23 Aralık 2010 Perşembe

Kısa Sözler / Mehmet Şevket Eygi

İnsan için en büyük servet imandır. İmanı olan ebedî mutluluğu kazanır, imanı olmayan ebedî felakete ve bedbahtlığa uğrar.

En kârlı ve verimli ticaret Allah ile yapılan ticarettir. Allah'ın rızasını kazanmak için harcanan para ve mal gerçek, kalıcı ve yüksek kazanç getirir.

İnsanın en büyük düşmanı nefs-i emmâresidir.

Gurur ve kibir sahibi kişi yüksek bir makamda olsa da alçaktır.

Tevâzu ve alçak gönüllük büyüklerin tacıdır.

Şöhret büyük belâ ve âfettir.

Müslüman bir ailenin erkek ve kız çocukları namaz kılıyorsa, kızları tesettürlü ise o aile iyi bir ailedir. Çocuklar namazsız ve tesettürsüz ise durumu iyi değildir.

Ezana icabet, ezan okunurken onun cümlelerini tekrarlamaktan ibaret değildir, namaz kılmaktır.

İhtiyaçlarını çoğaltan ıstıraplarını çoğaltmış olur.

Yemeğinin çoğalmasını ve bereketlenmesini isteyen Besmele çekerek yesin.

En hayırlı yemek paylaşılan yemektir.

Dünya imtihan ve çile yeridir. Belânın en şiddetlisi Peygamberlere gelir. Sonra derece derece...

İbadetlerin zahmeti, Cehennem ateşi yanında hiç mesabesindedir.

İnsanlar akıllı olsalardı fâiz yemektense ölmeyi tercih ederlerdi.

Allah sevgisi ile para ve mal aşkı bir yürekte birlikte olmaz.

Din ticareti en haram ve en çirkin ticarettir.

Kuyruğuna kabak bağlayan fare kediden kaçamaz.

Başkanlık ateşten gömlektir. Akıllı ve firâsetli kişi başkanlığa tâlip olmaz, matlub olursa (ehliyeti yoksa) kabul etmez.

Farz ibadetler âşikâre yapılır, nafile ibadetler gizlenir.

Zeka ile akıl aynı şey değildir. Nice süper zekalar vardır ki, beş paralık akılları yoktur.

İman, Allah'ın insana en büyük lütuf ve ihsanıdır.

En büyük zenginlik istiğnâdır.

Taze buğday ekmeği. Yanında biraz peynir, birkaç zeytin. Bir de domates... ne büyük ziyafet.

Tarhana çorbasına ekmek doğrayıp içti. Sonra "Ya Rabbi!.. Bana niçin leziz ve lüks yemekler yedirmiyorsun..." dedi. Bu adam küfran-ı nimette bulunan alçak mı alçak, nankör mü nankör bir sefihtir.

Müslümanların en kötüsü, inkarcıların en yükseğinden daha yukarıdadır.

Namazdan zevk almasan, kalıbınla kılsan, yine de kılmaya devam edeceksin.

Soğuk bir kış günü... Pencerede bir kuş titreyerek bekliyor. Adam veya kadın ona acıdı, bir avuç bulgur verdi. Adam veya kadın büyük ticaret yaptı. Bir avuç bulgur onu belki Cennete sokacak.

Siz hiç ağlamıyor musunuz? Vah vah!..

Gece namazına kalktı, komşular görmesin diye pencereleri iyice kapattı, ışığı ondan sonra yaktı... Teheccüde kalktığından kimsenin haberi olmadı. Âferin ona.

Gıybetçi zevzek ne kadar ahmak... Gıybet ettiği kimselere sevaplarını veriyor, onların günahlarını yükleniyor.

Öldü, cesedi mezara girdi, vârisleri birbirine girdi.

İnsanlar faizin kötülüğünü ve azabını bilmiş olsalardı, bankaların gölgesinden geçmezlerdi.

İffet ve hayâ İslam medeniyetinin özelliklerindendir. İffetsiz ve hayâsız Müslüman olur mu?

6 Aralık 2010 Pazartesi

EHL-İ KİTAP İLE ARAMIZDAKİ 'ORTAK KELİME' / Dr.Ebubekir Sifil

Pek çok ayetinde Ehl-i Kitab'ı "şirk" ile vasıflandırmış bulunan Kur'an'ın, 3/Âl-i İmrân, 64. ayette onlarla aramızda "ortak" bir kelime/söz/ilkeden bahsetmesini nasıl anlamalı?

Öncelikle bu ayette geçen ve tırnak içinde verdiğim "ortak" kelimesiyle ifade edilen "sevâun"dan başlayalım. Bunun, "ortak" diye çevrilmesi, Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasında müştereken kabul edilmiş bir iman umdesi çağrışımı yaptığı için sakıncalıdır. Gerek tefsir, gerekse lugat kaynaklarının ağırlıklı olarak bu kelimeyi "adl" ile karşılamış ve İbn Mes'ûd (r.a) mushafında "sevâ" yerine "adl" kelimesinin zikredilmiş olması, İbn Atıyye'nin (bkz. "el-Muharraru'l-Vecîz", I, 449) bu noktadaki tavrı üzerinde dikkatle düşünmemizi gerektiriyor.

İbn Atıyye, belirttiğim yerde özetle ve anlam olarak şöyle der: "Bana göre burada "sevâun" kelimesi özel bir şekilde tefsir edilmelidir. Bu ayet, bütün insanlar için aynı seviyede önemli ve geçerli olan anlamlara davet etmektedir. Ayetin muhatapları, bir kısmı diğerlerini rabb edinmiş olmakla aynı seviyede değildir. Ayet bu çağrıyı yapmakla onları, hiç kimsenin başkasından üstünlüğünün söz konusu olmadığı Hakk'ı kabule davet etmektedir…"

"Ha ortak, ha adil; ne fark eder?" diyebilecekler için hemen belirteyim ki, burada bu kelimeye "ortak" anlamı verdiğimizde, Ehl-i Kitab'ın, yalnızca Allah Teala'ya kulluk etme, O'na herhangi bir şeyi ortak koşmama ve O'nunla birlikte başkalarını rabb edinmeme konusunda aynen Müslümanlar gibi inanıp düşündüğünü ve bu ilkelerin, Müslümanlar'la onlar arasında ortak/müşterek olduğunu söylemiş oluyoruz.

Peki Ehl-i Kitap bundan farklı bir şey mi söylüyor?

Bu soruya "evet" (1) diyebilmek için, ayetteki vurguyu göz ardı etmek ve Ehl-i Kitab'ın hakikat-i halini onlar adına türlü tevillere tabi tutmak gerekir.

İlk olarak burada Ehl-i Kitab'ın –ki Fahruddîn er-Râzî ve başka müfessirler burada bilhassa Hristiyanlar'ın kast edilmiş olduğu görüşünü tercih etse de, doğrusu, et-Taberî ve daha başka müfessirlerin de belirttiği gibi, Ehl-i Kitab'ın her iki cenahının da kastedildiğini söylemek olmalıdır–, birbirini tamamlayan üç hususu kabule davet edildiğine dikkat edilmelidir:

Bu üç husus, onların "peygamber" ve "din adamı" telakkilerindeki çarpıklığı gündeme getirmekte, peygamberleri (9/et-Tevbe, 30) ve din adamlarını/dinî mercileri (9/et-Tevbe, 31) Allah Teala'ya ortak koşmamalarını ihtar maksadı taşımaktadır.

Ehl-i Kitap aksini ne kadar iddia ederse etsin, onların haham ve papazlarıyla ilişkisi Kur'an nazarında "şirk"tir. Tevrat ve İncil'in Yahudi ve Hristiyan din adamlarınca yapılan yorumlarının bizzat bu kitaplar kadar bağlayıcı kabul edilmesi bunun en canlı şahididir.

İşte mevzu-i bahsimiz olan ayette bu noktaya vurgu yapılmakta ve Ehl-i Kitap, peygamberleri, din adamlarını ve dinî/kurumsal mercileri rabb edinme tavrından vaz geçmeye çağırılmaktadır.

Tekrar başa dönecek olursak; "sevâun" kelimesine "ortak" anlamı verilmesi ancak şöyle bir tefsir ile mümkündür: Ey Ehl-i Kitap! Madem Allah Teala'ya şirk koşmadığınızı iddia ediyorsunuz; aramızda bir ortak nokta var demektir. O halde bunun gereğini yapın. Biz, Allah Teala'ya şirk koşmak anlamına gelen her türlü tutum ve inancı reddettiğimizi açıkça söylüyor ve gereğini yapıyoruz. Haydi siz de insanların birbirini rabb edinmesi ve dolayısıyla şirk anlamına gelen inanç ve tutumlarınızdan vaz geçin. Tevhid'in gereğini yerine getirin; kavlinizle fiiliniz, sözünüzle inancınız, iddianızla vakıa çelişmesin.

Şimdi soru şu: Acaba Kur'an pek çok ayetinde Ehl-i Kitab'ın küfür ve şirk içinde bulunduğunu vurgularken (bu ayetlerin bir dökümü için bkz. "Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi", I, 309-11), Ehl-i Kitap ile aramızda çok önemli bir fark bulunmadığını ileri süren şu satırları nasıl anlamalıyız:

"… Zaten dikkatlice bakıldığında görülecektir ki ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur ifadesiyle amentüde ittifakımız vardır. Çünkü Allah'ın gönderdiği kitapların hemen hepsinde tekrarlanan amentüdür: Allah birdir. Peygamberler haktır. Melekler vardır. Kitaplar gönderilmiştir. Ahiret vardır. Ölen insanlar bir gün dirilecek, yaptıkları iyiliklerin mükafatını, kötülüklerin de mücazatını göreceklerdir.

"Bu temel noktalar bir amentüden başkası değildir ve biz ehl-i kitapla bu amentüde müttefikiz. Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Halbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir." (Ahmed Şahin, Zaman, 17 Nisan 2000)

Ne dersiniz, Ehl-i Kitap mı değişti, yoksa…?

(1) Bu cümle, "Bu soruya "hayır" diyebilmek için..." şeklinde olması gerekirken, sehven "evet" kelimesi kullanılmıştır. Düzeltir, bu yanlışlığa dikkat çeken muhterem Ahmet Aydın'a teşekkür eder, okuyuculardan özür dilerim. (E.S.)

"Lâ ilâhe illallâh diyen Cennet'e gider"

''Şu halde "Lâ ilâhe illallâh diyen Cennet'e gider" hadisinin, "Peygamber'e inanmasa da böyledir" tarzında anlaşılması doğru değildir. Aksine bu hadisin anlamı, "Bu sözü, Hz. Peygamber (s.a.v)'e ittiba ve iktida ederek söyleyen kimse Cennet'e gider"dir.'' Dr.Ebubekir Sifil

5 Aralık 2010 Pazar

Nazlı Ilıcak'dan..

Bugün Nazlı Ilıcak'dan bu blogun tarzının dışında beğendiğim iki yazı paylaşacağım:

Kardeş

"Kardeş, bir insanın zorunlu ARKADAŞIDIR. Arkadaş ise, kendi seçtiği KARDEŞİDİR."
Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşır.
Aşk, kendinden emin bir şekilde sorar: "Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım. Sen niye varsın ki dünyada?"
Arkadaşlık cevap verir:
- Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için.
(Necla Sanlı'ya teşekkürler)

İki eş durumu

Taksiye bindiğimde, şoför, "Mükemmel zamanlama, aynı Mehmet gibisin" dedi.
"Mehmet kim?" diye sordum.
- Mehmet Türk... O, her şeyi zamanında yapan bir adamdı. Sokağa çıkar çıkmaz, hemen taksi bulmak kolay değil. Mehmet Türk bunu başarırdı.
"Herhalde hep şansı yaver giderdi" diye mırıldandım.
- Hayır, diye itiraz etti şoför. "O her şeyi harika yapardı. Bir tenor gibi şarkı söyler, Broadway sanatçısı gibi dans ederdi; piyano çalışını duymalıydın, harika bir adamdı. Hafızası bilgisayar gibiydi, herkesin doğum gününü bilirdi. ''
- Vay be! Önemli biri yani...
Şoför devam etti:
- Mehmet, en çabuk gidilecek yolları bilir, trafiğe hiç takılmazdı; benim gibi değildi. Kadınlardan anlardı; giyimine özen gösterirdi. Ayakkabıları hep parlardı. Mükemmel bir insandı. Hayatta tek bir hata bile yapmamıştır.
"Ne muhteşem biri... Onunla nasıl tanıştın?" diye sormadan edemedim.
- Ben aslında Mehmet ile hiç tanışmadım. O ölmüş; ben onun kahrolası karısıyla evlendim.