüksek göründüğünü, tenlerinin misk-i amber gibi koktuğunu, bir çocuğu sevse o çocuğun başında mübarek ellerinden yayılan kokunun günlerce ayrılmadığını çeşitli muteber ehl-i sünnet kitaplarında okumuşsunuzdur.

Mustafa İslamoğlu da tüm bunları epey malumatla mezkur kitabında naklettikten sonra bakın ne diyor : ''Rabbimiz Hz.Peygamberi örnek olarak gösterdiği halde, nedense klasik ulema ille de onu efsaneleştirmek için ellerinden geleni arkalarına koymamışlardır... Verilmek istenen insan tipi taklid edebilecekleri bir nebi değil de kendisine sadece hayranlık duyulmak için oldukça aşkınlaştırılmış insanüstü bir peygamber tipi çizmekteler...Elbette efsaneler örnek alınsın diye değil, sadece insanlara ' onlar kim. biz kim! ' dedirtmek ve hayret ıslıkları çaldırmak için oluşturulur...Geçmişte bu tavır niçin takınıldı, bilemem.Lakin çağın mantığı da buna çok benziyor. Kutsa ve müzeye kaldır.. Onun örnekliği iki ayaklı Kur'an oluşundan gelir.Onunla ilgili söylenenler gerçek de olabilir..(!) [2]


nedense klasik ulema.. İmam-ı Suyuti,İmam Müslim, İmam Buhari, İmam Taberani, İmam-ı Kastalani, İbn-i Cerir M.Taberi (RA) gibi mübarek ve mutemet isimler mi klasik ulema ? Yani eski bakışlı, dar ufuklu, zamanı geçmiş.. Efendimiz aleyhisselatü vesselamın hayatlarını cephe cephe gözlemlemiş, yıllarca hizmetlerinde bulunup O'nu (SAV) aşkla yeterince anlatamamış olmanın sıkıntısını çekmiş sahabe mi klasik ? Zira senin klasik dediğin ulemalar bu sahabe zincirinden gelen anlatımla bize o şanlı Peygamberi anlattılar.Yine bu dini biz -Allah razı olsun- onlardan öğrendik. Siz çağdaş ulema olmaya özendiniz ve mezhep tanımazları akıl hocası/imam bildiniz ! Çağdaş Hamidullah sapkını, Peygamber düztabandı, tükrüğünden başka mucizesi yoktu dememiş miydi.? Kitabında nakillerde bulunduğun M.Abdulvehhab "benim elimdeki bastonumun bana faydası var, Muhammedin (SAV) faydası yok'' dememiş miydi ? "Kişi sevdiğiyle beraberdir"

onu efsaneleştirmek için ellerinden geleni arkalarına koymamışlardır... İlk nur ve son Peygamber. Allah (CC)'ın "habibi" sevgilisi..Buna rağmen sen, Allah Resulünün bizlerden farklı yanının olacağını, diğer insanlardan üstün vasıflara haiz olacağını kabul etmiyorsun.
Kaba bir maddeci bakışla dini tebliğ eden elçiydi hepsi o kadar mı ? Tebliğ ettiklerine bakın, tebliğciye bakmayın diyorsan, Al-i İmran suresi: 31'i muteber ehl-i sünnet tefsirlerinden oku. Biraz da Mesnevi'yi okumak gerek ki, maddi gözümüz kapansın, manevi aşk gözümüz açılsın. Sahabe-i Kiram hazaretı Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) mübarek sakal-ı şeriflerini tarasa, saçlarından kesseler, teller toprağa değmeden kapışıyorlardı.Hiçbiri senin gibi tebliğ ettiğine bakın, Peygamberin şahsından size ne demediler.Peygamberimiz aleyhissalatü vesselamın birileri tarafından efsaneleştirilmeye, büyütülmeye hiç ihtiyacı yoktu.O, aleyhissalatü vesselam zaten en büyük ve en üstün İNSAN idi.

Yoksa "Bu övgüler övene nispetledir.Yoksa bu övüş sana bir kınamadır, bir hicivdir." yani Ey Resul seni kendimizce, bilgimizce övdüğümüzü sanırız, kendi vasıflarını bilen, senin katında ise bunlar ne eksik şeylerdir.[3]

Verilmek istenen insan tipi... hayranlık duyulmak için oldukça aşkınlaştırılmış insanüstü bir peygamber tipi çizmekteler..., haşa yani Peygamber böyle değildi de, böyle hayali bir insan aktarıldı. Aşkınlaştırılmış, abartılmış demeye getiriyor.Prens Bismark bile “Sana layık bir vücud olamadığımdan dolayı müteessirim Ya Mu.... derken, bizim yerliler saf İslam diye diye, Yüce dinimizde mana mefhumu adına, mucize adına hiçbir şey bırakmadılar.
M.Hamdi Yazır -rahmetüllahi aleyh- efendi, Al-i İmran : 33. Ayetini tefsir ederken, peygamberlikteki özellik ve üstünlükleri şöyle açıklar : “ Peygamberler, gerek cismani kuvvetlerde, gerekse ruhani kuvvetlerde başkalarına benzemezler. Dış ve iç duyguları gibi idrak güçleri, görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyuları; hafıza ve zeka gibi zihinsel güçleri, akli ve ruhi güçleri, yalnızca derece bakımından değil, nitelik bakımından da diğer insanlardan farklı bir mükemmelliğe ve varılabilecek en yüksek düzeye sahiptir. Mesela uzakları görmekle kalmazlar, arkadan ve perde gerisinden de görebilirler. Başkalarının işitmediğini işitir, duyamadığını duyar, tadamadığını tadarlar. Şifa-i Şerif’tede genişçe açıklandığı gibi Peygamber -sallahü aleyhi vesellem- Efendimizin cismani ve ruhani kuvvet melekeleri ne kadar yüksekti.”[4] diyen alimlere mi, yoksa bütün bu alimleri ve ittifakla naklettiklerini hiçe sayan reformcu çağdaş naylon müctehid taslaklarını mı dikkate almalıyız.

Vallahi yakınlarıma hep şunu söylüyorum: Y.Nuri gibileri seyredeceğinize, müzikle uğraşmanız daha evladır..Zira ilki itikadını bozup, dinden eder, ikincisi belki yalnızca günahkar eder! Durum bu kadar vahimdir. Peygamber varisi gerçek alim mürşid-i kamil zatlarda bu varisliklerinden ve peygamber veresesinden nasiplerini alırlar.Öyleyse günümüzde bile peygamber varisi evliyaya dikkat!

"onlar kim biz kim! " dedirtmek ve hayret ıslıkları çaldırmak için oluşturulur...Yani Peygamberden insani yapı olarak, aslında hiçbir farklı yanımız yok demeye getiriyor.Hani şu ''onlar adamsa bizde adamız ''meşhur söylemleri gibi!..Onun örnekliği iki ayaklı Kur'an oluşundan gelir. Şu bedbah ve edep dışı tanıma bakın! Ne diyelim, çağımzın kitap yüklü iki ayaklı merkeplerinden olmaktan Allah'a sığınmalı.

Kainatın Fahrini -sallahü aleyhi vesellemi- kaba bir tanımlamaya, tozuna kurban olacağımız mübarek varlıklarını bu şekilde tasvir etmek edebe uygun düşer mi?.Oysa ehl-i sünnet ve cemaat önderleri Ol Rasulü taşımak şerefindeki binitlerine dahi (katır) demeyip, ester dediler, binitlerinin bile Allahresulünce verilmiş isimleri vardı.Kaba softaların kaba dili o Allahın boyası ile boyanmış aynaya zaten iz düşürmez!

Onunla ilgili söylenenler gerçek de olabilir..(!)Önce mübarek Önderimiz-sallahü aleyhi vesellemı- yukarıdaki cümlelerle ifade et, şüphe tohumlarını ek, sonra da onunla ilgili söylenenler gerçek de olabilir diyeceksin! İlmine mağrur şeytan kıssasını bir anlayabilseydik !

Verilmek istenen insan tipi... hayranlık duyulmak için oldukça aşkınlaştırılmış insanüstü bir peygamber tipi çizmekteler.. Şimdi bu cümleyi bir daha ele alalım. İslamoğlunun başka bir cümlesini buraya taşıyalım : “ Tek kişilik bir ordu, tek kişilik bir ümmettir, göklerin kendine dar geldiği kartaldır.” Peh peh peh..! İslamoğlu bu hayranlık uyandıracak, aşkınlaştırılmış kelimeleri başka bir yerde kullandığını unutmuşa benzer. Biz kendisine hatırlatalım. Yukarıdaki bu cümleleri mason Cemaleddin Efgani için kullanmıştır. [5] Allah Resulüne -sallahü aleyhi vesellem- çok gördüğü meth-ü sena içeren cümleleri bir mason için kullanmaktan çekinmemiştir!

Ey reformcular!Siz peygamberlik sanatlardan bir sanattır diyen, mezhepsiz ve mason birini göklerin kendine dar geldiği bir kartal olarak anarken, fena yakayı ele verdiniz. Kişi sevdiği ile beraberdir. Biz Hazreti Peygamberi, arkadaşlarını, aşıklarını övmeye devam edeceğiz. Siz de masonları övün. Er yarın Hak divanında belli olacak !

Tarikat meselesinde, batıl tarikatleri asli tasavvufa örnek göstermesi ve hak tarikatlerden misaller getirmemesi (sh: 100), kelam ilmini faraziye olarak nitelemesi, (sh:45 ); Hz.Osman (RA) efendimize yapılan iftiraları ayrıntılı gözler önüne güya tarafsız ve savunmadan vermesi (!) (sh: 38-39 dip notları ); aşere-i mübeşşere'nin sayısı, İmanın ve İslam'ın şartının kaç oluşuna kadar, herşeyi yeniden tesbit etme ve geçmiş ehl-i sünnet müctehidlerini, alimlerini yetersiz gösterme eğilimleri gibi hiç de üzerine vazife olmayan ihtilaflardan, yeni ihtilafları doğurmuş !

Bu kitabı da satır satır ele alsak, yazacak çok şeyimiz olurdu elbet. Lakin bu memleketimizin ehl-i sünnet alimlerinin, hocalarının (erbabının ) yapmak zorunda oldukları bir iş. Eskiden icazetli ulema, ilmi yayınları titizlikle takip edip, gerekli gördükleri zaman tenkid yazıları yazarak; ümmete duyururlardı. Günümüzde yamuk ve sapık fikirli kitaplar, her türlü kontrolden uzak, boş meydanda at oynatmaktadır. Hiç kimse rahatını bozmak istemiyor. Ahmed Davudoğlu ve Necip Fazıl merhumdan sonra bu vadide bir Ebubekir Sifil hocamız birde M.Şevket Eygi kaldı. Şer'i konularda hassas kalemlere ne kadar çok ihtiyacımız var !

Yazarın yazdıklarına ve iddialarınına ne derece güvenilebileceğinin en güzel ve ilmi ispatı ebubekirsifil.com’daki makaleleri ile Dr.Ebubekir Sifil tarafından uyanmak isteyen gözlere sunulmuştur.

Söz gelimi ‘’Yılan Hikayesi’’ adlı 11 .01.2003 tarihli makalede, Ebubekir Sifil hocamız, o bilinen mutedil ılımlı ve nazik ama son derece ilmi üslubuyla, İslamoğlu’nun kolayca kaynaklarda bulabileceği halde CD lerle yetinerek, tarihi bir olayı, kafasına yatmadığı için nasıl yok sayarak; okuyucuyu yanılttığını ispat etmiştir.


İslamoğlu’nun, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ile Hz.Ebubekir radıyallahu anh efendimizin hicret zamanı mağaradaki akrep yılan tehlikesine karşı delikleri kapatma hadisesi için Üç Mu…(sav) isimli kitabında (17-9) bu "hikâye"yi Hadis CD'lerinde bulamadığını söylüyor ve düştüğü dipnotta merhum M. Asım Köksal'ın bu olaya "değil sahih, uydurma kaynaklarda dahi rastlamadığını" söylediğini, Muhammed Hamidullah'tan da konuyla ilgili tatmin edici cevap alamadığını belirtiyor.Oysa Asım Köksal hoca İslam Tarihi'nde (V, 156) bu olayı zikretmiş ve el-Beyhakî, es-Süheylî, İbnu'l-Cevzî, ez-Zehebî ve İbn Kesîr'i referans göstermiş. İşbu "yılan hikâyesi"ni el-Beyhakî Delâilu'n-Nübüvve'de (II, 477) senediyle vermiştir. es-Suyûtî'nin ed-Dürrü'l-Mensûr'da (9/et-Tevbe, 40 ayetinin tefsirinde) belirttiğine göre İbn Asâkir de bu hadiseyi nakledenler arasındadır.


Yine, Ebubekir Sifil hocamız, ''Anlama Problemi’nden müşteki bir yazara hatırlatmalar '' başlığı altında (8.01.2003) 10 gün Milli Gazete ve sonra sitesinde bulabileceğiniz makaleler ile açıkça söylemek gerekirse, İslamoğlu’nun ''ilmi emanete'' nasılda sadık kalmadığını, kitabını alelcele yazdığını yine ispat etmiştir.


Söz gelimi arapça fillerde bile İslamoğlu’nun anlama problemine şu örneğe rastlarız: ''İslamoğlu'nun, "celede" fiilinin meçhul formu olan "culide" kelimesine "derisi yüzülür" anlamını hangi lugattan onay alarak giydirdiği!’’ Buna benzer culide’nin , duribe olması gerekliliği'' gibi örneklemeler İslamoğlu’nun yazdıklarına nasıl güveneceğiz sorusunu sormamızı gerektirmeketedir.

Yazarın kabir azabını bile inanılması zorunlu imani meselelerden saymadığını, Ebubekir hocanın bahsi geçen seri yazıları içinde görmek mümkündür. İlmim olsaydı, Muhterem Ebubekir Sifil hocanın tilmizi olaraki her makalesini halkın daha iyi anlaması için uzunca açıklamalı örneklerle şerh ederdim. İnşallah bunu yapan birileri de çıkar. Yazı oldukça uzun oldu. Ebubekir hoca mezkur yazı serisini aşağıdaki makalesi ile neticelendirmiş:


NETİCE-İ KELAM / Ebubekir Sifil / Milli Gazete - 13 Mart 2003

Mustafa İslamoğlu'nun Üç Muhammed adlı çalışması ile ilgili olarak bu köşede zikrettiğim hususlar, mezkûr kitapta göze çarpan anlama problemlerinin sadece bir kısmını oluşturuyor. Dile getirdiğim hususların maksadın husulüne kâfi olduğu düşüncesiyle bu konuyu burada noktalıyorum.
"Anlama problemi" nitelemesiyle burada –bana ayrılan bu sütunun kısıtlı çerçevesi sebebiyle– on yazı halinde gündeme getirdiğim hususları şöylece 4 grupta toplamak mümkün:

1. Tahkik eksikliğine dayanan yanlışlar. Geçen yazılarda bu konuyla ilgili –İslamoğlu'nun kullandığı nüshalardaki baskı hatalarından kaynaklanan– 2 örnek gördük: el-Kunye'nin el-Kabiyye ve Ebûh'un Eyyûh okunması. Hz. Peygamber (s.a.v)'in büyük abdestini yerin yutmasıyla ilgili rivayetin –uydurma hadisleri toplayanlar da dahil– hiçbir kaynakta yer almadığını söylemesi de (Üç Muhammed, 93) burada zikredilmeli. (Bu rivayeti nakledenler için es-Süyûtî'nin Menâhilu's-Safâ'sına bakılabilir.)
2. Kasdın yanlış anlaşıldığı yerler. İbnu'l-Mübârek, İbn Teymiyye, el-Heysemî, ez-Zerkeşî, el-Aclûnî...den aktarılan ifadelerdeki çeviri hataları ile hadislerin miktarı hakkındaki yorum vb.
3. Müellifin tavrının çarpıtıldığı yerler. Kadı Iyâd'ın, Hz. Peygamber (s.a.v)'in beşerliği, büyük ve küçük abdestinin hükmü, "rü'yet", "dünüvv"... gibi konulardaki tavrının yanlış aktarılması vb.
4. Kaynaklara vukufiyet azlığından doğan hatalar. Mecmau'z-Zevâid'in "rivayet adına eline geçen her şeyi içine alan" bir eser olarak nitelendirilmesi, el-Buhârî'nin, Sahîh'ine almadığı rivayetleri sahih kabul etmediğinin (Üç Muhammed, 92) söylenmesi vb.

Bu yazılardan maksadımın bir "Üç Muhammed tanıtım ve eleştirisi" olmadığını baştan belirtmiş ve böyle bir ameliyenin teknik olarak bu köşede gerçekleştirilmesinin mümkün ve doğru olmadığını söylemiştim. Dolayısıyla yazdıklarımın bu çerçeveyi aşacak bir alana taşınarak değerlendirilmesi –en azından benim maksadımla örtüşmeyeceği için– yanlış olur. Bu sebeple on yazı boyunca gündeme getirdiğim hususlarla ilgili olarak Üç Muhammed'in tamamını ilzam edici genellemeler yapmaktan kaçınmaya gösterdiğim özen dikkatli okuyucuların gözünden kaçmamıştır.
"Yazmak", düşüncenin kalıcılaştırılmasını temin eden en önemli unsur olmakla, yazan için son derece önemli bir riski de beraberinde taşır. Eğer yazdıklarınız meyanında şu veya bu şekilde birtakım yanlışları da kalıcılaştırmışsanız, daha sonra yapacağınız düzeltmenin, o yanlışın doğurduğu sonuçları tamamen ortadan kaldıracağından hiçbir zaman emin olamazsınız. Bu, konuyla ilgili istisnasız herkesin, hepimizin ortak problemidir.
Bu "hatırlatmalar"a vereceği tepkinin tarz ve tonu, hatta tepki verip vermeyeceğinin kararı tabii ki İslamoğlu'nun belirlemesindedir. Baştan da söylediğim gibi ben sadece ilmî ve vicdanî bir sorumluluğun gereğini yerine getirmeye çalıştım. Ötesi İslamoğlu'nun sorumluluk anlayışına kalıyor... ’’ (makale burada bitti)

________________________________________________________

MUSTAFA İSLAMOĞLU'NUN BABASININ ALİ EREN'E YAZDIĞI MEKTUP

“Muhterem Ali Eren Beyefendi!..

Selamlar, sevgiler, dualar, hürmetler...

Allah, hidayet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu’na köşenizde verdiğiniz, “Kur’an–ı Kerim’e el sürme” mevzuunda, alimane, arifane, vakıfane cevabınızdan dolayı sizi canı gönülden tebrik eder ve halisane şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve dualarımla...

Aciz Ahmed İslamoğlu. Mütekait (emekli) imam–hatip ve fahri vaiz. Develi / Kayseri.

Not: “Muhterem Hocam (Ali Eren)!... Mustafa’nın dâl ve mudılliği, baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salahına dua etmekteyiz. Sizlerden de ıslahına dua istirham etmekteyiz. İcap ederse, bu kısa tebrik ve teşekkürnamemi köşenizde dipnot alarak neşredersiniz... Milyonları ifsat ve idlal etmesin... Cevabınız, fakiri pek memnun ve mesrur etti. Hak razı olsun...”
“Vaiz Babanın Teşekkür ve Üzüntüsü” Ali Eren / Yeni Mesaj,21.10.2000
Not: dâl = sapık mudıl = saptırıcı idlal etmek = saptırmak, yoldan çıkarmak.

[1] Furkan Dergisi, sayı: 26. yıl : 1997
[2] M.İslamoğlu, İman Risalesi sh: 281 vd.
[3] Mesnevi, Gölpınarlı c.VI, sh: 89,
[4] M.Hamdi Yazır, Hak Dini, Kur’an Dili, II/1090 vd.
[5] M.İslamoğlu, “Anadolu”, Denge yay. C.2, sh: 152,285,298,299,300,303