30 Nisan 2009 Perşembe

Mustafa İslamoğlu'nun meali..!

Muhterem Dr.Ebubekir Sifil hoca'nın ''Operasyonel Meal Yazıcılığı ya da Meal Üzerinden Din Tasavvuru İnşası '' başlıklı RIHLE dergisindeki ve Darül Hikme'de ençok okunan yazısı üzerinde ne kadar durulsa azdır.

Altı çizilecek çok önemli noktalar var.Sifil hocayı bir tek makalesinin sonunda: ''Kendisine din kardeşi olarak yapabileceğim tavsiye şu: '' cümlesi sebebiyle haddim olmayarak eleştiriyorum demiyeyim de, bir tek bu cümlesine katılmıyorum diyeyim..Zira yazıyı baştan sona dikkatlice okuduğunuzda ortada din tahripçisi ve eskilerin zındık yada mülhid diye niteleyeceği korkunç cürümlerin sahibi; sıradışı olmak için ehl-i sünnet ve cemaatim muazzez caddesinden ayrılmakta hiçbir beis görmeyen ve yine Ebubekir hocanın tabiri ile ''Burada gördüğümüz "gerekçe"yi İslamoğlu'nun "Yahudileşme temayülü" olarak ifade ettiği durumun şümulüne sokabilir miyiz? Kararı siz verin:

A. Burada bir Kur'an ayeti, Tevrat esas alınarak, hatta Tevrat'ın kendisi değil, kimi "yorumları" esas alınarak yorumlanıyor; üstelik bu, Kur'an'ın izin verdiği/mümkün kıldığı bir zemin üzerinden değil, tamamen "bahr" ve "yemm" kelimelerine bir kısım Tevrat yorumcularından bulunan karşılık temel alınarak yapılıyor.

B. Söz konusu yorumları "kesinliği ispatlanmış veriler" olarak görebilir miyiz? Konu üzerindeki tartışmaların sonuçlandırılamamış olması bu soruya olumlu cevap verilmesini imkânsızlaştırıyor. (Aradan geçen binlerce yıllık zaman, bu tartışmaların sonuçlandırılmasının önündeki en büyük engeldir.) Yem Suf (Yam Suph) ifadesinin ne anlattığının kesin biçimde tesbit edilememesi bu problemin merkezini oluşturuyor. Bu ifadenin "Kızıl Denizi" mi (Red Sea), yoksa herhangi bir "saz denizi"ni mi (Sea of reeds) anlattığı, yahut bunların hiç biri olmayıp, sadece bir bölge adı mı olduğu hala tartışılmaktadır. Hatta tartışılan sadece bu da değil. Yem Suf'un yeri üzerinde de sonuç alınması mümkün görünmeyen spekülasyonlar bulunduğunu biliyoruz.
Bu ayeti Tevrat yorumlarını esas alarak anlamlandırmak zorundaysak işin içinden çıkmamız mümkün değil. Zira o yorumlar içinde İsrailoğulları'nın Hz. Musa (a.s) liderliğindeki göçte izlediği güzergâhının Akdeniz kıyısı olduğunu söyleyenlerden, denizin geçildiği yerin bugünkü Akabe Körfezi olduğunu söyleyenlere kadar birbiriyle uzlaştırılması mümkün olmayan bir yığın yorum ve tahmin var. [17] ''cümlelerinde buluyoruz.

Türkiye'de yaşayan ehl-i sünnet alimleri, İslam dünyasından da katılımlarla acilen bir konsey/teşkilat kurmalıdırlar. Bu teşkilat ne kadar eser/kitap ve yaşayan ilahiyatçı varsa; fikir ve görüşlerinin dökümanını yapıp; güvenilmez, bid'atçı, sapık, zındık, mülhid kategorilerinde
sınıflandırma yapmalıdır. Bunu yapmadan önce, yaşayan o kişi kesin ve ilmi delillerle defaatle uyarılmalı, gerekirse sesli yayınlarda sorguya davet edilmeli; değişen bir şey olmuyorsa, yukarıdaki etiketlerden biri ile damgalanmalıdır!

Bu önerim bazılarına çok radikal ya da acımasız gelebilir. Amma vallahi bir İmam Rabbani (ks) Hazretlerinin, hutbede 4 halife ismi saymayan imam karşısında (Faruki damarım kabardı diyerek celallenmesi) tutunduğu tavır düşünüldüğünde; O (ks) ikinci binin müceddidi şu an bedenen yaşasaydı; dediğime aynıyla onay verirdi. Zira mezkur isimler, kendi edindikleri kitlelere karşı son derece merhametsiz; nesfi sorgulamadan uzak, nefislerinin emini olarak, kibirle ''benim'' diyerek insanları yanıltmaya devam ediyorlar. Bu yanıltma en hafifinden bazı insanları ehl-i sünnet dairesinden çıkarmaya, orta vadede tasavvufa ve velilere taan etmeye, uzun vadede (Teymiyye'nin Allah telayı cisim gibi anlatımında olduğu gibi haşa) zındıklığa/mülhidliğe varan sonuçlar doğuruyor.

Modern (ahir zaman) çağda, bazı necaset ruhlar, şeytanın iğvası ile; dilleri laf yaparak ve farklı uydurma fetvalarla cahil halkın dikkatini çekerek; ''onlar adamsa bizde adamız'' diyerek; 1400 yıllık Rasulün sallahu aleyhi vesellem: ''Zamanların hayırlısı benim zamanım, sonra gelen ve sonra onları gören'' mealinde belirttiği ve dikkat çektiği nakil zincirini koparmaya çalışarak kariyer yaptıklarını ve kendilerinin doğru yolda oldukları zannı ile aldanma ve aldatma içindeler!

Ayetleri tahrif eden, yahudi kaynakları ile ayet meali yazan, ayetlerin başka açılımlarını görmezden gelen, müfessirlere iftira atıp (Zemahşeri gibi), var olanı yok sayma ve Ebubekir Sifil hocanın tabiriyle : ''Onun bu ısrarlı tavrının altında nelerin yattığını araştırmakla iştigal edecek değilim. Burada dikkat çekilmesini zaruri gördüğüm husus, bu "operasyon"un düpedüz "tahrif" olduğu ve İslamoğlu tarafından daha önce de muhtelif bağlamlarda yapıldığıdır.''

Bir insan Allahrasulü sallahu aleyhi vesellem'e iftira atabiliyorsa, benim din kardeşim olamaz..

''Efendimiz (s.a.v), İsrailoğulları'ndan bir kısmının, –üzerinde durduğumuz ayetlerin de ifadeye koyduğu gibi– maymuna ve domuza çevrildiğini açık bir şekilde haber verdiği ve İslamoğlu da bu hadise, Arapça orijinalini dipnota koyacak kadar yakından muttali olduğu halde hadisi, anlamı tam tersi istikamete çevirecek şekilde tercüme etmesi ancak iki şekilde açıklanabilir:
A. İslamoğlu bu hadisin tamamını tercüme edecek kadar Arapça bilmemektedir. Bu sebeple hadisin devamının, anlamı herhangi bir şekilde etkilemeyeceğini "tahmin ederek" böyle bir operasyon yapmıştır.
B. İslamoğlu aslında neyin ne olduğunun çok iyi farkındadır. Ancak kafasındaki kurguyu Efendimiz (s.a.v)'e "tescil ettirmek" düşüncesiyle, O'na, "söylemediği bir sözü söyletme" cüretini göstermiştir! Bu şıklardan hangisi doğru olursa olsun, İslamoğlu için gerçekten büyük bir sıkıntı söz konusudur. '' (adı geçen makaleden)

Bu ne Allah'dan korkmazlıktır, bu bir hastalıktır! Birileri Ebubekir Sifil hocanın mezkur makalesini okuduktan sonra hala uyanamıyorlarsa ve hala İslamoğlu'nun yanında yer alıyorlarsa; İslamoğlu'nun babasının kendisi için A.Eren hocaya yaptığı dua onları da kuşatsın deriz.

İslamoğlu, Karaman, Z.Beyaz, S.Ateş..vs. bu adamlar nasıl bu denli nefislerinin emini olabiliyorlar.Devrin ilahiyatçıları Teymiyye, Kutub, R.Rıza, Abduh, Mevdudi ..gibi adamları okudular.Ve masum mazeretleri şu idi başlarken: ''Canım toptancı olmayalım. Hatalarını almayız, doğrularını (işimize gelenleri) alırız.'' İşte felakete götüren yolun başlama gongu bu masum şeytani niyetle başlıyordu. Oysa "Bid'atçinin sohbet fesadı, kafirin sohbetinden daha çoktur.Bütün bid'atçilerin en habisi o kimselerdir ki, Resulullahın SAV'in ashabına buğz ederler.Şu mana açıktır ki, Allah-ü Teala bu zümreyi "küffar" olarak anlattı, şöyle buyurdu :"Kafirlerin onlara (yani ashaba kinli) öfke duymalarına.." (Hucurat: 29)

"Kur'an-ı Kerimi ve şeriatı bizlere bildiren Eshab-ı Kiram'dır.Onlardan biri kötü olursa, Kur'an-ı Kerim sağlam olmaz. Şeriatın doğruluğuna güven kalmaz. Kur'an-ı Kerim'i Hz.Osman radiyallahü anh topladı. Hz.Osman (ra) için dil uzatılırsa, Kur'an-ı Kerim'e dil uzatılmış olur. ZINDIKLARIN böyle itikadlarından Allah-ü Teala'ya sığınırız." (İmam-ı Rabbani (ks) Mektubat c.1. 54.mektub, sh:175 ayrıca Furkan dergisi, Aralık 1998, sh:18-38)

Ne sahabeye hürmeti neden mübarek ehl-i sünnet yolunun mezhep imamlarına hürmetten zerre hisse taşımayanları okuyanların (onları rehber edinip, dini onlardan alanların) hazin sonudur bu. Bu sebeple ısrarla dediğimiz, bid'at ehline su bile verilemez, elinden su (ilim/bilgi) istenmez. Bu ölçü/mekanizma eski asırlarda çok iyi işletildiği için büyüdük.

Bazıların sandığının aksine içtihad kapısı kapanmış da, içtihad yapacaklara itibar edilmemiş de, çağı yakalayamamışız değil..Bil'akis ehl-i sünnete sıkı sıkıya yapıştığımız için Peygamberin (sav) ahireti şereflendirmesinin ardından 3 kıtaya hızla yayıldık. İlk robotu, çiçek aşısını, sıfırı, tanjanı, kotanjanı, geometriyi, uzay ve beden bilgilerini, aşıyı..sayamayacağımız kadar çok keşfi biz bulup medeniyet inşa ederek; gezegenimizde öncüler olduk.

Ne zaman ki, bu vehhabilik akımı ve Abduhlar piyasaya çıktılar, ne zamanki onlardan ve batıdan etkilenen Jönler sahnede yerlerini aldılar; Kanuni ve Sarı Selim'le başlayan rehavet ve kuvvete mağrur oluş; kaçınılmaz sonu getirdi. Ne zamanki 2.meşrutiyetle birlikte ümmete tefsir yerine ''mealcilik'' aşılandı, ne zamanki İskilipli Atıf Efendilerin (rha) şapkaya gevur alameti deyişine ve bu uğurda şehadeti anlamsız bulunarak dudak büküldü, çöküş o zaman başladı. O zaman geri kaldık, Rönesansını/reformlarını bizim medeniyetimizden yaptığı hırsızlıkların üzerine bina eden batı karşısında..
İslam dünyasında batılılaşma bir ihanettir. Maymunların devrimleri/zulümleri; şairin: ''bir şapka ve bir eldiven işte inkılap!'' (NFK) dediği uçurumdur.

"Bid'at sahibine kıymet veren İslamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur." (Mektubat)
Muhterem Ebubekir Sifil hocanın adı geçen makalesinde dediğimiz gibi altı çizilecek, üzerinde durulacak çok konu var. Bu yazımızdan sonra mezkur makaleyi bir kere daha sıkılmadan dikkatlice okuyanlar, inşallah uykularından uyanıp, bu kişilerin kitaplarını ve kendilerine yapışmış sinsi düşüncelerini imha edip felaha ereceklerdir.

Ebubekir hocamızın emeğine ve çalışmasına şükranlarımızla yazısından son alıntı ile yazımızı uzatmadan noktalayalım:

''5. 2/el-Bakara, 53: "Yine doğru yolu bulmakta kılavuz edineceğinizi umarak Musa'ya hakkı batıldan ayıran kitabı verdik." Buradaki "ummak" fiili, sonucu hakkında kesin bilgi sahibi olmadığımız herhangi bir husus hakkındaki umudumuzu, zannımızı ve beklentimizi ifade eder ve münhasıran bizim gibi gayb bilgisinden mahrum bulunan varlıklar hakkında geçerlidir. Allah TBağlantıeala "ummaz"; "bilir", "takdir eder", "imhal eder"… ''

İslamoğlu'nun başka marifetleri burada

''ANLAMA PROBLEMİ"NDEN MÜŞTEKİ BİR YAZARA HATIRLATMALAR.