30 Nisan 2008 Çarşamba

Bu da Mazda'nın yeni modeli

Birde bizim insanımız bir şey keşfetmeyi uzun yıllardır bıraktı diye hayıflanırız. Bu da bir mucidimizin en son keşfi. Siz buna, Mazda'nın son versiyonu/modeli diyebilirsiniz belki ama hayır, bu Müslüman kafasının çağımızda geldiği son örneklerden biri yalnızca..İnsanlara (Müslümanlara) namazı hatırlatıyor, ne demişler reklamın kötüsü olmaz diye..Tebliğin, irşadın kötüsü olur mu acaba ? (foto Vatan gazetesinden, yorum benden :)

29 Nisan 2008 Salı

Ölüm dövmesi

Zaman ahir zaman, aslında yalnızca Irak, Filistin için değil; her Müslüman için bu dövmeler gerekiyor galiba. Ahir zamanda ölümler ani olacak/oluyor. Bombalar patlıyor cesetler teşhis edilemiyor. Belki hasar, o dövmenin yazıldığı yere isabet etmezse, ölen yada komadakinin yakınlarına teselli olur diye düşünmüş olmalı Irak'lı Müslüman kardeşlerimiz. Birileri bilgisayar yazılımlarını mikro ciplere yapıyor, bizler derilerimize kurbanlık koyun gibi dövmeler. Ne günlere kaldık. haberin tamamı Yeni Şafak'ta :
''Irak'ta halk, öldürülmeleri halinde en azından cesetlerinin ailelerine geri dönmesini sağlamak için kimlik bilgilerini içeren dövmeler yaptırıyor. Adam kaçırma olaylarının sıkça yaşandığı ülkede, işgalin başından bu yana binlerce kişi ortadan kayboldu. Güvenlik görevlileri, ele geçirdikleri Iraklılardan aldıkları bilgilerle sürekli yeni toplu mezarlar buluyor, ancak uzun süre toprak altında ya da daha kötü şartlarda kalmış cesetlerin kimlik tespitlerini yapmak da neredeyse imkansız.
İşte bu nedenle Iraklılar, ölümlerinin ardından vücutlarından kimlik tespiti yapılabilmesini kolaylaştırmak amacıyla kimlik bilgilerini içeren dövmeler yaptırıyor. Genellikle ilkel şartlarda yapılan dövmelerde kişinin adı, soyadı, adresi ve telefon numarası gibi bilgiler yeralıyor.''

28 Nisan 2008 Pazartesi

Mürşid elinde tevbenin önemine dair

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.” (Nisa/64)


''Demek ki ümmet için en hayırlı tevbe, Allah’ın Habibi Hz. Peygamber’in (A.S.) huzurunda yapılan, onun da şahitlik yaptığı, ayrıca dua ve istiğfarla desteklediği tevbedir.


Büyük müfessir Fahruddin Razi (Rh.A.) bu ayetin tefsirinde der ki: “Hz. Peygamber ile birlikte yapılan tevbenin bir faydası da, tevbe yapanın istiğfarındaki gaflet ve kusurlarının Hz. Peygamber’in istiğfarı ile giderilmesi ve ilâhî huzura sahih ve sağlam bir tevbe olarak ulaşmasıdır. Çünkü kendileri için istiğfar eden Peygamber’i Allahu Tealâ seçmiş, onu vahyi ile şereflendirmiş, kendisi ile kulları arasında bir elçi yapmıştır. Bundan dolayı, onun şefaat ve vesilesiyle huzuruna gelen bir şeyi geri çevirmemektedir.” (Tefsir-i Kebir)


Bugün yeryüzünde Allahu Tealâ’nın şahidi ve halifesi sıfatını taşıyan, Rasulullah’ın (A.S.) vârisi ve ümmetinin terbiyecisi olan kâmil mürşidler de, ümmetle yaptıkları tevbe ve istiğfarda Efendimiz’in ayette anlatılan sıfatını temsil etmektedir. Kâmil mürşidler, kulların Allah Tealâ’ya yönelişlerine şahid olmakta, tevbelerinin kabulü için ayrıca yüce huzurda yalvarmaktadırlar.


Kâmil mürşidler naz makamında niyaz ettikleri için, onlarla birlikte yapılan tevbeler Allah katında daha sevimli ve daha temiz bir amel olarak kabul görmektedir. Bir Allah dostunu şahit tutarak yapılan tevbede, tevazu ve yakaran kalp vardır. Bu durumda insan, kibrini kırmış, nefsini zelil etmiş, acizliğini anlamış, hiçliğini görmüş, ihtiyacını bilmiş ve ilacına koşmuş olmaktadır. Böyle bir tevbeyi hafife almak münafıkların sıfatıdır ve o kimsenin şu ayette anlatılan kimselerden olmasından korkulur: “Onlara: ‘Gelin, Allah’ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin.’ denildiği zaman başlarını çevirip kaçarlar ve sen onların kibir içinde uzaklaştıklarını görürsün.” (Münafikun/5)

Hz. Rasulullah’ın vârisi kâmil bir mürşidin nezaretinde Allah’a yapılan tevbeyi hıristiyanların papaz önünde günah çıkarma hezeyanına benzetenler, tevhid dinini, Kur’an’ın hedefini, Sünnet’te uygulanan bey’atların hikmetini ve tasavvufun edebini bilmiyorlar demektir. Tasavvuf büyükleri, elinden tutan kimse ile şu şekilde tevbe etmektedir: “Ya Rabbi! Bütün yapmış olduğum günahlardan ben pişmanım. Keşke yapmasaydım. İnşaallah bir daha ben yapmayacağım.” “Müminlerin günahları için istiğfar et!” Takvaya ulaşmak ve marifetullahı tahsil etmek için kendisine bey’at ve intisab edenlere mürşid-i kâmilin istiğfar etmesi, Kur’an-ı Hakim’in emri ve edebi gereğidir. Cenab-ı Hak, Rasulullah (A.S.) Efendimize şöyle emir vermiştir: “Ey Peygamber! İnanmış kadınlar bey’at için sana geldiklerinde bey’atlarını kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Mümtehine/12) “Rasulüm! Hem kendi kusurun, hem de erkek ve kadın müminlerin günahları için istiğfar et!” (Muhammed/19)


Hiç bir mümin, intisab ve tevbe için elini tuttuğu bir kâmil mürşide: ‘Ben şu şu günahları işledim; beni affet, günahlarımı temizle, beni cehennemden kurtar, cennete koy!’ demez, diyemez. Ancak: ‘Ben Rabbime dönmek, rızasına yönelmek istiyorum; seni bu yolda kendime delil ve imam seçiyorum. Sen de bu amelime Yüce Rabbim huzurunda şahit ol ve affım için O’na yalvar da kalbime nur, gönlüme sürur versin, günahımı affetsin. Beni taatında muvaffak etsin.’ der.


Başkası için yanmak ve ağlamak peygamber ahlâkıdır. Allah dostlarının en güzel ahlâkı budur. Onlar kendileri için yaşamazlar. Onlar yüce Allah’ın yoluna canlarını kurban etmişlerdir. O’nu tanımak, sevmek ve zikretmek isteyenlere her şeylerini verirler. Bu, kalbi ihya olmuş ariflerin mesleğidir. Kendi perişan haline bir damla göz yaşı dökemeyen günümüz insanı, başkası için nasıl ağlasın ve niçin ağlanacağını ne bilsin? Bizim için ağlayacak bir göz bulmaya mecbur değil miyiz?
Dr. Dilaver Selvi"

27 Nisan 2008 Pazar

“KUR’ÂN YOLUNDA KALEM OYNATANLAR”

M.Şevket Eygi'nin zehirli.org'da Millî Gazete, 27.02.2006 tarihli ''M. Esed’in ve Ötekilerin Meâl ve Tefsirlerindeki Yanlışlar'' başlıklı ve çok önemli yazısını az önce okudum. Yazıdan bir- iki pasajı buraya aktarırken tamamının buradan çok dikkatle okunmasını tavsiye ederim.

''Şimdiye kadar değerli eserler telif etmiş ve yayınlamış bulunan Ahmet Tekin hoca, “KUR’ÂN YOLUNDA KALEM OYNATANLAR” adıyla 335 sayfalık bir kitap çıkartmış bulunuyor. Bu kitapta:
(1)Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 300 bin dolar telif ücreti ödenerek Prof. Hayreddin Karaman’a, Prof. Mustafa Çağrıcı’ya, Prof. İbrahim Kafi Dönmez’e, Prof. Sadettin Gümüş’e hazırlatılan “Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir”,
(2) Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Süleyman Ateş’in “Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri”,
(3) Yahudilikten İslâm’a dönmüş merhum M. Esed’in “Kur’ân Mesajı”,
(4) Meşhur Yaşar Nuri Öztürk’ün Yüce Kitabımızın meâllendirilmesi ve yorumlanması konusundaki sayısız büyük yanlışları ortaya konulup tenkit edilmektedir.
Son yıllarda ülkemizde Kur’ân meâllerinin ve tefsirlerinin sayısı hayli çoğaldı. Bu meâl ve tefsirler niçin yayınlanıyor? Bu konuyu aydınlatalım:''

( ....... )



''Beyan dergisinin 47’nci sayısında (Ocak 2003) Ahmet Tekin imzasıyla bir makale yayınlanmış, bunda Esed’in kitabı tenkit edilmişti. Bu tenkitler üzerine Yeni Şafak gazetesinde Sami Hocaoğlu takma adıyla Mustafa İslamoğlu, Esed’in müdafaasına soyunmuş, yedi gün boyunca Ahmet Tekin’in, Esed’i tenkit eden bendenizin, tefsir profesörü Suat Yıldırım’ın haksız olduklarını iddia etmişti.Esed’in Kur’ân meâl ve yorumu “Kur’ân Mesajı” adını taşıyor. Bir gazete tarafından Ramazan’da okuyucularına dağıtıldığı için hayli yayılmıştır.''

( ........ )



“Bu tefsirî meâl, merkezi Mekke’de olan Rabitâtü’l-Âlemi’l-İslâm tarafından M.Esed’e yayınlanmak üzere sipariş ediliyor. İlk cildi Cenevre’de basılıyor. Rabıta, Nedvî’nin, sekreterinin ve merhum Hasanü’l-Benna’nın damadı Dr.Said Ramazan’ın da içinde bulunduğu sekiz kişilik bir heyeti bu kitabı inceleyip duyurmak ve Avrupa’da dağıtımını sağlamakla görevlendiriyor. Heyet, inceleme sonucu, bu kitabın yayılmaması, Müslümanlara dağıtılmaması sonucuna varıyor ve basılan 100 bin adet kitabı, hamur yapılmak üzere kâğıt fabrikasına gönderiyorlar. Bunun için M. Esed’e ödenen paranın da geri istenmemesine karar veriyorlar. İslâmî bir kuruluş olan Rabıta’nın yayınlamaktan vazgeçtiği bu kitabı M.Esed Darü’l-Endülüs’te basma yoluna gidiyor. Bu hadisenin bütün safahatı ile birlikte görgü şahidi sayın Doç. Dr. Mustafa Bilge bu yazdıklarımızı te’yide her an hazırdır.” (Kur’ân Yolunda Kalem Oynatanlar, Ahmet Tekin, Kelâm Yayınları, İst. 2006, S. 170)
Değerli Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Esed’in tefsirli meâlini okumuş ve konu hakkında ilmî bir rapor hazırlamıştır. Kitapta vahim ve büyük yanlışlıklar olduğunu iddia etmektedir. Prof. Suat Yıldırım da Esed’in kitabını tenkit edenlerdendir.''

fıkhi meselelerden..



''Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Sabah evinden mümin çıkan, akşam evine kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, gece imanları gider, kâfir olarak sabaha çıkarlar.
Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden, yürüyen de, koşandan hayırlı olduğu için evinizde oturun, fitneye karışmayın! Oklarınızı kırın! Silâhlarınızı, kılıçlarınızı bırakın! Herkesi tatlı dille, güler yüzle karşılayın! Evinizden çıkmayın.''
Ebu Davud
* * *
Mürşid-i kâmilin yani yetişmiş ve yetiştirebilen rehberin, mübarek cemalini görmek ve sohbetine kavuşmak, en büyük ganimetlerdendir. Onların güzel cemali ve sohbeti her zaman ele geçmez. Onu elden kaçırmamalı. Bulabilen, bu büyük ganimeti layıkıyla değerlendirmeli, nimetin kıymetini bilmelidir.
Arif; kalbini Allahü teâlâyı düşünmek, unutmamak; bedenini de, insanların rahmet-i ilahiyeye kavuşmaları için seferber eden kimsedir.
* * *
''Bir kimse cemaatla çalışır ve doğru neticeye vasıl olursa, ameli makbul olur. Doğruya erişemezse Allah tarafından affedilir. Bir kimse tek başına çalışıp, isabet kaydederse ameli makbul değildir, isabet etmezse cehennemdeki yerine hazırlansın.'' (Ramuz el Ehadis)
* * *
''Her iyi ve kötünün arkasında namaz kılınız'' hadis-i şerfinin izahında Ebu Suud Efendi : '' Bu hadis-i şerif cum'a kıldırıan valiler içindir. Cami imamları fasık olursa arkalarında kılınmaz. İbn-i abidin'e göre kerahaten caizdir.
Güvenilip kendisine bir dane bile emanet edilemeyen kimseye,kantarlar ağırlığınca din nasıl emanet edilir'' İbn-i Arabi (ks)
Fikirlerinin ehl-i sünnete uygun olmadığı kesin bilinen imamların aİçtihad mertebesirkasında namaz kılmamalıdır. Bilinmiyorsa her yerde arkalarında namaz kılarız. dini konularda da, her önüne gelenden fetva istenmez. Her kitap okunmaz.
* * *
''İçtihad mertebesinde bulunmayan, asrının en alimi de olsa, mezhep sahibinden fetva verir. Mezhebinde bu mes'ele zaif de olsa onu terkedemez'' İmam Gazali (ks)
İmam Razi, İmam Rafii, İmam Nevevi : '' Bugün (Rasullullah sallahü aleyhi vesellemden 400 sene sonra) mutlak müçtehid yoktur diyorlar. Kıyas yapacak müçtehid kalmadı. (Dürrül Muhtar, İbn-i Abidin rha.)
''Nasıl ki Peygamberlerin getirdiklerine, anlamasak da iman etmemiz lazımsa; mezhep imamlarının sözlerini anlamasak bile, inanıp tasdik etmemiz lazımdır. Müçtehidlerin gayb ilminde sağlam makamları vardır. Onlar öyle alimlerdir ki, zanla hükmetseler zanları da ilimdir.'' (Muhyiddin-i İbn-i Arabi Hazretleri )
* * *
*Cennet 8 derecedir. Uzuvlar da 8'dir. 1- Alın 2- İki eller 2- Dizler 2- İki ayak ve 1- Bir de kalp olmak üzere 8 eder.
*Kovandan çıkmayan arı bal yapamaz.
*Zihin arı, kitaplar çiçeklerdir.
*Allahu Tealayı bilmek başka (tasavvuf), Allahu Tealanın ilmini bilmek başkadır (şeriat).
*Her an yeni bir düşünce, yeni bir sevinç, yeni bir zenginlik.
*Müftabih; hakkında fetva verilmiş olan, kendisiyle amel olunması icap eden hüküm, demektir.
*Ashab-ı Kiram ile onları gören tabiine, selef-i salihin denilir. (Ömer Nasuhi Bilmen rh.a)
* * *
Meunet: Ahlakı güzel olan bazı müminlerden-bir iddiaya dayanmadan-zuhur eden harikalara denilir.
İrsahat: Peygamber olacak kimselerde, peygamberlikleri öncesinde nübüvveti kuvvetlendiren harikalardır.
İhanet : Küfrü açık olan kimsenin, isteği dışında zuhur eden harikalara denir. Mesela, Müseylemet-ül Kezzab, kuyuda su çoğalsın diye tükürdü, Allah Teala suyu kuruttu. Buna ''hızlan'' da denilir.
İstidraç: Kafirlerden zuhura gelen olağanüstü hallerdir.
* * *
Mürşid-i Kamil, bu dünya hayatının bir uyku hali olduğunu anlamış ve bu uykudan uyanmış hazreti insandır. Diğer insanların da, bu uykudan/rüyadan uyanmaları için bir ömür çırpınır.

26 Nisan 2008 Cumartesi

AK Parti davası, Ankara kriterleri ve 'korkut-yönet' stratejisi/Hüsnü Aktaş

MüSTEKBîRLERİN ‘KORKUT VE YöNET’ STRATEJİLERİ
Türkiye’de yaşayan insanların en iyi bildiği siyasi teorilerden birisinin ‘böl ve yönet stratejisi’ olduğunu inkar etmek kolay değildir. İlkokuldan itibaren insanların zihinlerine kazınan strateji budur.
Her fırsatta ‘Dünyadaki büyük devletlerin ve gizli güçlerin, bizim gibi daha küçük ülkeleri bölerek yönetmek istedikleri’, tartışılması mümkün olmayan bir hakikat gibi sunulduğu malûmdur.

Ancak sivil ve asker bürokratların, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren uyguladıkları ‘korkut ve yönet’ stratejisi üzerinde hiç durulmamıştır. Filozof Friedrich A. Hayek’in “Esarete Giden Yol” isimli eseri veya George Orwell’in “1984” adlı romanı gibi klasiklerde, müstekbirlerin “korkut ve yönet” stratejisinin nasıl uygulandıkları izah edilmiştir. Bu stratejinin en başarılı uygulamaları, Nazi Almanyası veya Stalin Rusyası gibi totaliter rejimlerdir. Bütün totaliter ve otoriter rejimlerde, insanların sistematik biçimde korkutulmaları ‘devlet politikası’ olarak benimsenmiştir.

Vatandaşlarına parya muamelesi yapanlar, ‘ülkelerini bölüp yöneten’ dış güçler değil, ‘korkuyu yaygınlaştıran iç güçlerdir. Muhakkak ki ‘1984’ bir kurgu romandır. Nazi ve Sovyet rejimlerini de marjinal örnek olarak değerlendirebiliriz. Ancak bu gibi modellerde yüksek dozda uygulanan ‘korkut ve yönet’ stratejisi, başka ülkelerde daha düşük dozda da olsa kullanılmaktadır. Bunları aklımızda tutarak günümüz Türkiyesi’ne baktığımız zaman; iktidar partisi olan AK Parti kadroları dahil, her siyasi hareket için ‘Korkut ve Yönet’ stratejisi uygulanmaktadır. Türkiye’de yaşayan insanlar, yıllardır resmi ağızların kullandığı , ‘iç ve dış düşmanlar ‘tesbiti ile korkutulmaktadır.
Türkiye’nin ‘stratejik ortağı’ ABD’nin veya AB ülkeleri’nin Türkiye’yi bölmeye karar verdiğini, İstanbul’un yakında ‘Bizans’ın başkenti’ olacağı söyleyen bürokratlar, bu ülkelerin fonlarından faydalanmayı da ihmal etmemektedirler. AB’nin bazı dayatmalarına karşı ; "Kopenhag kriterlerinin adını ‘Ankara Kriterleri’ olarak değiştirir ve yolumuza devam ederiz' diyen Ak Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Ankara kriterleri’nin neleri beraberinde getirdiğini yeniden düşünmek zorundadır.
Resmi ideolojiye iman eden ve ‘hikmet-i hükümet’ felsefesini savunan bazı sivil ve asker bürokratlar, egemenlik ihtiraslarını tatmin için Türkiye’yi “Korku Cumhuriyetine” dönüştürmeye karar vermişlerdir. Yaşadığımız hadiselerin özeti budur. Türkiye’deki her kesim için farklı bir korku kaynağını tesbit eden derin devlet çeteleri, kendi ihtiraslarını tatmin etmektedirler.

28 Şubat Süreci’nde “Refah Partisi’nin militanları silahlanıyorlar, İran tipi ayaklanmalar olacak” şeklindeki paranoyaları doğru çıkmasa da, ‘irtica’ korkusu bazı insanların kalplerine sinmiş durumdadır. Daha da enteresan olan nokta şudur: ‘İrtica’dan korkanlar’ ile ‘Batı’dan korkanlar; eskiden iki ayrı kesim iken, son yıllarda giderek birbirlerine yaklaşmış, hatta iç içe geçmiş durumdadırlar. Hepsi topluca Avrupa Birliği sürecinden, AK Parti iktidarından ve aslında ‘halkın tercihlerinden’ korkmaktadırlar. Yaşanan bu korkuların kaynağı nedir? Bunların kaynağı ‘ tek şeflik döneminde’ insanlara uygulanan korkutma taktiklerinin, refleks haline dönüşmesidir.

Halbuki Türkiye’nin ölüm-kalım savaşı verdiği yıllarda bile; İslamcı şair Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı’na “Korkma!” diyerek başlamış ve insanların mücadele azmini ön plâna çıkarmıştır. İslâm fıkhı’na meydan okuyan, mütedeyyin müslümanları ‘mürteci’ ilân eden ve ısrlarla ‘Korkmamızı’ tavsiye eden müsterbirlere karşı mücadele vermek, anın vacibidir.

25 Nisan 2008 Cuma

Hakan Şükür, sana teşekkür.

''Kutlu Doğum Haftası içindeyiz ve ona layık olmalıyız. Peygamberimiz'e layık olmalıyız. Çocuklarımızı, gençlerimizi de Peygamberimiz'in hoşgörüsü etrafında hayata hazırlamalı, yaşantımızı ona göre şekillendirmeliyiz. Hafta sonunda F.Bahçe ile önemli bir derbi müsabakası oynayacağız. Herkesin bu maçta içinde bulunulan haftanın atmosferi içinde hareket etmesini temenni ediyorum. Dostça ve centilmence mücadele etmeliyiz. Herkes dürüstçe elinden geleni yapmalı. Allah kime nasip ederse o kazansın."

Hakan Şükür'ün bu gayet normal ifade ve açıkladığı düşüncelerinden dolayı bir kısım medyanın bildik salgırganlığının bu bilmem kaçıncı seviyesizliği üzerinde kelime ziyan etmeyeceğim.
Ama tüm bu yalan ve çirkin, ahlaksız yayınların trajını düşürmeyen halkımızın sosyolojik, psikolojik ve dahi bilgi/kültür dallarında sınıfta kalışı affedilir gibi değil!

Yeni yıl yaklaşırken 24 aralık odaklı olarak, buralarda (Avrupa) kimse çalışmaz. Okula gidilmez. Hristiyanlar (Katolikler) kendi dinlerinin en önemli bayramlarını, kiliselerde inançları doğrultusunda kutlarlar. Buna dünya ligleri de dahildir.
Onlar sahaya çıkarken istavroz çıkarıyorlar (haç işareti), kimsenin gıkı çıkmıyor ve çıkmamalı. Bizimkiler saha kenarında ne namaz kılıyor nede ellerini göğe kaldırıp dua edebiliyorlar, yeterki laiklik ürküp uçmasın diye!

Bir kısım yobaz medya, İslam düşmanı medyayı halk neden anlayıp, tanımıyor ve trajla cezalandırıp protestosunu yapmıyor? Toplumsal hafıza, bilinç bu kadar mı köreldi? Bir dönem de, İsveç gibi ülkelerdeki bazı pislik adamların çizgileri için mallarını boykot ''lafları'' var idi. Unutuldu gitti..

Milletçe, yılların getirdiği, planlı bir dejenerasyon sonucunda; öz vatanda, azgın azınlıkça asimile olanları görmekteyiz. Kimlik sorunudur bu! Bir önceki yazımda işaret ettiğim gibi, hassasiyetlerini kaybeden bir vücuttaki kısmi felç durumudur bu! Yara kangren olmaya yüz tutmuş da, diyebiliriz.

Neden Hakan Şükür'e haince saldıran bir kısım medya hakkında fazla yoruma girmedim? Zira onlar kendi işlerini yapıyorlar.
Bize ne oldu?
Hakan Şükür, sana önce Türk futboluna katkılarından dolayı teşekkür. Sonra da, Ramazanlarda, utanmadan, samimiyetsizce sayfalar düzenleyen; halka traj/para için dini malzemeler dağıtanların iki yüzlülüğünü, İslam karşıtlığını, şu anlamayan millete tekrar belgelediğin için ayrıca teşekkürler.

24 Nisan 2008 Perşembe

Alevilerle farklarımızdan biri!

Peki bu ne Onur Bey!
Başlıklı Star gazetesinin haberi, aslında, Türkiye'de laiklik ve ilkeler adına bir şeylere karşı var olan amansız mücadelenin taktiksel manevralarıdır! Din yanlısı yada karşıtı bir duruşun su götürmez bir gerçek olarak defaatle ispatlanan son örneği. Öymen'in benzetmesi alevilere ait bir kurum/kavram olsaydı; CHP binaları eylem arenasına dönüşmüştü! Öymen'i çok zor günler beklerdi.
Bir zamanlar, bir şovmenin, bir TV kanalında, aptlaca bir gafın ürünü olarak ''kızılbaş'' benzetmesi ile ona dünyayı dar etmişlerdi. TV binasının önü, programda o sözler söylendikten çok kısa bir süre dolup taşmıştı.
Sonrada o şovmeni ekranlarda göremez olduk.
Alevilerin hassas oldukları konulardaki bu aktif tavrı hep taktir etmişimdir. Keşke başörtüsü konusu gibi konularda da hassas olsalardı, Öymen gibiler dünyanın kaç bucak olduğunu anlarlardı!

''CHP’li Öymen ‘Başörtüsü ile Nazi ve Faşist gömleklerini kıyaslamadım’ dedi. Röportajı yapan gazeteci ses kayıtlarıyla Öymen’i yalanladı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in başörtüsünü, Alman Nazilerinin kahverengi, İtalyan faşistlerinin kara gömleğiyle karşılaştırmasıyla ilgili tartışma yepyeni bir boyut kazandı. Amerika’daki gazetelerde yer alan haberin çarpıtma olduğunu iddia eden Öymen, gazeteye tekzip göndereceğini açıklamıştı. KARARI KAMUOYU VERSİN ONUR Öymen’e cevap haberi yapan gazeteci Dion Nissenbaum’dan geldi. Nissenbaum, kendi internet sitesinde Onur Öymen’in röportajın ses kaydını yayınladı ve ‘Kamuoyu ses kaydını dinleyerek kendi kararını versin’ dedi. Öymen’in ‘demedim’ dediği şeyleri açık açık savunduğu ortaya çıktı. ''(Star)

22 Nisan 2008 Salı

anlayamadım..!

Sanma şahım / herkesi sen / sadıkane / yar olur
Herkesi sen / yar mı sandın / belki ol / ağyar olur
Sadıkane / belki ol / alemde bir / dildar olur
Yar olur / ağyar olur / dildar olur / serdar olur

Sadıklara sadıkane yar olmak..! Yar'a sadık olmak. Elbette herkes sadık ve sadıkane dost olamaz. Birinin gönlünü almış sevgili, Dildar..
Başkası, bir yabancı (ağyar), gönlünü anlamadıysa ne anlasın halden?
Öyleleri de vardır ki, hem görünen bu şehadet aleminde, hemde misal aleminde her dostun gönlünü almıştır.
Annesinin gönlü ile Alemlerin Övüncü (sav) arasında, aşktan bir kokuyu Peygamber eşiğine getirip, ayak izi yerine, göz yaşlarından izler bırakan; ''güneşte gölgesi '' olmayanla (sav) benzeşerek seke seke Yemen illerine dönenler gibi..
Aşkın serdar'ları kumandanları, ''bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik'' (Yahya Kemal)
Orduları yenenlerin nesli, şimdi yenmeyi unuttu! Ne nefsi, ne öfkemizi, nede çürük tağutları!
Aşkın kutupları, kumandanları, serdarları; ölenleri bu yüzden hayvan ilan ettiler, diri cesetleri de canlı cenazeler!
Aşıklar ölmez diyerek, şu gökkubbede ölmez nefesler; nidalar, eserler, şiirler, nağmeler bırakanlar..
Herkes yar olamaz, herkes de yar bulamaz!
Atılan taşla canı yanmayanlar, atılan gül ile yıkılırlar..
Ne güzelmiş o Peygamber aleyhisselatü vesselam, geçen TV'de bir alim anlatmıştı. Yeni anladığım şeylerden..Sevgili eşine, Hz.Ayşe annemize, ''Ayşecik'' diye de hitap ederlermiş.
Efendimizin, (sav) gönül sahiplerini hoş eden iltifatlarından.. etkisi ve hazzı farklı olmalı.
Sadakat..
Sıdk, sıddikiyet..Sıddıkların kumandanı/şahı Hz. Ebubekir (ra)..
Baştaki şiir Yavuz Sultan Selim Han'a ait olmalı..
Osmanlı'nın pörsüme ve çöküşünde bile aşk hep varmış..Edeple süslü bir aşk..Padişahların çoğu şair..
Misk geyiğinin vücudundan çıkan, kokusu hoş ve kuvvetli yağlı bir salgı. Salgı, geyiğin karnının alt tarafında bulunan salgı bezinden gelir. Misk, parfüm yapımında esans ruhu olarak, koku ve renk vermek için kullanılır. Misk elde etmek için, geyiğin salgı yapan bezleri bulunduğu yerden çıkarılarak kurutulur. Bu bezlerin büyüklüğü, iri bir yumurta büyüklüğünü geçmez. En iyi misk, Tibet'de yaşayan geyiklerde bulunurmuş.

Hz.Mevlana (ks) geyiklerin geride bıraktıkları misk kokusunu, Alemlerin Efendisinin (sav) dünyamızı şereflendirip, giderlerken geride bıraktıklarını (sünnetini) misk kokusuna benzetir.

Demekki misvaktan, kahkahasız tebessüme; selamı yaymaktan, merhamete..kadar aklımızda O'nun -sallahü aleyhi vesellem- yaptıkları, onayladıkları, kavli olarak buyurdukları ne varsa ve biz onlardan gücümüzün yettiklerini her yapışımızda, neden burnumuza ol Rasulün (sav) misk kokusu gelmiyor?

Aşk nerede? Aşıklar kim?
Gül mevsimi geçtiyse de, gül kokusu var diyerek Gül'ü (sav) Peygamberimize, kokusunu da sünnetine sımsıkı sarılmış aşık veliler olarak tasvir eder, Hz. Pir (ks)
Bu aralar yazma konusunda, yine kendi iç dünyamda çatışma var!
Başka bir yazıda İbrahim Karagül : ''Çok konuşanlar ve hiçbir şey söylemeyenler, hep yazanlar ve hiçbir şey ifade etmeyenler..'' diyordu ya..Benim epeydir yaşadığım bir duygu..
Bir de hiç konuşmadığı ve yazmadığı halde; alemde padişah olanlar var. Halleri ve takvaları ile; bir elleri/gözleri her an ötelerle irtibat içinde..

''Beş vakit namazda, tahiyyâtı okurken, Resûlullah (sav) efendimizi baş gözü ile gören, göremediği zaman o namazı yeniden kılan'' İbn-i Abidin Efendilerle bizim bulunduğumuz iklim ve aşk..
Her meyve her mevsimde/her yerde yetişmez ama aşıklar her mevsimde yeşerir ve burunları hasta olamayanlara Yusuf'un gömleğindeki misk kokusu gibi rayihalar yayarlar.

“Allah’ın velî kullarına ne bir korku vardır ne de bir hüzün.” (Yûnus Sûresi, 62)

“Doktorlar insanın hastalığını, nabzına ve idrarına bakarak anlarlar ve onlar hastalarından ücret alırlar.
Biz Hak Te’âlâ’nın talebeleri olan doktorlarız.
Biz gönüle vasıtasız olarak bir hoşça bakan doktorlarız.
Anlayış bakımından da görüşümüz pek yücedir.
Zirâ biz, Allah’ın Celâl nûrunun ışığından ilhâm alırız.
Bizim delîlimiz, Celîl olan Allah’ın vahyidir.
Hastalığı ilhâm ile anlarız. Biz kimseden de tedâvî ücreti istemeyiz.
Ücretimiz noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tandır.
Onulmaz hastalıklara tutulanlara salâ!
Ey onulmaz hastalıklara tutulanlar koşun buraya! Bizim ilâcımız hastalara birebirdir.” (Mesnevî, 3, 2700-2709)
Hiç değilse hasta olduğumuzu anlayıp, tedavi edecek kalp doktoru mürşid-i kamil'e ölü gibi itirazsız teslim olabilseydik.''Kişi sevdiğiyle birliktedir'' ya sevmek nasıldır, neyi gerektirir..?

Anlayamadım, anlayamadım, anlayamadım..!

En büyük varolma savaşına hazır olun!

''Çok konuşanlar ve hiçbir şey söylemeyenler, hep yazanlar ve hiçbir şey ifade etmeyenler, Türkiye'yi bir yerlere sürükleyenler ve nereye götürdüklerini bilmeyenler… Hiç değilse dinlemeyi bilsek!'' (İbrahim Karagül )
Bu makalenin de tamamı okunup, üzerinde düşünülmeli.

Gel

Gel
Sen’den arta kalan zamanlar tüketiliyor şimdi.
Sözler mânâsız, kimlikler kayıp, düşler korkulu…
Şehirlerin hengâmesinden kaçtım.
İçimde büyüyor yangın,
Gözlerim buğulu…
Zihnimde derin sancılarla,
Düşüncelerimdesin.
Takati yok kelimelerin Sen’i tarif etmeye
Aşk, Sen’sin;
Çöllerin sinesinden doğan umman da Sen…
Toprak, şereflenir ne zaman yürüsen.
Ahh… Sen!
Varlığıyla varlığımı bulduğum,
Yokluğunda kaybolduğum Sevgili!
Konuştun,
Sustu bütün heceler.
Ruhum sözlerinin aleviyle yıkandı.
Aşk dilimde kor iken,
Bir avuç küle döndüm.
Fırtına savurmadan,
Dört bir yana dağılmadan gel!

Vahşi’yi affeden yüreğinle sar
Erit damla damla bakışınla Yâr!
Katran gecelerin kâbusundan
Baykuşlar tünemesin gül dallarına.
Yağmursun, çöllere hayat verirsin,
Gelişinle can yürüsün damarlarıma.
Gel de kurtar.

Sen’inle güldü güneşin yüzü;
“Ay doğdu üzerimize Veda Tepelerinden”
Gel, tükensin içimde çoğalan sızı!
Kapısız hücrelerde bîçare bırakma.
Sana mahkûm et, hürriyetim ol, gel!
Ayrılık kelepçesini çıkar bileklerimden.
Gözyaşıyla kavrulan gözlerim vuslata kansın.
Bir kez göreyim çehreni,
Kalbim varlığına boyansın.

Gel!
Bombaların gölgesinde minareler suskun.
Seccadelere kapanmış yığınla ceset.
Gel de değişsin bu çirkin resim!
Zulmün saltanatı yıkılsın.
Cemre düşsün toprağına
Ölümden buz kesilmiş şehirlerin.
Vicdanlar dirilsin, tahta çıksın adalet.
Saniyeler durmadan,
Bebekler yok olmadan gel!

Sine-çâk, avare, sessiz…
Böyle geçti asırlar Sensiz Sevgili!
Parçalandık, kaybettik özümüzü.
Kin büyüttük kalbimizde,
Unuttuk sözümüzü.
Dualar ve secdeler saf kaldı yalnız,
Bekliyoruz, huzuru için insanlığın,
Yer yeniden sarsılmadan,
Bizim için.
Gel!

Allahümme salli ala seyyidina Muhammed

Kevser Yenel / Sızıntı

21 Nisan 2008 Pazartesi

Zındıklık Komitelerine Dikkat!../ Mehmet Şevket Eygi

ZINDIKLIK komiteleri İslâm dinini bozmak, Müslümanların kafalarını karıştırmak için şeytana taş çıkartacak şekilde çalışıyor.
Siyonistler ve Evangelistler bir “İslâm Protestanlığı” çıkartmak istiyor.
Bundan 78-80 yıl önce camilerde mihraplara piyano koyarak dinde reform yapmaya teşebbüs etmişlerdi. (Belgeleri vardır...)
Var güçleriyle “Sahih İtikadı” (İslâm’ın doğru ve temiz inanç sistemini) bulandırmaya uğraşıyorlar.
Sünneti, hadîsleri, sahabeyi karalıyorlar.
Kur’an’ı kendi re’yleriyle, hevalarıyla yanlış şekilde yorumluyorlar, hem kendileri sapıyorlar, hem de peşlerine düşenleri sapıtıyorlar.
Şeriatsız, fıkıhsız bir İslâm türetmeye çalışıyorlar.
Dinimizi bir ideolojiye, bir hümanizmaya benzetmek istiyorlar.
“Üç İbrahimî hak din vardır. Üçünün mensupları da ehl-i necat ve ehl-i cennettir...” safsata ve hezeyanlarıyla halkı irtidat uçurumlarına yuvarlamak için propaganda yapıyorlar.
Sevgili Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum:
Zındıklık komitelerinin tuzaklarına düşerseniz imanınızı ve ebedî saadet ümidinizi yitirir, korkunç bir felakete maruz kalırsınız.
İslâm münzel (Hak katından indirilmiş) ilahî dindir, onun yerine uydurulmuş bir din ikame etmek isteyenler şeytandır.
Dinimizin iki ana kaynağı Kur’an ve Sünnettir. Sünneti devre dışı bırakmak isteyenler hain ve merduttur.
On dört asırdır üzerinde icmâ-i ümmet olan muhkem meseleler ve hükümler tartışılamaz.
Beş vakit namaz farzdır, Kıyamet’e kadar kılınacaktır.
İslâm kadınları için tesettür farzdır. Hükmü, Kıyamet’e kadar geçerlidir.
Ribanın her şekli haramdır. Bu yasak Kıyamet’e kadar geçerlidir.
Kendisine Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamın risaleti (Peygamberliği), daveti (çağrısı), dini (İslâm) ulaşmış olan bir kimse bunları yalanlarsa o kişi ehl-i necat ve cennet değildir.
Küfre rıza küfürdür.
Pak ve temiz Tevhid inancı ile Teslis akidesi birbiriyle bağdaşmaz, uyuşmaz.
Kur’an Allah tarafından korunmaktadır. Zındıklık komiteleri onu bozamazlar, tahrif edemezler.
Sapıtılan, İslâm’dan çıkartılan, mürted yapılan insanların vebali zındıkların üzerinedir.
Bu devirde bütün din hocalarının, bütün tasavvuf mensuplarının, bütün dinî teşekküllerin şu temel vazifeleri yapması gerekir.
1. Sahih itikadı (İslâm’ın doğru inançlarını) korumak, halka anlatmak, belletmek.
2. Beş vakit namazın dosdoğru kılınması için çalışmak.
3. Hür ve mukim erkeklerin farz namazlarını büyük cemaatler halinde kılmaları için çalışmak.
4. Kadınların şer’î hürriyetlerini, haysiyetlerini, iffetlerini, ismetlerini korumak için çalışmak.
5. Bütün Müslümanların zarurî ve farz olan ilmihal bilgilerini öğrenmeleri ve bunları hayata geçirmeleri için çalışmak.
6. İslâm ahlakını, İslâmî faziletleri halka öğretmek ve bunların hayata geçirilmesi için çalışmak.
7. İslâm’ın yasakladığı, kötü gördüğü, zemmettiği rezilliklerle, fısk ve fücurlarla, isyan ve günahlarla mücadele etmek.
8. Müslümanların medenî, kültürlü, yüksek karakterli olmaları için çalışmak.
9. Ümmet-i Muhammed’in ilim/kültür, ahlak/aksiyon, sanat/estetik sahalarında güçlü, vasıflı, üstün olması için çalışmak.
10. Din ve dünya işlerinde emanetlerin, makam ve mevkilerin, vazifelerin, memuriyetlerin ehil ve layık olanlara verilmesini sağlamak, emanetlere hıyanet edilmesini önlemek.
11. Emr-i mâruf ve nehy-i münker (iyiliği desteklemek, kötülüğü kösteklemek) farzını, Şeriat’ın ve fıkhın gösterdiği metodlarla eda etmek.
12. Nifakla, münafıklarla mücadele etmek.
13. Müslümanlara ümmet şuuru, birlik ve beraberlik aşılamak.
14. Ahlaksızlıkların en çirkini olan din sömürüsü ile mücadele etmek; din sömürüsü yapan alçakları ve sefilleri dışlamak.
15. İslâm’ın kötü gördüğü ve toplumu çökerten lüks, israf, aşırı tüketim, gurur, kibir, saçıp savurma ile mücadele etmek; Müslümanları kanaate, iktisada, zühde, tevazua, birbirleriyle yardımlaşmaya çağırmak.
Bu saydığım 15 madde içinde en önemli dördü şunlardır:
* Tashih-i itikad yani inanç bilgilerinin doğru olması, inanç konusunda yanlış, bid’at ve küfürden uzak durulması.
* Beş vakit namazın cemaatle kılınması.
* Kadınların tesettüre girmesi.
* Müslümanların kendilerine yetecek kadar, ilmihallerini iyice öğrenmeleri.
Birtakım komiteler Kutlu Doğum Haftası’nı bile dejenere etmeye uğraşıyor.
Davullu zurnalı Kutlu Doğum olmaz.
Vaizelerin ve Kur’an kursu kadın öğretmenlerinin çalgılar eşliğinde namahrem erkeklere konser vermesi doğru değildir.
Sünneti, hadîsleri, üzerinde icmâ olan muhkem meseleleri inkar etmek korkunç bir zındıklıktır.
Ribaya helaldir diyen kâfir olur.
Dinde asla reform, yenilik, değişiklik yapılamaz.
Kur’an’ı bile bile yanlış yorumlayanlar ve ılımlı, light, düzmece İslâm türetmek isteyenler küfre düşerler.
Sünnetsiz, fıkıhsız, Şeriatsız İslâm olmaz.
İslâm’ı bozmak için oryantalistlerle, Siyonist ve Evangelistlerle, mürtedlerle, zındıklarla işbirliği yapanlar kendi hür iradeleriyle bâtılı seçmişlerdir ve böylece ebedî mutluluklarını kaybetmişlerdir.
Böylelerinin Kur’an’ı yorumlamaya hakları yoktur.
Kur’an’ı ancak ve ancak sevgili Peygamberimizin izinden giden, sünnetine uyan gerçek ve icazetli muttaki din alimleri, müfessirler tefsir edebilir.
Biz ehl-i sünnet Müslümanları sünnetin en ufak bir hükmünden bile vazgeçmeyiz.
Dinimizden ödün vermeyiz.Müslümanlar dininize sımsıkı sarılınız. Dininizi koruyunuz. Kitap, Sünnet ve icmâ-i ümmet yolunun dışına çıkmayınız.
( Milli Gazete )

19 Nisan 2008 Cumartesi

Her dinde reformcu, nankördür !

Soru şu: İBN-İ TEYMİYYE, İBN-İ KAYYIM-I CEVZİYYE, M.ABDULVEHHAB,
M.ŞEVKANİ, C.EFGANİ, M.ABDUH, MEVDUDİ, REŞİT RIZA, SEYYİD KUTUB,
MUHAMMED KUTUB, İZMİRLİ İ.HAKKI, NASRUDDİN ELBANİ, ALİ ŞERİATİ,
CEMAL KUTAY, HAMİDULLAH, YUSUF EL KARADAVİ, İSMAİL NACAR, NUREDDİN YILDIZ, HAYRETTİN KARAMAN, FETHİ YEKEN, CELAL YILDIRIM, YAŞAR NURİ ÖZTÜRK, SÜLEYMAN ATEŞ, İBRAHİM SARMIŞ, CORCİ ZEYDAN, VEHBİ ZUHAYL, BAYRAKTAR BAYRAKLI, BEKİR KARLIĞA, M.ESED, FAZLURRAHMAN MALİK, ADNAN OKTAR, ABDULAZİZ BAYINDIR, HAYRİ KIRBAŞOĞLU, REŞAD HALİFE, İHSAN ELİAÇIK,
HÜSEYİN HEYKEL, HÜSEYİN COZU ZİYA UYGUR, KASIM EMİN, ZEKİ MÜBAREK, ABDÜLMECİD SELİM, MAHMUT SELTÜT, TANTAVİ CEVHERİ, SEYYİD SABIK,
KÂMİL MİRAS, MUSTAFA İSLAMOĞLU, ABDULLAH CEVDET, SÜLEYMAN ULUDAĞ, FUAT KAVUKÇU, FETHULLAH GÜLEN, ALİ ÖZEK, HAYDAR SEÇKİN, NAİM ERDOĞAN, SÜLEYMAN KARAGÜLLE, KADİR KADIOĞLU, EL MAKDİSİ, SÜLEYMAN CADIOĞLU, AHMET MİTHAT EFENDİ, A.LÜTFİ KAZANCI, ŞİBLİ NUMANİ, RAMAZAN ASLANBABA, EDİP YÜKSEL, İBN RÜŞD, İBN HAZM, MUSTAFA MERAGİ, MUHAMMED EL MÜBAREK, MUSTAFA ÖZ, AHMET GÜRTAŞ, YUNUS VEHBİ YAVUZ, BEKİR TOPALOĞLU, ABDULLAH YILDIZ, M.İHSAN OĞUZ, ALİ BULAÇ, AHMET HULUSİ, İSKENDER EVRENESOĞLU...gibi daha sayamadığımız isimler hakkında sert, dışlayıcı tenkitler var. Onlar da alim değil mi?
Soruyu soran kişiye şunu söylerim:

1-Yukarıdaki isimlere yapılan tenkitler hangi konularda yapılmakta ve onlar hangi söz ve yazılarından dolayı kabul görmemektedirler?
2-Onlara yapılan tenkitler itikadi hususlarda mı, ameli hususlarda mı olmaktadır?
3-Onlar yazıp söyledikleri şeyler için mi eleştiriliyorlar, yoksa ameli/ahlaki planda, kişisel bir tenkite mi maruzlar? Şeytan da alimdi, hemde meleke-i tavus idi.

Soruları çoğaltmak mümkün ama, şu konunun altı iyi çizilmeli ve o kişilerin taraftarlarınca da anlaşılmalıdır ki; bizim o isimleri muteber, mutemed ve güvenli bulmayışımızın sebebi ''itikat'' alanında ehl-i sünnet ve'l cemaate uymayan; kimi zaman da taban tabana zıt söylemleridir. Yani eleştiride hedef yalnızca yazıp söyledikleri fikirleridir.

Kişisel olarak ne onların ibadetlerini içeren eylemleri, ne özel yaşantıları, ne ahlaki duruşları asla mercek altında olmamış ve olamaz da..

Oysa onlardan bazıları o yaldız kaplama zehirli dilleriyle Allah Resulün'den sahabesinden bazılarına kadar en hafifi edep dışı, en çoğu da Peygamber ve sahabesi için Kur'an ayeti olmasına rağmen; dil uzatmaktan zerre çekinmemiş olmalarıdır.

Burada, onların taraftarlarındaki en büyük aymazlık yada körlük şu ki; adam söz gelimi Hz. Osman (ra) efendimize alçakça dil uzatırken, hadis-i şerifte buyrulduğu gibi ''Söz sihirdir.'' hikmetine uygun; o katliam cümlesini söylemeden önce, okurunu hipnotize eden cümlelerle suret-i haktan bir peçeleme sistematiği içinde yavaş yavaş narkozu veriyor.Koskaca kitabının belli birkaç sayfasına serpiştirdiği ''itikada ait'' cümleleriyle hedefine varıyor.

Biz de kalkıp o zehir söz sahibine imani bir gayretle öfke dolu bir yazı kaleme alınca vay efendim sen kimsin ilmin ne, İslamoğlu'nu, Ahmet Hulusi'yi, Hamidullah'ı eleştirmek kim, deniliyor. Onların isimleri bazı çevrelerde marka olduğu için, la yüs'el putlaştırılıyorlar! Onlar yanılmaz, onlar hatalı yazı kaleme almazlar, onların gıybetini yapıyorsunuz gibi gerçekten çok cahilce çıkışlar yapılıyor.Cımbızla bir cümlesini paragrafını seçmişsiniz sığ görüşü dillendiriliyor. Buna mukabil ehl-i sünnete mensup hangi alimin bırakın paragrafını, bir satırını dahi cımbızlasanız, dine/edebe aykırılık bulamazsınız.Hele Peygamberimiz Efendimiz (sav) yada ashabı, din büyükleri hakkında..

Şimdi bir örnek verelim: ''Zikir meclisleri, evrad okumalar vs. tenbellik çağının ürünleridir. Hayat ve hareket çağları böyle şeylere önem vermemiştir.'' bu cümleyi İslam'a onaylattırabilecek bir baba yiğit var mıdır? Oysa Seyyid Kutub, İslam ve Kapitalizm Çatışması adlı kitabında (1995 basım) pekala bu cinayeti işlemiştir. Hem de itikadi cinayet! Kur'an, bizlere zikri, hadisler zikri emir derecesinde överken, aksini söylemek; laikçi yada komünist bir yargı ile zikri yeren birini tekfir etmiyor ve yalnızca nankörler zümresinin güvenilmezleri olarak kayıt altına alıyorsak, biz yine de orta yol ümmeti olmak istediğimiz içindir.
İslam fıkhına bağlı kalmamak gerektiğini, İslam'a nazariye yani teori, bazen felsefe diyen de Kutubdur.

Hani bize toptancı olmayın diyenler var ya, onlara sesleniyoruz; evet itikat toptancılık (icmal) işidir.
Sanırım Şeyheyn’den biri olacak; duyduğu bir hadisi ravisinden dinlemek için günlerce yolculuktan sonra ulaştığı ravinin otla hayvanını aldattığını görünce “hayvanını aldatan insanları da aldatır” düşüncesi ile hadisi aktarmaktan vazgeçtiği; başka hadisede kıble tarafına tüküren raviden de hadis alınmadığı vakıadır. Onlar böyle hassas ve toptancı davrandıkları için bu din bizlere katkısız ve tertemiz bir nakil zinciriyle, Allah azzenin Kur'an ayetinde beyan buyurduğu gibi teminatı/koruması ile gelmiştir.

Gelen dini hükümlerin hepsini itirazsız kabul edersin yada araya küçücük aklına göre fitneler zinciri fikirler ekersin. Şimdi buna başka çarpıcı bir örnek verelim:
Hazreti Osman radıyallahü anh efendimiz için, Arapça orijinalinde (EL ADALET-ÜL İCTİMAİYYETÜ FİL İSLAM sh: 186 ) İslam’da Sosyal Adalet kitabında -haşa- "BUNAK" diyebilmiştir.Ve şu cümleler :
''Osman iktidara geldiğinde yirmi yaş daha genç bulunsaydı, İslam tarihinin çehresi daha başka olurdu.
Ömer'in siyaseti, Ebubekir'in yaptığı gibi zenginlerin artan mallarını alıp, fakirlere eşit olarak tevzi etmek idi. Eğer Ömer'in ömrü kifayet edip bunları yapmağa muvaffak olsa idi, hiç kimsenin buna itirazı olmayacaktı.
Zira Ömer'in vicdanı bütün şüphelerin üstünde idi. O'nun dini muhafaza etmedeki hırsı, keza bütün şüphelerin üstünde idi. Eğer Ömer bunu tamamlamaya muvaffak olsa idi, bütün İslam aleminin iktisadi ve sosyal muvazenesi (ahengi) sağlanacak, fitne beşiğinde uyumağa devam edecek ve herhalde uzun müddet kalkmağa meydan bulamıyacaktı. Eğer Ali Ömer'den sonra gelse idi, O'nun siyasetini takip edeceği muhakkaktı.."
(Yazar Hazreti ve radıyallahü anh kelimelerini kullanmamış, aynen aldık.)
( S.Kutub, İsl. Sos. Adalet sh: 251-252. Çev:Y.Turnagür, Dr.M.A.Mansur, Cağaloğlu yay.7.baskı.1982 )

Yukarıdaki satırlar bir kitapta olacak, ama birileri kalkıp; diyecek ki, onları atla, görmezden gel, sen faydalı olanları alırsın; toptan reddetme!!Estağfirullah..Hadi ben cahil biriyim. Bu durumda ikinci bin yılın yenileyicisinden hükmü alalım:

Kur'an-ı Kerimi ve şeriatı bizlere bildiren Eshab-ı Kiram'dır.Onlardan biri kötü olursa, Kur'an-ı Kerim sağlam olmaz. Şeriatın doğruluğuna güven kalmaz.Kur'an-ı Kerim'i Hz.Osman radiyallahü anh topladı.Hz.Osman (ra) için dil uzatılırsa, Kur'an-ı Kerim'e dil uzatılmış olur.ZINDIKLARIN böyle itikadlarından Allah-ü Teala'ya sığınırız." İmam-ı Rabbani -kuddise sirruh-
( Mektubat-ı Rabbani 54. mektub c.1, sh: 175 )

Yukarıdaki alıntı, meselenin vehametini ispatlayan, üzerinde çok durulması gereken, İslam'ın hayati konularındandır.Elbette itikatda gerekli ve şart olan toptancılığı yaparken hüküm konusunda muteber olmayan, sapıklar, reformcular derken; aslında ilmi ehliyetimiz olmaması hasebiyle, bildiğimizi, temkin sadedinde sınırlamış oluyoruz. Oysa Peygamberimiz Efendimiz ve ashabına dil uzatanlara İmam-ı Rabbani hazretleri ayet hükmüyle birlikte ZINDIK kafirler hükmünü vermektedir.

Belki birilerinin ezberini bozar ümidiyle, hadiseye bir de şu noktadan bakalım:
Hz. Osman (ra) efendimiz ile S.Kutub yada başkaları kıyas edilebilir mi? Hz. Osman efendimiz mi daha alimdir, Kutub mu? (ki bunu yazmak sormak bile abes hatta edepsizlik, haddi bilmezliktir, birileri anlasın diye..) Hz.Osman Efendimiz gibi Kur'anla övülen ve servetini cömertçe İslam uğruna feda eden ve Peygamber damadı olmuş, kendisinden meleklerin haya ettiği diye övülmüş mümtaz bir şehid için ileri geri yargı ve iftiraları yapan; ayetin hilafına en ağır sözler sarfeden birine/birilerine her Müslümanın tavır alması, buğzetmesi imanının bir gereği midir, değil midir? Bu tip yazarlardan, kitaplarına kaynak olarak alıntı yaparak kitap yazanlar da aynı cürüme ortak mıdır değil midir? En son o kitapları, para verip alanlar..

''İtikadî noktada arızaları olan bir kimsenin bir yandan da "önemli" olarak nitelendirilmesi,neyi öne aldığımız ve önemsediğimiz sorusunuBağlantı cevaplandırış tarzımıza göre değişecektir. Neye nasıl inanmamız gerektiği meselesinin önemini büyük ölçüde yitirdiği günümüzde başka hususların öncelenmesine şaşırmamalı...'' Dr. Ebubekir Sifil

Kutup gibiler, kutsalımız içinde yer alan şahsiyetlere dil uzatırken gıkları çıkmayanlar; biz Kutup gibi yazarları ''fikirlerinden/yazdıklarından'' dolayı tenkit ederken neden bize en ağır hakaretleri yapma yarışına girişiyorlar?

Bir Müslüman olarak kimsenin küfre yada dinde reformcu durumuna düşmesini istemeyiz, keşke Kutub gibiler de o zehir cümleleri asla dillendirmeselerdi.Keşke bu tiplerin peşine, sonraki güncel/update yetmeler takılmasalardı!Çünkü bu kervanın yolu çıkmaz sokaktır.Öyle geçiştirilecek bir konu değil, bilakis İslam'ın temelleri ve inanç sistemine ait yaşamsal bir meseledir.

Şimdi, İmam-ı Rabbani hazretlerimizin (ks) Kur'an hükmü ile noktayı koydukları hüküm ortadayken, birileri örneklediğimiz cümlelerin serpiştirildiği kitapların ve tefsirin sahibi Seyyid Kutub ve listedeki benzer durumdaki isimler için, hala savunma amaçlı çıkarsamalarda bulunmaya devam edip, şehid, alim, mücahid gibi etiketlerin arkasına mı sığınacaklar..?

Update yazarlardan İslamoğlu'da geçen yine bir gazetede Peygamber (sav)'e muhalafeti işlerken, klasik ulema diye istihza kokan cümlelerle geçmiş tefsir alimlerini tümünü, bir ayeti hakkınca tefsir edememekle töhmet altında bırakmıştı! Ama eminim daha önce Muhterem Ebubekir Sifil hoca nasıl bazı meselelerde, İslamoğlunun verdiği ya da yok dediği kaynakta o şeyin aslında var ve o şekilde olmadığını ispat etmişse, bu da, aynı minvalde bir İslamoğlu klasik tavrıdır. İstemediğini görmeme mantalitesi.

“ Hz. Osman’ın siyaseti hatalı idi. Ali, Osman’ı temize çıkardı.”
Mevdudi ( İsl.İhya Hareketleri sh: 141-146 )

“ Peygamber, Suriye hristiyanlarından din bilgisi almıştır.”
M.Hamidullah ( İslam Peygamberi, sh: 21 )

“ Belirli bir mezhebi taklid etmeyi kendime yakıştıramam. Taklid aklın çalışmasını durdurur.” Yusuf Kardavi ( İslam’da Helal ve Haram kitabının önsözü )

“ Peygamber, tükrüğünden başka mucizesi, ilacı olmayan biridir ve O'nun getirdiği din'e yanlızca aşağı tabakadan insanlar girmiştir ! Mirac mucizesi "yanlızca bir rüya idi" Peygamber "düztaban idi" (Sh:55) ve"Çocukken put'a esmer koyun hediye etti” (sh: 47 ) HAŞA YA RABBİ!

“ Melekler tabiat kuvvetleridir.” Süleyman Ateş ( İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.20, sh: 143-144 )

''Oluklar çift, birinden nur akar, birinden zift'' demiş Üstad merhum N.F.Kısakürek..Ne NANKÖRLER isim listesine isim ilave etmekle biter, nede onlar için vereceğimiz örneklemeler..!

Şunu da ifade etmeliyiz: Reformcuların reisi İbn Teymiyye'dir. Daha sonra ondan aşağı tarihi sıra içinde; kim öncekileri kitaplarında kaynak olarak almış, baş tacı etmişse; imamı odur ve imamları ile haşrolacaktır.

Bugün yaşayan Müslüman, sen de; bu zincirin yaşayan yazarlarından son halkasını tasvip ediyorsan, okuyor ve gönlünde ona yer veriyorsan; o kadro içinde mahşerde dirileceğini sana söylemek borcundayım.

İtikat, topekun toptancılık işidir. Ya iman edersin hepsine ya da bir noktasını kabullenmeyen nasılki Müslüman olarak kalamazsa, bu tip nankörlerin kitapları, fikirleri de buna benzer. Kişi sevdiği/savunduğu ile beraberdir. İtikat meydanında at koşturan bu nankörlerin fikriyatı da böylesi bir kategori içindedir. Zehri yersin de haberin olmaz. Mülhid olmaktan Allah'a sığınırız.

Tabiünden Şabi (rh.a.)'e bir kimse gelip bir sual sorar.O bu konuda Abdullah İbn-i Mes'ud (RA)'dan bir rivayeti nakleder.Sual soran kimse: "Sen bu konudaki şahsi kanaatini söyle" deyince, Hz.Şa'bi (rh.a.): Şu adama bakın, ben ona Abdullah İbn-i Mes'ud şöyle dedi diyorum.O bana şahsi kanaatimi soruyor. Ben dinimi bundan tenzih ederim. Vallahi müzikle meşgul olmayı, sana şahsi kanaatimle fetva vermeye tercih ederim, diye haykırmıştır.[1]

Hz.Ebubekir -radiyallahü anh- efendimize bir ayetin manası sorulduğunda :''Ben Allah’ın kitabından bir hakkında Allah-u Tebareke ve Teala’nın murad ettiğinden başka bir şey söylersem, beni hangi gök gölgelendirir ve hangi yer taşır. Nereye gidebilirim ve nasıl yaparım?'' [2] buyurarak bu çok ince ve hassas meselenin- hem de peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmasına rağmen- önemini, tasasını bizlere hissettirmeye çalışmıştır. Allahresulünün nazarına erişmiş, sohbetiyle yetişmiş sırdaşı Kur’an hususunda böyle bir endişe taşıyacak, hiçbir icazeti olmayan, mezhepsiz S.Kutub'lar nankörler sürüsü kendi başına ahkam kesecekler, bizde toptancı olmayalım diyerek zemzemin içine katılan idrarı/zehri birlikte yudumlayacağız. Sizin yolunuz size, bizimki bize..
[1] Sünen-i Darimi, sh: 47
[2] Kenzül Ummal, II/327; No : 4149,

Not: Onlara nankörler deyişim kısa açıklaması şudur: Nankördürler; çünkü, Sevgili Peygamberimiz (sav)'den ashabına kadar dil uzatabilme alçaklığında ve ısrarlıdırlar. Nankördürler; çünkü, sahabeden sonra gelen alimlere de, klasik ulema diyerek hafife alabilme enaniyeti içindedirler.Nankördürler, şu zamana dek, İslam, din, hadisler, fıkıh, tefsir, kısacası ilim; o alimler, evliyalar yoluyla bizlere ulaşmıştır.Bu nankörler onları tenkit, kimi zaman iftiralarla yok sayarak, yeniden din inşaasına kalkışmışlardır.Nankördürler; onlara duacı olmadıkları, saygı duymadıkları için.

18 Nisan 2008 Cuma

İbrahim Karagül'ün 18 Nisan 08 tarihli yazısı..

İbrahim Karagül’ün her yazısı hergün mutlaka Ebubekir Sifil hoca gibi okunmalı. Bu yazısında da ciğer yakan gerçekleri seslendirmiş. İşte bazı pasajlar :

''En Nakba (Büyük Felaket) olarak bilinen, 530 köy ve kasabanın zorla boşaltıldığı, 700 bini aşkın Filistinli’in sürgün hayatının başlangıcı olan, daha sonra 200 bin kişinin daha evlerini terk etmesine sebep olan trajedi, altmış yıldır her gün yaşanıyor. Milyonlarca sürgün, yüzlerce-binlerce ölüm, acının ve çaresizliğin her türlüsü, sözün tükenişi.
…..
Onlar üzerinden zengin oldular. Onlar üzerinden güç kazandılar. Onlar üzerinden barış ödülleri aldılar. Onlar üzerinden iktidar elde ettiler. Onlar üzerinden dünya liderleri oldular. Onlar üzerinden devletler kurdular. Hep umutlandırıldılar, hep aldatıldılar. Ama onların daracık sokaklarında kan, zoraki kurulmuş evlerinde dram ve ağıttan başka bir şey olmadı.
Toplu mezardan çıkan gelinlik!
Saddam Hüseyin idam edildi. Toplu mezarlar, Halepçe katliamı, Şiilere yönelik katliamlar Irak’ın zalim liderine kötü bir son hazırladı. İşgalden hemen sonra birer birer toplu mezarlar ortaya çıkarıldı.
Ama tuhaf şeyler de var. Son dönemlerde tespit edilen toplu mezarlar… Bunlar Saddam döneminde öldürülenlere ait değil. Bu mezarlardan ABD işgalinden sonra öldürülenlerin cesetleri çıkıyor. Iraklılar bunlara “Bush’un toplu mezarları” diyor.” (yeni şafak)

Futbolcu, ofsayt, hadi ordan yalancı..!

Anlat abi demişti..
Bende '' ne anladık ki, ne anlatalım'' demiştim.
Sahi ne anladık..? Ne anladık Allah'ın verdiklerinden ve Allah Celle Celalühden..?
Ne anladık akıp giden ve işte, üst satır artık bir mazi oldu zaman olarak..Klavyedeki okla bir üst satıra çıkmak/dönmek mümkün ama yaşam dediğimiz hayat senaryomuzda, ''oynarken'' ve üstelik başrolde..!


Hani pek ilgilenmem ama, futbolda her oyuncunun ''topla oynama süresi, faulleri, ofsaytları, şutları, sarı kartları, kırmızı kart...vs'' istatistik veriliyor ya..
Hz. Ömer radiyallallhü anh efendimiz, hani o yaşarken cennetle müjdelenen Hazreti Ömer Efendimiz..Arkadaşına, bende münafık alametleri görüyor musun, görüyorsan ne olur söyle, diye ısrarla soran..
Yani bizler istibramızda ofsaytta olabiliriz, adet konusunda da bir kadın..!

Hamdolsun ki, Allah bizlere kendi arzında ''kırmızı kart'' gösterip, madem bana itaat etmiyorsun, yeme, içme benim nimetlerimi; hatta çık benim arzımdan buyurmuyor!

Faulleri olan nice eli kaleme bulaşmış, sünnet yolu caddesi dışında kendisine yol tutmuş olanlar var ya; bu noktada günah işlemekten asla bahsetmiyorum..Ahlakta pek çoğu yada hepsi benden kat kat üstündür, ibadette de..! Ama, itikat diyoruz ya, büyüklerin yolunu beğenmeyip burun kıvıranlar, bize Kur'an yeter diyenler. Sahih hadislere dudak bükenler ve işlerine gelmediği zaman mevzu/uydurma diyebilme cür'etini gösterirken ''zerre'' titremeyenler..Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemden mahşer meydanında azar işitmekten ve hatta muhatap bile alınmamak endişesinden uzak adamlar var ya!
Haşa tükrüğünden başka mucizesi yok diyebilenler..Ben alim olarak kendimi bir mezheble sınırlandıramam, bağlayamam diyerek kitap yüküyle şeytana bağlananlar var ya..! Bunlar da hep ofsayttalar!
Nasıl bu denli emin olabilirler, nasıl ''bu, budur diyebilirler ve mesela dinin delili/hücceti ünvanlı İmam-ı Gazali Hazretlerine ve o muazzam saffet kokan, burcu burcu tasavvuf kokan ve fıkıhta şafii mezhebine göre yazıldığı halde, tüm İslam dünyasında gönül gönül ciltlerce halen basımları yapılan eserlerine dil uzatabiliyorlar..Bu ne korkunç enaniyet, nefsin emini oluş!

Bir an için nasıl kendilerine sormazlar: Evet ben ilahiyat, Ezher okudum, doktora derken prof bile oldum ve ben ana karnındayken anam ve babamla bana gelen din üzere doğdum ve yetişkin olup şu kariyerime ulaşana kadar, içinde bulunduğum geleneksel klasik dini öğrendim ve ona göre namaz kıldım, oruç tuttum..Ona göre inandım, itikad eyledim.Derken okumaya doymadım; farklı kişilerin kitapları ile tanıştım ve onların dedikleri; eskilerden bana gelenden daha makul geldi. İyi de, yenileri kabul ediyorsam; şu ana kadar namazımdan orucuma onların dediklerini tekrarlamam gerek, ama nasılsa onlar geçmişin kazası gerekmez demiyorlar mı, itikat ise, doğruyu bulduğum andan itibaren muvahhidim demektir.Ama, ama; ya bu azınlık olan yeniler, o sevadı azam olan, ve adına da ehl-i sünnet ve cemaat denilen karşısında indallahta Allah katında ofsayt durumundaysalar; kabul görmez bir yanlışın içindeyseler, yandı gülüm keten helva denmiyor ölünce..!
Sen kendine sordun mu, dediler bir zamanlar onlardan bazıları bana..Yahu yapmayın, bir kere ben alim değilim amma velakin alimi tanırım elhamdulillah. İkincisi, ben; sizin o klasik dediğiniz, geleneksel diye burun kıvırdığınız büyük topluluk, cennet fırkası alimlerini okurum, anlamaya çalışırım.Onlardan mesela bir Ebubekir Sifil gibi günümüz alimi sizden birilerinin vahim yanlışlarını ispat eder, bende Sifil hocanın, geleneksel mübarek alimleri kaynak/referans aldığını gördüğüm sürece elbette ona benzer bir fikri yapı içinde olmamdan daha tabi ne olabilir.
Üçüncüsü ben gibiler, kendi hevalarından/kafalarından atmasyon yapmayız. Hele :''bana göre, ben bu konuda mezhepleri inceledim, şu konuda hanefi, şu kısmında da malikinin içtihatlarını doğru buldum'' gibi traji komik bir andavallılığa kat'iyyen düşmem hamdolsun..Telfikin bini bir para!
Alim olmak bize uzaksa da, alimleri tanıyacak bir teraziye sahip olmak için 43 yıldır dikkat kesilmişiz. Günah çok, ahlak düşük, acz gırla ama büyük sermaye Allah'a ümit ve ehl-i sünnet inancı..Bu inanç üzere oluş, şu garip zamanda vallahi ve billahi en büyük nimet..

Bana deseler, sana ne istersen verelim, ne istersen dünyalık, saymayayım uzun uzun..Müslüman kal, ibadetini de bırakma, özgürsün. Ama, şu malum isimleri benimse, kitaplarını yazılarını oku, onları mutemed bil, hepsi bu..Yine yeminle bir gözümü de yerine diyet vereyim ve vaad ettikleri zenginlik yerine, tersinden fakir bir yaşama da binlerce kez razıyım.
Konu nasıl buraya geldi, bende bilmiyorum. Yatmıştım, gece saat o1:30 a gelmiş..Uyku tutmadı, Alemlerin Efendisi aleyhisselatü vesselamın mübarek ism-i şeriflerini okumak aklıma düştü..İşte net tuzağı da bu, pc'yi ne diye açtım, ne yaptım. İnşallah hayır olmuştur.
Şu zamanda ilimle uğraşmak her türlü ibadetten üstündür. Çünkü insanlar ilme muhtaç olacak, kendilerinden faydalanılacak mutemet, güvenilir, atmasyon yapmayan gerçek alimler; siyah karga sürüsünün içinde beyaz kanatlı bülbül-ü nalan gibi az olacaklar (bu manaya yakın hadis-i şerif var.) Sen onları bul. İlle yaşadığımız hayatta cesetle olmaları gerekmez. O mübarek alimler, yazdıkları milyonlar sayfalar tutarındaki eserleriyle zaten sadaka (-i cariye) etmişler bize, yaşıyorlar.Bunu iyi anla. Onlardan birinin eserini okuyacağın zaman, mümkünse abdestli ol, ve hürmetle eseri aç; hamdele, salveleden sonra, o mübarek alimin ruhundan istimdat ile ruhuna fatiha hediye eyle. Bitincede fatiha ile bitir. İşte diyelim Kevseri merhumun yada Abdulkadiri Geylani hazretlerinin Futuhul Gaybini okudun. Say ki, o alimin rahlesinde ders aldın. Derinlemesine duyanlar, zaten onlarla irtibata geçerler.Samimi ve sahih niyet yeter bunu için. Çözülmezler çözülür, bilinmezler bildirilir.
Ne ofsayt, nede sarı kart..Zaten o mübarek alimlere abone olanın, futbol aşkı da kalmaz. ''Kişiyi Allahu Tealanın sevmediğinin alameti, lüzumsuz işlerle uğraşmasıdır'' hadisini aklından çıkarmadan yaşamını tamamlar..
Dikkat ettin mi, yazı bir yerden sonra ''sana hitap'' şekline döndü. Nasıl başlamıştı oysa..Neden mi, Futuhul Gayb'den bir bölüm okuyup pc'yi açmıştım. Gavsın ikramı gibi geldi bana..Kuddise Sirruh..
Bende yazmaya başlayınca başka bir ben oluyorum bazen. Al sana riyanın daniskası..

Kullar uyuyor! Hayy Celle Celaluh hep diri..
Kullar uyuyor, para için yada mecburi vazifeliler hariç..
Kullar uyuyor, gök yüzüne bakasım geldi..Hayy hep diri. Hz. Musa aleyhisselama eline bir bardak al ve otur buyurdu. Derken Hz.Musa (as)'ın içi geçti ve bardak düşüp kırıldı. Ya Musa, Ben Azimüşşanı bir ''an'' uyku ve benzeri bir gaflet galebe etseydi, bu kainat o elinden düşürdüğün bardak gibi tuz buz olurdu buyurdu..Allahu Ekber! Allah Hayy ve La Yemud..

Moral Haber'de bir video var. Zamanı olana tavsiye ederim. İnsan yüzünde gözler, kulak ve burun yerleri açılırken, bakmak ve anlamaya çalışmak lazım..Akletmek, tefekkür etmek, düşünmek, ibret almak için bakılmalı derim.

Ben de artık datmaya gideyim. ''Uyu nefism uyu nenni, uyumaya gelmiş gibi'.'


Not : Yorum kısmı zor karışık diyen dostlardan mailler alıyorum.Gerekirse ben mailden yoruma luzum gördükçe aktarırım.Teşk ederim.

16 Nisan 2008 Çarşamba

Ben Böyle Olmamalıydım..!

Çok kıskanıyorum..!
Defalarca dinledim..!İşte, yine; nisan akşamlarını ve dahi seher vakitlerini ıslatıyor yağmurlar meleklerin kanatlarında..! Göz yaşı gibi..!
Çok kıskanıyorum bu şiiri ve yazanını..!
Keşke diyorum, ben yazsaydım ama kimseler bilmeseydi bu şiiri. Sonra, sonra aynalarda nursuz suratım aklıma geliyor ve ''hak edene'' diyor bir ses ''hak edene nasip olur böyle şiirler yaşamak..önce şiire layık olacaksın, öncesinde de içinde aşk olacak''
Selvi boylu yardan ayrılmanın sancısını taa ciğerlerinde yaşayacaksın, ''Kömür gözlüm, ateşine düşeli'' diyen şarkılarda cezbelere kapılıp '' divanesi biz kaldık Allah yolunun'' diyerek sırlar alemine kanat açacaksın..
Öyle ucuz değil böylesi bir şiir ateşine pervane olmak, aşıkların pınarından çağlar böylesi söz selleri, diyen içimin seslerini duyunca; kıskançlığa hakkımın olmadığını da anlayarak dinleme huzurunu cana minnet bilip; nisan ayında, bundan 1437 yıl önce ''bana dünyanızdan 3 şey sevdirildi..'' buyuran ve 1437 yıl önce dünyamıza inip, alemleri şereflendirene-sallallahü aleyhi vesellem- ümmet olanların kervanının en kıyısında, en köhne/ücra kısmında ''topal köpek'' misali var olabilmenin şükrü ile...işte ömrümün sondan bilmem kaçıncı Kutlu Doğum Haftası'nda o kıskandığım şiir ve şair..Şiire müthiş yakışan müziği ile, Dursun Ali Erzincanlı tarzı ile :
Ben böyle olmamalıydım
Ben böyle olmamalıydım!
İsmini duyunca, boynum düşmeliydi omzuma,
İçime bir ateş düşmeliydi,
Ayaklarımın feri kesilmeliydi,
Kendimden geçmeliydim sonra,
Adını sayıklamalıydım adımı unuttuğumda,
Ama bunu kimse duymamalıydı,
Seni mahşere kadar saklamalıydım…
Ben böyle olmamalıydım!
Nisan akşamlarını ıslatırken yağmur,
Bahar, şarkılarını söylerken karanlığa,
Çalan her kapıya, “sensin” diye koşmalıydım…
Gece yıldızlarını serpince göğe, seni görmek için uyumalıydım.
Ayak sesleri gelmeliydi uzaktan, ben hep sana yormalıydım.
Şarkılar kime söylenirse söylensin, sana diye dinlemeliydim.
Türküler dolmalıydı odama.
“Ben bir selvi boylu yardan ayrıldım” deyince bir ses, “selvi boylu yar” sen olmalıydın.
“Kömür gözlüm, ateşine düşeli” senin için söylenmiş söz olmalıydı
Ama bunu kimse bilmemeliydi.
Seni mahşere kadar saklamalıydım.

Böyle olmamalıydım!
Kelimeler Taif’i taşıyınca kulaklarıma, daha yüzüme çarpmadan Taif rüzgarı,
Taşların izi çıkmalıydı yüzümde.
Uhud anılırken, dişlerime sızı düşmeliydi.
Haremde bir ikindi vakti, kem gözler çevrilince sana,
Ve vefasız eller uzanınca yakana,
İçim daralmalı, nefesim kesilmeliydi.
Sen ötelere hazırlanırken, öteler senin için süslenirken,
Son kez baktığın pencerede hayal edip seni,
Perdenin son kez kapanması gibi kapanmalıydı gözlerim.
Sonra içime doğru gerilip, seni bize lutfedenin ismini haykırıp,
“ALLAH”(cc) deyip, düşmeliydim yere.
Ama bunu kimse bilmemeliydi.
Seni mahşere kadar saklamalıydım.
Ve mahşer günü, uzaktan seni seyretsem, sana yakın olmak için can atsam,
Beni engelleseler, “sen kim, yakınlık kim” deseler,
Ben ağlamaktan konuşamasam, gözlerini çevirsen bana,
Benim cennetim bana bakan gözlerindir ve tebessüm etsen
Ama bunu kimse görmese, seni ebede kadar saklasam
DURSUN ALI ERZINCANLI

14 Nisan 2008 Pazartesi

Gıda yada kaynak savaşları mı?

Bugünkü haberler yine iç açıcı değildi. 37 ülkede açlık başladı. Yiyecek sebebiyle yağmalama olayları, iç çatışmalar ve ana haber bültenlerinde sorulan soru: Yiyecek savaşları mı başladı? şeklindeydi.

Yeni Şafak'dan İbrahim Karagül 19 mart 2008 tarihli ''Ekonomik Armageddon ve kıyameti beklemek…'' başlıklı yazısında konunun vehametine ve ciddiyetine işaret ederek : '' Yanılgı şu: ABD'de başlayan krizin boyutlarını hesaplamayı başarabilmiş değiliz. Bunun; sadece finansal kriz olmadığını, sadece mortgage kriziyle sınırlı olmadığını, dev finans kuruluşlarının batmasının beklendiğini, üretim ekonomisini de vuracağını göremiyoruz. Küresel sermayeye yön verenlerden Bear Stearns battı. Goldman Sachs International, JP Morgan Chase Bank, Bank of America, Citibank, Merrill Lynch and Morgan Stanley gibi parayı yönetenlerin sonu ne olacak?
Krizin, Latin Amerika, Güneydoğu Asya gibi bölgelerde değil, dünya ekonomisinin merkezinde olduğunu, gelişmiş ekonomilerin krizi olduğunu, ABD'nin bir çok ülke ekonomisini yutacak şekilde büyük bir karadelik açtığını göremiyoruz. Bunun sadece bir ekonomik kriz olmadığını, sosyal ve siyasal sonuçlarının çok ağır olacağını, bir çok ülkeyi ekonomik açıdan mahvetmenin yanı sıra bölgesel düzeyde ciddi çatışmalara neden olabileceğini, bu çatışmaların en yoğun olarak Avrasya fay hattında olacağını, bizim coğrafyamızda derin siyasi dizayn planlamaları uygulanabileceğini göremiyoruz. ''
Ürdün'de BM çalışanları bile gıda ürünlerindeki %50 fiyat artışı nedeniyle greve başladı. Yemen, Özbekistan, Bolivya, Endonezya ile birlikte, Mozambik, Senegal ve Fildişi Sahilleri gibi Afrika ülkelerinde de çatışmalar çıkıyor. Vietnam, Hİndistan, Pakistan, Komboçya ve Çin kendi halkına yetişmeyeceği korkusuyla prinç ithalatını durdurdu.
Dünya Bankası'da Gıda Alarmı verirken, Avrupa'da konuyu ciddiyetle ülke genelinde ele alan ve tedbirlerden söz eden ülke İspanya oldu.
Tarımı eleştirerek günah keçisi yapan liberaller, bu gıda alarmını hiç değilse bugünlerde doğru okuyabilirler mi bilmiyorum.
ABD savaşlara ayırdığının yanında devede kulak bile kalmayacak bir bütçeyi ayırmış olsa da, en azından artan gıda fiyatlarından olumsuz etkilenen ülkelere acil yardımda kullanılmak üzere 200 milyon dolarlık bir fon tahsis etmiş olması; gelişmiş ülkeleri bu konu doğrultusunda harekete geçirecektir diye ümit etmekteyim.

''Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır.'' (Suyuti, Cami'üs Sagir, 3/211; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/492) Bu konuda sayısız Peygamber (sav) buyruğu var. Azgınlaşan dünyalı, acaba susuzluk ve açlıkla mı terbiye edilecek, ya depremler..!

Şu anda dünya ülkeleri ortak aklı, düşünceyi ve ahlakı kaybetmiştir. Su kaynakları ve kaynaklar tükenme tehlikesi ile karşı karşıya diyen BM, Dünya Bankası nerede?Bunların bulunduğu ülke ABD ise İran'a saldırma peşinde..Bu durumda ortak akıldan bahsedilebilir mi? Amerikalı akıllı olsaydı, Bush gibi bir kökten dinci fanatiği ve zeka özürlü birini başkan seçer miydi? "İşler, ehil olmayana tevdi edildi mi kıyameti bekleyin." ( Buhari, İlm 2, Rikak 35 ) Dünya genelinde kabiliyetsiz; ferasetsiz, tefekkürsüz, vicdanı kıt, bilgisi kıt insanlar ülke yönetiyor. Koyun sürüsü gibi dünya halkları bunu fark etmiyor. Başa geçen, başkan, başbakan, şansölye, kraliçe ünvanlarını da alınca, artık itaat mecburi oluyor.''konuşmasını bilmeyenler halka hitab edecekler''

Kıyamet alametleri ile ilgili hadisleri sıralamayacağım. Yalnızca ''her geçen günü aramadıkça kıyamet kopmaz'' hadisi şerifini zikretsek bile yeterdi. Artık gelecek endişesi artmıştır. Sokağa çıkılacak gibi değil. Dün haberlerde 3 taksi şoförü durakta yanyana ayakta sohbet edip, müşteri beklerlerken, bir sarhoş geldi üçünü de ezerek öldürdü. ''Ölümler ani olur'' hadisini hatırladım. Eskiden insanlar hastalanır ve rahat rahat ölüme son hazırlıklarını yapar, yakınlarıyla helallaşır, vasiyetlerini yazarlardı.

Uzattım, gelen gün maalesef güzel olmuyor ve gideni aratıyor. Allah Celle Celalüh sonumuzu hayır eylesin, amin.









sohbet

Toplumda eksikliğ olan şey nedir dense, düşünmeden İslami sohbet ve samimiyettir derim. Sohbet kalmadı. Avusturya'ya ilk geldiğim zamanlarda Allahü Teala'nın lütfu ile çok güzel bir sohbet halkamız olmuştu. İki arkadaş başlamıştık. Yaptığımız kitap okumak ve okurken bilgimizce açıklamalaya çalışmaktı.

Zamanla sayı onbeşe, derken otuzları aştığında artık evlere sığmıyorduk ve herkes bir konuda hemfikirdi: Haftada bir cumartesi akşamları toplanırdık ve hepimiz aynı şeyi söylerdik; bir hafta burada okunan, konuşulanlar üzerinde düşünerek iş yerinde çalışıyoruz ve cumartesiyi iple çekiyoruz.

Her hafta önceki hafta davet eden kardeşimizin evinde olurduk. Cemaatle namazlar, Kur'an, tefsir, fıkıh, ve en son tasavvuf..Ama Allah'ın inayeti, her şeyden tasavvufi bir boyut çıkardı. Çay karıştırırken bile..

O lezzet, yokluğunu hepimizin aradığı hatıra oldu.

Kalbi bir aküye benzetirdim ve her cumartesi şarj etmek için toplanırdık. Ben abileri olarak, hafta içi konularımı seçerdim. Zaten tefsir ve fıkıh; atlama yapmadan sayfa sayfa devam ederdi.

Buna bağlı dini canlılık, geziler..

Ve dahi görülen ve ille bana-tefsir etmem için- anlatılan rüyalar..

Derin devlet var, derin çete vs. var ama derin sohbet nerede..?



Bir ara, ''sen benim unuttuğumsun'' dediğim değerli bir arkadaşım vardı. Net üzerinden sohbetler etmiştik. Derin soruların ve mevzuların insanıydı.

İlmin başı güzel soru sormaktır ve O, sorardı..Güzel zamanlardı. Bana unuttuklarımı hatırlatırdı..Derken yollarımız ayrıldı..Özlemle kendisine gıyabında selam ve teşekkürler gönderiyorum güzel zamanlarımız için.

Artık yalnız ben ve günlüğüm.

Ribbiyyun denilen bir zümre vardı çok eskiden..Talim ve terbiye görmüş cemaat yani.. Ribbiyyunlar, Rabbanî âlimler tarafından itina ile yetiştirilen, her şeylerini hatta canlarını bile Allah yolunda fedâya hazır âbid, ehl-i ilim Allah erleri.
Hisbe teşkilatı da denilen böylesi kişilerin bulunmaması bir toplum için büyük bir hüsran. Bugün İslam âleminin acıklı hâli, müslümanları daldıkları gaflet uykusundan uyandıracak, başta idareciler olmak üzere yetki sahiplerine nasihat edecek, onları kötülüklerden sakındırıp, iyiliklere teşvik edecek, mes’uliyetlerini hatırlatacak gerçek nasihatçıların, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan Allah erlerinin çok az oluşundan, toplumun da bu kişilerin nasihatlerine aldırış etmeyişlerindendir.



Din nasihat ve samimiyettir, buyuruldu. Naishatsa sohbettir. Sohbetse iki türlüdür. Dil ile, hal ile..

Dil ile yapılan artık çok fazla fayda etmiyor, hal ise; Allah dostlarının aynasından bize yansıyan; nasibimizce kabımıza alabildiklerimiz.

Ey Can..!

Ey Can!

Boş ver basit dünya üzüntülerini! Oku ve üzerinde derin düşün.. Politik bir kariyerin yok, baş değilsin, bir şehrin valisi de değilsin..

Sen, kendi vücut ülkenin başkanı/yöneticisi olarak; nefs-i emmareye, şeytana, kötü emel ve arkadaşa takılmadan, bir ağaç altında konaklayan uzun yolun yolcususun. Her şey olacağına varır. Sana düşen, zamanı ve yeri gelince Hakkı savunmak, söz zamanı söylemek, oy zamanı vermek.Yani gücün kadar..Okuyup tefekkür edene ve okuduklarından ders çıkarıp yaşamında uygulayabilene ne mutlu.



Allahü teâlâ hadîs-i kudsîde buyuruyor ki:



''Ölümün geleceğini bildiği hâlde sevinen, hesâba çekileceğini bildiği hâlde mal biriktirme hırsı ile yanıp tutuşan, yalnız başına mezara gireceğini bildiği hâlde gülüp oynıyan, dünyanın yok olacağını bildiği hâlde dünyaya sımsıkı sarılan, âhıreti bildiği hâlde, dünya ile huzûr bulmaya çalışan kimselere şaşılır.''



''Dili ilim saçıp gönlü ilimden uzak olan, dışını yıkadığı hâlde gönlünü temizlemiyen, başkalarının kusûrlarını araştırıp kendi kusûrlarını görmiyen, âhırette hesâba çekileceğini bildiği hâlde gülüp eğlenenlere şaşılır.''



''İlim, amel ve ihlâsında her gün biraz daha ileri gitmiyen zarardadır. Böyle kimsenin ölmesi yaşamasından hayırlıdır. Bildiği ile amel edene bilmediğini öğretirim.''



''Ey insanoğlu, sizi namaz ile denedim, tembelsiniz. Dert ile denedim şikâyetçi olarak gördüm. Eğer keremim erişmezse rahmete kavuşamazsınız. Kanâat edin rahmet bulun! Hasedi terk edin, huzûra kavuşun! Gıybeti terk edin Allah sevgisi gâlip olsun!''



''Ey insanoğlu, sanki ebedî kalacakmış gibi dünyalık yığmaya çalışıyorsun. Her gün ömrün eksiliyor, farkında değilsin. Aza kanâat edip hamdetmiyorsun. Çok istiyorsun, ne kadar çok versem yine doymuyorsun. Benden sana her gün yeni rızıklar gelirken, senden bana çirkin ameller geliyor. Ne tuhaftır ki, verdiğim rızkı yerken bana isyân ediyorsun.''



''Tevbeyi unutup uzun amellere kapılmayın! Başkasını hayra teşvik edip kendinizi unutmayın! Herkesten vefâ beklerken vefâsız olmayın!''



''Gerçek mü’min, Allaha ve Resûlüne inandıktan sonra, kötülük edene iyilik eden, gelmiyene giden, kendisine hakaret edene, ikrâm ve hürmet eden kimsedir.''



''Bana verdiğiniz sözde durun ki, ben de va’dimi yerine getireyim. Cennete ancak sâlih amellerle gidilir. Cennet sabredenlerin yeridir. Âlimlerin sohbetine gitmekle rahmetimi isteyin! Çünkü benin rahmetim, bir ân âlimlerden ayrılmaz. Yoksullara merhamet etmekle benim rızâmı isteyin! Yoksula karşı büyüklenenler, kıyâmet günü karıncalar gibi ayak altlarında kalır. Yoksula iyilikte bulunanı dünya ve âhırette yükseltirim. Bir yoksulun bir kusûrunu açığa vuranın yetmiş kusûrunu açıklarım. Yoksulu hor gören, onun kalbini kıran, benimle savaşmış gibidir.''



''Nice zenginler vardır ki, servetleri onları azdırır. Nice sıhhatli insanlar vardır ki, onları sağlıkları azıtır. Nice âlimler vardır ki, onları ilimleri azdırır, nice câhiller vardır ki, cehâletleri onları ifsâd eder. Beli bükülmüş ihtiyârlar, benden korkan gençler ve memedeki yavrular olmasa, bir damla yağmur yağdırmaz, yerden bir çekirdek bitirmez, onlara devamlı azâb ederdim.''



''Bana olan ihtiyâcınız kadar bana itâ’at edin! Cehenneme dayanabileceğiniz kadar günah işleyin! Îmânınızı düzeltin! Dîninizi düzeltirseniz ölümünüz de güzel olur.''



''Ey insanoğlu, sabret, alçak gönüllü ol ki, seni yükselteyim. Af dile ki, seni affedeyim! Benden iste, sana vereyim. Sadaka ver, malını bereketlendireyim. Yakınların ile ilgilen, ömrünü bereketlendireyim. Benden sıhhat ve âfiyet iste ki seni sıhhatli kılayım.''



''Ölüm, bütün gizli işlerinizi açığa çıkarır, kıyâmet onları ortaya kor. İşlediğiniz günahın küçüklüğüne değil, onu kime karşı işlediğinize bakın! Rızkınızın azlığına veya çokluğuna değil, onu veren Rabbinize bakın! Benim mekr-i gazabımdan emin olmayın! Hangi işiniz için kızacağımı bilemezsiniz. Ben sizin görünüşlerinize, servetlerinize değil, kalbinizdeki niyyetlerinize ve buna uygun olan amellerinize bakarım.''

13 Nisan 2008 Pazar

İki şey varsa korkmayın

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Her kitap okunmaz. Bir kitap doğru bile olsa, yazan Allah için yazmamışsa okuyan zarar görür. Çünkü yazanın habis ruhu, zulmeti etki yapar. Yazan ihlâsla bile yazsa, basanlar para için basmışsa yine feyz, bereketi olmaz. Büyüklerin kitaplarını okuyanlar ise, büyüklerin ruhaniyetinden feyzinden istifade eder. Sadece ilim yetmez, ihlâs da lazımdır.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İki şey varsa korkmayın:
1- Bu dinin sahibine uymak,
2- Allahü teâlânın sevgili kullarını tanımak.
Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir’den bir kimse dua istiyor. Ellerini açıp şöyle dua ediyor:
Ya Rabbi bir günahkâr kul, bir günahkâr kulundan dua istiyor. İkisinin de günahlarını af eyle.
Kalbi çok hasta olan kimse eşine dostuna dini nasihat yapamaz. Din kitabı okuyamaz. Bir Müslüman arkadaşının yanına gidip sohbet edemez. Ama kalbinde biraz kırıntı varsa kitap okur.
Ölüme hazır olan hep güler. Çünkü o vuslatı bekliyor. Rabbine kavuşmayı bekliyor. Müslüman gülmesin de ne yapsın.
İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsak, çarşı ve pazarlarda sık sık bulunmamalı.
Ticaret erbabının dükkânlarında uzun müddet oturmamalı.
Hiçbir günahı küçümsememeli, çok çalışmalı. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalbleri şeytanın konağı olur.
Dünya gamından, nefsin sıkıştırmasından kurtulmak için, kabirleri sık sık ziyaret etmelidir.
Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın, sırlarını ifşa etmemeli; çünkü gördüğünüz bu sırlar, size emanettir. Emanete hıyanet ise, çirkin bir harekettir.
Haram giren, haram çıkan ağızla yapılan duayı Allahü teâlâ kabul etmez. Duanın kabul olması için ağza da mideye de dikkat etmek lazım. Vesile ile dua etmek lazım.
Küfre, bid’ate ve günahlara karşı emr-i maruf yapılırsa, Allahü teâlâ o beldenin hak ettiği azabı tehir eder. Emr-i maruf yapılmazsa azabı ilahi gelir.
Bir yumruk gibi olmalı. El açık olursa parmaklar zarar görür.
İnsanların dünyada işlediği suçlardan dolayı Allahü teâlâ iki şekilde cezalandırır, ya cezayı ahirete bırakır, kâfirlerin ki böyledir. Yahut dünyada sıkıntı verir. Ahirete bir şey kalmaz. Bunun için sıkıntı Müslüman için bir nimettir. Bunun ahiretteki karşılığını bilseler, sıkıntı gelsin diye dua ederler.
Mehmet Ali Demirbaş

12 Nisan 2008 Cumartesi

Askerin türban çıkarttıran uyarısı





Haber, ''Askerin türban çıkarttıran uyarısı'' şeklinde. DHA / Protokol tribünündeki kadınlar başörtülerini çıkardı diye verilmiş.
Hayır onlar çıkarmadı, zorla başlarından çıkarmaları yada görüntüyü bozmamaları için arkalara paçavra gibi; gururları, onurları, izzetleri ve bu vatana asker gönderen ''şehid anaları'' olmalarına aldırış edilmeden aşağılandılar. Vatan'ın internetteki bu haberine birçok yorumcu: '' şiddetle kınıyorum komutan eğer nefes alıyorsan o anaların oğulları sayesinde nefes alıyorsun.'' diye benzer yorumlar yazarak çok haklı tepkilerde bulunmuşlar..
Aslında yoruma gerek yok. Gerek Türkiye'de ve gerekse dünya genelinde; Hz. Adem aleyhisselamdan Habil ve Kabil ile günümüze dek yaşananlar Hak ve Batıl mücadelesi.
Evet yoruma gerek yok, fotoğraf konuşuyor. Fotoğraf haykırıyor ve fotoğraf ağlıyor!
Bir mailde bir dost, örtü konusunda Mine alpay Gün'ü okumuş ve örtü üzerinde yazar mısın demiş. Örtü üzerine bu fotoğraf karesinde her şey söylenmemiş mi?
Memleketin ekonomisi neden düzelsin, neden refah seviyesi yükselsin; neden pirince, yağa, şuna-buna zamlar gelmesin..? Neden depremler, insan öldürmeler, anarşi olmasın? Ne diye insanlar mutlu olsun..İstikrar, mistikrar, demokrasi..vs..
Neden ALLAH razı olmadığı Müslüman topraklarına, hak etmediklerini bahşetsin..?

11 Nisan 2008 Cuma

Hak bir gönül verdi bana..

Bazen bu günlüğüme içim dökmek beni rahatlatıyor (tabi ne kadarını döküyorsam). Bazen de, şu an olduğu gibi, bana anlamsız geliyor!
Bir yanım tefekkürüme katkı burası diyor (tabi ne kadar becerebiliyorsam)!
Diğer yanım, adın Hurşit, kendin söyle kendin işit diye bana gülümsüyor..(Şu fotoğrafı çektiğim zamanlar hayal oldu)
Gerçekte kendimizde, içimizdeki o sinsi ses hep konuşuyor ama onu (nefsi) aradan çıkarmayı birazcık başarır gibi olunca, ruhun sesi duyulmaya başlar..!
Ruh bedende hapis ve çok zaman sıkılır bu hayal dünyasından..Nasıl bahar gelince sabah namazı vakti kuşlar hep birden cıvıl cıvıl zikre başlarlarsa, ruh da hep var olan ama bizim çoğu kez sağır olduğumuz nameleri duyma arzusu ile kavrulur..Sıkıntısı dünya gurbetinde, asli vatana (cennete) olan hasretten kaynaklanır..
Nasıl Davud aleyhisselam o davudi denilen sesini, Yusuf çehresinden, Muhammedi bir- sallalahü aleyhi vessellem- muhabbetle Allah cellenin Kelamıyla kaynaştırdığında, cennet ehli sarhoş olacak ve Rabbi, ertesi cuma tekrar görebilme iştiyakı ile vecd makamında titreyeceklerse; ruhumuz da, bahsettiğimiz, hakikatte hep var olan ve yalnızca nasiplilerine işittirilen Allah renklerini, Allah (cc) seslerini, fısıltısını, temaşasını, vecdini, aşkın şaşkın eden hallerinin cezbesinde gölgelenmeyi kuvvetle meftun gibi, mecnun gibi ister; bunun için acılar, mahpusluklar, çileler içinde kıvranır bedeni terkedesiye dek..
İnsan bu meçhul, kitabında Carrel ne kadar analiz edebildi bilemem. Sofinin Günlüğü'nde felsefe insanı ne derece tarif edebildi, Malthus'tan Freud'e insan, insanı; yani kendisini irdeli durdu. Herkes kendi kafatasındaki oyuğa Allah'ın kondurduğu penceredelerden bir nur bir farla baktı ruhlarına yansıyanlara bakarak, ''insan bu'' dediler.
İnsan, Kur'ani ifadesiyle ''aceleci, nankör ve cahil..'' ama ''meleklerden üstün, ahseni takvim'' ve ''aşağıların da aşağısı'' bir noktada..Ve insan ''halden hale girecek'' olan Allah Tealanın ''halife/vekil'' sıfatına haiz bir ''şey''..Öyle bir şey ki, ''vaktiyle anılan bir şey değilken'' yokluktan, varlık alemine gönderildikten sonra; gah şeytanı, şeytanlıkta şaşkına çeviren; gah melekleri meleklikte hayran bırakan bir ''muamma''..
Bunu ben bile kendi yaşamımda, iniş çıkışlarımda yaşamakta olduğumu gözlemliyorum hani Hz. Yunus Emre kuddise sirruhun bir şiiri vardı (dur bulup buraya ekleyeyim) :

Hak bir gönül verdi bana/ Ha demeden hayrân olur/ Bir dem gelir şâdân olur/ Bir dem gelir giryân olur /Bir dem sanasın kış gibi / Şol zemheri olmuş gibi / Bir dem beşâretden doğar /
Hoş bağ ile bostân olur / Bir dem gelir söyleyemez /Bir sözü şerh eyleyemez /Bir dem dilinden dür döker /Dertlilere dermân olur / Bir dem çıkar arş üzere / Bir dem iner taht-es-serâ / Bir dem sanasın katredir / Bir dem taşar ummân olur / Bir dem cehâletde kalır / Hiç nesneyi bilmez olur / Bir dem dalar hikmetlere / Câlînus u Lokmân olur / Bir dem dev olur yâ peri /
Vîrâneler olur yeri / Bir dem uçar Belkîs ile / Sultân-ı ins ü cân olur / Bir dem varır mescidlere / Yüz sürer anda yerlere / Bir dem varır deyre girer / İncil okur ruhbân olur / Bir dem gelir Îsâ gibi / Ölmüşleri diri kılar / Bir dem girer kibr evine / Fir'avn ile Hâmân olur / Bir dem döner Cebrâil'e / Rahmet saçar her mahfile / Bir dem gelir gümrâh olur / Miskin Yunus hayrân olur

Şu dizelerin üzerinde ne kadar durulsa azdır. Belki bu anlatım Hazreti Pir'in geçiş/uruc zamanlarıdır. İstikrar istikamet üzere oluştadır ama bu zahiren. Gerçekte yükselişlerde istikrar içinde istikrarsızlıklık vardır. ''Şüphesiz siz halden hale geçersinzi'' mealinin belkide bir açılımı bu mudur? Tefsire bakmak lazım.
Hazreti Mevlana bizim gibi dünya ehline ''canlı cenazeler'' dedi ve '' biz, ölüleri diriltmek için şu dünyaya konduk'' mealinde buyurdular. (Her aklıma gelen maziyi tam yazamıyacağım için mealen diyorum. İkide bir tam metni nasıldı dersem, konudan uzaklaştırıyor beni..Ayrıca yazım hatalarını kontrol etmeyi de hiç sevmiyorum )
Evet bir kere geliyoruz dünya sahnesinde rolümüzü oynamaya..Yalnızca bir kere..Ama çoğu kez burada anlamadan göçüp gidiyoruz. ''Allahım bana eşyanın hakikatini göster'' diye dua eden bir Peygamberin- selamların en güzeli O'na, ashabına, ehl-i beytine ve bu kutlu kervanın izinden gidenlere, bu dini bizlere temiz bir nakille tertemiz bir saygı ve alçak gönüllülükle ulaştıranlara olsun -ümmeti olarak ne eşyanın hakikatine kafa yorabildik nede ''anlamadan'' göçmek üzere oluşumuzn tasası ile ''ballar balını buldum, kovanım yağma olsun'' istiğrakına ulaşabildik..

Ey nefsim!

Kes gecenin bu saatinde edebiyat yapmayı!

''Kum ve enzir'' Kalk ve kendini '' herkes yarın için önden ne gönderdiğine baksın'' buyruğuna uy ve abdest al, iki rek'atle; insanların hem gündüz hemde gece uyuduğu mübareklere mübareklik getiren cum'a gecesi Rabbe boyun eğ, secde et!

Ama sen buna bir mazeret bulup, tefekkür en büyük ibadettir, deyip pcyi kapattıktan sonra sabah namazına kalkamayacaksın hemen uyu mazeretine sığınırsın!
Senden bir ömür çekmedeyim.Sana bir ''an'' çektirebildim mi acaba!

Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed..

9 Nisan 2008 Çarşamba

Hayrettin Karaman'la yapılan bir söyleşinin düşündürdükleri!


İyi bilgi’de Hayrettin Karaman ile içtihat ağırlıklı yapılan söyleşiden bana ilginç gelen bölümler üzerinde kendi kendime burada mavi yazı rengi ile düşünmek istedim :

Ne­ler oku­yor­du­nuz? Fik­rî bes­len­me kay­nak­la­rı­nız ne­ler­di o dö­nem­de?
Eli­me ge­çen her ki­ta­bı oku­yor­dum. Fa­kat özel­lik­le Os­man­lı’nın 1908 Meş­ru­ti­yet in­kı­lâ­bın­dan son­ra ye­tiş­miş Os­man­lı-İs­lam mü­nev­ver­le­ri­nin ki­tap­la­rı­nı, dö­ne­min der­gi­le­ri­ni oku­yor­dum. Özel­lik­le Sı­rat-ı Müs­ta­kim, Be­ya­nül-Hak çok önem­li­dir be­nim için. Bu der­gi­ler­de ve es­ki Se­bi­lür­re­şat’ta iç­ti­hat ka­pı­sı, mez­hep­le­rin bir­li­ği tar­tış­ma­la­rı özel­lik­le il­gi­mi çe­ki­yor­du. Bu der­gi­ler, ki­tap­lar, bu­ra­lar­da­ki tar­tış­ma­lar be­nim zih­nim­de bam­baş­ka ka­pı­lar, pen­ce­re­ler aç­tı. O za­man­lar­da Ah­med Ham­di Ak­se­ki’nin Da­rül­fu­nun’da asis­tan iken ter­cü­me et­ti­ği Me­za­hi­bin Tel­fi­ki ve İs­lam’ın Bir Nok­ta­ya Cem’i çok önem­liy­di yi­ne. Ay­rı­ca be­nim son ola­rak Ger­çek İs­lam’da Bir­lik di­ye ter­cü­me et­ti­ğim ve ba­şı­na uzun­ca bir gi­riş ek­le­ye­rek neş­ret­ti­ğim ki­ta­bı, Ke­va­ki­bi’nin it­ti­had-ı İs­lam, hi­la­fet, iç­ti­hat, iç­ti­ha­tı tak­lit, mez­hep­ler mev­zu­la­rın­da Müs­lü­man­la­rın du­ru­mu hak­kın­da en­te­re­san bil­gi­le­ri ih­ti­va eden Üm­mül-Ku­ra isim­li ki­ta­bı­nı oku­yor­dum. Za­ten bir ara­yı­şım var­dı ve bu ko­nu­la­rı er­ken za­man­lar­da oku­muş ol­mak be­ni çok et­ki­le­di. Doy­muş top­ra­ğa yağ­mur iş­le­mez; fa­kat ku­ru top­ra­ğa yağ­mur ya­ğar­sa o tak­dir­de top­rak, yağ­mur dam­la­la­rı­nı öy­le bir çe­ker ki içi­ne. Böy­le bir du­rum­du be­nim­ki de.

Karaman daha 16-18'li yaşlarda mezheplere takıntı ile başlamış öğrenimine. İlmi emanet, nefsi eminlik gibi ilim adamının birincil kaygısından uzak; mezheplerin telfiki yani birleştirilmesi gibi olması mümkün olmayan ve faydası da bulunmayan mayınlı yollarda gezmiş.''Çok önemliydi'' dediği şey aslında bu!Bazıları ittihad-ı İslam (İslam Birliği) ideallerini hilafet makamında aramak yerine, mezheplerin birleştirilmesi gibi bir garabette sanmışlardır.Yazar da o çizginin insanı olarak hangi vadilerde dolaştığını, ''arayış içinde olduğunu'' kendi diliyle itiraf etmiş oldu.

Oku­ma­la­rı­nız bu çer­çe­ve­de mi şe­kil­len­di?

Da­ha son­ra fı­kıh usu­lü ki­tap­la­rı oku­ma­ya baş­la­dım. Oku­duk­ça an­la­dım ki, bu me­se­le­ler­de­ki ta­bu­lar, sa­de­ce bi­zim zi­hin­le­ri­miz­de imiş. Ba­zı kay­nak­lar, ki­şi­ler iç­ti­ha­dın şart­la­rı­nı abar­tı­yor­lar­mış. İç­ti­ha­dın ba­sit bir şey ol­ma­dı­ğı­nı, fa­kat im­kan­sız da ol­ma­dı­ğı­nı kav­ra­dım. Ka­pı açık ya­ni.
Evet, kim­se ka­pı­yı ka­pat­ma­mış, bu bir ilim me­se­le­siy­miş, bu­nu an­la­dım.

Bu meselede tabu falan yok, bu meselede içtihat edecek alim kalmadı. Okudukça anlasaydı, İmam Suyuti gibi bir zatın bile devrinin alimleri tarafından mutlak müçtehitliğinin sınanarak icma ile kabul görmediğini bilir ve kendisini bu büyük meseleye aday görmezdi. Eskiler ilimde derinleştikçe tevazuda da derinleşirken, son devir eli kalem tutanlarsa allameliklerini ilan edebiliyorlar. Elbette içtihat kapısı kıyamete kadar açık ama o kapıdan girebilmek için arapça bilmenin yetmeyeceğini ve ''bu bir ilim'' meselesiymiş diyerek kendisinde deryadan bir katre ilmin bile olmadığını kabullenmek ayrı bir mesele..Keşke yazar bunu ilk çağlarında mezhepsizliği savunan tezler üzerine yazılmış kitapları okumadan önce anlayabilseydi..!Hatta şahsıma yazdığı cevabi mailinde ''ben içtihad yetkimi ilmimden alıyorum'' diyebildi!

Ça­lı­şır­sa­nız, öğ­re­nir­se­niz, ke­li­me­nin tam ma­na­sıy­la âlim olur­sa­nız Kur’ân’ı da ha­dis­le­ri de yo­rum­la­ya­bi­lir, tef­sir ede­bi­lir­si­niz. Hem es­ki­den ve­ril­miş ce­vap­la­rı göz­den ge­çi­re­bi­lir, hem de es­ki­le­rin meş­gul ol­ma­dık­la­rı, bu­gün­kü ha­ya­tı­mı­zı il­gi­len­di­ren mev­zu­lar­da İs­lam’ın hü­küm­le­ri­ni or­ta­ya ko­ya­bi­lir­si­niz. Bun­la­rın müm­kün ol­du­ğu ko­nu­sun­da ted­ri­ci bir kav­ra­yış­la İmam-Ha­tip’i, Ens­ti­tü’yü bi­tir­dim. Ens­ti­tü’yü bi­tir­di­ğim va­kit bu ko­nu­da ça­lış­ma­yı ka­fa­ma koy­muş­tum. Ömer Na­su­hi Bil­men Ho­ca’ya asis­tan ol­dum. O va­kit­ler Ho­ca bi­zim Ens­ti­tü’dey­di. Yük­sek İs­lam Ens­ti­tü­sü.

Yani kendisini kelimenin tam anlamıyla alim olarak-hemde içtihada ehil müçtehid olarak- görebilme enaniyetine bakınız! Abdestsiz namaz olur mu diye sorulan bektaşi misali, ben kıldım oldu demiş ya bu da aynen öyle. Ben içtihat ettim ve oldu! Bu tip yazarlar nasıl eminler kendilerinden.Nasıl Allah celle celaluh katında yaptığım işler Allahın rızasına uygun mudur acaba..diye sorgulamazlar. İslami ilimlerle uğraşanları bekleyen en büyük tehlikele bu olsa gerek.Eskilerin cevaplarını ve ilmi metodolojiye hakkıyla nüfus etse, ''Sizin cehenneme en hevesli olanınız fetva vermeye hevesli olanınızdır'' mealli hadis-i şerif karşısında, bırakın içtihat etmeyi, fetva verme konusunda bile bir adım geri dururdu.

Evet. Ho­ca’ya böy­le­si bir ko­nu­yu ka­bul et­tir­mek de hiç ko­lay bir iş de­ğil­di. Bah­set­ti­ği­niz isim­le­rin tem­sil et­ti­ği fik­rî çer­çe­ve ile Ömer Na­su­hi Bil­men’in çer­çe­ve­si epey fark­lı.

Ömer Nasuhi Bilmen (rh.a) hoca derin bir alimdi ve aynen bu röportajda isminden bahsetmediği merhum Ahmed Davudoğlu hocası gibi, mezhepleri birleştirme heveslilerine asla pabuç bırakacak insanlar değildilerdi. Kendilerinde müçtehitlik sıfatının olmadığı bilinci ile Karaman gibi yazarlara ilmen göz açtırmayacak kadar, ilmi emanete ve geleneksel yada klasik denilen nakil zincirine- ki bu zincirin ucu sahabe ve aleyhissalatü vesselam efendimize gider- son derece sadık alimlerdi. Bu sebeple elbette Ömer N. Bilmen hocanın çerçevesi farklı olacak.Onlar, ''kişi arkadaşının dini üzeredir'' sırrına sadık insanlardı.

Ta­bi­i. Ho­ca’ya ben de za­ten fark­lı bir nok­ta­dan yak­laş­tım. De­dim ki, “Ho­cam her kö­şe­de bir müç­te­hit tü­rü­yor. Bu işin de­je­ne­re ola­ca­ğı an­la­şı­lı­yor. Ben bu işin öy­le ko­lay ol­ma­dı­ğı­nı an­lat­mak üze­re bir ça­lış­ma yap­mak is­ti­yo­rum.”
Her aka­de­mik ça­lış­ma bir stra­te­ji ge­rek­ti­rir der­ler.
Ay­nen öy­le, “Çok iyi olur oğ­lum” de­di.

''Farklı noktadan yaklaştım'' yani asıl maksadımı gizledim. Bırakın ilmi emanet duygusunu, yazar, adına strateji diyerek; bu işin güya kolay olmadığını ispatlamak adına, bu işe soyunduğunu açıkça beyan ediyor. Oysa müçtehidlik vasıflarından biri de, yalandan, olduğundan başka görünmekten, hakiki alimleri, ders aldığı hocalarını kandırmamaktan geçer.Bu ''ismet'' sıfatında ''fetanet'' sıfatında karşılığını bulan Peygamber varisi alim olmanın, olmazsa olmazlarındandır. Hiçbir akademik çalışma, sinsilik ve yalan niyet gerektirmez. Hocaya karşı takiyyeyi içinde barındıran bir anlayışın, daha sonra arapça eserlerden bizlere çevirdiklerine nasıl güveneceğiz? İslamoğlu'da bu konu şu eserde şöyle diyor (Sanırım kabir azabı bahsindeydi) ama, Ebubekir Sifil hoca o denilenin o eserde öyle olmadığını ispat ediyor.
Derin ve değerli alim hocaya yalan söylemek ve onu kandırmak nerede, 40 yıl hocasının bulunduğu dergaha eğri odun taşımayıp, bu kapıdan eğrilik geçmez diyen Yunus Emre anlayışı nerede! Bu niyet ve temeller üzerine yazdığı fetva kitaplarından örneklemeler için bu yazı hacmi uygun değil. Bu ''stratejisi'' (!) üzerinde ne kadar durulsa azdır.

So­nuç­ta ça­lış­ma­yı bi­tir­di­niz ve bu ça­lış­ma et­ra­fın­da si­zin aç­tı­ğı­nız tar­tış­ma­lar bi­le­bil­di­ği­miz ka­da­rıy­la epey­ce ses ge­tir­di. O or­ta­mı da an­la­tır mı­sı­nız? Kim­ler des­tek­le­di, kim­ler mu­ha­le­fet et­ti si­ze? Siz bir de 1976-1980 yıl­la­rı ara­sın­da Ne­sil der­gi­si­ni çı­kar­dı­nız ve bu­ra­da da bu fi­kir­le­ri iş­le­di­niz. O dö­nem­de baş­la­yan tar­tış­ma­la­rı, bu­gü­ne yan­sı­ma­sı ile bir­lik­te na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?

İşte o sesler bir fitneye karşı çıkan seslerdi. Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri kitabını bizzat Karaman'ın hocalarından merhum A.Davudoğlu hoca Karaman ve Karaman gibiler için kaleme almış ve Karaman yoluna kananlarca çok eziyetlere ve tehtitlere maruz kalmıştır.O dönem mezhepsizlik/mezhepleri telfik cereyanı tüm İslam dünyasında dış güçlerce finanse ve kışkırtma içinde geçen buhranlı devirlerdi.Türkiye'de yazarın çıkardığı Nesil dergisi bu mezhepsizliğin bayraktarlığını yapıyordu.Zaten aşağıda bu durumu kendisi de itiraf etmiş oluyor.

Şim­di Fah­ret­tin­ci­ğim bi­zim bu çı­kı­şı­mız kar­şı­sın­da­ki ta­vır­la­rı bir­kaç gru­ba ayır­mak ge­re­ki­yor. Az da ol­sa bir grup, “İş­te bir Lut­her zu­hur edi­yor”, “Bek­le­di­ği­miz re­form­cu ge­li­yor” di­ye se­vin­di­ler. Ço­ğu ha­yat­ta de­ğil on­la­rın, fa­kat çok kü­çük bir grup­tu bun­lar. Be­nim­le te­mas kur­du­lar, teş­vik et­ti­ler be­ni. “Sen­den çok şey bek­li­yo­ruz bu ko­nu­da” vs. de­di­ler.
(.............)
Ben de­ğiş­me­dim. Baş­ta ne­yi he­def­le­diy­sem o he­def üze­rin­de yü­rü­düm ve hâ­lâ da yü­rü­yo­rum.

Karaman için o artık değişti, mezhepleri birleştirme '' benim içtihadım..'' vb.gibi şeyleri 80'li yıllarda yapmıştı..diyenlere hem bu cümlesi ve hemde o yıllara uyan düşüncelerinin ürünü kitapları neden yayından çekmiyor ya da o kitaplarına atıfta bulunan yeni bir kitap yazmıyor diye sormak gerekir.M.Luther nasıl hristiyanlığı protestanlık altında bir kol/mezhep ile böldüyse, aynını Karaman'dan beklemişler. Çok şükür ki, ünü Türkiye dışına taşmadı ve ehl-i sünnet diyarı memleketimizde kendisinden etkilenen önemli bir kitlesi olmadı.

İslam Hukuku adlı kitabında mezhepleri red sadedince : "Mezhepçi olmak yerine İslamcı olunuz..Bizce halk dini hocalara sormalı, hocalar bütün mezhepleri tetkik etmeli, en doğru hükmü bulup söylemelidir.'' diyebilen yazarın Günlük Hayatımızda Helaller Haramlar Nesil yay. kitabından fecaat örneklere girmeden; faize, erkek kadın tokalaşmasına ve Ahmed Davudoğlu merhumun :“Enstitüde (Karaman) talebem iken Hulle meselesinde bana itiraz etmiş, kitaptan nakillerimi beğenmemiş, “böyle yerlerde biz içtihad etmeliyiz “ demişti. Ben de :”Ben müctehid değilim, içtihadı inşaallah siz yaparsınız demiş, Dürer kitabını kendisine göndermiştim.” O (Hayreddin Karaman) bir üstadına “Hocam” diyemiyecek kadar kibirli, hocasını yarasa sürüsüne benzetecek kadar edep ve terbiye garibi”buyurduğu Hayreddin Karaman'ın düşüncesinin ve fetvalarının temel çıkış noktası mezheplerde telfik (birleşme) dir. Son bir notla bitirelim.Ebubekir Sifil hoca,'' Abdülkerim Süruş: Modern bir savruluş (1) '' başlıklı makalesinde Süruş'dan bahsederken aşağıdaki yazıyı da, dip not olarak dikkatlere sunar:
2) İlginç bir not: İnternette yer alan bir habere göre, Süruş’un Roterdam İslâm Üniversitesi’ni ziyareti esnasında, rektör Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, burada Felsefe ve İslâm Düşüncesi dersleri vermesini teklif etmiş. Haber için bkz. http://groups.yahoo.com/group/BilgiHOLLANDA/message/588.
İkinci ilginç not: Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Roterdam İslâm Üniversitesi’ni ziyareti esnasında verdiği konferansta, “Din değişir mi?” diye bir soru sormuş. Bu soruya yine kendisi Süruş’un cevabını tasdik ederek cevap vermiş ve şöyle demiş: “Dinin özü, Allah nezdindeki din değişmez; fakat ister Kur’an’dan, ister hadisten elde etmiş olalım bizim bilgimiz değişir.”