28 Mart 2008 Cuma

Dini öğrenmede ölçüler.(1)

SORU : Can Abi, dinimizi öğrenmede ölçümüz nasıl olmalıdır ? Ortalıkta pek çok kitap ve benim dediğim doğrudur yaklaşımında yazar yada alim var. Ömür kısa, hedef büyük. Her Allah diyenin peşinden gidilemiyeceğine göre; bu konuda bir şeyler yazar mısınız ? Cemile

Cemile hanım, bu yazı sizin için teknik açıdan ağır olabilir. En kısa zamanda bunun tefsiri, daha kısa ve basit anlatımlı bir yazı daha yazmaya çalışacağım.Selamlar ( 31.03.08)


Bir kimse, salihler gibi amel işlese; ama kötü kişilerle, günahkârlarla düşüp kalksa, iyi amelleri boşa gider, kıyamette kötülerle beraber haşrolur. Bir kişi de, kötüler gibi amel işlese; ama salihleri sevse, onlarla beraber olsa, günahları iyiliğe çevrilir, iyilerle beraber haşrolur. (Ka’b-ül-ahbar)


Bu çok hassas bir ölçüdür. Dinimizi öğrenirken nelere dikkat etmeliyiz diye soruyorsunuz. Aslında çok önemli bir sual sormuşsunuz. Her kitap okunur mu? Her kitap yazan muteber midir, gibi soruları da içeren bir mevzu. Ahirette herkes imamı, önderi; bu dünyada peşinden gittiği ile haşrolunacaktır. Bu din, bize şüphelilerden kaçın buyuruyor. Nedense bunu hep yeme-içme olarak algılama kolaycılığı var. Oysa itikatta, şüphesiz/muteber biriyle alış-veriş yapmak gerekir.

Siz, hiç sizi aldattığını düşündüğünüz mahalle bakallına, kasabına gitmek ister misiniz? İmanın mide kadar önemi yok mu?

Hadis-i şerifte Efendimiz -Aleyhissalâtü Vesselam- :'' İlim, Din'dir. Namaz din’dir. Bu ilmi kimden aldığınıza (iyi ) bakınız ve namazı nasıl kıldığınıza dikkat ediniz ! Zira kıyamet günü sorumlu tutulursunuz !'' (Deylemi, İbn-i Ömer (RA)'dan rivayet etmiştir.)

Bu noktada bir şeyi belirtip, naklimize geçelim: Başta hilal ve ramazan olmak üzere; Müslümanlar işin kolayını bulmuşlar, ne yapalım, biz yanlışsak vebal üstümüzdekilerin, hocalarımızın olsun, diyebiliyorlar..Hayır, bu mazeret yukarıdaki hadisi bizlere açıklayan Enver Baytan (doğ.1925) gibi hocalarımızın beyanıyla, bizleri doğru itikad ve ibadet hususunda sorumluluktan ve vebalden kurtarmaz!

Bu konuda derlediğim nakil :
"..bu kabiliyetsizliklerine, geçmişteki imamlara ve ilmiyle amil alimlere ve salih velilere saldırmalarını ilave et ve kararını ona göre ver.
Dini hükümleri, kadınlardan, çocuklardan ve cahil kimselerden öğrenmek, bu sapık beyinsizlerden fetva almaktan daha uygun olurdu. Zira bunlar, kendi ahmaklıklarını görmezler, aldatıcı bir inançla, kitap ve sünnetten hükümler çıkarmakla iftihar ederler. Hiçbir müctehide tabi olmazlar. Onların dini heva ve heveslerine tabi olmaktan ibarettir.Peygamber aleyhissalatü vesselam şöyle buyurmaktadır :
" Bu ilim, din(inizi öğrenmeye bir alet)dir. Dininizi kimden aldığınıza iyi bakınız." (Hakim'in Enes bini Malik'den (RA)'den)

Azizi, şerhinde bahsi geçen ilmi, "Tefsir, hadis ve fıkıhtan ibaret şer'i hükümlerdir " diye tefsir etmiştir. Dininizi kimden aldığınıza iyi bakınız cümlesinden sonra da "İlmi, sireti temiz ve güvenilir kimse olduğu ortaya çıkmamış şahıstan almayınız." şeklinde açıklamıştır. "

Yine hadis-i şerifte :
"Bid'at ehlinden ilim öğrenmeye tahammül etme. Tanımadığın kimseden de bilgi yüklenme. İnsanların haberlerine yalan karıştıran kimseden de ilim yüklenme. İsterse Resulullah (sav)'in hadisine yalan karıştırmamış bir kimse olsun "

Yine Camiussağir 'de bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur :
"Hakikat bu ilim, din(i öğrenmeye vesile)dir. Dininizi kimden alacağınıza dikkat edin."

" Ahir zamanda cahil din adamları ve fasık hafızlar çoğalır. O zamanın din adamları, eşek leşinden daha bozuk ve daha kokmuş olacaklardır."
(Tezkiret-ül Kurtubi )

" Din adamlarının kötüsü kötülerin en kötüsüdür."
( Daremi )

" Ümmetim kötü din adamlarından çok zarar görecektir."
(Hadika )

"Ümmetimden münafıkların çoğu Kur'an-ı Kerimi okuyanlardan olacaktır...Cehennemde azap yapan zebani isimli melekler puta tapan kâfirlerden önce şeriata uymayan hafızlara saldıracaklardır."
(Kimya-i Saadet )

Aldatılmış, başı boş bırakılmış bu kimselerin adeti, yaldızlı laflar etmektir. Maksatlarının dine yardım, ümmetin hidayetine çalışmak, İslam'a ve müslümanlara hizmet etmek olduğunu söylüyorlar.Bu davranışları kandırılmış bazı ilim talebesinin hoşuna gitmiş ve uzun bir zaman geçmeden onlardan biri olup çıkmışlardır.Bu fitnecilerin adeti, kandırdıkları kimseleri, bazı alimlerin eserlerindeki kalem sürçmelerini araştırıp bulmaya çalışmak, (yada başka bir maksad için söylenmiş sözü tevil ederek)sonra da ortaya çıkıp halka hitaben "Bakın falan fıkıh alimi böyle söylüyor " diyerek O'na itirazda bulunmaktır. Bunu yaparken sadece o alime değil, onun şahsında fıkıh alimlerinin tamamına ve hatta mezhep büyüklerine itirazda bulunmaktır.

Mesela bir muhaddisin müstehcen denilen bir ibaresini görseler, onu nakledip, hem ona hem de diğer muhaddislere itirazlar yağdırırlar. Bir sofinin vuzuha (açıklığa) ermemiş bir sözünü görürler, ona ve diğer sofilere ağıza alınmayacak laflarla saldırırlar. Tefsirlerden birinde mevzu bir hadis veya israiliyata dair bir kıssa görüverseler, o müfessirle birlikte diğer tefsir alimlerine çirkin sözlerle hakaret ederler.

İşte alimlere karşı onların davranışı! Hayret edilecek şeydir ki, bir çok İslam şehirlerinde onlardan bazı kimseler vardır. Sanki şeytan, onların kalblerine bu sapıklıkları, bir anda üfleyivermekte ve bazı haberleri birbirine ulaştırıp yetiştirme hususunda bir kısmı diğerine yardımcı olmakta; tek mezhebin adamlarıymış gibi davranmaktadırlar. Hakikatte onların mezhepleri yoktur. Bu taife mezhepsizliği mezhep edinmişlerdir. Bunlar kırlarda otlayan sürüler gibidirler. Çoğu sapık ve cahildirler...Bunlardan her birinde hakim olan kanaat, kendisinin bizzat imam olduğu ve müslümanların mezhep imamlarını taklid etmeye muhtaç olmadıkları fikridir.

İstedikleri sapıklık ve arzuladıkları yegane şey, bir mesele bulup çıkarmak, onunla avam tabakasını tereddüt içine düşürüp, şaşırtmak ve din imamlarına itirazda bulunmaktır.

İbn-i Teymiyye bu hareketi sebebiyle doğrudan ayrıldı ve her yönüyle ayıplanma sahasına girmiş oldu. Sen hakarete uğramış kimseleri ibn-i Teymiyye'nin fikirlerini yaymaya son derece düşkün olarak göreceksin. İçinde onun fikirleri bulunan kitapları en uzak şehirlere varasıya kadar ulaştırmaya çalışırlar. Maksatları doğru yoldaki kulları saptırmaktır. Onlar iyi bir iş yaptıklarını sanmaktadırlar.

..Peygamber Efendimizin, diğer peygamberler ile salih kimselerin yüzü suyu hürmetine, Allah'dan yardım dileğinde bulunanların şirkini tasrih eden sözde kitaptır. Bunlardan biri de "el Furkan beyne evliya-ir-Rahman ve evliya-iş-şeytan " adını verdikleri kitaptır. Bu kitabın ikinci kısmında evliyaullahın büyüklerine hakarete yeltenmiş ve hatta Muhyiddin ibnü Arabi'yi tekfire kadar ileri gidilmiştir. Halbuki O ariflerin sultanı, ilmiyle amil alimlerin önderidir...Bu yüzden ibn-i Kayyım Peygamberimizin ve diğer peygamberlerin, evliyaullahın ziyaretine giden ve ondan medet dileyenlere son derece çirkin laflarla sataşmıştır. İbn-i Abdil Hadi'de bu çirkin davranışın başka bir örneğini vermiştir.O ne çirkin kitap. '' Nakil burada bitti. ( Yusuf Nebhani, Şevahidü'l Hakk'dan Vehhabilere Cevaplar )

Bu mezhepsizler ilk defa iş başına geldikleri beldelerde, hemen kendilerini belli etmezler. Zaman içinde sabrederek, önce kendilerini insanlara sevdirmeye çalışırlar. Takva, azimet gibi şeylere hiç yanaşmaz, şüpheli diye bir iş tanımazlar. Halkın gerçek imanda olmadığını, asıl imanın ne demek olduğunu kendilerinin bildiğini ima ederler. Tarikat ehline kafir derler. Kendi tilmizlerinden başka kimsenin arkasında namaz kılmazlar. Oysa arkalarında namaz kılmamak biz ehl-i sünnete yaraşır.

Ehl-i sünnetin alimlerini küçümseyerek, hakaretlerini bazen sinsi, bazen de açıkça yaparlar. Yeri gelmişken bu reformculara şu hükmü de aktaralım, vebal bizden gitsin : "Hakiki alimleri alim oldukları için hafife almak, ilmi hafife almak demektir. İlm ise Allah'ın sıfatıdır...Alimlere buğzetmek küfürdür...Birgün bir fakih, dükkana bıraktığı kitabı almaya geldi. Dükkan sahibi fakihe :" Burada bir testere unuttun" deyince, fakih : " Ben testere değil, kitap bıraktım" deyince, dükkan sahibi : " Ne fark eder, marangoz testere ile ağacı keser. Siz de insanların boynunu kesersiniz" dedi. İbn Fadl, bu kimsenin öldürülmesini emretti. Bunun sebebi, dükkan sahibinin, fıkıh kitabını hafife almış olmasıdır. Bundan da anlaşılıyor ki, şeriat (ehl-i sünnet ve cemaat ) dışı kitapları tenkid etmek insanı küfre düşürmez. ( Gümüşhanevi, a.g.e. sh: 121-122 dipnotları, parantez içindeki açıklamalar, şahsıma aittir.)

Ben İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali, İbn Arabi, kütüb-i sitte'ye kadar kitap sahiplerine dil uzatanlara rastladım. Bundan sonrası kendilerinin bileceği bir iştir.

Şüphesiz yazıyı kısa tutmak adına İslam'ı yaşamak için başvurulacak yegâne kaynakların Kitap, Sünnet, İcma-ı Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha, denilen 4 kaynağı ele alamadık. Edille-i erbaa yada edille-i şer'iyye denilen, sünnet ehlinin başvuru kaynaklarından, Kitap deyince Kur'an-ı Kerim; Sünnet denilince Önderimiz aleyhissalatü vesselamın Kur'anı yaşayışı, tefsiri, sözler-hadisleri, emirleri, yasakları ve olayları tastiki aklımıza gelir. İcma-ı ümmet denilince Molla Hüsrev (Rh.a)'in tarifiyle "Müctehid imamların herhangi bir asırda, şer'i bir hüküm üzerinde söz birliği etmeleridir. Tevatürle gelen icmaın inkarı kişiyi kâfir eder. Zira bunda kat'i delilleri yalanlama söz konusudur.'' (Y.Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet I/40 )
Kıyas-ı Fukaha ise, bulunamayan bir hükmü, yukarıdaki kaynaklara bakarak, benzerleri ile, ( illet ve sebeplerini dikkate alarak ) kıyaslayarak bulmaktır. Müçtehid vasıflarında olmayan bu dört delilden hüküm çıkaramaz; kıyas yapamaz. Sabit olan hükümlerde kıyas geçerli olmaz.
( Y.Kerimoğlu, a.g.e. I/ 41 vd.)

Günümüzde müctehid vasıflarında birinin bulunmadığını tekrarladıktan sonra, ilmihal ve kitap yazanların kaynakları belirterek yazılanları makbul olmakla birlikte; bazı kaynak verenlerin de verdikleri kaynakların arasına kendi görüşlerini sıkıştırdıklarını da belirtmeliyiz. Bunu bazen ehl-i sünnet yazarlardan yapan da oluyor; verilen kaynak, aslında hiç bulunamayabiliyor. Genelde okuyucu kaynak ismi görüp itimad edegeldiği için, asla müracaat etmiyor. Bu da dikkat edilmesi gereken özel bir nokta ! Şayet verilen kaynak meşhur, ama alıntı tuhaf ise, o meşhur kaynağa, zat'a sui zan yapmayınız. Ya nakleden yanlış anlayıp nakletmiştir, yada o meşhur kitaba reformcu eli değmiştir!

Selefe açıkça küfür ve ta'n edenlerin şahidlikleri kabul edilmez. Selef; sahabe-i güzin ve müctehid ulemadır. Onlara küfür ve ta'n etmek, o kimselerin akıllarının ve mürüvetlerinin kusurlu olduğuna inanmaktır. Böyle büyük bir vebalden kaçınmayan kimse, YALAN SÖYLEMEKTEN DE ÇEKİNMEZ. ( Molla Hüsrev, Dürer-ül Hükkâm, II/381)

Peygamber-Aleyhissalâtü Vesselam- Efendimiz'in gül kokusu arkadaşlarına, onları görmüş olan tabiine ve dahi onları da görme bahtiyarlığına ermiş bulunan tebe-i tabiine, mezhep imamlarımıza, ehl-i sünnet ve cemaatın ilim öncülerine, mürşidlerine dil uzatıp eleştirebilme cesaretini gösteren yazarların kitaplarından; zehir dolu fikirlerinden mutlaka uzak durulmalıdır. İtikad hırsızının, dini tamir adına yapacağı tahribi, dinsiz olduğu bilinen biri başaramaz ! Hak olsun, batıl olsun, bir mezhebin insanı olanla zaten işimiz yok. Zira o bir kimlik sahibidir !

Yeri gelmişken, “dinde reformcu” kelimesinin ne anlama geldiğine işaret edelim. Fransızca bir kelime olan reform, aslından çıkan ve bozulan şeyin aslına döndürülmesi demektir. Bir başka anlamıyla da; düzeltme, tanzim, islah etmektir.

İslam’ın doğuşundan bugüne, başta Kur’an ve hadis kitapları, ehl-i sünnet ve cemaatın müçtehid imamlarının mezhepleri bütün tazeliği ve saffeti ile bozulmadan orijinal eserleri ve yaşayan din ile ayaktadır. İslam’ın neresi –haşa- eksik yada fazla ki, onu “sentez”ci bir anlayışla “çağdaş” hale getirecekler. Yapılmak istenilen iş, İngiliz avam kamarasında alınan kararların son noktasına kadar uygulanmasındır. Şii ve vehhabilik uysallaştırılarak ehl-i İslam’a yayılmalıdır, böylelikle Osmanlı gücünün yeniden hortlaması (!) hayali kesin olarak bertaraf edilmelidir.

Tecdid ise, yenilemek, sağlamlaştırmak, gençleştirmek, tazelemek, canlandırmak gibi manalara gelir. Reformu, sahte din adamı, batıl adına; tecdidi hakiki din ehli, İslam adına yapar. Zıddından olarak biri İslam’a bid’at sokmaya, O’nu bozmaya, diğeri ise (müceddid) İslam’a girmiş olan bid’atleri, İslam’dan olmayan çirkinlikleri atarak, aslını ortaya çıkarır.
“Şüphesiz ki, Allah her yüz sene başında (yani her asırda) bu ümmete dinini tecdid ediverecek kimse (veya kimseler) gönderecektir.” hadis-i şerifi buna işarettir. ( Ebu Davud, Hakim Fi’l Müstedrek, Beyhaki Fi’l Ma’rife ( Enver Baytan a.g.e sh: 240)

Müceddid zatın ille de müçtehid vasfında olması gerekmez. O, ehl-i sünnet ve cemaat mensubu olarak bağlı olduğu mezhebe harfiyyen uyarak, bu uyduğu asla uygun olmayan bozucu bid’atler hakkında ümmeti uyarır, eserler yazar. Zaten O’nu ümmet tanır. İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali, İmam Abdülkadir-i Geylani, İmam-ı Suyuti....gibi. Bu isim sıralamaları çeşitli eserlerde, bazen farklı olarak sıralanmıştır. Müceddidin her yüz senede bir kişi olması gerekmediği, birden fazla ve değişik beldelerde olabileceği ulema tarafından beyan edilmiştir.

BİR MES’ELE
Konuyu bir önemli noktaya daha işaret ederek kapatalım. Bahsettiğimiz reformcu yada onlardan etkilenmiş isimler, kitaplarında hiç mi doğru şeyler yazmıyorlar; onların bu doğrularını alırız, yanlışlarını kabullenmeyiz, toptancı anlayışa gerek yoktur, gibi sakat ve çok tehlikeli bir anlayış hakim. Bu anlayışı da yayanlar yine o dinde reformcu /mezhepsizler yada onların tesirinde kalmış insanlar.

Bu, şuna benzer. Bir bardak suya, bir iki damla idrar döksem ve sana al iç desem..Ya da bir bardak suya, bir damla zehir damlatsam, içer misin ?
Sen, elbette asla içmem ya zehirleneceğim, yada iğrenç sidikli su içilir miymiş, diyeceksin. Benim sana : Ne diye olaya toptancı bakıyorsun, demem nasıl saçma ve ikna edici olamazsa; sakat fikirli bir adamın kitabı da, o bir bardak sudaki, bir damla zehirden bin kat daha zararlıdır.
Sonuçta suyu içen, var sayalım ölür; ama o sapık fikirli adamların kitaplarını okuyan; iman zehirlenmesi yaşar, an gelir imandan çıkar da, haberi olmaz. Mülhid kendisini Müslüman sanır ! İşte büyük tehlike..

Senin, benim ne ilmimiz varki, bu sapıkların fikirlerinden korunalım. Ayrıca onların kitaplarını okuyanı bekleyen bir başka tehlike, bid’at ehli oldukları için; yüzlerine bakmak; fikirlerini dinlemek (okumak) insanın iman nurunu karartır.Bu herkese gözükmeyen, manevi bir hastalıktır ve şu asırda çok çabuk bulaşır.

Evet bu mezhep tanımazlara, bu heva ve heveslerine göre kitap yazabilme cür’et ve cesaretini gösterenlere karşı, istisnasız toptancı yaklaşmak gerekir.Ne kitaplarına para verme vebali, ne onlarla tartışmaya yeltenmek.. Adam, binlerce asırlık, sahabe, mübarek mezhep imamlarımızı ve icazetle gelen o nurlu yolun sünnet ve nakil ehli alimlerimizi kötülüyor ve onlara dil mi uzatıyor..? Bu isterse koca kitapta tek cümle olsun..Edebi olmayanın, dini noksandır.Aklı nakıstır. Edep, imandandır. Din baştan sona edeptir.

Tekraren, koca kitapta; mesela bir imam Gazali hazretlerine tek satırda dil mi uzatılmış..Bu bir bardaktaki tek damla zehirdir. Dök o zehiri..Ne kitaplar yaktık biz..Ne tefsirler, ne bilgiçlik taslayan ve zehiri yaldızlı cümlelerde gizleyen adamların kitapları..

Evet, bu konuda toptancıyız biz.Ya ehli sünnet ve cemaat ehli olacak kitabını okuduğumuz; ya da evimize, gönlümüze, beynimize sokmayacağız, TV.lerde dinlemeyeceğiz, internette sitelerini ziyaret etmeyeceğiz. Bu imanı korumanın en önemli. olmazsa olmaz şartlarından biridir vesselam.