31 Temmuz 2011 Pazar

Bu Ramazan hepimiz Afrikalıyız / Dr.Ebubekir Sifil

Rahmet iklimine adım attığımız şu günlerde gönüllerde ayrı bir heyecan, ruhlarda ayrı bir sekinet var. Ramazan'ın mü'min yüreklere "coşku" ve "rikkat" olarak yansımasından daha tabii ne olabilir?.. Bunu ancak iman edenler bilir ve yaşar...

Bu Ramazan yazın en sıcak günlerinde misafirimiz oluyor. Yüce Rabbin lutfettiği bolluk ve bereket içindeyken, -dürüst olalım- aklımızın ucundan "bu Ramazan biraz çetin geçecek" diye geçmiyor değil hani...

Ne de olsa insanız. Zaaflarımız var. Hava çok sıcak ve günler uzun...

Sıcak havalarda oruç tutmak yerine fidye vermeyi aklından geçirenler, Hz. Abbâs (r.a)'ın, ilerlemiş yaşına rağmen Arabistan'ın dayanılmaz sıcağında biraz olsun serinlemek için Ramazan'da bir leğene su doldurup içinde oturduğunu hatırlamalı.

İbadetlerimizin iki yönü var: Sorumluluktan kurtulmak ve sevabına/faziletine nail olmak. Biraz sıkılmayla -sağlığını tehlikeye atmamak şartıyla- oruç tutabilecek durumda olanlar hemen fidye vermeyi düşünmemeli. Belki fidye bizi oruç sorumluluğunda kurtarır; ama oruç tutmanın sevap ve faziletini kesinlikle temin etmez...

Afrika bu yaz büyük bir sıkıntıyla, çetin bir imtihanla yüz yüze. Milyonlarca insan kavurucu sıcakta bir lokma yiyecek bulma umuduyla kilometrelerce yol yürüyor. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, hastalananlar, hayatını kaybedenler...

Yeryüzünün mazlumları onlar. Ve bizim onları, dünyanın kanını emerek semirenlerin insafına terk etmek gibi bir lüksümüz yok. Onlar bizim kardeşlerimiz. Hatta aralarında gayrimüslimler olsa bile onlardan elimizi çekemeyiz. Mazlumun elinden tutmak ancak mü'minlerin şiarıdır.

Biz oralara bigâne kalırsak bunun iki türlü bedeli olur:

Birincisi onların yaşadığı açlığa duyarsız kalmak ağır bir vebaldir. Onlar açken bizim mükellef iftar ve sahur sofralarında tıka basa yememizin izah edilebilir bir yanı olamaz.

İkincisi, oralarda bizim yokluğumuzun oluşturacağı boşluğu, başta misyoner örgütleri olmak üzere "başkaları" güle-oynaya dolduracaktır. Bu da bize katmerli bir vebal olarak yansıyacaktır.

Tam sırasıdır... Gelin bu Ramazanı farklı yaşayalım. Afrika'ya el uzatma çağrısı yapanlara, özellikle de STK'lara kulak verelim, el verelim, destek verelim. Bu hassasiyet dalga dalga büyüsün.

Kara kıtanın kara derili insanlarının bahtı da kara olmasın. Kurban ve sair organizasyonlarla oralara gidenlerin anlattığı öyküleri dinlediğinizde içiniz acıyor. Müslümanların sahnede olmadığı bir dünyanın ne hale gelebileceğini o öyküler canlı biçimde anlatıyor. Ve Müslümanlar iradeli davrandığında nelerin yapılabileceğini de...

Şimdiden Ramazan'ınız mübarek olsun. Bu mübarek iklim Gazze'de, Suriye'de, Mısır'da, Afganistan'da... yaşanan dramları hayra kalbetsin. "Yeryüzünün başka bir yeryüzü" olacağı günlere...

(Milli Gazete)

21 Temmuz 2011 Perşembe

Kusurlu Mal Albânî / M.Şevket Eygi

Sayın dostumuz, Uyarı ve eleştiri nâmenizi aldım, teşekkür ederim.

Nâsirüddin el-Albânî için "Zamanımızın en büyük muhaddisi, hattâ muhaddislerin imamı, hâtemü'l-muhaddisîn, hadîs konusunda en büyük otorite..." gibi övgülerde bulunuyorsunuz ve dört mezhebe uymayan inanç, fikir ve görüşlerinizi bu merdut (reddedilmiş) zata dayandırıyorsunuz.

Muhterem beyefendi!..

İslam fıkhında bir kural vardır:

Bir tâcir, kusuru olan bir malı satarken, o kusuru müşteriye söylemezse kazancı haram olur, günaha girmiş olur, müşterisini aldatmış olur.

İslam istikameti (doğruluğu, dürüstlüğü) esas kabul etmiştir.

İlmî görüşlerin açıklanması da, mecâzî mânada bir tür satışa benzetilebilir. Binaenaleyh bazı bilgilerin ve bilginlerin kusurları varsa onların muhatabı mutlaka insaflı ve adaletli bir şekilde beyan edilmesi gerekir.

Siz Albânî için:

*Zamanımızın en büyük muhaddisi,

*Muhaddislerin imamı,

*Hâtemü'l-muhaddisîn,

*Hadîs konusunda en büyük otorite...

Gibi övgülerde bulunurken, "malınızın" kusurları hakkında tek kelime sarf etmiyorsunuz.

Böylece "müşterilerinizi" (okuyucularınızı) aldatmış oluyorsunuz.

Siz taqiyye ve kitman yapmayı farz kabul eden, "taqiyye bizim dinimizdir, taqiyyeyi terk eden namazı terk etmiş gibi olur, taqiyyesi olmayanın dini de yoktur..." diyen mezhebe mensup olsaydınız, bir şey demeyecektim. Lakin siz Ehl-i Sünnet din kültürü dairesi içinde bulunan bir kimsesiniz ve Albânî konusunda taqiyye yapmanız, yâni Ehl-i Sünnet ulemasının ve muhaddislerinin ona yöneltmiş oldukları (Bazısı birkaç cilt) tenkitlerden hiç bahs etmemeniz doğrusu son derece esef vericidir.

Albânî Vehhabîlerin, kendilerine Selefî diyen bazı gulüvve sapmışların, dinde reformcuların, Ehl-i Sünnet muarızlarının imamıdır ama kesinlikle Ehl-i Sünnetin imamı değildir.

Albânî kimdir, özellikleri nelerdir? Madde madde sıralıyorum:

1. Günümüz Vehhabî ve Selefîleri içinde en önde gelen bid'atçi ve reformcudur.

2. Otodidakttir. Hocalardan ilim öğrenmemiş, icazet almamıştır. Bir insan kendi kendine kitap okuyarak uçak mühendisi, kalp ameliyatı yapan operatör doktor, ağır ceza hakimi olabilir mi? Olamaz. İşte Albanî'nin muhaddisliği de böyle kendinden menkul bir muhaddisliktir.

3. Asıl mesleği saatçiliktir.

4. Büyük Ehl-i Sünnet alimlerine, imamlarına ağır ve galiz şekilde saldırarak meşhur olmuştur.

5. Tasavvuf ve tarikat evliyasına ve ehline aşırı saygısızdır, onlara karşı düşmanca ve son derece agresif bir üslupla saldırmıştır.

6. O kadar aşırıdır ki, Suudî Arabistan'dan hudut harici edilmiş, Amman'da ev hapsinde 1999'da ölmüştür.

7. Bazı kitap tüccarlarının ve eğitimsiz bir kısım Müslümanın tercih ettiği bir yazardır.

6. İmamdır ama Ehl-i Sünnetin imamlarından değil, Vehhabî ve Selefîlerin imamıdır.

7. Ulemanın icmâına aykırı bozuk ictihadlarından biri kadınların altın süs eşyası takmalarının haram olduğu iddiasıdır.

8. Diğer bir bozuk ictihadı: Ticaretten kazanılan paranın zekâta tâbi olmadığı iddiasıdır.

9. Kendi kafasına (re'y ve hevasına göre) cumartesi günleri oruç tutmayı kesin olarak yasaklamaktadır.

10. Üç mescid dışındaki diğer mescidlerde itikaf yapmayı yasaklamaktadır.

11. Müslümanların selef imamlarını (mesela dört mezheb imamını) taklid edeceklerine kendisini taklid etmelerini istemektedir.

12. Kasden terk edilen namazların kazâ edilmesini yasaklamaktadır.

13. Hayızlı kadının ve cünübün Kur'an-ı Kerimi okumasının, tutmasının ve taşımasının caiz olduğunu iddia etmektedir.

14. Resulullah'ın (Salat ve selam olsun ona) kabrinin Mescid-i Nebevî içinde bulunmasının Medîne'deki bid'atlerden biri olduğunu tekrar tekrar iddia etmektedir.

15. Peygamberimizin kabrini ziyaret etmek ve ondan şefaat istemek maksadıyla seyahat edenin yanılmış bir bid'atçi olduğunu iddia etmektedir.

16. Zikrullah yapmak için elinde tesbih bulundurmayı bid'atçilik olarak vasıflandırmaktadır.

17. Allahü Teala için Arş'ın üzerinde el-mekân el-ademî diye bir yer olduğunu iddia etmektedir.

18. Tamâmü'l-minne adlı kitabında istimnânın (mastürbasyonun) orucu bozmadığını iddia etmektedir.

19. Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buharî'nin "düzeltilmiş" baskılarını yayınlamış, ve bunlara "muhtasar" (kısaltılmış) ismini vererek hileli bir yol izlemiştir.

20. Albanî et-Tevessül adlı kitabında Mu'tezile mezhebini takliden, tevessül ve teşeffuyu haram olarak kabul etmekte ve bunun şirke denk olduğunu söylemektedir.

21. Ehl-i Sünnet tasavvufçuların İslam dışı olduklarını, şirke ve küfre düştüklerini iddia etmektedir.

22. Ehl-i Sünnetin itikatta iki imamı olan İmamı Eş'arî'ye ve İmamı Mâturidî'ye son derece muhaliftir, onları bid'atçi kabul etmektedir.

23. En az beş kitabında Medîne-i Münevvere Mescid-i Nebevî'deki Kubbe-i Hadra'nın (Peygamberimizin türbesinin) yıkılmasını, kabrinin mescid dışına çıkarılmasını istemektedir.

24. Bayram günlerinde akrabaları, komşuları ve arkadaşları ziyaret etmenin bid'at olduğunu söylemektedir.

25. Dârü'l-harb olduğu gerekçesiyle Müslümanların Filistin'i terk etmeleri ve Siyonist Yahudilere bırakmaları gerektiği yönünde fetva vermiştir. (Feteva, s. 18)

26. Teravih namazının 11 rekattan fazla kılınmasını yasaklamaktadır.

27. Cuma namazından önce dört rekat sünnet namazı kılmanın bid'at olduğunu iddia etmektedir.

28. Ehl-i sünnet alimlerine cahiller, bid'atçiler, hattâ bazen eşkıya diyerek hakaret etmektedir. Bu konuda Ehl-i Sünnet âlimi Şeyh Hasan Ali el-Sakkaf tarafından derlenmiş "Albânî'nin Ümmet'in âlimlerine karşı sarf ettiği hakaretlerin ve tiksindirici ifadelerin sözlüğü" adlı bir kitabı bulunmaktadır.

29. Peygamber Efendimizi öven "Kaside-i Bürde"yi okuyan Müslümanlara ahmak diyerek hakaret etmektedir.

Gelelim Ehl-i Sünnet ulema ve fukahasının bu bid'atçi zata karşı yazdıkları reddiyelere:

1. Hindistanlı muhaddis Habiburrahman el-Azami'nin dört ciltlik "el-Albanî Şuzuzuhü ve ahtauh"u.

2. Suriyeli âlim Muhammed Said Ramazan el-Bûtî'nin iki reddiye kitabı vardır. (a) Mezhebsizlik Şeriatı tehdit eden en tehlikeli bid'attir. (b) Selefin yolu mübarek ve tarihî bir çığırdı, İslamî bir mezheb değildi.

3. Faslı muhaddis Abdullah ibn Muhammed ibn Sıddîk el-Gummarî'nin Albanî'ye dört reddiyesi vardır.

4. Suriyeli hadîs alimi Abdulfettah Ebû Gudde'nin Albanî'ye ve arkadaşı zuheyr eş-Şeviş'e reddiyesi.

5. Mısırlı hadîs alimi Muhammed Avvame'nin "Âdabü'l-İhtilaf" adlı kitabı.

6. Mısırlı hadîs âlimi Mahmud Said Memduh'un iki reddiyesi.

7. Arabistanlı hadîs alimi İsmail ibn Muhammed el-Ensar'ın üç reddiyesi.

8. Suriyeli âlim Bedreddin Hasan Diab'ın reddiyesi.

9. Dubai Diyanet reisi İsa ibn Abdullah ibn Mani' el-Himyerî'nin iki konudaki reddiyesi.

10. Birleşik Arab Emirlikleri Diyanet İşleri Başkanı Şeyh Muhammed ibn Ahmad el-Hazrecî'nin "Albanî'nin aşırılıkları" başlıklı makalesi.

11. Suriyeli âlim Semir İslambulî'nin el-ahad, el-icmâ, en-nesh adlı yazısı.

12. Ürdünlü âlim Es'ad Selim Tayyim'in, Albanî'nin yaptığı bazı hataları teşhir eden yazısı.

13. Ürdünlü âlim Hasan Ali Sakkaf'ın sekiz kitabı.

Evet muhterem beyefendi... Siz Albanî malınızı göklere çıkartıyorsunuz ama onun kusurlarından hiç mi hiç bahs etmiyorsunuz.

Ehl-i Sünnet ulemasının aleyhinde bunca ilmî tenkit ve düzeltme kitabı yazdığı böyle bir kişiye siz nasıl zamanımızın hadîs imamı diyebiliyorsunuz?

Bu yazımdaki bilgileri halk bilmez. Siz "malınızın" kusurunu söylememekle Müslümanları aldatmış olmuyor musunuz?

Beyefendi!.. Müslüman âdil ve insaflı olmaya mecburdur. Kur'an, Sünnet bizi âdil olmaya çağırıyor.

Siz "Albanî benim gözümde imamdır ama onun aleyhinde de bunca ilmî tenkit kitabı yazılmıştır" demek zorundasınız.

Albanî gibi bir bid'atçiyi ve saygısızı muhaddislerin imamı olarak göstermenin bir vebali olsa gerek.

Selam ve saygılarımla...

(Milli Gazete )

17 Temmuz 2011 Pazar

Coca Cola içmenin hükmü

İhtilaflı meseleler ve kardeşlik hukuku / Dr.Ebubekir Sifil

Soru: Coca Cola haram diye bir fetva vermişsiniz, Hüseyin Avni Hoca, Mehmet Talu Hoca vs.'nin de aynı fetvayı verdiklerini biliyoruz. Bu konuda Diyobend alimlerinin de fetvaları var. Büyük Müfti İbrahim Desai ve başka Diyobendilerin fetvalarında görüyoruz ki, onlar Coca Cola haram değildir diyorlar. Alkol olsa bile, Siyonizme yardım etse bile, bu fıkhî açıdan Cola'yı haram etmiyor onlara göre. Hem Darul Ulum Diyobend'de Coca Cola'nın içildiğini gördük. İngiltre'de Darul Ulum'da okumuş alimler, büyük müftilerin Coca Cola içtiğini ve içilmesine helal dediklerini söyledi. Bu olsa olsa ihtilaf konusu değil mi? Diyobend'in Fıkıhda ne kadar güçlü olduğunu biliyoruz. Bazıları (bunu söylediğimiz için) bizim Peygambere ihanet ettiğimizi söylüyorlar; Coca Cola içtiğimiz zaman İslam'a hain olarak nitelendiriyorlar.

Cevap

Cola meselesine iki açıdan yaklaşmıştım:

1. Kola'ya (ve daha genelde gazlı içeceklere) çözücü olarak katılan alkolün, bu işlemden sonra mahiyet değiştirip değiştirmediği; başka bir maddeye dönüşüp dönüşmediği. Eğer bu işlemden sonra alkol tepkimeye girip alkol olmaktan çıkıp bir başka maddeye dönüşüyorsa kola (ya da söz konusu hangi içecek ise o) haram olmaz.

Kola'ya katılan alkol -çok düşük oranda da olsa- "alkol" olma özelliğini kaybetmeden varlığını sürdürüyorsa, çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır" ilkesi gereği kolanın içilmesinin haram olduğunu söylememiz gerekir. Bu durumda "Bir kimse litrelerce kola içse bile yine sarhoş olmaz; dolayısıyla içindeki az miktar alkol sebebiyle kolanın haram olduğunu söylemek doğru değildir" denemez. Çünkü burada dolaylı da olsa "az miktardaki alkolün içilmesinin haram olmadığı" söylenmiş olmaktadır. Allahu a'lem burada doğru olan, içeceğin fiilen "en fazla ne kadar içilebildiğini" değil, ilkesel olarak "çok miktarda içilmesi halinde sarhoş edip etmeyeceği"ni esas almaktır.

2. Diyelim ki içeceğe çözücü olarak katılan alkol, girdiği tepkime sonucu özelliğini kaybediyor ve alkol olmaktan çıkıyor. Bu durumda o içeceğin "li aynihhî" (sırf kola, gazoz vs. olduğu için) haram olduğu söylenemez.

Bu noktada geriye belli bir kola markasının İsrail'e yardım ettiği gerekçesiyle haram olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği sorusunun cevabı kalıyor.

Mukaddes beldede fiili bir savaş yürüten, varlığını işgal ve teröre borçlu olan ve hatta hayatı işgal ve terör üzerine bina etmiş olan terörist İsrail devletine yardım eden firmaların ürünlerini satın almanın, oradaki işgal, terör ve insanlık dışı uygulamalara destek vermek anlamına geleceği, ayrıca delillendirilmeye ihtiyaç göstermeyecek kadar açık bir meseledir. Hiçbir aklı başında Müslüman böyle hassas bir meselede "Ben verdiğim paranın nereye gittiğine bakmam; satın aldığım maddenin "li aynihî haram olup olmadığına bakarım" de aymazlığına düşeceğini sanmıyorum.

Dolayısıyla Diyobend ulemasından nakledilen fetva şayet doğruysa, yaüni onlar gerçekten öyle bir fetva veriyorsa, şu noktaların açıklığa kavuşturulması lazım:

1. Diyobend uleması Coca Cola'nın İsrail'e yardım eden bir firma olmadığı şeklinde bir bilgiye mi sahiptir?

2. Eğer onlar da bu firmanın İsrail'e yardım ettiğini kabul ediyorsa, o zaman fetvayı sadece tüketilen maddenin "li aynihî" haram olup olmadığı noktasına bakarak ve İsrail'le ilişkisinden sarf-ı nazar ederek mi veriyorlar?

Bu iki nokta aydınlatılabilirse Diyobend fetvası üzerinde daha rahat konuşabiliriz.

Ala külli hal, şu anda bu mesele üzerinde ihtilaf edildiği açık. Böyle durumlarda mü'minlerin, birbirlerine karşı gözetmeleri gereken hukuku ihlal edecek davranışlardan uzak durması gerekir.

Yıllar önce "Mezhep Meselesi ve Fıkhî İhtilaflar" adıyla bir kitap tercüme etmiştim. Şu anda mevcutu tükenmiş olan bu kitapta müellifin (Ebu'l-Feth el-Beyânûnî), yer verdiği bir bölüm konumuz açısından gerçekten önemli. İhtilaflı meselelerde mezhep imamlarımızın ve ulemamızın nasıl davrandığını ve bize ne tavsiye ettiğini izah eden bu bölüm, en az fıkhî ihtilafların sebep ve mahiyeti kadar önemli.

İnşaallah RıhleKitap yayını olarak Ramazan'da yeni baskısı okuyucuya arz edilmiş olacak. Meselenin oradan okunmasını tavsiye ediyorum.

3 Temmuz 2011 Pazar

Moderniteye direnmek / Dr.Ebubekir Sifil

Modernite deyince aklımıza öncelikle hayatın görünen yüzünün gelmesi karşı karşıya bulunduğumuz problemin ciddiyetini gösteriyor. Modernite-İslam ilişkisi bağlamında tartıştığımız meselelerin birkaç "kışkırtıcı" başlığa inhisar etmesi de aldatıcı noktalardan biri şüphesiz. Oysa bunlar sonuç. Sebebe inmedikçe meseleyi -en azından zihnimizde- çözme şansına sahip olmamız mümkün değil.

Müslümanlar olarak -mesela- modernitenin kurguladığı "üretim-tüketim ilişkileri" hakkındaki düşüncemiz nedir? İslam, üretimin ve tüketimin hangi esaslar dahilinde olmasını öngörür ve biz, fiilen yaşamakla bir cüz'ünü oluşturduğumuz modern üretim-tüketim ilişkileri bütünü içinde İslam'ın öngördüğü modeli zihnen kabul edebilecek durumda mıyız?

İslam, üretimin ihtiyaçlar kadar olmasını öngörür. İhtiyaçtan fazlasını üretmek birkaç açıdan mahzurludur. İhtiyaçtan fazla üretecek olursanız;

1. Hammaddeyi gereğinden fazla tüketmeden bunu yapamazsınız. Hammaddenin israfı tabiatın/çevrenin tahribi anlamına gelir. Dolayısıyla ihtiyaç fazlası üretim, bize "emanet" olarak verilmiş tabiatın tahribini intaç eder.

2. İhtiyaç fazlası üretimin kâra dönüşmesi, ancak toplumda yapay ihtiyaçlar oluşturmakla mümkündür. Burada da "israf" söz konusudur.

3. İhtiyaç fazlası üretimi esas alan ekonomi anlayışı, kaçınılmaz olarak acımasız bir "rekabet" ortamını doğurur. Modern ekonomik sistemde var olabilmenin olmazsa olmazlarından birisi "durmadan büyümek"tir. Belli bir seviyede durmak, bu sistemde yok olmakla eş anlamlıdır. Dolayısıyla büyümek için her ne lazımsa onu yapmak zorunda kalan işletmeler, ahlakî ilkeleri de, hukukî ilkeleri de buna göre düşünüp tesbit etmek zorundadır. (Modernitenin temelinin ekonomiye dayandığı gerçeğini hatırlayalım.) Kimse doğruluğuna kani olmadığı bir şeyi yapmaz. En azından devamlı olarak yapmaz. Başlangıçta yaptığı şeyin doğru olmadığını düşünse bile, onu yapmaya devam ettiğinde, -yaşadığı gibi inanmanın kaçınılmaz sonucu olarak- "kabul ettiklerinin" değil, "yaptıklarının" doğru olduğunu söylemeye başlayacaktır insanlar.

Hormonlu yiyecekler gibi durmadan sağlıksız bir şekilde büyüyen metropol şehirlerde yaşamaya, işlem görmüş, katkı maddesi eklenmiş, raf ömrü uzatılmış gıdalar tüketmeye, evlerimizi ve çevremizi kuşatmış bulunan cihazlara itiraz etmeye, bunu en azından zihnen yapmaya hazır olup olmadığımız meselesinin modern çağda İslam'ın doğru algılanıp doğru yaşanmasıyla doğrudan ilişkisi var.

Bunlar olmadan yaşayamayacağımız düşüncesine sahipseniz, bunun da size modernitenin hediyesi olduğunu acilen fark etmek durumundasınız...

Bütün bunlar insanın nefsî arzularına ve hevasına hitap eden, onu köpürten bir hayat tarzının ifadesi. Dolayısıyla modern hayat tarzının en temelde insanın nefsî hevası üzerine kurulu olduğunu söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır.

Şimdi başa dönüp soralım: Müslümanca bir hayat için moderniteye ruh veren teori ve pratiklerle zihnen hesaplaşmaya hazır mıyız?