12 Ağustos 2011 Cuma

Cennette DVD izleme keyfi..!

Bazıları cennette sıkılmaz mıyız diyorlar ! Dünyada sıkılıp da ölmek isteyene pek rastlamadım ki, burası dünya zaten..Adı üzerinde ‘’en aşağı’’ demek..Yaratıcı tarafından sivri sineğin kanadı kadar bile değer verilmemiş bir imtihan/sınav alanı/arenası sadece..

Cennete gidince sıkılmak diye bir şey asla söz konusu değil. Sadece pişmanlık var, dünyada boşa geçen zamanları niçin daha iyi değerlendirip, cennette daha iyi lezzetleri/makamları elde edemeyişimize..Cennetten Allah azzenin Cemalini görmek, Kur’an okunuşundaki lezzetler ilk sıra..Sonra Peygamberleri velileri görme saadeti..Bu bahs-i diğer..

İnşallah cennete gittiğim zaman; bilmem kaç boyutlu televizyonumun karşısına geçip; bazen kainatın ilk yaratılışını, cinler dünyasını, şeytanlar dünyasını, ilk insanın (as) serüvenini, bazen anne karnından başlayarak tüm yaşantımı, bazen Peygamberimizin ve peygamberlerin ( en güzel selamlar onların üzerine olsun) baştan sonra dünya hayatlarını, bazen bir Allah dostunun yaşamını A’dan Z’ye..seyredeceğim..
Dünya tarihini, dünya savaşlarını, dönen dolapları, insanlığın gelişimini..Kıyametin kopuşunu tüm detaylarıyla..
İzlenecek ne çok DVD olacak..Hiçbir şey yapmasa insan cennette, filmleri bitiremez..
Cennet katları arasındaki misafirlikleri saymıyoruz..Her istediğinin anında oluş zevkini.Neden saymıyoruz, çünkü çok insanın bilmediği cennette rahat döşekler içinde meyveleri yerken DVD keyfiydi konumuz..Nasıl güzel değil mi..?

31 Temmuz 2011 Pazar

Bu Ramazan hepimiz Afrikalıyız / Dr.Ebubekir Sifil

Rahmet iklimine adım attığımız şu günlerde gönüllerde ayrı bir heyecan, ruhlarda ayrı bir sekinet var. Ramazan'ın mü'min yüreklere "coşku" ve "rikkat" olarak yansımasından daha tabii ne olabilir?.. Bunu ancak iman edenler bilir ve yaşar...

Bu Ramazan yazın en sıcak günlerinde misafirimiz oluyor. Yüce Rabbin lutfettiği bolluk ve bereket içindeyken, -dürüst olalım- aklımızın ucundan "bu Ramazan biraz çetin geçecek" diye geçmiyor değil hani...

Ne de olsa insanız. Zaaflarımız var. Hava çok sıcak ve günler uzun...

Sıcak havalarda oruç tutmak yerine fidye vermeyi aklından geçirenler, Hz. Abbâs (r.a)'ın, ilerlemiş yaşına rağmen Arabistan'ın dayanılmaz sıcağında biraz olsun serinlemek için Ramazan'da bir leğene su doldurup içinde oturduğunu hatırlamalı.

İbadetlerimizin iki yönü var: Sorumluluktan kurtulmak ve sevabına/faziletine nail olmak. Biraz sıkılmayla -sağlığını tehlikeye atmamak şartıyla- oruç tutabilecek durumda olanlar hemen fidye vermeyi düşünmemeli. Belki fidye bizi oruç sorumluluğunda kurtarır; ama oruç tutmanın sevap ve faziletini kesinlikle temin etmez...

Afrika bu yaz büyük bir sıkıntıyla, çetin bir imtihanla yüz yüze. Milyonlarca insan kavurucu sıcakta bir lokma yiyecek bulma umuduyla kilometrelerce yol yürüyor. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, hastalananlar, hayatını kaybedenler...

Yeryüzünün mazlumları onlar. Ve bizim onları, dünyanın kanını emerek semirenlerin insafına terk etmek gibi bir lüksümüz yok. Onlar bizim kardeşlerimiz. Hatta aralarında gayrimüslimler olsa bile onlardan elimizi çekemeyiz. Mazlumun elinden tutmak ancak mü'minlerin şiarıdır.

Biz oralara bigâne kalırsak bunun iki türlü bedeli olur:

Birincisi onların yaşadığı açlığa duyarsız kalmak ağır bir vebaldir. Onlar açken bizim mükellef iftar ve sahur sofralarında tıka basa yememizin izah edilebilir bir yanı olamaz.

İkincisi, oralarda bizim yokluğumuzun oluşturacağı boşluğu, başta misyoner örgütleri olmak üzere "başkaları" güle-oynaya dolduracaktır. Bu da bize katmerli bir vebal olarak yansıyacaktır.

Tam sırasıdır... Gelin bu Ramazanı farklı yaşayalım. Afrika'ya el uzatma çağrısı yapanlara, özellikle de STK'lara kulak verelim, el verelim, destek verelim. Bu hassasiyet dalga dalga büyüsün.

Kara kıtanın kara derili insanlarının bahtı da kara olmasın. Kurban ve sair organizasyonlarla oralara gidenlerin anlattığı öyküleri dinlediğinizde içiniz acıyor. Müslümanların sahnede olmadığı bir dünyanın ne hale gelebileceğini o öyküler canlı biçimde anlatıyor. Ve Müslümanlar iradeli davrandığında nelerin yapılabileceğini de...

Şimdiden Ramazan'ınız mübarek olsun. Bu mübarek iklim Gazze'de, Suriye'de, Mısır'da, Afganistan'da... yaşanan dramları hayra kalbetsin. "Yeryüzünün başka bir yeryüzü" olacağı günlere...

(Milli Gazete)

21 Temmuz 2011 Perşembe

Kusurlu Mal Albânî / M.Şevket Eygi

Sayın dostumuz, Uyarı ve eleştiri nâmenizi aldım, teşekkür ederim.

Nâsirüddin el-Albânî için "Zamanımızın en büyük muhaddisi, hattâ muhaddislerin imamı, hâtemü'l-muhaddisîn, hadîs konusunda en büyük otorite..." gibi övgülerde bulunuyorsunuz ve dört mezhebe uymayan inanç, fikir ve görüşlerinizi bu merdut (reddedilmiş) zata dayandırıyorsunuz.

Muhterem beyefendi!..

İslam fıkhında bir kural vardır:

Bir tâcir, kusuru olan bir malı satarken, o kusuru müşteriye söylemezse kazancı haram olur, günaha girmiş olur, müşterisini aldatmış olur.

İslam istikameti (doğruluğu, dürüstlüğü) esas kabul etmiştir.

İlmî görüşlerin açıklanması da, mecâzî mânada bir tür satışa benzetilebilir. Binaenaleyh bazı bilgilerin ve bilginlerin kusurları varsa onların muhatabı mutlaka insaflı ve adaletli bir şekilde beyan edilmesi gerekir.

Siz Albânî için:

*Zamanımızın en büyük muhaddisi,

*Muhaddislerin imamı,

*Hâtemü'l-muhaddisîn,

*Hadîs konusunda en büyük otorite...

Gibi övgülerde bulunurken, "malınızın" kusurları hakkında tek kelime sarf etmiyorsunuz.

Böylece "müşterilerinizi" (okuyucularınızı) aldatmış oluyorsunuz.

Siz taqiyye ve kitman yapmayı farz kabul eden, "taqiyye bizim dinimizdir, taqiyyeyi terk eden namazı terk etmiş gibi olur, taqiyyesi olmayanın dini de yoktur..." diyen mezhebe mensup olsaydınız, bir şey demeyecektim. Lakin siz Ehl-i Sünnet din kültürü dairesi içinde bulunan bir kimsesiniz ve Albânî konusunda taqiyye yapmanız, yâni Ehl-i Sünnet ulemasının ve muhaddislerinin ona yöneltmiş oldukları (Bazısı birkaç cilt) tenkitlerden hiç bahs etmemeniz doğrusu son derece esef vericidir.

Albânî Vehhabîlerin, kendilerine Selefî diyen bazı gulüvve sapmışların, dinde reformcuların, Ehl-i Sünnet muarızlarının imamıdır ama kesinlikle Ehl-i Sünnetin imamı değildir.

Albânî kimdir, özellikleri nelerdir? Madde madde sıralıyorum:

1. Günümüz Vehhabî ve Selefîleri içinde en önde gelen bid'atçi ve reformcudur.

2. Otodidakttir. Hocalardan ilim öğrenmemiş, icazet almamıştır. Bir insan kendi kendine kitap okuyarak uçak mühendisi, kalp ameliyatı yapan operatör doktor, ağır ceza hakimi olabilir mi? Olamaz. İşte Albanî'nin muhaddisliği de böyle kendinden menkul bir muhaddisliktir.

3. Asıl mesleği saatçiliktir.

4. Büyük Ehl-i Sünnet alimlerine, imamlarına ağır ve galiz şekilde saldırarak meşhur olmuştur.

5. Tasavvuf ve tarikat evliyasına ve ehline aşırı saygısızdır, onlara karşı düşmanca ve son derece agresif bir üslupla saldırmıştır.

6. O kadar aşırıdır ki, Suudî Arabistan'dan hudut harici edilmiş, Amman'da ev hapsinde 1999'da ölmüştür.

7. Bazı kitap tüccarlarının ve eğitimsiz bir kısım Müslümanın tercih ettiği bir yazardır.

6. İmamdır ama Ehl-i Sünnetin imamlarından değil, Vehhabî ve Selefîlerin imamıdır.

7. Ulemanın icmâına aykırı bozuk ictihadlarından biri kadınların altın süs eşyası takmalarının haram olduğu iddiasıdır.

8. Diğer bir bozuk ictihadı: Ticaretten kazanılan paranın zekâta tâbi olmadığı iddiasıdır.

9. Kendi kafasına (re'y ve hevasına göre) cumartesi günleri oruç tutmayı kesin olarak yasaklamaktadır.

10. Üç mescid dışındaki diğer mescidlerde itikaf yapmayı yasaklamaktadır.

11. Müslümanların selef imamlarını (mesela dört mezheb imamını) taklid edeceklerine kendisini taklid etmelerini istemektedir.

12. Kasden terk edilen namazların kazâ edilmesini yasaklamaktadır.

13. Hayızlı kadının ve cünübün Kur'an-ı Kerimi okumasının, tutmasının ve taşımasının caiz olduğunu iddia etmektedir.

14. Resulullah'ın (Salat ve selam olsun ona) kabrinin Mescid-i Nebevî içinde bulunmasının Medîne'deki bid'atlerden biri olduğunu tekrar tekrar iddia etmektedir.

15. Peygamberimizin kabrini ziyaret etmek ve ondan şefaat istemek maksadıyla seyahat edenin yanılmış bir bid'atçi olduğunu iddia etmektedir.

16. Zikrullah yapmak için elinde tesbih bulundurmayı bid'atçilik olarak vasıflandırmaktadır.

17. Allahü Teala için Arş'ın üzerinde el-mekân el-ademî diye bir yer olduğunu iddia etmektedir.

18. Tamâmü'l-minne adlı kitabında istimnânın (mastürbasyonun) orucu bozmadığını iddia etmektedir.

19. Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buharî'nin "düzeltilmiş" baskılarını yayınlamış, ve bunlara "muhtasar" (kısaltılmış) ismini vererek hileli bir yol izlemiştir.

20. Albanî et-Tevessül adlı kitabında Mu'tezile mezhebini takliden, tevessül ve teşeffuyu haram olarak kabul etmekte ve bunun şirke denk olduğunu söylemektedir.

21. Ehl-i Sünnet tasavvufçuların İslam dışı olduklarını, şirke ve küfre düştüklerini iddia etmektedir.

22. Ehl-i Sünnetin itikatta iki imamı olan İmamı Eş'arî'ye ve İmamı Mâturidî'ye son derece muhaliftir, onları bid'atçi kabul etmektedir.

23. En az beş kitabında Medîne-i Münevvere Mescid-i Nebevî'deki Kubbe-i Hadra'nın (Peygamberimizin türbesinin) yıkılmasını, kabrinin mescid dışına çıkarılmasını istemektedir.

24. Bayram günlerinde akrabaları, komşuları ve arkadaşları ziyaret etmenin bid'at olduğunu söylemektedir.

25. Dârü'l-harb olduğu gerekçesiyle Müslümanların Filistin'i terk etmeleri ve Siyonist Yahudilere bırakmaları gerektiği yönünde fetva vermiştir. (Feteva, s. 18)

26. Teravih namazının 11 rekattan fazla kılınmasını yasaklamaktadır.

27. Cuma namazından önce dört rekat sünnet namazı kılmanın bid'at olduğunu iddia etmektedir.

28. Ehl-i sünnet alimlerine cahiller, bid'atçiler, hattâ bazen eşkıya diyerek hakaret etmektedir. Bu konuda Ehl-i Sünnet âlimi Şeyh Hasan Ali el-Sakkaf tarafından derlenmiş "Albânî'nin Ümmet'in âlimlerine karşı sarf ettiği hakaretlerin ve tiksindirici ifadelerin sözlüğü" adlı bir kitabı bulunmaktadır.

29. Peygamber Efendimizi öven "Kaside-i Bürde"yi okuyan Müslümanlara ahmak diyerek hakaret etmektedir.

Gelelim Ehl-i Sünnet ulema ve fukahasının bu bid'atçi zata karşı yazdıkları reddiyelere:

1. Hindistanlı muhaddis Habiburrahman el-Azami'nin dört ciltlik "el-Albanî Şuzuzuhü ve ahtauh"u.

2. Suriyeli âlim Muhammed Said Ramazan el-Bûtî'nin iki reddiye kitabı vardır. (a) Mezhebsizlik Şeriatı tehdit eden en tehlikeli bid'attir. (b) Selefin yolu mübarek ve tarihî bir çığırdı, İslamî bir mezheb değildi.

3. Faslı muhaddis Abdullah ibn Muhammed ibn Sıddîk el-Gummarî'nin Albanî'ye dört reddiyesi vardır.

4. Suriyeli hadîs alimi Abdulfettah Ebû Gudde'nin Albanî'ye ve arkadaşı zuheyr eş-Şeviş'e reddiyesi.

5. Mısırlı hadîs alimi Muhammed Avvame'nin "Âdabü'l-İhtilaf" adlı kitabı.

6. Mısırlı hadîs âlimi Mahmud Said Memduh'un iki reddiyesi.

7. Arabistanlı hadîs alimi İsmail ibn Muhammed el-Ensar'ın üç reddiyesi.

8. Suriyeli âlim Bedreddin Hasan Diab'ın reddiyesi.

9. Dubai Diyanet reisi İsa ibn Abdullah ibn Mani' el-Himyerî'nin iki konudaki reddiyesi.

10. Birleşik Arab Emirlikleri Diyanet İşleri Başkanı Şeyh Muhammed ibn Ahmad el-Hazrecî'nin "Albanî'nin aşırılıkları" başlıklı makalesi.

11. Suriyeli âlim Semir İslambulî'nin el-ahad, el-icmâ, en-nesh adlı yazısı.

12. Ürdünlü âlim Es'ad Selim Tayyim'in, Albanî'nin yaptığı bazı hataları teşhir eden yazısı.

13. Ürdünlü âlim Hasan Ali Sakkaf'ın sekiz kitabı.

Evet muhterem beyefendi... Siz Albanî malınızı göklere çıkartıyorsunuz ama onun kusurlarından hiç mi hiç bahs etmiyorsunuz.

Ehl-i Sünnet ulemasının aleyhinde bunca ilmî tenkit ve düzeltme kitabı yazdığı böyle bir kişiye siz nasıl zamanımızın hadîs imamı diyebiliyorsunuz?

Bu yazımdaki bilgileri halk bilmez. Siz "malınızın" kusurunu söylememekle Müslümanları aldatmış olmuyor musunuz?

Beyefendi!.. Müslüman âdil ve insaflı olmaya mecburdur. Kur'an, Sünnet bizi âdil olmaya çağırıyor.

Siz "Albanî benim gözümde imamdır ama onun aleyhinde de bunca ilmî tenkit kitabı yazılmıştır" demek zorundasınız.

Albanî gibi bir bid'atçiyi ve saygısızı muhaddislerin imamı olarak göstermenin bir vebali olsa gerek.

Selam ve saygılarımla...

(Milli Gazete )

17 Temmuz 2011 Pazar

Coca Cola içmenin hükmü

İhtilaflı meseleler ve kardeşlik hukuku / Dr.Ebubekir Sifil

Soru: Coca Cola haram diye bir fetva vermişsiniz, Hüseyin Avni Hoca, Mehmet Talu Hoca vs.'nin de aynı fetvayı verdiklerini biliyoruz. Bu konuda Diyobend alimlerinin de fetvaları var. Büyük Müfti İbrahim Desai ve başka Diyobendilerin fetvalarında görüyoruz ki, onlar Coca Cola haram değildir diyorlar. Alkol olsa bile, Siyonizme yardım etse bile, bu fıkhî açıdan Cola'yı haram etmiyor onlara göre. Hem Darul Ulum Diyobend'de Coca Cola'nın içildiğini gördük. İngiltre'de Darul Ulum'da okumuş alimler, büyük müftilerin Coca Cola içtiğini ve içilmesine helal dediklerini söyledi. Bu olsa olsa ihtilaf konusu değil mi? Diyobend'in Fıkıhda ne kadar güçlü olduğunu biliyoruz. Bazıları (bunu söylediğimiz için) bizim Peygambere ihanet ettiğimizi söylüyorlar; Coca Cola içtiğimiz zaman İslam'a hain olarak nitelendiriyorlar.

Cevap

Cola meselesine iki açıdan yaklaşmıştım:

1. Kola'ya (ve daha genelde gazlı içeceklere) çözücü olarak katılan alkolün, bu işlemden sonra mahiyet değiştirip değiştirmediği; başka bir maddeye dönüşüp dönüşmediği. Eğer bu işlemden sonra alkol tepkimeye girip alkol olmaktan çıkıp bir başka maddeye dönüşüyorsa kola (ya da söz konusu hangi içecek ise o) haram olmaz.

Kola'ya katılan alkol -çok düşük oranda da olsa- "alkol" olma özelliğini kaybetmeden varlığını sürdürüyorsa, çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır" ilkesi gereği kolanın içilmesinin haram olduğunu söylememiz gerekir. Bu durumda "Bir kimse litrelerce kola içse bile yine sarhoş olmaz; dolayısıyla içindeki az miktar alkol sebebiyle kolanın haram olduğunu söylemek doğru değildir" denemez. Çünkü burada dolaylı da olsa "az miktardaki alkolün içilmesinin haram olmadığı" söylenmiş olmaktadır. Allahu a'lem burada doğru olan, içeceğin fiilen "en fazla ne kadar içilebildiğini" değil, ilkesel olarak "çok miktarda içilmesi halinde sarhoş edip etmeyeceği"ni esas almaktır.

2. Diyelim ki içeceğe çözücü olarak katılan alkol, girdiği tepkime sonucu özelliğini kaybediyor ve alkol olmaktan çıkıyor. Bu durumda o içeceğin "li aynihhî" (sırf kola, gazoz vs. olduğu için) haram olduğu söylenemez.

Bu noktada geriye belli bir kola markasının İsrail'e yardım ettiği gerekçesiyle haram olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği sorusunun cevabı kalıyor.

Mukaddes beldede fiili bir savaş yürüten, varlığını işgal ve teröre borçlu olan ve hatta hayatı işgal ve terör üzerine bina etmiş olan terörist İsrail devletine yardım eden firmaların ürünlerini satın almanın, oradaki işgal, terör ve insanlık dışı uygulamalara destek vermek anlamına geleceği, ayrıca delillendirilmeye ihtiyaç göstermeyecek kadar açık bir meseledir. Hiçbir aklı başında Müslüman böyle hassas bir meselede "Ben verdiğim paranın nereye gittiğine bakmam; satın aldığım maddenin "li aynihî haram olup olmadığına bakarım" de aymazlığına düşeceğini sanmıyorum.

Dolayısıyla Diyobend ulemasından nakledilen fetva şayet doğruysa, yaüni onlar gerçekten öyle bir fetva veriyorsa, şu noktaların açıklığa kavuşturulması lazım:

1. Diyobend uleması Coca Cola'nın İsrail'e yardım eden bir firma olmadığı şeklinde bir bilgiye mi sahiptir?

2. Eğer onlar da bu firmanın İsrail'e yardım ettiğini kabul ediyorsa, o zaman fetvayı sadece tüketilen maddenin "li aynihî" haram olup olmadığı noktasına bakarak ve İsrail'le ilişkisinden sarf-ı nazar ederek mi veriyorlar?

Bu iki nokta aydınlatılabilirse Diyobend fetvası üzerinde daha rahat konuşabiliriz.

Ala külli hal, şu anda bu mesele üzerinde ihtilaf edildiği açık. Böyle durumlarda mü'minlerin, birbirlerine karşı gözetmeleri gereken hukuku ihlal edecek davranışlardan uzak durması gerekir.

Yıllar önce "Mezhep Meselesi ve Fıkhî İhtilaflar" adıyla bir kitap tercüme etmiştim. Şu anda mevcutu tükenmiş olan bu kitapta müellifin (Ebu'l-Feth el-Beyânûnî), yer verdiği bir bölüm konumuz açısından gerçekten önemli. İhtilaflı meselelerde mezhep imamlarımızın ve ulemamızın nasıl davrandığını ve bize ne tavsiye ettiğini izah eden bu bölüm, en az fıkhî ihtilafların sebep ve mahiyeti kadar önemli.

İnşaallah RıhleKitap yayını olarak Ramazan'da yeni baskısı okuyucuya arz edilmiş olacak. Meselenin oradan okunmasını tavsiye ediyorum.

3 Temmuz 2011 Pazar

Moderniteye direnmek / Dr.Ebubekir Sifil

Modernite deyince aklımıza öncelikle hayatın görünen yüzünün gelmesi karşı karşıya bulunduğumuz problemin ciddiyetini gösteriyor. Modernite-İslam ilişkisi bağlamında tartıştığımız meselelerin birkaç "kışkırtıcı" başlığa inhisar etmesi de aldatıcı noktalardan biri şüphesiz. Oysa bunlar sonuç. Sebebe inmedikçe meseleyi -en azından zihnimizde- çözme şansına sahip olmamız mümkün değil.

Müslümanlar olarak -mesela- modernitenin kurguladığı "üretim-tüketim ilişkileri" hakkındaki düşüncemiz nedir? İslam, üretimin ve tüketimin hangi esaslar dahilinde olmasını öngörür ve biz, fiilen yaşamakla bir cüz'ünü oluşturduğumuz modern üretim-tüketim ilişkileri bütünü içinde İslam'ın öngördüğü modeli zihnen kabul edebilecek durumda mıyız?

İslam, üretimin ihtiyaçlar kadar olmasını öngörür. İhtiyaçtan fazlasını üretmek birkaç açıdan mahzurludur. İhtiyaçtan fazla üretecek olursanız;

1. Hammaddeyi gereğinden fazla tüketmeden bunu yapamazsınız. Hammaddenin israfı tabiatın/çevrenin tahribi anlamına gelir. Dolayısıyla ihtiyaç fazlası üretim, bize "emanet" olarak verilmiş tabiatın tahribini intaç eder.

2. İhtiyaç fazlası üretimin kâra dönüşmesi, ancak toplumda yapay ihtiyaçlar oluşturmakla mümkündür. Burada da "israf" söz konusudur.

3. İhtiyaç fazlası üretimi esas alan ekonomi anlayışı, kaçınılmaz olarak acımasız bir "rekabet" ortamını doğurur. Modern ekonomik sistemde var olabilmenin olmazsa olmazlarından birisi "durmadan büyümek"tir. Belli bir seviyede durmak, bu sistemde yok olmakla eş anlamlıdır. Dolayısıyla büyümek için her ne lazımsa onu yapmak zorunda kalan işletmeler, ahlakî ilkeleri de, hukukî ilkeleri de buna göre düşünüp tesbit etmek zorundadır. (Modernitenin temelinin ekonomiye dayandığı gerçeğini hatırlayalım.) Kimse doğruluğuna kani olmadığı bir şeyi yapmaz. En azından devamlı olarak yapmaz. Başlangıçta yaptığı şeyin doğru olmadığını düşünse bile, onu yapmaya devam ettiğinde, -yaşadığı gibi inanmanın kaçınılmaz sonucu olarak- "kabul ettiklerinin" değil, "yaptıklarının" doğru olduğunu söylemeye başlayacaktır insanlar.

Hormonlu yiyecekler gibi durmadan sağlıksız bir şekilde büyüyen metropol şehirlerde yaşamaya, işlem görmüş, katkı maddesi eklenmiş, raf ömrü uzatılmış gıdalar tüketmeye, evlerimizi ve çevremizi kuşatmış bulunan cihazlara itiraz etmeye, bunu en azından zihnen yapmaya hazır olup olmadığımız meselesinin modern çağda İslam'ın doğru algılanıp doğru yaşanmasıyla doğrudan ilişkisi var.

Bunlar olmadan yaşayamayacağımız düşüncesine sahipseniz, bunun da size modernitenin hediyesi olduğunu acilen fark etmek durumundasınız...

Bütün bunlar insanın nefsî arzularına ve hevasına hitap eden, onu köpürten bir hayat tarzının ifadesi. Dolayısıyla modern hayat tarzının en temelde insanın nefsî hevası üzerine kurulu olduğunu söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır.

Şimdi başa dönüp soralım: Müslümanca bir hayat için moderniteye ruh veren teori ve pratiklerle zihnen hesaplaşmaya hazır mıyız?

28 Haziran 2011 Salı

“Mehdi As. Konusunda Uyarı”


''Bir kimse Mehdiyim diye ortalığa çıkmışsa ya da bir topluluk birinin Mehdi As. olduğu davasındaysa şunlara bakarak onun veya onların yalancı olup olmadığını rahat anlarsınız:

1- Müslümanlar yeryüzüne hakimler mi? O şahıs yeryüzünün meliki mi?

2- Hz. İsa As. onunla beraber mi?

3- Yeryüzünden zulüm, fısk, fücur, aşikar günah işlemek, Allah’a isyan kalkıp yeryüzü adaletle doldu mu? Mal, servet, zenginlik adetsiz hesapsız herkese dağıtıldı, ihtiyaç sahibi kimse kalmadı mı?'' Yazının tamamı aldanmayalım.net'te

21 Haziran 2011 Salı

Diyanet ve imam..

''Halk farkında değil ama şu anda Diyanet kadrolarını ele geçirmek için dehşetli bir faaliyet var. Sessiz sedasız sinsice...

Bendeniz bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak, fetva isteyeceğim müftünün, arkasında namaz kılacağım imamın, konuşmasını dinleyeceğim vaizin itikadını, mezhebini, meşrebini bilmeliyim. Bir imam "Bu devirde üç hak ibrihimî din vardır, Hz. Muhammed'i, Kur'anı, İslam'ı inkar eden gayr-i Müslimler Cennetliktir" diyorsa, Sünnî olarak onun ardında namaz kılamam.

Bir imam "Fazlurrahman büyük ve mübarek bir din önderidir. Onun Tatiliye mezhebi haktır. Kur'andaki nice kesin hükümler tarihseldir, bugün geçerli değildir" inancına sahipse onun ardında da namaz kılamam. Bir imam müteşabihatı lügavi manaya alarak "Allah'ın insanlar gibi eli, ayağı, yüzü vardır. O iner çıkar. Onun ciheti vardır..." gibi inançlara sahipse onun ardında da namaz kılamam. Evet tekrar ediyorum: Diyanet kadrolarını ele geçirmek için birtakım fırka ve hizipler var güçleriyle sinsice çalışıyor. Dehşetli taqiyye yapılıyor.''
M. Şevket Eygi

Namaza dair..

''Niye Namaz Kılıyoruz? Allah`u Teala nın Emri Var...

Niye Sureleri İçimizden Okuyoruz? Bizi Bir Duyanın Olduğuna İnandığımız İçin!

İçimizi Duyan... Dışımızı Görmez mi? Hakkıyla Namaz Kılan Kötülük Yapar mı?

Bunca Pislik İçinde Evimizin Önünden Geçen Bir Irmakla Günde Beş Defa Niye Yıkanmayalım??''

http://vakiseher.blogcu.com/

20 Haziran 2011 Pazartesi

Sevgiler Neden Acıydı?


Anımsatmayan Sevgiler Neden Acıydı? Hakiki Sevgi “Sen” Olduğun İçin mi?
Sensiz Sevgilerin, Sana Getirmeyen Sevmelerin Kıymeti Olmadığı İçin mi?
Senin Dışında Sevilenler Tutsak Ettiği İçin mi? “Sevgi” Sensizken Adamlığını Kaybettiği İçin mi?
Sevgi Niye Vardı, Sana Getiren Yolları Daha Kolay Bulmak İçin mi?...

Bir Seni Sevmem Gerekirdi, Yıkılmaya Mahkûm Dünyada...
Bir Sana Koşmam Gerekirdi Hiç Düşünmeden... Telaşlarıma ve Sensizliği Benimseten Hayallerime Aldırmadan... Bir Senin Adını Yazmalıydım Yüreğime...
Yüreğimi Sahibine Teslim Etmeliydim Hiç Şüphe Etmeden...

Yüreğimin Sahibi Sendin, Sevgine Muhtaç Olan Bendim...
Seni Tenzih Ederek Buyurmalıydım Yüreğime... Nakış Nakış İşlemeli, Doymayı Bilmeden Seyretmeliydim Adını... Hatta, Seni Düşünmediğim Demlerde...
Sensizliğin Adı Ölüm Olmalıydı Gönül Hanemde...

Bir Sana Susamalıydım...
Bir Sana Yanmalıydım Yanmanın Hakkını Vererek ve Bir Sana Ölmeliydim Sevgimden...
Kalbim Her Atışında “Bir İsmin” Dolanmalıydı Dilime... Dilim Kalbimle Bir Olmalıydı ve Benim Yalnız “Sana” Olmalıydı Dönüşlerim...

Öyle Bir Yüreğim Olmalıydı ki, Amacını Unutmalıydı...
Öyle Bir Yüreğim Olmalıydı ki Mecnun Demeliydi Bana, Beni Görenler... Mecnunun Adı Yeniden Yankılanmalıydı...

Dağlar Yerinden Oynamalı, Toprak Hayretlere Kapılmalıydı, Ben
“HU!” Deyince... Yer Sarsılmalı, Kıyametler Kopmalıydı, Ben “HAY!” Deyince...

Yüreğim Yanık Kokmalıydı Sevgimden...
Adını Her Andığımda Unutmalıydım Kendimi ve Seni Unutturan Her Şeyi... Ben Böyle Sevmeliydim ve Böyle Ölüp Gitmeliydim.

Geri Dönmeliydi Kalbime Uğrayanlar...
Aşkın, Ashabı Kehf Gençlerini Anımsatmalıydı... Onları Görünce Korkudan Ürperenler, Benim Kalbime Yaklaşınca da Ürpermeliydi Ve Seslenmeden Çekip Gitmeliydiler...

Yalnız Yüreğim ve Yüreğimi Dolduran Sevgin Yetmeliydi Bana.
Kimseye İhtiyaç Duymadan, Vuslata Erinceye Dek Öylece Beklemeliydi…

İşte, Sevmek Böyle Olmalıydı, Peygamberane Bir Tavırla...
Ashabi Bir Usulle... Ben Böyle Sevmeliydim Seni... Ben Böyle Ölmeliydim Sende, Yeniden Dirilircesine...

Ayet Ayet Geçiyorsun İçimden, Susuyorum ve “Sana” Ait Olan Her Kelama Boyun Eğiyorum...
Seni Öven Cümleler Sıralanıyor Zihnimde... Seni Haykırıyor Her Hece ve Her Kelime...
Çaresiz Kalıyorum Varlığın Karşısında ve Yalana Açılan Tüm Sevgileri Deviriyorum Birer Birer...
Yırtıyorum, Karalıyorum Esir Eden Yapmacık Sevgileri,

Ağlıyorum Yeniden Beni Affetmen İçin...
Beni Kurtaramayan, Cehennemin Alevlerine Kendi Elleriyle Atan Sevgilere Sırtımı Dönüyorum...
Sensiz Olan Her Şeye Kapatıyorum Kapılarımı...

Sana Adım Atamayışlarım, Yüreğime Sarmayışlarım Utandırıyor Beni...
Yağmur Damlası Misali, Yere Düşürüyor Islak Bakışlarımı...
Şimdi, Suçlu Bir Çocuk Misali Kaçmak İstiyorum Kendimden...


Ey Rabb'im “Sana” Sevginden Yapılmış ve Sevgin Kokan Tevbeler Sunuyorum...

Yalvarıyorum Sana Du'a Du'a, Kurtarır mısın? Beni Sevgi Nedir Bilmeyen Cehennemlerden?

http://vakiseher.blogcu.com/

Necip Fazıl'dan..

"Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin has-sasiyeti içinde birini arıyordum. Birini...
O kim mi?

Allah'ın sevgilisi...

Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedilik sarayının paslanmaz tâcı...

Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı.

Bin bir istikâmette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahet saadeti karşısında şaşkın, hep o "Bir" etrafında helezonlar çizilen bir hayat...

Benim hayatım budur!"

18 Haziran 2011 Cumartesi

Çakal Carlos'u Müslüman yapan neden


'Tek kurtuluş İslam

İslam’a girmesiyle Batı toplumunun en büyük günahlarından olan bireysellik hastalığından tamamen uzaklaştığını ifade eden Carlos: “Müslüman olduğum ilk yıllar İslam hayatıma çok önemli bir değişiklik getirmedi. Ailemden aldığım sağlam ahlâki değerler nedeniyle İslâmî olgunluk zevkini tatmam uzun bir sürece yayıldı. Daha sonraki yıllar ise imanın tadını almaya başladım. İslam insanlarla dayanışma hissimi daha da arttırdı.

Müslüman olmam Batı toplumunun en büyük günahlarından olan bireysellik hastalığından beni tamamen uzaklaştırdı. Ben her zaman insanların sömürülmediği bir dünya için mücadele verdim. Bugün benim için mücadelemin temel dayanağı ve inandığım devrimin adı İslam'dır. Emperyalizme ve siyonizme karşı çıkan bütün devrimci örgüt ve savaşçıları İslam bayrağı altında birleşmeye çağırıyorum. İnsanlığın tek kurtuluş adresi İslam'dır.” diyor.'' tamamı burada

Semiyyu'zzebih Alemin ölümü

''Her yönüyle gerçek bir ilim ve gönül adamıydı İsmail Çetin hocam. Yaşantısıyla, eserleriyle, hastalığına rağmen bitmek bilmeyen enerjisiyle, talebeleriyle ve müstakim duruşuyla. Arapça eserlerinin kapağına, adını sarahaten yazmak yerine, Hz. İsmail (a.s) ile adaş olduğunu anlatan "Semiyyu'z-Zebîh" ifadesini kullanmayı tercih ediyordu...'' Dr.Ebubekir Sifil
yazının tamamı burada

17 Haziran 2011 Cuma

Nureddin Yıldız

Farklı mezheplere göre amel etmek
''SORU: Hocam, derslerinizden ve sohbetlerinizden aslında zaten mezhepsiz olduğumuzu anladım fakat bir mezhebe uymanın zorunlu olduğunu da öğrendim. Bu durumda, bir mezhebin uygulaması olan daha kuvvetli bir delil ile amel edilebilinir mi? Örnek: Ebu Davud´da bizim mezhebimizde namazda göbek altında el bağlama şeklimize getirilen delil´in yine ebu davud´da dipnot olarak cumhur ulema tarafından zayıf kabul edildiğini okudum, dolayısıyla buhari ve müslimde okuduğum ve Hanbeli mezhebinin uygulaması olan elleri göğüs üzerine bağlama şekli ile amel edebilir miyim? Bu uygulama delilini bildiğim sürece, diğer ameller için de geçerli olabilir mi, sakıncası var mıdır?

CEVAP: Mesele sadece el bağlamakla bitmiyor ki? Her meseleyi bu şekilde araştırmaya ne kadar vaktiniz ve imkânınız olacak? Ayrıca zayıf diyenlerin yanında değil diyenlerin de bulunduğu bir tartışma ile karşılaşınca ne yapacaksınız? Şunu bilmekte yarar vardır: Mezhepler, kör bir taassubun sonucunda oluşmamıştır. Daha makul düşünerek yolumuza devam edelim. Allah’a emanet olun.'' BağlantıNureddin Yıldız / Fetva Meclisi

Yukarıdaki alıntı, can.cenk1@gmail.com' a H.Saygıncılar tarafından gönderilmiştir. N.Yıldız'a hürmetle ve ciddiyetle soru sormaya başlayan kişi, ''Aslında zaten mezhepsiziz'' diyor ve Nureddin bey de sükut ile sitesine taşıdığı okurun soruya başlarken ki cümlelerinden gocunmak yerine cevaba girişiyor. (1) Bir mezhebe uymanın zorunlu olduğunu da aynı Nureddin'den öğrenmiş!Çelişkili cevapalar.. (Herhalde telfik yoluyla.Acaba yazım hatası vardı da soruyu soranın cümlesi şöyle miydi : ''derslerinizden ve sohbetlerinizden aslında zaten mezhepsiz olduğuNuzu anladım''ala külli hal her iki durumdaki bir cümleye ''hoca'' olan ve ehl-i sünnete bağlı bir zatın derhal itiraz etmesi ve doğruyu anlatması gerekirdi.Sonuçta ilk anlama durumu olsa bile, sorucu sizin sohbet ve derslerinizden mezhepsiz olunacağını anladım demek de istemiş olabilir.

Blog yazılarımda ısrarla vurguladığım şeylerden biri : İtikaden sakat/arızalı tiplerden şeytandan kaçar gibi kaçılacağı, ''toptancı'' bir tutum sergileneceğidir.Bu, bizim gibi cahiller için ne kadar elzemse, hoca gecinenler için de geçerli olduğuna son örnek N.Yıldız'dır.

Kendisiyle bir söyleşide ''..Fizilali Kur'an benim şarzlı pil makinamdır. Bundan devamlı şarz ederim kendimi, çok faydalı oluyor.'' diyor Nureddin Yıldız. Seyyid Kutub'un tefsir ismi verilen kitabını elinden düşürmediğini beyan ediyor. Kutub'un arızalı fikirlerini zaten bu bloğun takipçileri bilmektedirler.(Bakınız :En çok okunanlar linki)

Bir ehl-i sünnet mezhebine sadıkane uymayanların durumu. Zahid el Kevseri (rh.a) ''Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür'' diye insanları uyardı. Yani an gelir mülhid olma tehkilesi ile karşı karşıya kalırsın da haberin olmaz, kendini Müslüman sanırsın. Bu cümlemle N.Yıldız'ı itham etmiyorum. Genel bir prensipten söz ediyorum. Hamdolsun tekfir hastalığım yoktur. Sadece bu yazarın fikirleri arızalı/sakattır, muteber değildir, okumamak gerekir diyerek Müslüaman kardeşlerimi ikaz görevimi yapmaya gayret ederim.

Mezhebe karşı çıkanlar, mesela bir S.Kutub'u kendilerine ''imam/önder/örnek'' kabul ederek, onun mezhebine (yani yoluna) uymuş olduklarını, dolayısıyla mezhepli olmaktan kurtulamadıklarını da farkına varmayacak bir garabetin içine düşüyorlar. Asıl bıralıp (4 hak mezhep) sahtelerinin peşine düşülmüş oluyor.

Yukarıda N.Yıldız'a soru soran, '' bir mezhebin uygulaması olan daha kuvvetli bir delil ile amel edilebilinir mi? '' diyerek hem kendisine neredeyse imkansız bir zor kapı aralıyor, hem de ulemanın asla cevaz vermediği batıl yol olan ''telfik'' yani mezhepleri karma yaşama aymazlığından dem vuruyor. Hocası da ne kendisine ithaf ettiği mezhepsizliğe ne de işbu telfik'e tepki gösteriyor! Oysa telfik dinle alay etmektir!

Görüyor musunuz tehlikeyi? Bir hak mezhebe göre icazetiyle uyup itikad ve amel etmeyenlerin halini. Bana kaynaklarını söyle, sana durumunu söyleyeyim..Efendim yanlış fikirlerini almaz, faydalı olanlarını alırız, masum ve sinsi düşüncesiyle bir bid'at fikirlinin kitaplarını okursan, varacağın yer maazallah en azıyla mezhepsizlik ve ötesi dinsizliktir! İste hoca ol, ister alim bu netice değişmez bir akibettir. İkinci binin müceddidi İmam-ı Rabbani kuddise sirruh hazretlerimiz boşuna mı ikaz etti ümmeti ve buyurdu : ''Bid'atçinin sohbet fesadı, kafirin sohbetinden daha çoktur..Bid'at sahibine kıymet veren İslamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur."
Sonra bana, neden hoca diye hitap etmiyorsun diyenler oluyor. Hoca'dan kasıt dini saha ise, bid'at ehline hoca demem. Ama laik sistemin arızalı ilahiyatçılarından biriyse mecbur kalırsam okul öğretmeni manasında belki..

Farklı bir mezhepten yardım almak, zaruret halinde elbette caizdir ama bunun nasıl tatbik edileceği, şartları da ayrıca ulemamız imamlarımız tarafından ilmi olarak izah edilmiştir. Çocuk oyuncağı gibi, avamın kendi kıt anlayışına bırakılamayacak kadar hassas bir mes'eledir.

Bahsedilen siteyi inecele diyen okurum: Ne gerek var, en baştaki soru cevap ve S.Kutub'la şarj olma örneği yetmez mi? Zaman kıymetli, daha fazla israf etmeyip, gönlümüzü şu mübarek Allah azzenin nur fezyi mübarek ayında muhafaza edelim.Ne demiş atalarımız. Körle yatan şaşı kalkar. Uzak durun kendisini müctehid sanan zevattan.Onlardan öğrenecek bir şeyimiz yok, dua edelim şifa bulsunlar.
_____________________________________
(1) N.Yıldız'ı tanımam, bu vesile ile aşağıda başka bir soruya verdiği ibret cevabı okuduktan sonra uzak duracağım kişilerden biri olduğunu anladım,(aşağıdaki soru ve cevabı da irdelesek yazı çok uzayacak, yalnızca ilginç yerleri koyu yazı ile belirledim) işte sitesinden soru ve verdiği tuhaf cevap :

Mezhebe bakışımız nasıl olmalıdır?
SORU: Değerli hocam, sorum mezheptir. Ben amelde Hanefi, itikatta Maturudi mezhebindenim. Bir arkadaşımla yaşadığım tartışma sonucu kafamda soru işaretleri oluştu. Arkadaşım herhangi bir mezhebe tabi olmadığını ehli sünnet olduğunu söyledi. Hz. Muhammed’e tabiyim, yolundan gidiyorum, mezhebim yok dedi. Olur mu öyle şey dedim. Bir kaç soru sordum; vitr sence sünnet mi vacip mi dedim, sünnet dedi. Bir yerin kanayınca abdest alır mısın dedim, almam ama namazda burnum kanarsa alırım dedi. Sehiv secdesini namaz içinde mi dışında mı yaparsın dedim, ikisi de olur ama içinde yapmak daha makbul dedi. Daha çok şafiye yakın gitti. Sonrasında imam maturudinin çok akılcı yaklaştığını ve bunun da çok doğru olmadığını söyledi. Mezhep imamlarının da tarikat şeyhlerini de hiçbir tabi olunurluğu yoktur, ahirette bize mezhebimiz sorulmayacaktır dedi. Bir mezhebe tabi olursan mezhepteki hataları da kendin sırtlanırsın, kafir bile olursun dedi. Amel neyse de itikat çok daha önemli dedi. Kendi aklı ile hareket edemeyenlerin mezhebe tabi olacaklarını, her şeyin cevabını kütübü sitteden bulabileceğimizi de iddia etti. Kafam karıştı gitti. Mezhebe bakışımız ne olmalıdır. Mezhep geniş nedir, mezhepsiz olmak insanı dinden çıkarır mı ve mümkünse o arkadaşa cevap verir gibi bir cevap verirseniz sevinirim hocam. Ben de istiyorum ki asıl sen yanlışsın, bu iş öyle değil böyledir diyebileyim. Allah’a emanet olun.

CEVAP: İki mü’minin dini üzerinden tartışması, büyük ihtimalle şeytanı hoşnut edecektir. Onun için dinimiz üzerinden tartışma yapmamayı ilke edinelim. Ne sizin onu ne de onun sizi ikna edemeyeceği bellidir; sadece birbirinizi üzecek, kul hakkına tecavüz edeceksiniz. Eğer siz, doğru yolda olduğunuza inanıyorsanız, yolunuza devam edin. O da doğru yolda olduğuna inanıyorsa yoluna devam etsin. Önemli olan Allah Teala’nın rızasına ermemiz değil midir? Kardeşimizin söyledikleri yanlış şeyler değildir. Ama uygulama imkânı olan şeyler de değildir. O düşüncede olan kardeşlerimiz, mezhepleri kaldırıp kendi anlayışlarını tatbik ederken kendilerini bir mezhep yerine koymaktadırlar. Bakın ne diyor: ‘Öyle de olur ama böylesi daha iyi.’ İşte mezhep de o demektir zaten. Kardeşimizin ahirette mezhepten sormazlar dediği yüzde yüz doğrudur. Mezhepten sormazlar ama mezhebin içeriği sorulacak şeydir. Kısaca şunu söyleyebiliriz:
Bu tartışma aylarca sürse gelebileceğiniz bir nokta yoktur. Boşuna vakit israf etmiş olursunuz. Kardeşliği zedelemeyin, yolunuza devam edin. Allah’ın bize emrettiği çok daha yoğun ve aktif bir şekilde yapmamız gereken görevlerimiz vardır. Onlara yönelelim. ''

15 Haziran 2011 Çarşamba

Her pencere ayrı bir dünya..


Dünya küçüldü denilir ya. Gerçektende bir açıdan öyle..Günlük istatistiklere bakarım. Taa Amerika'dan (okyanus ötesinden) Avustralya'ya kadar hiç tanımadığımız, bilmediğimiz ama nefes alıp yaşayan,türkçe konuştuğu ve Müslüman olduğu için; bilgi edinmek, araştırmak adına, buraya misafir olan, yüzlerce insan..(Gelen tenkit ya da sorulara kimi zaman maille cevap veriyorum;gerekiyorsa buraya taşıyorum.İltifatları haketmediğim için mahçup oluyorum.)
Yüzlerce binlerce, milyarlarca hayat..Yukarıdaki haritada çok koyu yerler (mesela Türkiye gibi) fazla sayıda ziyaretçiye işaret ediyor.Bu, Türkiye hariç, diğer bölgelerde hergün değişiyor. Sözgelimi bugün Afrika'dan gelen olmamış şu saat itibariyle.Ama Sırbistan dahil, Batı Avrupa'nın neredeyse tamamından kardeşlerimiz de hoş gelmişler.Yerküremizin her yerinde Müslüman var.Allah azze ve celle yardımcınız olsun.Düzgün itikat ve beş vakit namazıyla gurbette ölen şehittir.Selam olsun hepinize.

14 Haziran 2011 Salı

günah..

“Bir insan hanımı zannederek, yabancı bir kadınla cinsel ilişki kursa bu insan günahkâr olmaz. Fakat bir insan hanımıyla yatarken başka birini hayal etse günahkâr olur.”Aliyyü’l-Kârî'den nak.Dr.Ebubekir Sifil

Yabancı gözüyle..

'' İnsanın verebileceği en büyük eser Goethe’nin Faustudur. Daha büyük bir eser olamaz. O, bir dil şaheseridir. Kur’ân ise Faustun birkaç kat şaheseridir. Sonuç itibariyle Kur’ân’ı bir insanın yazması mümkün değildir.'' Montgomery Watt

Sahte Müctehidler, Bozuk İctihadlar...

''Vehhabilerin ve Selefilerin göklere çıkardıkları Nasuriddin Albani isminde bir zat var. Bu kişi, bir otodidakttir, ilmi icazeti yoktur, mesleği saatçiliktir. Kendisini büyük muhaddis olarak göstermiş ve Sahih-i Buhari'ye bile dil uzatmıştır. Yaptığı vahim hataların, büyük imamlara ve ulemaya karşı saygısızlık ve hakaretlerinin, bid'atlerinin, tahribatının haddi hesabı yoktur. Ehl-i Sünnet uleması ve fukahası ve muhaddisleri bu kişiyi red için ciltlerle kitaplar yazıp Müslümanları uyarmışlardır. Reformcuların yere göğe sığdıramadıkları bu bid'atçinin içyüzünü anlamak isteyenler, "Zamanımızın Önde Gelen Reformcusu Nasuriddin el-Albani Hakkında Kısa bir Rehber" (Dr. Cibril Fuad Haddad) adlı risaleyi mutlaka okumalıdır. (Bedir Yayınevi'nden temin edilebilir. Tel: 0212/519 36 18)'' Mehmet Şevket Eygi

13 Haziran 2011 Pazartesi

Kürtçe ezan ya da..

Acı hikayemiz bu kadar lirik şiir tadında kağıda dökülebilirdi. Ve en sona dikkat : ''Kürtçe Ezan Kürtlerin "tek parti dönemi"dir. Yolu yarım asır geri gitmek yani. Bir kere sokulduğumuz delikten bir kere daha sokulmak...'' Irkçılığın nasıl ayrıştırıcı bir bela olduğunu yaşadığımız zaman diliminde saklanası bir makale.

''Kürtler : Bir delikten iki kere sokulmak...''

Aramıza yapay sınırlar çizilmeden ve "İslam ülkeleri" tabiri dilimize düşmeden çok önce zihnimizdeki yerini yitirmeye başlamıştı "İslam kardeşliği" olgusu. Her bir etnik unsur ayrı bir baş çekmeyi ve "İslam kardeşliği" vakıasını bu şekilde fiilen ortadan kaldırmayı "marifet" saymaya başladığında başlamıştı "bölücülük" fitnesi aslında. Araplar Türkleri "işgalci" görecek, Türkleri köpeklerine "Arap" ismi takacak vadilere savuran o illetten başkası değildi.

Sadece alfabemiz, takvimimiz, kıyafetimiz değildi değiştirilen; dost ve düşmanlarımız da değişmişti kaçınılmaz olarak. Sırtımızı birbirimize dönünce, yüzümüzü döndüğümüz taraftan olduk. Mıknatısın aynı uçları gibi birbirini iterek bugüne geldi Ümmet-i Muhammed'i oluşturan unsurlar ve yeryüzünde böyle bir dağılmışlığa bizden başka maruz kalan yok...

Alfabemiz, takvimimiz, kıyafetimiz bizim "şiarımız"dı. Biz varlığımızı onlar üzerinden görünür kılıyor, "öteki"nden onlar vasıtasıyla ayrılıyorduk. Ezan ise o şiarların en görüneni idi. Bizi, varlık alanımızı, eşyaya, insana, hayata, kâinata ve fizik ötesine bakışımızı günde beş kere ilan ediyorduk ezan vasıtasıyla.

Sonra gün geldi o da "değişim"den nasibini aldı. "Allâhu Ekber"in yerini "tanrı uludur" aldı. O artık "ezan" değildi; ezanın sembolize ettiği değerler sisteminin hayatın dışına itildiğini ilan eden bir "meydan okuyuş"tu.

Uzun, upuzun yıllardı onlar. Hafızaların en kuytu yerinde öyle bir yer edindi ki kendine, bir daha hatırlanmaması, bir daha yaşanmaması için yaptıklarımız onu hayatımıza sokan melhameye hizmette başka bir anlam taşımadı.

Gün geldi, ezan aslına döndü. Tekrar "şiarımız" olarak hayatımıza girdiği için hamdettik; bir kâbus dönemi bitmişti sanki onunla...

Çok geçmeden "melhame"nin bir başka yüzünü tanıdık. Bu bitiş "başlayış"tı; bu gidiş "geliş"ti... Bu defa kazanımlarımız kayba dönüşmesin diye eldekileri gözden çıkarmaya başladık.

Kürtçe ezan sürecinin serencamı da bundan başka olmayacak. Önce kaybettirilecek kürt kardeşlerimiz. Sonra kazandırılacak. Ve sonra da kazandıklarını kaybetmemek için elde olanları feda etmeye razı kılınacaklar.

Türklerin ısırıldığı delikten onlar da ısırılıyor.

Türkler şamanistti, Kürtler zerdüşt. Türkler Müslüman oldu, Kürtler de. Aynı kıyafeti giydiler, aynı alfabeyi kullandılar, aynı kavramlarla, hatta aynı "dille" konuştular. Aynı rızayı gözettiler, hedefe kilitlendiler.

Türkler kaybettiğinde Kürtler de kaybetti, Araplar da, diğerleri de... Aynı delikten sokulduk, aynı sinsi oyuna geldik...

Kürtçe Ezan Kürtlerin "tek parti dönemi"dir. Yolu yarım asır geri gitmek yani. Bir kere sokulduğumuz delikten bir kere daha sokulmak...'' Dr.Ebubekir Sifil

10 Haziran 2011 Cuma

Müslüman güzel ahlaklı olmalıdır.

''Yukarıda "bizim bilgi sistemimiz, "çağdaş" bilgi anlayışının parametreleri ile değerlendirilmemelidir" dedim. Çağdaş bilgi anlayışına bağlı olan çağdaş "varlık" anlayışı, "özgürlük" kavramı üzerine kuruludur. Buna göre insan, sonuna kadar özgürdür; kendisi ve çevresiyle ilgili "her şeyi" kendisi belirlemelidir. Onun "iyi/doğru" dediği iyi/doğru, "kötü/yanlış" dediği de kötü/yanlıştır. Çünkü evrenin merkezinde "insan" vardır. Oysa Kur'an buna "tuğyan" diyor.'' Dr.Ebubekir Sifil /Varlık Telakkisi adlı makale

Hemen hemen hergün http://www.ebubekirsifil.com/index.php adresinden hocamın makalelerini okumaya çalışırken, bunu kendim için bir tedris faliyeti gibi görürüm. Keşke hocamız hergün Milli Gazete'de yazabilse diye hayıflanmamın tesellisi de oluyor.

Yukarıya iktibas ettiğim paragrafını da ayrıca önemsiyorum ve başka açıdan ele almaya çalışacağım. Geçenlerde bir dost sohbetinde ibadet anlayışı ve dindar gözükenlerin kalp kırması, İslam ahlakına uymayan yaşam biçimlerimiz -haklı olarak- dile getirilmişti.

Sıhhatini bilemediğim bir hadis-i şerif geldi aklıma: “Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; dünya kendisine güldüğünde, takvayı elden bırakıp bırakmadığına bakıp öyle değerlendirin.” (Kenzul-Ummal, Hadis No: 8435)

Müslüman, elinden dilinden emin olunan, asla yalan söylemeyen, dilini ve cinsel isteklerini kontrol edebilen, temiz ve temiz bir yaşam süren, yardımsever/çok cömert, tevbesi sürekli olan, insan kalbini kırmanın Kabe'yi yıkmaktan daha beter olduğu bilinci ile dikkatli, şımarmayan, kibirden uzak ve mütevazı, israfın her çeşidinden şiddetle kaçan, kanaatkar ve gönülden şükreden, sözüne sadık, cimri ve korkak olmayan..kısacası İslam ahlakının kendisine hem kalben hem de davranış olarak nüfus ettiği bahtiyar/örnek kimsedir. (Bu vasıflar ayet ve hadislerde zikredilmiş olup, örnekleri çoğaltmak mümkün)

Bu durumda sıhhatini bilmediğim hadis-i şerif; bu sayılanlara birebir uyumlu durmaktadır. En azından mana olarak İslam'a uygun.

Alemlerin Övüncü aleyhissalatü vesselam'ın risaletten önceki en belirgin vasıfları ne idi? ''El Emin..''Mekke'nin en emin/güvenilir kişisi idiler ve Peygamberlikleriyle başlayan amansız düşmanlığa rağmen, düşmanlarının para pul, altın gibi değerli neleri varsa kendileri emaneten muhafa ediyorlardı. Onca düşmanlığa/boykota rağmen, kimse gidip ver paramı demiyordu ve bu akıllarından bile geçmiyordu. Biliyorlardı ki, O-aleyhissalatü vesselam- içlerinde en emin en ahlaklılarıydı. Mallarına asla ihanet etmezdi.Böyle bir örnek dünya tarihinde yok ve olmayacak! Hicret ederken, yanlarındaki emanetleri Hz. Ali (ra) efendimize teslim etmişler, O da sahiplerine verdikten sonra hicret kervanına katılmıştı.. İşte günümüz Müslümanının muhtaç olduğu biricik şey: Emin sayılmak..

Adamın biri 40 yıla yakın İslam'ı araştırmış ve sonunda Müslüman olmuş. Demişlerki, neden bu kadar uzun araştırdınız, İslam ayan beyan ortadaydı. ''Evet demiş haklısınız O, Hak olarak ortada da, örneği geç buldum.''
Nerede eskiden güzel ahlaklı tacirlerin uzak memleketlere örneklikleriyle İslam'ı yaymaları, nerede günümüz Müslümanı bizler..!

Peki neden böyle oldu? İslam ülkelerinin kimisinde laiklik, ilke olarak devlette yer aldı ve pek çoğunda da; krallık, sözde şeriat kanunlarına rağmen ''kafalarda'' yer aldı. Bu bir zihniyet devinimi, çok sinsi tehlileydi Müslümanların düşünce ve yaşam biçimlerinde.
Dil ile İslam şeriati dışında her ''izm''e karşı olanlar, nasıl olduğunu hala farkedemedikleri bir süreçte aslında laik yaşamaya başlamışlardı. Dinin yeri ayrı, devletin yeri ayrı diye öğrenim gördüklerinden, bu durumun, kendi dünyalarını, bilinçlerini mefluç ettiğinden habersizdiler.

Efendim namazın yeri ayrı, o vazife onu eda et, sonra çalıp çırpmaya ya da zinaya devam mantığı..Ticarette kapitalist, namazda Müslüman..Davranışta ahlaksız, oruçta Müslüman..Temel mesele buydu ve çözülme bu fikirlerin yayılamsıyla Müslümanlar arasında bir veba salgını gibi işgalini tarumar edişini sürdürdü.

Hep söylediğim şey şudur: 3 şeyden korkmak lazımdır.1-Kadın 2-Para 3-Makam..Ya hepsine ya da mutlaka birine meyil/zaaf vardır biz erkeklerde.Kadınlarda da 1-Çok güzel olmak (bedenen) 2-Zenginlik (dünya malı) 3-Makam (itaat derecesinde itibar görme arzusu)

Samimiyet olmalı. Samimiyet/ihlas yoksa, yapılan her ibadet/davranış olması gerektiği gibi olamaz. Bu sebeple ''mü'minin niyeti, ibadetinden önce/üstün gelmektedir''

Namazı, namaz gibi kılan birisinin (fahşadan) bütün kötülüklerden uzaklaşması lazımdır. Kadınmış, para/haksız menfaatmiş yapamaz.Yapıyorsa, yaptığı ölçüde kılıyor ya da kılmıyordur namazını. Çünkü insan namaz kılmak için (kulluk) gönderilmiştir yeryüzü mescidine..Ya kılarsın, ya da yaşarken şeytanlar kılmışlardır senin cenaze namazını, işini bitirdik, safımıza kattık diye..! Allah'a sığınalım bu halden.

Bankaya güvendiği kadar Müslümanlar birbirlerine güvenemiyorlarsa, belki ancak vahyin tozu kalmıştır üzerimizde.

Samimi inancımız (ihlasımız) erozyona uğramaya başladığı günden beri, halimizle hızla kıyamete biz koşuyoruz.
''Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim'' meşhur hadis-i şerifini hakkıyla tefekkür etsek, laik/seküler ahlak ile İslam ahlakı arasında böyle bocalar mıydık?
Elbette sistemin/rejimlerin, medyanın ve eğitim sistemlerinin bunda müthiş rolünü gözardı edemeyiz. Her meyvenin lezzetli ve güzel yetiştiği iklim ve toprak parçası ayrıdır.Böyle bir iklimden böyle Müslüman diyerek geçiştirmek, bizi kurtaracak mıdır? Yine de fert planında biz de ''Ben güzel ahlaklı olarak yaşamak için Müslüman oldum ve güzel ahlakımla kendimi Yaratanıma sevdirip,yaratılmışı incitmeden; biraz gölgelenip gideceğim bu dünyadan..'' bu niyette samimi olamadığımız sürece, sürünen bir portrenin minik bir figürü olarak sürüncemede sürüneceğiz demektir.

Ebubekir hocanın yazısına dönersek, batı medeniyeti (!) çıkar karşımıza.Parola bellidir: ''Bu can senin, beni rahatsız etmeden canın ne istiyorsa yap!'' Bizdeki karşılığı : ''Allah'tan korkmuyorsan, istediğini yap''mealli hadistir. Aynı cinsten evlenmeler bu anlayış yüzünden değil mi? Kokuşma doruk noktadayken şair haykırır :
''Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!'' (NFK)

''Çünkü evrenin merkezinde "insan" vardır. Oysa Kur'an buna "tuğyan" diyor.''Şeytan da secde emrine, kendince bir mazeret buldu ve isyankar oldu. Kur'anın ''tuğyan/isyan'' dediğine insanlık hürriyet, kişisel hak ve özgürlükler diyerek -haşa- sen bizi yarat/yaşat, sayısız nimetler ver ama hayatı bize verdiğin halde hayatımza karışma diyerek esfeli safiline düşmektedir. (Allah'ın (cc) bizim ibadetimize ihtiyacı yok varyantı da ayrı bir yazı konusu.)

Müslüman güvenilen insan demektir.Kendine güvenmeyene kim, nasıl güvenecek. Güven/vakar yerini komplekslerle beşeri ideolojiler alınca başladı yokoluş ve ahlak fakirliği.
Kalıp olarak, öyle plastikleştik ki, Çin malları bizden kaliteli durmaya başladı. Şu satırları yazan, nasılda utanmadan, yüzü kızarmadan ahlaktan dem vuruyor. Aynı geminin aynı yolcususun ey Can, artık sus ve düşün..!

9 Haziran 2011 Perşembe

Modernist Tarihselci Kur'ân Sempozyumu

Daha önce bu blogda Muhterem Ebubekir Hoca'nın ''Hangi Diyanet'' başlıklı yazısını ''Bir zındık fikirli adam daha : Ömer Özsoy'' manşeti ile vermiştik.

Dar'ül Hikme'de Ömer Faruk Tokat beyin haberi ile ayrıntıları da öğrenmiş olduk.Aynı linki Ebubekir hocanın mezkur yazısına da ekleyerek güncellediğimi duyururken bu haberle teessürümün katlandığını belirtmeden geçemeyeceğim. Aşağıda bir bölümünü iktibas ettiğim haber ne kadar düşündürücü..

Ö.Faruk Tokat, çok güzel bir başlıkla bizdekilerin, onları bile şaşırttığına delil haber üzerinde ne kadar düşünsek ve halimize ağlasak azdır. Hani son zamanlarda camilerde özürlüler için en arkada tektip ve yere monte sandalyeler/sıralar ekliyorlar ya..Dine eklemeye, monte etmeye çalıştıkları pis zehirleri ile bir ilintisi var mı acaba bu iyi niyetli hümanist girişimin diye de insan sormadan edemiyor!? Malum cumhuriyetin başlarında bazı mebusların, camilere sıralar konması ve hatta müzik aletleri gibi kiliseye çevirme istekleri ancak ezanın türkçe okunması ve yavşamış herifler eliyle mevlid derken ilahi (!) ile Kur'an okuma azaltılabilmişti!

Adam hristiyanlığın Cizvit tarikatından ve misyoner ruhlu olarak memleketimizde eğitimle ilgili bulunmasına rağmen, kafir düşüncelerde kendisini geçenlere şaşırmış! Acaba Ebubekir hocamızın yazısında sorduğu can alıcı soruya Diyanet cevap verdi mi? Diyanet İşleri başkanının değişimi ile bir şeyler değişecek mi? Yeni başkana bu mes'ele tekrar sorulacak mı? 2008'den bu yana Özsoy başka ne gibi zındıklıklar içinde Almanya'daki insanımızı zehirliyor? Bu vahim meselenin peşi bırakılmamalıdır.

Bu konuda, yeni Diyanet işleri başkanına Müslümanları protestoya davet ediyorum. Bu tipler mi Almanya'da din dersi öğretmeni yetiştirecekler. Ezherden devşirme mezhepizlerle kaynayan Avrupa'ya şimdi de zındıklar mı yerleştirilmektedir? Bunları az-çok bilen biri olarak, Avrupa'da yaşayanlara çocuklarınızı din dersine göndermeyin demişimdir. Avrupa'da din dersi seçmelidir. Biraz dini bilgisi ve almancası olan, basit bir sınavdan sonra din dersi öğretmeni olabilmektedir.

Müslümanların parası ile Diyanet vakfı, Müslümanları zehirliyor.

Eli kalem tutan herkes bunu hükümete ve diyanete sormalıdır.


"Ankara İlahiyat Ekolü", Cizvit Papazı Prof. Dr. Felix Körner'i Bile Şaşırttı / Ömer Faruk Tokat
Cizvit Teolog Prof. Dr. Felix Körner, Alman akademik çevrelerinin "Ankara Ekolü" temsilcisi olarak gördükleri Prof. Ömer Özsoy'u kıyasıya eleştirerek, "Özsoy'un Kur’ân'a tarihsel boyut kazandırma yönündeki çalışması, kitabı olan ilâhî bir dinin tefsiri olmaktan çıktı" dedi. Cizvit Teologa göre Özsoy'un Kur’ân çalışması, "herkesin kabul edebileceği, tarihsel açıdan allanıp pullanmış etik normlardan ibaret. Yani Kur’ân bir ahlâk kitabına indirgenmiş. Körner, ayrıca, dışarıdan gelen her reform girişiminin aslında Kur’ân'ın kendisinde var olan ıslahatçı potansiyeli yok ettiğini söyledi.
Cizvit teolog Prof. Dr. Felix Körner Ankara'da yaşıyor ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde "Yeni Hermeneutik Kuramlar" konusunda çalışmalar yapıyor. Kendisi aynı zamanda Ankara-Ulus'taki Katolik kilisesinin papazı ve Katolik kilisesi diyalog sorumlusu. Geçtiğimiz günlerde rahip Felix Körner'in Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hadis projesine danışmanlık yaptığı ileri sürülmüş, ayrıca Diyanet imamlarına "AB uyum" dersleri/seminerleri verdiği iddia edilmişti.''

8 Haziran 2011 Çarşamba

Dinde Reform, Değişim, Yenilik Olmaz!..

''36. Merhum Şeyhülislam Tokadi Mustafa Sabri, merhum Düzcevi Muhammed Zahid Kevseri, merhum Mekke Şafii Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan, merhum Yusuf İsmail en-Nebhani gibi ulema bid'atçilere, reformculara, sapık fırkalara karşı Ümmet-i Muhammed'i uyarmışlardır. Ehl-i Sünnet Müslümanları onlara şükran borçludur. Onları unutmamalıyız ve hatıralarını, eserlerini, görüşlerini canlı ve taze tutmalıyız.'' M.Şevket Eygi/Milli Gazete

6 Haziran 2011 Pazartesi

"Muâviye'yi Sevmem" Diyen Densize Cevap / Murat Yazıcı

Doğrusu, Hayreddin Karaman'ın kayda değer bir ilmi veya kütübhanemizde bulundurmak isteyeceğimiz istifadeli bir eseri yoktur. Beynelmilel sahada kendisine itibar edildiğini de görmedik, duymadık. Bu açıdan bakılınca, klasik ma'nâda bir âlim olmadığı gibi, mühim bir araştırmacı veya vasatın üstünde bir yazar da değildir. Ancak, Türkiye'de kendisine itibar eden kesimler olması, gazete ve televizyonlar vasıtası ile bozuk görüşlerini neşretme imkânına sahib olması gibi hususlar, bu şahsı görmezden gelmemize mâni oluyor.
Taha Akyol'la yaptığı röpartajda demiş ki: “Muaviye’yi sevmem, ... Ehl-i Beyt sevgisiyle Muaviye bir kalpte birleşmez!”

Bu kendisinin kıymetsiz görüşüdür. Zaten daha evvel "mut'a nikâhı yapanlara fasık denemez" ma'nâsında anormal sözleri sarfetmiş bu kişi başka türlü söyleseydi, herhalde şaşırırdık.

Ehl-i sünnetin bu konudaki tavrı çok açıktır ve tartışmasızdır. Diğer başlıklar altında uzun yazdım; burada önce Ehl-i sünnetin reisinin sözlerini yazıp, sonra da ikinci bin yılın müceddidinden bir iktibasla noktayı koyacağım.

İmam-ı a'zam Ebû Hanife rahimehullah buyuruyor ki:

"Biz Resulullahın (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) Eshâbının hepsini dost ediniriz ve hiçbirini hayır dışında anmayız." (el-Fıkhu'l-Ekber)

"Onların hiçbirinden uzaklaşmayız ve dost edinmekte hiçbirini ayırmayız." (el-Fıkhu'l-Ebsat)

"Takva sahibi her mü'min onları sever ve her kötü münâfık da onlara kin tutar." (el-Vasiyye)

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendi hazretleri rahimehullah buyuruyor ki:

"Eshâb-ı kirâmın hepsini ve Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek olur. Çünkü, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazîleti, hepsinde vardır. Sohbetin fazîleti ise, bütün fazîletlerin üstündedir." (59. Mektub)
http://muratyazici.blogspot.com/2011/01/muaviyeyi-sevmiyorum-diyen-densize.html

Karaman Hakkında Vesikalar

31 Mayıs 2011 Salı

Celal Yıldırım

Celal Yıldırım : Teymiyye’yi öve öve bitiremiyor. Bir kitabında hanbeli mezhebine sülük etmiştir derken. (1) Bir başka kitabında Teymiyye için "Mutlak Müctehid" tabirini kullanıyor.(2) Bu iki ifadeden biri mutlaka yalandır. Zira mutlak müctehidin başka bir mezheble amel etmesi haramdır.Yine mutlak müctehid başka hak mezhebin ictihadına da dil uzatmaz. Kendi ictihadı ile amel eder.

İslam H.İctihad adlı kitabında Teymiyyeyi İmam-ı Gazali hazretlerinden üstün görüyor! Gazali hazretlerini (Rh.A) küçümsüyor (sh.8).

"İslam itikad ve hükümlerine doğru bir perspektiften bakarak, hakiki mukayese ile izah işini müstesna bir şekilde başarmak ANCAK Teymiyye’ye nasib oldu (sh.9)" diyerek, geçmiş cümle müctehid imam ve alimleri böylelikle küçümsemek, yok saymak, inkar etmek gibi korkunç bir hal ile ümmetin icmaından ayrıldığını fark etmek zor olmasa gerek.

Yani Teymiyye'ye gelene kadar İslam'ın itikad ve hükümlerini demekki İmam Maturidi, imam Eş'ari bari olsun başarılı bir şekilde anlatamadılar'a işi getiriyor.Mezhepsiz Mevdudi'yi büyük İslam alimi olarak tanıtıyor.(3) Yine aynı kitabında Hamidullah'ın "Bilindiği gibi İslam hukukunun temeli, bütünü ile Kur'an ve Sünnet'e dayanır" sözünü sened olarak naklederken, İcma ve Kıyas'tan habersiz olması düşünülemez! Zira edille-i Şer'iyye dörttür.Mezhebini bile bilmediği Ebu Zehra'dan nakillerde bulunur.

Mezhepleri incelediği kitabından bir cümleyi utanarak ve haşa diyerek nakledelim :"Peygamber (SAV), karılarından birini öptükten sonra, abdest almadan namaza durdu." Bu ifadenin çirkinliğine/hayasızlığına yorum bulmakta zorlanıyorum.Yıldırım bu ifade tarzını, hararetle okuduğu Hamidullah' dan öğrenmiş olsa gerek. Aynı kitabta (sh: 240 ) Dört hak mezhebi kıyaslayıp, İmam Malik ve Ahmed..ictihadları İslam ahlâkına daha uygundur."(!) Mezheplerüstü bir konum.Bunu memleketimizde yapan başka isimler de var ne yazıkki..

Seyyid Kutub üstadı gibi..Yani Şafii ve hanefi ictihadlarını İslami ahlaka uymamakla itham, kendi mezhebini-tabi varsa- beğenmeyiş. İmam-ı Rabbani (ks) hazretlerimize göre bu İLHAD’dır, mezhebden çıkıştır.Mezhebden çıkma'da El Kevseri'ye göre, dinden çıkmaya bir vesiledir. (4)

Burada bir parantez açmakta fayda var.Fıkıhçılar, nakil esasında mutlaka o mezhebin müftabih kavlini okuyucuya, avama bildirmelidirler ki; halk şaşırmasın. Neye göre amel edeceğini bilsin.O bu kitabında bunu da yapmamıştır. Şevkani isimli mezhebsize :" İmam-ı Rabbani Muhammed Şevkani.." tabirini kullanabilmiştir.

Tasavvuf düşmanlarını böylesine öven, mezheplere böylesine bakan birisinin, bol miktarda tasavvufi eseri dilimize tercüme etmesi oldukça dikkat çekecidir. Para kazanmak için mi, yoksa tercüme eder gibi gözüküp eserleri reform süzgecinden geçirme vazifesi mi, yoksa her ikisi de mi ?
_________________________

(1)Celal Yıldırım, İslam Hidayeti, sh.5
(2)C.Yıldırım, İslam Hukukunda İctihad, sh: 198
(3)C.Yıldırım, Kur’an Ahkâmı, sh: 22
(4)M.A. Demirbaş, Mezhepsizler, I/326
(5)M.A. Demirbaş, a.g.e. II/186

29 Mayıs 2011 Pazar

Yeni doğan bebek neden ağlar?

Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) buyuruyor: ''Cenab-ı Hakk insanı dört ana unsur ile nefisten yarattı. Sonra ona eksik bir nisbetle karışık olarak ruh üflemek istedi. Sonra dört letaifle birlikte ruh da kattı. Ruh ile letaif kendi alemlerine karşı meyilli ve Rablerini sever olarak yaratıldı. Anasından doğan bir çocuğun doğum anında ağlaması gibi ruh bu alemle ilgi kuramadığından asıl vatanından ayrı düşmesinden dolayı gariplik çekip, asıl vatanı olan emir alemine karşı bir özlem duyar.''

M.Esed meali / Dr. Ebubekir Sifil

Soru: "(...) Ben yıllar evvel Yeni Şafak gazetesinin dağıtmış olduğu Muhammed Esed mealini aldım. Sonra duydum ki bir kaç yerde ehli sünnet dışı söylemler var. (Mucizenin inkarı gibi). Birkaç arkadaşla meseleyi tartıştık. Bir kısmı Esed'in önemli bir şahsiyet olduğunu söyledi. Bu konu hakkında bizi bilgilendirirseniz seviniriz."

Cevap

İtikadî noktada arızaları olan bir kimsenin bir yandan da "önemli" olarak nitelendirilmesi, neyi öne aldığımız ve önemsediğimiz sorusunu cevaplandırış tarzımıza göre değişecektir. Neye nasıl inanmamız gerektiği meselesinin önemini büyük ölçüde yitirdiği günümüzde başka hususların öncelenmesine şaşırmamalı...

Muhammed Esed'in kaleme almış olduğu, dilimize Kur'an Mesajı adıyla çevrilmiş olan mealde Ehl-i Sünnet'e aykırı yerler olduğu, gerçeği yansıtan bir tesbittir. Esed'in, mealinde Ehl-i Sünnet'i bid'at fırkalardan ayıran nesh, şefaat, kabir azabı... gibi hususlarda, hatta bid'at fırkaların dahi kabul ettiği nüzul-i İsa (a.s), cehennem hayatının ebedîliği gibi hususlara muhalif yorumlar ileri sürüp savunduğu bilinen bir husus.

Bu söylediğim hususlarla ilgili olarak şu ayetlere düştüğü notlara bakılabilir:

Kâfirler için cehennem azabının ebedî olmadığına dair: 78/en-Nebe', 23'e ve 40/el-Mü'min, 12'ye düştüğü notlar.

Şefaat inancı konusunda: 10/Yunus, 3'e düştüğü not.

Hz. İsa (a.s)'ın göğe kaldırılışı ve yeryüzüne tekrar gelişi konusundaki İslam inancına aykırı yorumları için: 4/en-Nisa, 158'e ve 43/ez-Zuhruf, 61'e düştüğü notlara bakılabilir. Bu konuda kabir azabıyla ilgili ayetleri de inkâr doğrultusunda meallendirdiği görülen Esed, zaman zaman yaptığı bir şeyi burada da yapar ve 71/Nûh, 25. ayetinde kabir azabına hiç değinmez ve bu tavrını da ez-Zemahşerî'yle refere eder. Ancak ez-Zemahşerî, o yorumla birlikte kabir azabını da gündeme getirmiş ve ayetin ona da delalet edebileceğini belirtmiştir.1 Esed'in burada ez-Zemahşerî'nin bu görüşüne hiç değinmemesi dikkat çekicidir.

Modern zamanların en büyük fitnelerinden olan "Ehl-i Kitab'ın, Kur'an-ı Kerim'e ve Efendimiz (s.a.v)'e iman etmeden kurtuluşu elde edip cennete gideceği" inancını savunması da Esed'in üzerinde yürüdüğü çizginin mahiyeti konusunda yeterince açıklayıcıdır.

Esed'in, cinlerin ontolojik varlığıyla ilgili söyledikleri de dikkat çekicidir. Mealin sonuna koyduğu "ek"lerden birisini bu konuya tahsis ettiği malum. Orada söyledikleri dikkatli bir gözle tetkik edildiğinde Esed'in cinlerin varlığı konusunda çok da rahat olmadığı, muğlak birtakım ifadelerle meseleyi muallakta bırakmayı tercih ettiği görülmektedir. Bu konudaki bir yorumu için 6/En'am, 128'e düştüğü nota da bakılabilir.

Okuyucu sorusunda da belirtiliği gibi Esed'in bir diğer "farklı" yanı da Efendimiz (s.a.v)'e verilen mucizeleri inkârıdır. Örnek olarak 17/el-İsrâ, 59. ve 93. ayetlerine düştüğü notlara bakılabilir.

Burada kısaca ifade etmeye çalıştığım hususlar Esed'in "Ehl-i Sünnet çizgiye riayet" gibi bir hassasiyet taşımadığını, hatta yer yer hiçbir İslam fırkasının söylemediği şeyleri ortaya atıp savunduğunu göstermek için yeterli olsa gerektir.

1 Bkz. el-Keşşâf, VI, 219.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Ruznamemden notlar

''Fiziksel güzelliğin ömrü birkaç saattir. İç güzellikle takviye edilmediği taktirde mum gibi erir, biter, tüm “cazibe” kaybolur...''
''
Aradaki mesafenin uzunluğu, gerçek dostlukların ve sevgilerin büyüyüp gelişmesine engel değildir...''
Yavuz Bahadıroğlu

İşaretli şehirler

''İstanbul'un her noktasında karşınıza çıkan İslam mührü (biz buna "tarih" diyoruz), unutmayalım ki "sonuç"tur. İstanbul bu mühür sebebiyle Nebevî işrarete mazhar olmamış, tam aksine Nebevî işarete mazhar olduğu için bu mührü taşıyan şehir hüviyetine kavuşmuştur.'' Dr. Ebubekir Sifil

27 Mayıs 2011 Cuma

Günahkar, Kusurlu, Hatalı Müslümanlar / Mehmet Şevket Eygi

''Zamanımızda Türkiye Müslümanlarının belli başlı günahları, noksanları nelerdir? Bunların bir kısmını saymaya çalışacağım.

(1) İtikad yani inanç konusunda büyük bozukluklar vardır.Kur'ana, Sünnete, Selefe aykırı bid'atler çoğalmış ve yayılmıştır. Bilenler bilmeyenleri uyarmamakta, bilgilendirip aydınlatmamaktadır. İtikadi meselelerde küfre kadar giden vahim bid'atler görülmektedir.Bağlantı

(2) Dinin direği olan beş vakit namaz halkın büyük kısmı tarafından terk edilmiştir. Bilenler bu konuda cahilleri, gafilleri, günahkarları uyarmıyor.'' devamı burada

26 Mayıs 2011 Perşembe

Gözlerim..


Gözlerim..hüzün çeşmesi gözlerim,
Göremeden seni, geçti günlerim..

Gözlerim mahsun, gözlerim çok yorgun sevgilim

Ve gözlerim ilk önce akacak toprağa..!

Anneciğim

Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!...

(1926)

Necip Fazıl Kısakürek

25 Mayıs 2011 Çarşamba

dünya hapishanesinde özlenenlerden..


Artık dört mevsimi yaşadığımızı söyleyemeyiz..!Lapa lapa yağan kar da görünmüyor çoktandır..

İki mevsim var, yaz ve kış..Siyah-beyaz gibi oldu. Neyseki imsak vakti girer girmez hala kuş cıvıltılarından, kuşların neş'esinden mahrum değil mekanize olmuş kulaklarımız..Kışa kadar sürer onların toplu zikir meclisleri..

Yapraklardaki tomurcukları; dallardaki mis kokuları içselleştiremeden beton yığınlarının arasında günler mi bizi, biz mi günleri eskitiyoruz..kum saatimiz hızla akıyor, işte gerçek bu..!Kelebekler, arılar ancak ilkokul okuma kitaplarından kalan tatlı hatıra oldular..

Sevgili Efendimiz aleyhisselatü vesselam'ın tebessümlerinde bile hüzün vardı der siyer kitapları..
''Benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız'' buyuran da yine Efendimiz aleyhisselatü vesselam..

Bu sebeple cahil cesur oluyor (günahkar yaşayabiliyor)demekki..

Bu yıl da ilkbaharı yaşayamadım, bir şey anlamadım.Ömrümün sondan kaçıcı baharı da geldi geçti bir çırpıda..

Evet, çok eşlilik yasal olsun / Mustafa Akyol

''Amerikalı hukuk profesörü Jonathan Turley’nin “Çok Eşlilik Yasaları Kendi İkiyüzlülüğümüzü Gösteriyor” (Polygamy Laws Expose Our Own Hypocrisy) başlıklı USA Today makalesi, bu konuda tartışma yaratmış yazılardan biri. Turley şöyle diyor:

Bireylerin, istedikleri sayıda partner ile istedikleri biçimde cinsel ilişkiye girebileceklerini anayasal bir hak olarak tanıyoruz. Dolayısıyla, bir insan çok sayıda partner ile yaşayabiliyor, hatta onlardan çocuklar yapabiliyor. Ama o partnerlere karşı yasal bir sorumluluk kabul edip de onları ‘eş’ edinirlerse, onları hapse atıyoruz !”

Turley’in sözünü ettiği iki yüzlülük, Türkiye’de de bolca var: Konu “zina” olunca “yatak odasında devletin ne işi var!” diye köpürenler, o yatak odasına sayısız “nikahsız partner”le girme özgürlüğünü savunanlar, aynı mekana “nikah eşler”le girilmesine şiddetle karşı.''yazının tamamı burada

Üstad Necip Fazıl’ın vefatının 28. yılı.


Gazete birinci sayfalarına bakıyorum.Yeni Şafak, Milli Gazete, Zaman..Üstadımızla ilgili bir habere rastlayamamanın hüznünü yaşıyorum, 28. hasret yılında..Bir tek Yeni Akit sürmanşet denilen yerden vefasını göstermiş. Düşünce adamı, şairler sultanı, sizi de unuttu yetişmesinde emek sarf ettikleriniz..Ama siz buna da gücenmezsiniz, ''insan Rabbine bile nankör''ken, hemcinslerine haydi haydi nankör ve vefasızdır.
Nasılsa artık yerindeniz doğrulup o vefasız sevenlerinize, geçmişte haykırdığınız gibi :
''Meğer ben, bir ömür, katırların yemliğine saman yerine orkide doldurmuşum!.'' diyemezsiniz.

Belkide biz vefasızlarınıza da aldırmadan şu cevabı verirdiniz Üstadım :

''Ben, taş kafalı komünistlerin, köksüz ve başıboş liberallerin, kanser virüsü siyonistlerin, iç tahrip ajanı devrimcilerin ortaklaşa düşmanı olduğu ve sistemli şekilde ademe mahkûm ettiği, okuma kitaplarında ismini kazıdığı, fakat buna rağmen ilâhî bir tecelli ile toprağı altından kaynatmayı ve üstüne meltemler, ürpertiler, zelzeleler sermeyi ve etrafına çelikten bir gençlik hisarı çekmeyi gaye edinmiş ve tam 44 yıl tek derece yön değiştirmemiş belâlı adamım; ve bedbaht olduğum kadar mesudum!''

Eyüp Sultan'da sizi ziyaret edip, rüyama çıkmanız için seslendiğimin 3. gecesi, sizin namaz kıldırmak için önümüze geçmenizi ve ardınızda namaza saf tuttuğum o zamanı nasıl unutabilirim..Makamınızda cennet hayatı bahşetmesini Allah Azze ve Celle'den niyaz ederiz. Asil ruhuna fahiha..

29 mayıs, M.Altan makalesi buradan okunabilir.

26 Mayıs’ta doğulup...

25 Mayıs’ta ölünür mü?

Şairseniz ölünür...

24 Mayıs 2011 Salı

Sorulara cevaplar.(Dinar,ehl-i beyt, namaz)

( buna denk malı olanı zengin addetmiştir, böyle birine zekat verilemez.''

Namazı ezan okunur okunmaz kılmıyorum,
mahsuru var mıdır ?

Aslında bu soruya uzunca bir zaman ve yazı gerekir.Daha fazla bekletmemek için özetle ayet yada hadislere girmeden (ki nette bu konuda çok yazı bulabilirsiniz) biraz kelam ilminden hareketle: Sizi çok sevdiğiniz biri (eş, anne, mürşid..) yada Vali, Başbakan..çağırsa, si
z hemen gitmezlik yapabilir misiniz? Ya da siz o davetten çok sonra -nefsinizin müsaadesi mucibince- davete icabet etseniz çok büyük bir ayıp ve saygısızlık olmaz mı? Çağıran Hz.Allah celle celalüh. Çağırılan bahtiyarsa yalnızca bir kul..Bunca nimetleri veren için her an namazda olmalıdır.Biz bu imtihan alanına namaz kılmak için gönderildik.Nasılki yeryüzü bu ümmete mescid kılındı, bunu iyi tefekkür etmek lazım. Öyle de dünya hayatını mescid, yaşantıyı da namaz eylemek en birincil eylemimiz/düşüncemiz olmalıdır.Namaz kul olmaktır.Dosdoğru ve kişiyi kötülüklerden alıkoyan namaz..

Buhari'de (2449) Hz. Enes (ra) 'dan şu nakledilir :'' Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam devrinde mevcut olan şeylerden (kelime-i şahadet dışında) hiç
birini artık göremiyorum.
Kendisine : '' Namazı da mı ?'' diye itiraz edilince, Hz. Enes (ra) efendimiz : '' Namaza da ne yaptığınızı bilmiyor musunuz ? Öğleyi akşama yakın kılmadınız mı? '' buyurur.

Bu hadise bile namazın ehemmiyetini anlamaya yetmelidir. Daha fazla bilgi muteber tefsirlerden okunmalıdır.

Ashabı kiramla ilgili nakillerinizi okudum, ya ehl-i beyt ?

Ashab-ı Kiram hazeratı ile ilgili mezkur nakillerimde bu kadar ağır ve tehdit edici ikazlar olursa, varın siz ashab-ı kiramdan çok daha yakın ve önde olan ehl-i beytin kadr-ü kıymetini. Bu konuda da muteber sitelerden detaylı bilgi alabilirsiniz. Ben üşenmeyeyim geçenlerde bitirdiğim
(şahsıma hediye edilen) bir kitaptan çok hoşuma giden yeri sizinle özetleyerek paylaşayım:

''..Yine birgün Hz.Cebrail, Peygamber aleyhissalatü vesselam Efendimizin huzurunda bulunuyordu. Henüz küçük olan Hz.Hasan ya da Hz.Hüseyin'den biri dedelrinin yanında vahiy meleğini Hz.Dihye suretinde görünce diğer kardeşini de çağırarak, Hz.Cebrail'in dizlerine oturup, birisi ellerini Hz.Cebrail'in (as) koynuna soktu.
Efendimiz
aleyhissalatü vesselam bu durumdan utanıp engellemek istedi. Fakat Hz.Cebrail :

''Ya Resulallah niçin sıkılıyorsunuz. Hz.Fatıma teheccüd namazı kılarken ya da uykusundayken Hak Teala beni gönderir ben onların beşiklerini sallarım. Böylelikle namaz zamanı anneleri namazını rahatça eda ederdi, uyku zamanı da uykusundan uyanmamış olurdu.''

Hz.Dıhye (ra) sefere çıkar dönüşünde Hz.Hasan ve Hüseyin efendilerimize hediyelerini koynunda getirirmiş. (Ehl-i Beyt İmamları, Siraceddin Önlüer, Semerkand yay.sh:31-32 ) İşte ehl-i beytin Allah (cc) katındaki yerine bir işaret..

Dua eder, dualar beklerim.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Avrupa Fetva ve Araştırma Konseyi (!)

Muhterem Ebuebkir Sifil hocanın bugünkü ''Bir başka açıdan Bosna'' başlıklı makalesinden öğrendiğimize göre :''...Gerçi Hakan hocanın savaş sırasında yaşanan bir durumla ilgili olarak Boşnak alimlerin görüşünün hangi istikamette olduğunu sorması üzerine Ayet beyin meseleyi Yusuf el-Karadâvî'nin başkanlığındaki Avrupa Fetva Konseyi'ne havale etmesi ..'' paragrafından Avrupa Fetva Konseyi'nin Karadavi başkanlığında faaliyet gösterdiğini üzülerek öğrenmiş bulunuyoruz..(1)

O Karadavi ki, kendisini -ilmi yüksekliğinden dolayı (!) - hiç bir mezhebe tabi/bağlı görmeyen, taklid aklın çalışmasını durdurur diyerek bunca mezhep bağlısına hakaret eden,( mesela ikinci binin müceddidi koskoca İmam-ı Rabbani hazretleri -kuddise sirruh-itikadda müçtehidken hanefi mezhebini taklid ederek ibadet hayatını düzenlemiştir.)ve ''üniversiteye alınmayan başörtülü kızlar başlarını açabilirler'' fetvasıyla İslam dünyasında hayli şaşkınlığa sebep olan birisi.Fazla malumat için buraya bakılabilir. Bu zattan mı fetva alacak Müslümanlar ? Vaah ki ne vah..!

Avrupa Milli Görüş cemaatlerinin de içinde Ezher mezunu mezhep ve tasavvuf düşmanlarının kendilerine yer edindiği acı gerçeğiyle işbu fetva konseyini birleştirdiğimizde orada yaşayan Müslümanların vahim durumu bariz bir şekilde ortaya çıkar. Araştırsak bu konseyin kimler eliyle kurulduğu meselesi bizi çok daha derin hakikatlere götürür kanaatindeyim.

Şimdi Avrupalı Müslümanlar bu adamı fetva konseylerinin başına geçirmişler. Ne diyelim, klavuzu mezhepsiz olan Müslümanların, yolları hüsrana çıkar.

(1) Bu cümlem Avrupa'da yaşamayan ve konuya uzak olanlar içindir.Sanırım toplantılardan biri de İstanbul'da yapılmış idi. Karadavi ile ilgili Taha Hakan Alp hocanın şu makalesi de okunabilir.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Bid'at ehli ile ilgili dinimizin hükümleri nelerdir?


Malum, bid'at konusu (hasenesi ve seyyiesiyle) literatürümüzde geniş yer bulmuş bir konudur. Ama bu konuyu ''sünnetimden yüz çeviren'' hadisi gibi mutlak ibadet yada kılık-kıyafet şekliyle sınırlı tutmak yanıltıcı olur. Söz gelimi mealen :'' Ümmetimin fesada uğradığı zamanda sünnetime sarılana yüz şehid ecri verilir.'' hadis-i şerifini de sakal bırakmak, sarık takmakla sınırlamanın bizi tam hakikate götürmeyeceği gibi..

Fesada uğrama zamanları nedir ve hangi hadiseleri bünyesinde barındırır sorusunun cevabı oldukça önemlidir ve bu ayrı bir yazı konusudur.Bir değil tam 100 şehidin ecri hangi şartlar sebebiyle verilecektir?

Evveliyetle öyle devirlerde ''sünnete sarılmak'' (ki Mektubat-ı Rabbani okuyanlar bunu hemen fark edeceklerdir) ehl-i sünnet vel cemaat olarak tavsif buyurulmuş, fırka-i naciye olmakla mümkündür.Yani, öncelikle itikatta ''sünneti seniyye'' üzerine olmaktır Müslümana 100 şehid ecri getirecek olan. Her bid'atin bir sünneti örttüğünü, iptal ettiğini tasavvur ettiğimiz zaman mesele kendiliğinden vuzuha kavuşmuş olur.

Haliyle bid'atde kendi kendine oluşmaz, her bid'atin ''çığır açıcısı/imamı/önderi '' ve o önderlere tabi olan taklitçi önderler ve tabiileri vardır.

Bid'atçi, başka isimlere de sahiptir. Dinde reformcu, mezhepsiz gibi..

Bu özet girişten sonra başta Sevgililer sevgilisi sallahü aleyhi vesellem efendimize (Hamidullah gibi) yada sevgili ashabına radiyallahü anhüm ecmaın (S.Kutub gibi) dil uzatmanın yanında; cehennemin ebediliğinden; recme kadar geniş bir yelpazede 1400 yıllık nakil ve sünnet cadde-i kübrasından, heva çıkmazına sapanlar da bid'at ehlidirler.Şimdi bu hüsran ehliyle ilgili nakillere geçelim:

''Kim, hidayetime uyarsa ne sapıtır, ne de hüsrana uğrar.'' (Ta-ha : 123 ) Razi tefsirinde uzun izahat okunabilir.

''Kim, şu dine uymayacak bir şey uyduracak olsa, bu merduttur, kabul edilmez.'' Buhari ; İ'tisam 5, Büyü 60, Sulh 5 ; Müslim 1718; ebu Davud / 4606 )

''Kim, cemaat(imiz)den bir karış uzaklaşırsa; İslam bağını boynundan çıkarıp atmış olur.'' Ebu Davud: 30/ 4758, Tirmizi : 3/ 2867 )

"Bid'atçinin sohbet fesadı, kafirin sohbetinden daha çoktur.Bütün bid'atçilerin en habisi o kimselerdir ki, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabına buğz ederler. Şu mana açıktır ki, Allah-ü Teala bu zümreyi "küffar" olarak anlattı, şöyle buyurdu :"Kafirlerin onlara (yani ashaba kinli) öfke duymalarına.." (Hucurat: 29)

Kur'an-ı Kerimi ve şeriatı bizlere bildiren Eshab-ı Kiram'dır.Onlardan biri kötü olursa, Kur'an-ı Kerim sağlam olmaz. Şeriatın doğruluğuna güven kalmaz. Kur'an-ı Kerim'i Hz.Osman radiyallahü anh topladı. Hz.Osman (ra) için dil uzatılırsa, Kur'an-ı Kerim'e dil uzatılmış olur. ZINDIKLARIN böyle itikadlarından Allah-ü Teala'ya sığınırız." buyuran İmam-ı Rabbani -kuddise sirruh- hazretlerinin meşhur Mektubat’nın en az üçte ikisi ehl-i bid’atın zemmi, kötülenmesi, ayıplanması ve imhası için kaleme alınmıştır.

Biz, ikincibin yıl yenileyicisi İmam-ı Rabbani hazretlerinden daha merhametli değiliz; o ne demiş ve buyurmuşsa, bizim (ehli bid’at ve din hırsızları reformculara) hem de eksiğiyle yaptığımız da öyle olmalıdır.

Ol mübarek (ks), Hulefa-i Raşidin’in isimlerini hutbede zikretmeyen bir hatibe karşı, adedinin zıddı bir halde, bütün bir beldeyi muhatap alarak, bir mektup kaleme alıyor; bu durumun neden hemen karşılığının verilmediğini, neden sadece “sükutla” karşılandığını “tehditli” olarak soruyor. Kendisi orada olsa ne yapacağını da “FARUKİ DAMARIM KABARDI” buyurarak gösteriyor. (Bilindiği gibi İmam-ı Rabbani hazretleri Hz.Ömer -radiyallahü anh- soyundandır. )

Süfyanı Sevri Hazretleri “Bid’atçıya su bile götürülmez; isterse çölde ölüyor olsun!” buyruğunu iyi tefekkür etmek lazımdır. (Furkan dergisi, Aralk 1998, sh:18-38)

" Bid'at sahibi, bid'atinden vazgeçmedikçe, Allah-u Teala onun hiç bir ibadetini kabul etmez.'' (İbn-i Mace, Hadika ve Berika)

"İbn-i Abbas (ra) bildirilen hadis-i şerifte "Bid'at ehlini sevenlerin ibadetleri kabul edilmez, kalblerinden imanları çıkarılır"buyurulmuştur.

"Allah Teala bid'at sahibine kızanın bütün günahlarını mağfiret eder ümidindeyim"Fudayl bin İyad kuddise sirruh. (Abdülkadir Geylani (ks), Gunye'tüt Talibin, sh: 118)

Bir başka hadis-i şerifte :"Bid'at sahibi olanlara hürmet eden, ölü veya dirilerini metheden veya büyük bilen İslamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur." (Tarikatı Muhammediye)

''Allah celle celalalühü (dinde, amelde, inanışta, bid'at itiikat taşıyan) bid'at ehlinin ne duasını, ne zekatını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder. Yani hiçbir şeyini kabul etmez.NİHAYET BUNLAR KILIN HAMURDAN ÇEKİLİŞİ GİBİ DİNDEN ÇIKARLAR'' Hadis-i şerif Hz.Huzeyfe (ra)dan ( Ramuz :1/92; 2/489 )

"Bir bid'at ehli gördüğünüzde, yüzüne nefretle bakınız.Çünkü Cenabı Hak bütün bid'atçilere buğzeder.Onların hiç birisi sırat köprüsünden geçemeyecek, hepsi sinek ve çekirgeler gibi, dökülüp cehenneme yuvarlanacaktır." (Feteva-i Haremeyn sh:19)

Hadis-i şerifte sallalhü aleyhi ve sellem efendimiz buyurdu : "ORTALIK KARIŞIP, YALANLAR YAYILIP, DİNDEN OLMAYAN ŞEYLER ORTAYA ÇIKINCA, ADETLERE KARIŞTIRILINCA VE ESHABIMA DİL UZATILINCA, DOĞRUYU BİLENLER HERKESE BİLDİRSİN. ALLAH-U TEALA'NIN, MELEKLERİN VE BÜTÜN İNSANLARIN LANETİ, DOĞRUYU BİLİP DE, GÜCÜ YETTİĞİ HALDE BİLDİRMEYENLERE OLSUN.ALLAH-Ü TEALA BÖYLE ALİMLERİN FARZLARINI VE DİĞER İBADETLERİNİ KABUL ETMEZ." (İmam-ı Rabbani (ks), Mektubat, c.1, 251. mektup)

"Bir kimse bid’at sahibine, Allah için kızarak baksa, Allah-ü Teala o kimsenin kalbini emniyet ve imanla doldurur. Bir kimse bid'at sahibini aşağı görse, Allah-u Teala o kimsenin cennette derecesini yüz kat yükseltir. Bir kimse bid'at sahibiyle güler yüzle ve onu sevindirecek bir hal ve söz ile görüşürse; o kimse Allah-u Teala'nın Muhammed aleyhisselatü vesselam üzerine indirdiği şeyi küçük görmüş ve tahkir etmiş olur" (Gunyet-üt Talibin, sh.118 ) aynı hadis-i şerif Ramuz'da (c:2/406) İbn-i Ömer nakliyle daha uzunca yer almakta ve : ''Kim bid'at sahibine sert muamale ederse, Allah Teala onu en büyük korku gününde emin kılar.'' kaydı da vardır.

"Bid'at sahibine kıymet veren İslamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur." (Mektubat)

Süleyman İbn-i Yesar’dan rivayet edildiğine göre, Sabiğ isimli bir adam, Medineyi Münevvere’ye gelip, müteşabih ayetlerden sorduğunu öğrenen Hz.Ömer -radiyallahü anh- efendimiz adama kim olduğunu sorarken, bir taraftan da hurma dallarını hazırlatıp, onu öylesine dövdü ki, adamın kafasını kanattı. Adam, sonunda dayanamıyarak : “Yeter! Ya Emirel Müminin, kafamda bulduğum yanlış fikirler gitti” dedi. Bunun üzerine Hz.Ömer -radiyallahü anh- o adamın memleketine dönmesine müsaade etmekle beraber; Musa El Eş’ari hazretlerine; Müslümanlardan hiç kimsenin onunla oturmamasını emreden bir mektup yazdı.
Ebu Osmanı Nehdi -radiyallahü anh- buyurmuştur ki :Bu mektup üzerine biz, yüz kişi arada iken Sabiğ denen bid’atçı gelse, hemen o meclisi terkederdik.

Şimdi düşünelim ! İslamın en parlak devrinde Hz.Ömer -radiyallahü anh-ın Sabiğ hakkındaki bu talimatı, sahabe ve tabiin gibi kıymetli zatların bu gibi sapık fikirli insanlardan bu şekilde kaçışları, bu fitne zamanında bulunan bizimi gibi acizlere, ehl-i sünnet ve cemaat itikadını son derece titizlikle muhafaza etmenin, ehl-i sünnet ve cemaat mezhebimizin Kur’an ve Sünnet’e ( İcma ve Kıyasa) dayanan doğru inancına zerre kadar muhalefeti olan kişilerin yanıltıcı eserlerini, onlarla (yüzyüze) mücadeleye girişmekten, hatta onlarla karşılaşmaktan dahi son derece sakınmak gerektiğine büyük bir tenbihtir. Kaldı ki, sahabe ve tabiin Sabiğ denen kişiden, son derece alim ve takva sahibi olmalarına rağmen derhal uzaklaşıp, yüz çevirmişlerdir. Günümüzde televizyonlar vasıtasıyla masum hanefi ve şafii mezhebindeki insanımızı sapık fikirleriyle; tatlı söz ve güler yüzle zehirleyen profesör ve ilahiyatçı taslaklarının ne ifade ettiğini bir daha düşünebilen; onları asla dinlemez!

'' Çöldeki bedevilerin ve mahalle mektebindeki çocukların dini üzere olun. Bu dini takip edin. KENDİNİZDEN KATIP KARIŞTIRMAYIN VE TAKLİD EDİN !'' (Ahmed b.Hanbel,Müsned 4/126; İbn-i Mace, Sünen 6/ 43 )

Nitekim İsmet Garibullah -kuddise sirruh- Hazretleri Risale-i Kudsiyesinde şöyle buyurmaktadır : ''Kıymetli Evladım, tefsir, hadis, ilmi kelam ve fıkhı bilki selamet bulasın. Karanlık fikirli, ehli bid’at kişilerle görüşme, çünkü onlar seni berbad ve sapık ederler..Onlarla oturursan öyle pas alırsın ki, (seni ) her kalaycı paklayamaz, yani öyle şüphelere düşersin ki, her mürşid seni o şüpheden kurtaramaz ( kurtaracak bulunursa da sen onu bulamadan ölürsen helak olursun.)''

Tekrar edelim, bu sapıkları televizyon ekranında seyretmek, onlarla bir arada oturup kaynaşmak gibidir.Asla onların ne dediğini merak edip, bakmamak, dinlememek gerekir. Bu sahih imanın muhafazası açısından çok büyük bir önem arz eder.

Bu konuda daha birçok hadis-i şerif ve alimlerimizin kıymetli uyarıları mevcuttur. Yukarıda özetlediğimiz uyarılardan sonra bu adamların yaldızlı, zehir gizli kitaplarını hala evlerinde barındıranların, onlarla ahpaplığını sürdürenlerin akibetlerinden korkulur !