27 Mayıs 2009 Çarşamba

Mayına basmak / Melih Aşık

"Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi için ihale açılmayacak mı? Galiba açılmayacak. Deniz Baykal da o kanıda. Diyor ki:“Belli ki birilerine söz verdiler şimdi onun için çırpınıp duruyorlar”O birilerinin “İsrailliler” olması büyük olasılık taşıyor. Başbakan’ın:“Geçmişte faşizan uygulamalar oldu, azınlıklar ülkeden kaçırıldı” sözleri de açıkça mayın temizleme işinin İsraillilere verilmesine karşı çıkanları susturmaya yönelik bir demagojiydi...Eğer verilmiş söz olmasa Başbakan böyle bir çıkışı neden yapsın?İhale konusunda İsrail’e söz verildiğinin ikinci belirtisi... İsrail Büyükelçisi Gabby Levy’nin Şanlıurfa’ya giderek “İsrail topraklarınıza el koymak istemiyor. İsrail buraya sadece iş yapmak için gelmek istiyor” diye lobi yapması... Mayın temizliği için İsrail’li TAHAL şirketinden söz ediliyor.. Çalık Grubu ve Akfen’in bu şirketle ortak çalıştığı söyleniyor. Bütün belirtiler ihale adresinin belli olduğuna işaret ediyor.Peki saf köylü Erdoğan’ın manevralarını yutuyor mu? Suruç ilçesinden vatandaşlar konuşuyordu televizyonda. Dediler ki:“Zamanında devlet tapulu arazilerimizi bizden cüzi bir fiyatla aldı. Şimdi ise yabancılara verilecek, Biz buna tepkiliyiz. Mayınların cefasını çeken biziz, kullanma hakkı da bize aittir.” “Eğer Yahudilere verilirse akıbetimiz Filistin’e döner.”“Verin araziyi biz çıkarırız mayınları” diyen bile var.Köylünün öfkesi dinecek gibi görünmüyor..."

25 Mayıs 2009 Pazartesi

İsrail'e tepki göstermek faşistlikse…/Hakan Albayrak

"Başbakan'ın bu bağlantıları nasıl kurduğunu anlayamıyorum.
Yabancı sermayeye kategorik olarak karşı çıkanları eleştirmesinde bir fevkaladelik yok; ama, Ortadoğu'da fitnenin başı olan İsrail'in Türkiye-Suriye sınırı gibi kritik bir bölgede fink atmasına karşı çıkmayı sıradan bir yabancı sermaye düşmanlığı gibi görmesi/göstermesi çok acayip.
Farklı dinlere ve etnik kimliklere tahammülsüzlükle kurduğu irtibat ondan da acayip.
İsrail'e tepki göstermek faşistlikse, Başbakan Erdoğan Davos'ta faşistin önde gideni olmuştur!"

(Dün Davos'da İsrail'e haykıran Başbakan, kendisinden İsrail ile yapılan anlaşmaları iptal etmesi beklenirken, yenilerini ilave ederek, samimiyetinin sorgulanmasına sebep oldu.Bu duruşu ile sevenlerinde güvensizlik oluşturduğuysa kesin.Hakanın yazının tamamı burada)

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Şakirin Camiindeydim

Çok söze gerek duymuyorum.

Türkiye'de son yıllarda yerli bir mimar tarafından yapılmış uzay çağı sitilinde ve son derece temiz bir mekan olmuş.
Yer halılarının kalite ve rengine de dikkat edilseydi güzelliğine güzellik katılacak olan cami, tuvalet ve abdeshanesine kadar birinci sınıf, pırıl pırıl ve tertemiz.
İnşallah bu temizlik ve kalite ziyaretçilerce korunur. Gidip görülmesini tavsiye ederim. Konuyla ilgili basında çıkan haberler burada. Çok fotoğraf çektim ama burada dizayn problemi var.
İşte benim kameramdan Şakirin camii.








6 Mayıs 2009 Çarşamba

Yusuf El Karadavi

Yusuf el Karadavi : (1926 Mısır) İslam'da Helal ve Haram kitabının daha ön sözünde kendisinin mezhepsiz olduğunu zaten itiraf eden bu kişi için fazla söze gerek yok aslında. Mezhepler arası çelişkilerde tam ve kesin hüküm vermek mecburiyetindeymiş. Belirli bir mezhebi taklid etmeyi kendine yakıştıramamış, taklid aklın çalışmasını durdururmuş.Yalnız bir mezhebin esiri olmak O'nun gibi bir ilim adamına yaraşmazmış!

Şimdi bu kitap, bu itiraflardan sonra nasıl okunur? Adam açıkça mezhep tanımaz olduğunu beyan ediyor. Belki de kendisini mutlak müçtehid olarak gördüğü için bunları söylemiştir(!) Bu gibi mezhep tanımazlardan neler duymadık ki..

Bir onun bu sözlerine bakın, bir de mesela, fukahanın yedinci derecesinde allame olan Seyyid İbn-i Abidin (Rh.A) efendimizin "şu evrakı toplayan günahkâr kul dahi musannıfın, yani mukallidler sınıfına dahil olduğunu beyan eder"[1] sözlerine ..! Dolu başak mütevaziliğinden yerlere eğilir, boş başak da başı yükseklerde olurmuş!

“Taklid aklın çalışmasını durdurur”muş. Elbette; şeytanı, hevayı ve sapık mezhepsiz ustaları taklid insanın aklını durdurur.İşte bakın nakil ve ehl-i sünnet caddesinden ayrılanın aklı nasıl durur, kendisinden dehşet ve yalnızca İslami değil, dünya medyasında geniş yer bulan meşhur bir örnek :“Üniversiteye alınmayan başörtülü kızlar başlarını açabilirler” (!)
Mezhep tanımazlığın vardığı son nokta, Zahid el Kevseri merhumun teşhisi ile işte böyle "dinsizliğe köprü" oluyor!

Kendisinin bu fetvayı verebilme cür’etinden sonra, bu kişiyi ve yazdıklarını hala baştacı edenlere şifalar dileriz, tartışmayız bile..

İslam fıkhı metodolojisine bağlı olmadığından, kendi görüşleri ile fetvalar vermesi, onu İslam dünyasında tartışmalı konuma getirdi. Hasan el Benna liderliğindeki ihvan hareketlerinde tutuklanmasıyla gelişen yaşamı onu bir dönem hoca kimliğinden siyasi kimliğinin ön plana çıkması ile kariyerine (!) bu açıdan da zarar verdi.

Karadavi’ye İslam dünyasında yöneltilen eleştirilerden bazıları da şunlardır:

Zayıf hadisleri kanıt olarak kullanmak, buna karşın Buhari ve Müslim gibi sahih hadis kitaplarındaki bazı hadisleri reddetmekle itham edilmektedir.

Bazı konularda kat’i icmaya muhalefet ettiği öne sürülmektedir. Bu eleştiriye bazı El-Ezher şeyhleri de katılıyor. Selefiler, Karadavi’nin hukuk metodolojisinde bazı kaideler icat ettiğini öne sürüyor.

En ağır eleştirilerden biri de, Karadavi’nin ABD’deki Müslümanların ABD ordusu bünyesinde Afganistan’da savaşabileceklerine dair fetvasıdır.Karadavi’nin Filistin davası noktasındaki fetvalarının İslami olmaktan çok milli eksenli olduğunu savunuluyor.

Özellikle de Habeşişler tarafından Kader ve tevil meselelerinde Eşari düşüncesini eleştirmesine, İbni Teymiyye ve İbni Kayyim’i ise eleştiriden muaf tutmasına karşı çıkılıyor.

“Fakat beni rahatsız eden bir şey var Yusuf el- Karadavi’nin söylemleri içerisinde. Bu müslümanlar arası, müslümanlar içi bir meseledir. İslam’ı günümüz insanına anlatırken, yaşamaya çalışırken, tarih içerisinde oluşmuş ve bugüne kadar varlığını taşımış, devam ettirmiş İslam mezhepleriyle Yusuf el-Kardavi’nin bir derdi var. Bunu burada mutlaka dile getirmem lazım. Bu konuda gazetede de yazdım.Bu konuda tavrı mı var?Evet, yani herhangi bir mezheple bağımlı kalmak, herhangi bir mezhebin mukallidi olmak ki o buna, mezhep taassubu diyor, çağdaş bir müslüman için Yusuf el-Karadavi’nin onaylamadığı bir şey. Bir de şunu söylüyor: “Global bir köy haline gelen, çok küçülmüş olan bir dünyada artık mezheplerle bir yere varamayız. Mezhep taassubunu bırakacağız, İslam’ın kolaylaştırılmış hükümleri nerde varsa onu alacağız.” Hatta daha ileri giderek şunu da söylüyor: “Kur’an ve sünnet aslında bu dini kolaylaştırdığı halde fıkıh zorlaştırmıştır. Fuzûli, gereksiz birtakım hassasiyetlerle birtakım yükler getirmiştir. Şimdi bu yükleri atıp bu fıkhı, bu dini kolaylaştırmamız lazım.”(Ebubekir Sifil İle Mülakat–2: Güncellenmiş Bir Ehl-i Sünnet Kelamına İhtiyaç Var, İlkadım - Eylül-2005)

''Yeri gelmişken el-Karadavi'nin, İbn Teymiyye'ye ittibaen Cehennem'in kâfir ve müşrikler için de ebedi olmadığı görüşünü benimsediğini bir not olarak eklemiş olalım." ( Ebubekir Sifil, Milli Gazete, 13 Haziran 2005)
[1] İbn-i Abidin c.1, sh: 98-99

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Hamidullah

HAMİDULLAH : (m.1908 ) 1971 İstanbul gezisinde, İslam alimlerine, selefi salihine güvenmediğini söyledi. Devletler Hukuku dalında doktora yapan Hamidullah'ı 1947'de Hindistan hükümeti vatandaşlıktan çıkardı. Paris ilmi araştırma azası olan, Hamidullah koyu İsmaili mezhebinde, ehl-i sünnet düşmanı olarak yetişmiştir.

Dine bakışı bilinen üniversitelerin, bu Hintli'yi davetleri O'na kucak açışları; bu cüce akıl mütefekkirinin ne olduğunu anlamamızı sağlar.

"İslam Peygamberi" adlı kitabına göz atmak, yeterlidir.Zaten kitabın ismi Alemlerin Efendisine bir sınırlamayı daha kapakta yapıyor. Yani Peygamber efendimiz aleyhissalatü vesselamı yalnız müslümanların peygamberi olmakla sınırlıyor.Oysa Sebe suresi: 28. ayette mealen :"Seni bütün insanlara(alemlere) gönderdik.." buyurulmaktadır.

"İslam Peygamberi" adlı kitabının önsözünde Fransızları memnun etmek için kaleme aldığını itiraf etmesi de düşündürücüdür. Müsteşrik ağzı ile yazılmış bir kitap desek, abartmış olmayız.

Tasavvufa uydurmadır diyen bu kişiye Üstad Necip Fazıl Erzurum'da bir konferans esnasında Hamidullah'ında Erzurum'da olduğunu öğrenmiş, konferans boyu ona çatmış ve meydan okumuş olmasına rağmen karşılaşmaktan kaçınmıştır. Peygamberimiz (SAV) için ''gezdi gördü, öğrendi ve kavmini islaha teşebbüs etti'', diyebilmiştir. '' Çocukken süt kardeşi Şeyma'yı ısırdı'' gibi kesin omayan cümleler onundur.

İslam Peygamberi adlı kitabından onu savunmakta ısrar edenlere bir başka nasipsizlik ve hürmetsizlik örneği daha : Peygamberimiz Efendimiz sallahu aleyhi veselem'e (HAŞA) "düztaban" (Sh:55) diyebilen,

"Çocukken az kalsın put'a esmer koyun hediye edecekti'' diyebilen (sh: 47);

''Suriye hrıstiyanlarından din bilgisi aldı'' diyebilen (Sh:21);

Kitabının 69.sahifesinde Buda'yı Peygamber sayan ( Yaşar Nuri Öztürk gibi);

Ayın ikiye bölünmesi mucizesi ile neredeyse alay eden ( sh: 82);ve mucize bahsinde, o anda olan bir olayın, Peygamber ve yanındakilerin ihtiyacına ''denk gelmesi'' sebebiyle mucize adı verildiğini söyleyebilen..

Allah Tealaya Teymiyye gibi mekan tayin eden (sh: 92),

Mescid-i Aksa'nın mescidliğini reddeden ve Kur'anı yalanlayan (sh: 93),

Rahib Bahira'nın 9 yaşlarındaki bir çocukta (SAV) nebilik alametini görme hadisesi için, ''böyle bir alametin olacağını sanmıyorum'' diyebilen (sh: 46 ),

Vahy anındaki Peygamberimiz Efendimiz'den (SAV) sadır olan halleri kabullenmeyen (sh: 66); gelenin melek mi şeytan mı olduğu ilk Peygamberlik alametlerinde "gelen melekse çekilir gider, şeytansa seyreder" gibi sözlerle ilk zevceleri Hz.Hatice (RA) ile Efendimizin aralarında edep dışı sahneler ima etmeye kadar haddini aşan, laubali ve edepsiz (sh: 69 );

İlk müslümanları şahsi yakınlık ve menfaat yüzünden imana gelmiş farz eden (sh: 72 ) bu kişiyi savunup medh edenlere, sözlerini te'vile gidenlere söyleyecek söz bulamıyorum.

Böyle ehl-i sünnet dışı fikirlerin sahibi kaynak olabilir mi? Böyle cürümlere imza atan birini ilmi yetkim olmadığı için -tekfir etmek niyetiyle ele almadığımı yani tekfir etmediğimin altını çizerek- kitaplarını okumanın çok zararlı olacağını son söz olarak belirtmeyi önemli buluyorum.

Meal Müslümanlığının mahiyeti /Dr. Ebubekir Sifil

''Böylece hedefe giden yolda ilk virajı dönmüş olanlar, ikinci virajda şu tesbitle çıktı karşımıza: "İslam dünyasının geri kalmasına sebep, Müslümanların yanlış din anlayışıdır." Az biraz nazlanarak da olsa, bunu da kabul ettik. "Evet" dedik, "eskilerin ıskaladığı önemli noktalar olmalı. Yoksa biz bu durumda olmazdık." İkinci viraj da böylece geçilmiş oldu. Aidiyetlerimiz ve kimlik unsurlarımız yerinden oynamış oldu böylece.
Üçüncü virajda, "değiştirilebilecek ne varsa değiştirilmesi gerektiği" telkin edildi. Bu din, eskilerin "eskimiş" anlayışıyla telakki edildiği sürece hiçbir problemimizi çözemezdi! Yeni okumalar yapılmalı, yeni tasavvurlar geliştirilmeliydi.
Başlangıç, içtihadlarla yapıldı. Önce mezhep imamlarının içtihadları, arkasından icma ve arkasından Sünnet, bilinç altımıza yerleştirilen "çağı yakalama" kodlu virüs marifetiyle devre dışı bırakıldı.
Sonra bize dediler ki: "İşte, güvenilir tek kaynak olarak Kur'an! Gelin onu esas alarak yeni bir din tasavvuru inşa edelim ve bu dini, ona aykırı unsurlardan temizleyelim. Çağı yakalamanın başka yolu yok!" (yazının tamamı burada )

3 Mayıs 2009 Pazar

Kadın için hayırlı olan

Muhterem Ebubekir Sifil hoca, bugün ''İhtilat ve haremlik selamlık 2'' konusunu işlemiş ve yine çok önemli konuya ve detaylara dikkat çekmiş.

Efendimiz sallahu aleyhi vesellem, kızı Fatıma (ra) sorar: Kadın için en hayılı şey nedir? Annemiz şu muazzam ölçü olacak cevabı verirler :

''-Görmemesi ve görünmemesidir'' bu cevaba Efendimiz sallahu aleyhi vesellellem büyük hoşnutluk içinde tekbir getirirler.

Evet ölçü budur.

Yanımda kocam var, hergün çarşı pazar gezerim.

Hayır gezemessin! Kocan alemin gözüne tülbent bağlayabilecek mi? Seni fitne dolu gönlün penceresi gözlerden, haram bakışlardan koruyabilecek mi? Şu zamanda adamın yanında karısına bakıldığını hatta laf atıldığını ve bu sebeple ne olaylar olduğunu okuyor/görüyoruz.

Ebubekir hoca yazısını okuyacaksınız, orada kadının dışarı çıkması için fıkhi bir kurala işaret ediyor..''ihtiyaç''.

İhtiyaç nedir sualinin cevabı, günümüz tesettürlü kadınlarını bunaltacak kadar ağır bir imtihan sebebi olabilir. Zira, kadının ihtiyaç dediği pekçok şey fıkhen/tasavvufen ihtiyaç falan değildir.

Diyelim pet alacak (afedersiniz) bunu zaten bir kadının marketten kendi alması mahsurludur. Verir tarifi eşine, yada isim/marka eşi gider alır.Kadın için ihtiyaç, doktor, tedavi sebepleri dışında; hava almak için sakin bir tabiat kenarında eşiyle yürüyüş olabilir..Bunda da, tesettürü; mantosu çarşafı son derece bol ve vücut hatlarını belli etmemiş olmalıdır. Gözler asla namahrem gözüne değmemelidir.

Hele pazar alış-verişinde kadının-hele tek başına- asla işi olamaz. O, görmeyecek ve görünmeyecek. Evinde kendisini haremlik selamlıkla Allah'a adayacak.O gardaşım, bu komşu, şu akrabam diyerek bu sınırları delmeyecek. Haremlik selamlıktan anlamayan yakın akraba yanında, eşi ve mahremleri varken zamanın genelini hizmete verecek, tesettüründen ödün vermeyecek ve gelen kişinin karısına bir bahane bularak, ''gel biz mutfakta yada diğer odada kadın kadına laflayalım'' şeklinde tatlı bir yolla erkeklerin yanından uzaklaşacaklardır.

Başındaki saçları bir şekilde örtmek, tesettür değildir. Tesettürün ne olduğunu yukarıdaki hadisle belirttik.Örtü, bayraktır, takvadır ve ille hayadır.

Günümüzde cinsel haramlar, ne evli, ne yaşlı, ne çocuk dinlemeksizin azgınca saltanatını genişletirken; İslami hassasiyeti olan Müslümanların bu konuda; çoğunluğun dümen suyuna gitmesi vahim bir aldanma olur.

Yazıyı uzatmak istemiyorum. Şimdi konunun teknik ve ilmi tarafını Ebubekir hocamızdan okuyalım:

''Bu konuda dayanak olarak alınan bir diğer rivayette de Efendimiz (s.a.v), Hz. Sevde (r.anha) validemize hitaben, "Allah, ihtiyaçlarınız için evden çıkmanıza izin vermiştir" buyurmuştur.3 Bu rivayetin, kadının normal ihtiyaçları için dışarıya çıkabileceğini, alış-veriş yapabileceğini gösterir. Ancak bunun, "ihtiyaç"la sınırlı bir durum olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla bu rivayet ile evde kadın-erkek bir arada oturmayı alışkanlık haline getirmeyi birbirine karıştırmamak gerekir.''

2 Mayıs 2009 Cumartesi

İslam’da yorum tekeli


Muhterem Ebubekir Hocama, bir dostumla aramızda geçen anlaşmazlığı iletmiştim. O kardeşim bana : ''Meselenin özu şu: bu konularda yorum tekeli var mi yok mu? Ebubekir Hocama gore var ve o yorumdan farkli dusunen herkes hata yapiyor. Benim yaklasimim ise gayet basit: elimizde hangi yorumun dogru olduguna dair kesin bir şablon yok. Bu bizzat Islam'in evrenselliginin ve esnekliginin de hem geregi hem eseri.'' demişti.

Her ne kadar be kendisine bu konu etrafında uzunca bir zamandır tartıştığımız için karınca kararınca cevaplar vermişsem de (bu konuda elimizde bir şablon var demişsem de); yeterli olmadı ve bendeniz de konuyu hocama havale etmiştim.(Umarım bu defa yeterli olur)

Bugün Ebubekir Sifil hocamın bu ''yorum tekeli'' konusunda nefis bir makalesi, bu konuda dostumla aynı düşünenlere güzel ve son derece ilmi bir cevap niteliğinde.Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.

Hocam yazısında son derece önemli ilmi kıstaslar ve ''mihenk taşı'' ile elimize ''ölçü/terazi'' veriyor, işte o pasajlar :

''Yoruma açık olmayan hususlarda tevile dayalı olarak da olsa temel kabullere aykırı şeyler söyleyen kimseler tekfir edilmese bile, tehlikeli bir noktada bulundukları bilinmelidir. Burada, Bir meselenin yoruma açık olup olmadığına kim karar verecektir?" şeklindeki mukadder sorunun cevabı şudur: İlgili husustaki nass(lar)ın yapısı, Sahabe döneminden itibaren üzerinde farklı bir yorum yapılıp yapılmamış olması ve yapılacak farklı yorumun nasslarda sarahaten yer almış hususlarda açıkça çatışma teşkil etmesi durumunda yorumun makbul olmayacağı, dolayısıyla sahibinin yoldan saptığına delalet edeceği açıktır.
İmam el-Gazzâlî'nin Kânûnu't-Te'vîl isimli eseri bu konuda gerçekten ufuk açıcı niteliktedir. ''

Şu nokta son derece önemli: Efendimiz (s.a.v)'in, Sahabe'ye (r.anhum) tebliğ etmesi gereken her şeyi tebliğ ettiğinde şüphe yok. Onların da Efendimiz (s.a.v)'den aldıklarını kendilerinden sonrakilere aktardıkları kesin. Zira aksi halde bu dinin, daha ilk nesilde ortadan kalktığı ya da tahrif olduğu söylenmiş olur.

Şu halde Sahabe, bilhassa "dinin sabiteleri" bağlamında neyi nasıl yapmışsa, onu öyle yapmaya dikkat etmek gerekir. Usul-i Fıkıh ilmine bir bütün olarak bakıldığında, genel bir "Selef" vurgusunun baskın olduğu görülür. Sahabe icmı ve genel olarak icma, sahabî kavlinin hücciyyeti, Medine Ehli'nin ameli, hükmen merfu rivayetler... gibi hususlar hep bunun göstergeleridir.
Müslüman bilincinde Selef kavramı nirengi noktası gibidir. Biz kendimizi Selef'e bakarak ayarlarız. Elbette bu sebepsiz değildir. Bilhassa Efendimiz (s.a.v)'in yönlendirmeleri ile oluşmuş bir bilinç durumudur bu.
"İslâm'da yorum tekeli yoktur", İslâm'ın evrenselliği, yorum zenginliğindedir"... gibi ne anlattığı çok da iyi tesbit edilmemiş sloganların arkasına düşerek birtakım temel hakikatleri ıskalamayalım...''
Şimdiden o dostumun ben ''dinin sabitelerini kasdetmedim ki, içtihada baliğ olan hususları kasdetmiştim'' yollu yeni bir itirazını duyar gibiyim. Oysa içtihadlar da, bir temele dayanır, o temelin İsalm'ın birincil sabiteleri Kitap ve Sünnet olduğu aşikardır.İçtihadlarsa zaten bu iki temel kaynakla birlikte icmaa ve sonra dinin 4. delili kıyasa dayandığı dostum benden iyi bilir.Bu şablon gözardı edildiğinde ortaya hocamın bahsettiği kaos çıkar. Bugün ortada cirit atan ilahiyatçılar ve son örnek olarak İslamoğlu mealine hocamın yazdığı tenkit yazısı en iyi örnektir.
Yalnız Kitap ve sünnet bu şablonu oluşturur diyen yüzlerce yoldan çıkmış mezhep ve tarikat boşuna değil. İcmayı göz ardı ederseniz, selef-i salihin yolunu da, müteahhirin ulemayı da gözardı edersiniz. Bugün yalnızca -bazı mezheplerin yaptığı gibi- ashab-ı kiramın büyüklerine dil uzatmak, aslında direkt İslam'ı alaşağı etmekle eş anlamlıdır. İmam-ı Rabbani (ks)hazretlerinin bu konuda çok güzel tespitleri vardır, okumak ve anlamak gerek.
Edille-i şer'iyye (erbaa) şablonu sebepsiz değildir. Kaynağı da: "İnsanların hayırlısı, benim asrım ( da yaşayanlar) dır. Sonra onları takiben gelen, daha sonra onların peşinde olanlardır." hadis-i şerifidir. (Buhari, Müslim, ,İbn-i Mes'ud (RA)'dan.)

Allah (cc)

Cafeer-i Sadık (ks) hazretleri, Allah'ı bilmek üç kelime ile olur buyurdu :

1- Allah bir şeyden yaratılmadı

2- Bir şeyin içinde de değildir

3- Bir şeyin üzerinde de değildir. ( Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (ks),Ehl-i sünnet itikadı)