31 Temmuz 2008 Perşembe

çok eşlilik meselesi

Az önce bir gazete haberi gözüme çarptı.Önce haberi okuyalım :
''6 eşli adama gözaltı
Suudi Arabistan'da yasal olan 4 eşinden 2 fazlasını eş olarak alan 56 yaşındaki adam polis tarafından gözaltına alındı.
El Vatan gazetesinin haberinde, adı açıklanmayan Suudi vatandaşı adamın 3 Suudi, 3 de Yemenli eşi olduğu, 2 eşinden boşandığını söyleyen adamın, hakkındaki suçlamaları kabul etmediği belirtildi. Bu kişinin şeriat kanunlarına uyulmasından sorumlu dini polis teşkilatı olan Mutava'nın bir üyesi olduğu da kaydedildi.''

Allah gözünü doyursun hemde bu yaşta, dediğinizi ve ''bir kadının'' her konuda hakkını ver de, sıra diğerlerine gelsin dediğinizi duyar gibiyim.Ahh erkekler :)

Gerçekten 1 ruhun, bırakın 4 kadına, 2 kadına bölünmesi kolay ve mümkün bir iş midir? Bunu başaracak er var mıdır? Ya adaletle davranma? Maddi açıdan adalet sağlansa bile ikisinine de aynı derecede sevgi göstermek kabil midir? Bana göre bir erkeğin dünya hayatında başına gelebilecek en büyük (bela demiyeyim ama ) sınavlardan biri iki eşlilikdir. Şehvet penceresinden bakan basit erkeklere cazip gelse de; Allah (cc) düşmanıma bile vermesin derim. Bir zamanlar yanında çalıştığım birinin iki eşi vardı ve anlatılmaz sıkıntılarla adamcağız buhranlar geçiriyordu ve ''ben babama çok bahane buldum ve kınadım Allah bana ceza olarak verdi bu durumu'' der dururdu.

Günümüzde bu mesele, benim diyen çok dindar bir kadının –Allah korusun- kolay kolay içine sindiremeyeceği Allah’ın verdiği izin; erkeklerce ve İslam karşıtlarınca en çok istismarı yapılan bir konu olmuştur. İslam’ın belli şartlarda izin yada ruhsat verdiği birden fazla kadınla evlilik konusunda, bildiklerimiz de çok sayılmaz.

Müslümanların kalplerinde bir sıkıntı duymadan, öteye beriye çekiştirmeden; ''bu da Alemlerin Rabbindendir'' diyerek Hz.İsmail (as) teslimiyeti gösterme konusundaki büyük imani imtihan, özellikle kadın için. Böyle bir durumu uygulamada istemese bile, iman açısından ''Bu da Alemlerin Rabbindendir'' teslimiyetini kaç kadın başarabilir?

İşte bir ayet meali :
''Eğer öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındakiyle (sahip olduğunuz câriye ile) yetinin. Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir.'' (Nisa suresi :3 )

Bu ayetin Elmalılı tefsirinde :''.. Allah Teâlâ'da bunu indirdi ki yetimler hakkında adaletsizlikten korktuğunuz gibi kadınlar hakkında da korkunuz da adalet yapabilecek kadar evleniniz.'demektir'' kaydı bulunmaktadır. Adaletle davranmanın ne olup olmadığını öğrenip, idrak edemeyen bir erkek; cinsel cazibeden yola çıkıp, ikinci eş edinmeye hangi cür’etle tevesül edebilmektedir.

İslâm'dan önce Arabistan'da çok eşliliğin sınırsız bir şekilde uygulandığını biliyoruz. Ancak çok eşlilik daha çok varlıklı kimseler ve kabile başkanları için söz konusu idi. Halktan erkeklerin çoğunluğu ise tek eşliydi (Bilmen, Hukuku İslâmiyye ve İstilâhâtı Fıkhyye Kamusu, 11, 112, 113).
Amacım burada çok eşililik konusunu a’dan z’ye ele almak değil. Benim üzerinde durmaya çalıştığım konu; iman edenler olarak, Allah’ın bir hükmü olan Taaddudu Zevcat diye anılan çok kadınla evlilik konusunda İlahi kontrol altında kalplerimizden geçenlere, o kalpleri yaratan Allah’ın vereceği notun geçer not olması..

Yukarıda ruhun bölünmesi deyimini kullandım. Bir erkek için en zor olan kısmı budur. Efendimiz Sallahu Aleyhi Vesellem bile eşleri olan annelerimiz konusunda Yarabbi elimden gelen adaletli davranış budur, diyerek yapamadığı şeyler varsa onlardan af diledikten sonra; ahir zamanın erkeği bu duayı tek eşi için yapmalıdır ve asla ikinci eş hayali kurmamalıdır.

Son bir not da şu: Genel olarak birden fazla eşe sahip olanlar, hacı-hoca takımı yada ehl-i tarikat yada dindar erkekler oluyor. Hani takvalı müslümanlar (!) Madem takvalısın bak ayet-i kerime ''hakkınızda hayırlı olan (adalete yakın olan) bir eşle yetinmenizdir '' buyuruyor. Takva yaşıyorum çok dindarım diyen erkek ayeti kerimenin bu ince ve hassas ikazını nedense görmezden gelerek kendisinin Peygamber Sallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin sünnetini takip ettiğini öne sürerek; başka bir yanılgıya düşüyor. Bilindiği gibi Efendimiz Sallahu Aleyhi Vesellem’in kendilerine has, yalnız kendisine Allah’ın müsade ettiği sünnetleri de vardı ve onları aynen uygulamak ümmete yasak kılınmıştı, dokuz eşli oluşları gibi..

1400 sene öncesinin tarihi,siyasi, kültürel, sosyolojik, psikolojik konjonktüründe, yapıp edilenler; o süreçte Allah Teala’nın gerek Peygamberine; gerekse müminlerine bazı şeylerde isnisnaları, ümmete örneklik ve eğitimlerinin tamamlanması hikmetlerindendir.

Sonuç olarak; evet birden fazla eşe izin yada ruhsat verilmiştir, ama bu ümmete böyle yapmaları emredilmemiş, bilakis tek eşin daha hayırlı adalete daha uygun olduğu beyan buyurulmuştur.Günümüzde tek eşinin ve çocuklarının İslam’a göre hakkını vermekten aciz, güttüğünden mes’ul ''çoban'' olmanın bilincinden uzak; bir takım zengin dindar kisvelilerin takva’dan geçtim, hakiki dindarlıktan ne anladıkları sorusunun cevabı düşünülmelidir.


29 Temmuz 2008 Salı

Yalan üzerine..


Bir defasında Sevgili Peygamberimize şöyle soruldu:
- Yâ Resûlallah, mü'min korkak olur mu?
- Evet olabilir. (mümkündür)
- Mü'min, cimri olabilir mi?
- Evet, olabilir. (mümkündür, yani tasdik anlamında değil, durum tesbiti)
- Mü'min yalancı olur mu, diye sorulduğunda, Efendimiz Sallahu aleyhi vesellem mübarek seslerini yükselterek ve bir rivayette 3 kere arka arkaya:
- Hayır, asla. Hayır asla, Hayır asla olamaz, buyurdular.(İmam Suyuti)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:"Kul, önemsemeden ve farkına varmadan, Allahın hoşnut olduğu bir söz söyler, bu sebeple Allah onun derecesini yükseltir. Yine kul, dikkat etmeden, Allahın öfkesini gerektiren bir söz söyler de, Allah onu, o kelime nedeniyle cehenneme yuvarlar." (Buhari)
"Kişinin, kanıtsız ve dayanaksız söz söylemesi ne kötüdür."
"Haksız yere müslümanın namus ve şahsiyetine sataşmak, günahların en büyüğüdür."
"Senin doğru söylediğine inanan bir adama yalan söylemen, en büyük hainliktir."(Ebû Dâvud)

"Ahirzamanda yalancı deccaller olacaktır. Sizin ve babalarınızın duymadıkları hadîsleri size sunacaklar. Dikkat edin ve onlardan uzak durun da, sizi şaşırtıp saptırmasınlar." (Müslim)
"Doğruluk iyiliğe götürür, iyilik cennete iletir. Kişi doğrulukta devam eder durur, sonunda, Allah katında "doğrucu" olarak yazılır.Yalan, azıp sapmaya iletir, azıp sapma ise, ateşe götürür. Kişi yalan söylemekte devam eder, sonunda, Allah katında "yalancı" olarak yazılır."(Buhari)

''İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat, hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.'' (İbn Ebi Şeybe)

''Münafığın üç alameti vardır: Yalan söyler, sözünde durmaz ve emanete hıyanet eder. Böyle kimse, Müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa da münafıktır.'' (Buhari)

28 Temmuz 2008 Pazartesi

''Resmi İslam Halk İslamı''

Yan sütüna sürekli ekleyip güncellediğim makale kısmında sorun var. Dr.Ebubekir Sifil hocamızın ''Resmi İslam Halk İslamı'' başlıklı makalesinin tamamını buradan okuyabilirsiniz.

27 Temmuz 2008 Pazar

İbn-i Teymiyye

Bugün Muhterem Dr.Ebubekir Sifil hocamız, Milli Gazete'deki köşesinde ''Bazı itikadi meseleler (5) '' isimli makalesinde İbn Teymiyye hakkında sorulan soruları cevaplandırırken iki önemli noktaya vurgu yapmaktadır.
1-''Bazı isimlerin ( İbn Teymiyye gibi ki, ben bu blogda o isimlerden zaman zaman bahsedip, kendimce uyarı görevimi yapmaya çabalıyorum) görüşlerini temyiz ve tefrik edebilecek durumda olmayanların onları okumasında yarardan çok zarar vardır.'' ( Ve ben bu blog da dahil olmak üzere bu isimleri tekfir etme yaygın hastalığına tutulmadan, yalnızca ehl-i sünnetin nakil zinciri ve ilm-i emanet duygusundan uzak, zararlı fikirlerin sahibi olduklarını nakillerle ortaya koyarken şahıslarını değil, fikirlerini tenkit ediyorum.)
2-''İbn Teymiyye etrafında günümüzde cereyan eden tartışmaların bize bir şey kazandırmadığı ortadadır. Bu tartışmalar canlı tutuldukça tükenen bizim enerjimiz olmaktadır. Onu da, tartışma konusu yapılan diğer isimleri de, ilmimiz yetiyorsa okuyalım, kendilerinden istifade edelim; yetmiyorsa onları Rabb’leriyle başbaşa bırakalım.'' cümleleridir.Aslında tartışma konusu falan yazarın bu isimlere kaynak olarak kitap ve yazılarında yer vermesinden doğmaktadır.Bu durumda onları kaynak ittihaz eden günümüz yazarları da, muteber olma özelliği konusunda sorun teşkil etmektedirler. Acaba bazı insanlar töhmet yerlerinden kaçınma ve şüpheli şeylerden uzak durma düsturundan ne anlıyorlar?
Gerek Teymiyye gerekse diğerleri hakkında şahsen derin tartışmalardan yana değilim.Bir tespit ve tenkit yaparsınız, dileyen dikkate alır ve değerlendirir.Dileyen bildiğinden şaşmaz ve sonuçlarına hesap gününde katlanır! Nede olsa herkes imamları/önderleri ile haşrolacaktır.Ama şu hususu da yinelemeden geçemiyeceğim:
Acizane bu blogda ele aldığım ve alacağım isimler konusunda toptancı yaklaşımı savunuyorum. Nice ilim sahipleri, İbn Teymiyye gibi isimlerden faydalı olan görüşlerini alırım, zararlıları almam mantığı neticesinde okumayı sürdürdüklerinde; bir zaman sonra onların hiç zararlı fikirleri yokmuş deme noktasında-onlara benzeyen- tilmizleri olup çıktılar! Bundan Muhterem Ebubekir Sifil, yada rahmetli Ahmed Davudoğlu, Necip Fazıl gibi zatları tenzih sadedinde istisna görmek gerekir. İlim erbabından bu isimlerin peşine takılanlar olduktan sonra; bizim gibi cahil ve ilimsiz avama uzak durmak şarttır diye düşünmekteyim. Bu girişten sonra İbn-i Teymiyye hakkında yıllar önce derlediğim çalışmayı aşağıda sizlere sunuyorum:

İbn-i Teymiyye:(m.1263-1328) Helenistlik döneminin en önemli kültür merkezlerinden biri olan Harran doğumlu olan ve ömrü boyunca hiç evlenmeyen, 67 yaşında Şam’da ölen Teymiye; Mısır ve Suriye’ye hakim bulunan Eyyubi devletinin yıkıldığı ve Memlukilerin kurulduğu istikrarsız devirlerde yaşamıştır. 1258 Moğol ordularının Bağdat’ı işgal ettiği, hatırlanırsa yaşadığı dönem daha iyi anlaşılır.[1]
Başta talak konusu olmak üzere ümmetin icmasından ve bağlı bulunduğu hanbeli mezhebinin imamının bile ictihadlarından ayrılmış, Allah Teala'ya cihet, suret isnad etmiş,"Arş" isimli kitabında -haşa- Allah Teala'nın arşın üstünde oturduğunu yazmıştır.[2] Kabir ziyaretini Peygamberimiz için bile olsa haram sayan, veliyi inkar eden, sahabe-i kirama dil uzatan, kasden ve bilerek terkedilen namazların kazası olmaz, bu durumdakiler tevbe ederler yeter, müslüman kafire mirasçı olabilir; devlete verilen vergi zekat yerine geçer, insan usul ve furuuna (mesela annesine bile ) zekat verebilir, yoksul bile olsalar fasık (günahkara) zekat verilemez; adet gören kadın Kabe-i Muazzama’yı tavaf yapabilir, fadl ribası yasağı esas gaye değildir, alimler taklid etmez, hiçbir mezhebe uymaz, mezhebindeki hükmün sahih hadise aykırı olduğuna kanaat eden bir alim mezhebinin o hükmünü bırakır[3] diyen bid'at yolunu tutmuş mezhepsizdir.

El Cebel camiinde Hazreti Ömer radıyallahü anh efendimiz için " çok hata yaptığını" söyleyebilen, Hazreti Ali radıyallahu anh efendimiz'in ise "üçyüz defa yanıldığını" söyleyebilen biri şu hadisi şerifi bilmiyor muydu: "Allah-u Teala doğru sözü Ömer'in dili üzerine koymuştur ve Ömer hiç yanılmaz."Bu durum hadis-i şerife karşı gelmektir."Ben ilmin şehriyim, Ali kapısı" diyerek meth-ü sena edilen de Hz.Ali (KV) efendimizdir.

Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı bir-kaç defa hapsedildi. El Ubudiyyet kitabında, Allah-u Teala'nın ismini zikretmenin bid'at ve delalet olduğunu bildirmekte ve tasavvuf alimlerine çirkin iftiralar yapmaktadır.Allame İbn-i Hacer-i Mekki hazretleri: "Allah-ü Teala'nın sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir" buyurdu.[4] Essırat-ül Müstekıym kitabında Abdullah ibn-i Abbas (RA) gibi büyük sahabeleri tekfir ettiği Keşfüzzünun'da yazılıdır.

İbn-i Teymiyye, kabrin-nebiyi (sav) ziyaret için sefere çıkmak haramdır dedi.Hz.Ali (RA) için, iman ettiği zaman çocuk olduğundan müslümanlığı sahih olmadı dedi.Osman İbn-i Affan için, malı çok severdi dedi. Sünen kitaplarındaki hadisleri reddetti. Alimler bunun hakkında ihtilaf ettiler.[5]

O'nu övenlerden İmam Zehebi'nin mektubu, o zamanı yansıtması açısından bir ibrettir. İbn-i Teymiyye'ye yazmış olduğu " en Nasihat'ül Zehebiyye li İbn Teymiyye" isimli mektubunu özetle aktaralım :
"Kendi ayıpları, onu başkasının ayıplarıyla uğraşmaktan alıkoyana ne mutlu..ne zamana kadar kendini cakalı tabirlerle övüp, alimleri kınayıp; halkın gizli hallerini araştırmaya çalışacaksın ?..Evet vallahi gıybetini ettiği o kimseler, öyle iyi şeyler bilmişlerdir ki, kul onlarla amel etse zafere ulaşır. O alimler onları ilgilendirmeyen meselelerden birçoğunu bilmemişlerdir.
Ey adam !
Allah hakkı için bizden vazgeç.Zira sen gerçekten çok mücadelecisin! Dilinle bilgilisin, rahat duramazsın.Dinde yanlış etmekten kendinizi koruyunuz.Peygamber (SAV) çok soru sormayı hoş görmemiş ve bu durumu ayıplamıştır."Ümmetimin akibeti hususunda en çok korktuğum şey, dili ile bilgili münafıklardır."[6] diye buyurdu...Vallahi kainatta gülünç olduk. Sen ne zamana kadar felsefi küfrün ince ibarelerini meydana çıkaracaksın ki; sonunda biz onları akli delillerle reddetmeğe devam edeceğiz.

Ey Adam !
Sen filozofların zehirli tabirlerini ve eserlerini defaatle yutmuşsun..Sen bizi hristiyanlarla bir tutuyorsun..Allah’a yemin ederim ki, müslümanların kalblerinde size karşı şüpheler vardır..Kelime-i şehadete dayalı imanın kurtulursa sen mutlusun! Sana tabi olan kimse, zındıklığa doğru giden yolunda gittiğinden dolayı vay onun haline!..

Behey müslüman..!
Eşeğinkine benzer arzunla sen, seni methetmek için mi dünyaya geldin?..Keşke sahihayn'daki (Müslim ve Buhari) hadisler senden selamet bulsalardı!.Hatta her vakitte onları zayıflatmakla, iptal etmekle, kendi görüşüne göre onları te'vil edip veya inkâr etmekle, onlara hücum ediyorsun..Tevbe edip dönmek vaktin gelmedi mi? Ölümün yaklaşmadı mı? Yetmiş yılının basamağında değil misin ?...Sana karşı çok şevkatli bir dost olduğum halde, bana karşı durumun böyle olursa, düşmanlarına karşı durumun nasıl olacak bilmem ki.!?..Vallahi sevmediğin insanlar arasında akıllı, salih ve fazilet sahibi kimseler vardır.Nitekim seni sevenler arasında da yalancılar, facirler, cahil ve tembel, zekâsız yıkıcı kimseler vardır." Bilindiği gibi İmam Zehebi'de Teymiyye yanlısı ve Ehl-i sünnet dışı birisidir.[7]

İbn-i Teymiyye öyle kimsedir ki, bozuk sözlerine ve çürük vesikalarına, büyük alimler cevap vermişler ve düşüncelerinin çirkinliğini ortaya koymuşlardır.Şam,Kudüs kadılığı yapmış olan şafii fıkh ve hadis alimi İzz-ibni Cema'a, O'nun için:"Allah-ü Teala'nın delalete sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir.İslam alimlerine ve bilhassa hulefa-i raşidine ahmakça itirazlarda bulunmuştur [8]
İmam Ebu'l Hasan Subki diyor ki :"İbn-i Teymiyye, ilmi aklından çok olan kimsedir. O'na şeyhülislam diyenin kafir olacağını söyliyenler vardır."

Sudan'lı Maliki alimlerinden Tahir Muhammed Süleyman, Zahiretül Fıkhüil Kübra'da : "İbni Teymiyyenin sözlerinin kıymeti yoktur. O dalalettedir ve müslümanları dalalete sürüklemektedir" demektedir.

Müslümanların icmaından ayrılmış ve bid'at yolunu tutmuştur. İslam alimleri, onun dalalette olduğunu, söz birliği ile bildirdi. İmam Tacüs'Sübki hz.lerinin oğlu Abdülvehhab, İbn-i Batuta, İbn-i Haceri Mekki, imam-ı Subki, Zahid-ül Kevseri, Yusuf Nebhani, imam-ı Şarani, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ve nice alimler reddiyeler yazmışlardır.

İbn-i Teymiyye, Allah-ü Teala'yı yaratılmışlara benzetir, mahluk bilir, evliyanın büyüklüğüne inanmaz, inkar eder. Kabir ziyareti yapanlara kafir der. Kafirlerin cehennemde sonsuz kalmayacağını söyler. Hükümete verilen vergileri zekat sayar. Muhyiddini Arabi (kuddise sirruh) gibi bir büyük veliyi tekfir eder. Kitab-ül Arş kitabında :Allah arşın üstünde oturur der.(Haşa)Kendisi ile beraber oturması için -yine haşa- Resullaha'da yer bırakır der.

Emevi camiinin mimberinde:" Benim istiva ettiğim (oturduğum gibi) Allah arşının üzerine istiva etmiştir dedi. Bunun üzerine cemaat üzerine yürüdüler. Kürsüden indirip yumrukladılar. Onu kadıların huzuruna çıkardılar. Delilini sorduklarında istiva ayetini okuyunca, alimler gülerek ilmi esaslara göre hareket etmediğini anladılar.[9] Yani günümüz Teymiyecilerinin dediği gibi, sofilere kızmış da o sözü söylemiş değildir. Sonra birilerine kızıp, kelime-i küfrü söyliyecek kadar hafif olan biri nasıl müçtehid olabilir, ona nasıl güvenilebilir ?

Milel ve Nihal kitabında Mücessime ve müşebbihe fırkalarının Allah-haşa arş üzerinde oturur, iner, yürür gibi hususlara inananların kafir olduğu yazılır. Sahabeye hücum eder, hata ettiklerini söylerdi.

Camiülezherin eski rektörlerinden Mustafa Abdurrazık paşa diyor ki :"İbn Teymiyye fetva verirken, bir mezhebe uymaz, bulduğu delil ile hareket ederdi. Tasavvuf büyüklerine çatardı. Vehhabilik bir bakımdan Teymiyye'ye bağlıdır, M.Abduh dahi dinde reform fikirlerini O'ndan almıştır.

"- İbni Teymiyye, dini içinden zedeleyen kafir." bu sözü ben söylemiyorum. 20.Asrın İrşad Kutbu buyuruyor." [10]
İmam-ı Gazali hazretlerine çatan Teymiyye'ye İbni Haceri Mekki hazretleri :"İmam-ı Gazali'nin yazılarında kusur bulan kimse, ya hasedçidir veya zındıktır . "[11] buyurmaktadır.

Tacü's Subki, H.733'de vefat eden, Şihabüddin Ahmed b. Yahya b. Cibril el Küllabi el Halebi'nin hal tercümesinde : " İbn-i Teymiyye'nin Allah Teala'ya cihed isnad meselesini red hakkında güzel bir risalesi vardır" der: "Özellikle Allah, Rasulü, muhacir ve ensar ... ilk müslümanlar gibi derim der, onları meth ettikten sonra, onlardan bir daha hiç nakillerde bulunmadan batıl itikadını bunların içine gizler...Halbuki bu aybaşı halinin oğlu İbn-i Teymiyye Allah (CC)'ın künhünü bildiğini iddia ve cesaret etmiştir.Bundan fena bir gurur ve cehalet yoktur...Daha sonra İbn Teymiyye ümmetin cumhur alimlerinin mezheblerine dil uzatarak, 'mezhebleri filozof yavrularına ve yunanlılar ile yahudi tabilerinin mezhebidir' demiştir."[12]

Şimdi yine yorumsuz, bahsi geçen kitaptan bazı paragraflar aktararak bu bölümü bitirelim:

"Şihabuddin; Şafii, Hanefi, ile maliki mezheb salikleri kavillerinden :' İnsanların Kitapsız ve Sünnetsiz olarak terk edilmeleri, onlar için daha hidayetli bir yol olması lazım gelir' diyen İbn Teymiyye'nin bu sözü küfürdür diyerek onu yermesi" (sh: 107)

"İstiva için, imam Evzai'den nakli de uydurmadır.(sh:110).."Minhacüs Sünne kitabında İbn-i Teymiyye şöyle yazmıştır : ' İmam Malik Kur'an'da buyrulan istivanın manası malum, keyfiyeti meçhuldür.Ona iman etmek vacip, onun hakkında soru sormak bid'attir' kavlini tefsir ederken açıkça şöyle der : Allah-u Tealanın arşın üzerinde oturması malumdur, fakat oturuş keyfiyeti meçhuldür (!)..
(sh:11-112) Tevhidi ikiye bölen kendisi olduğu halde (sh:128) bir başka kitabında[13]:"Gerçi uluhuyyet (ilahlık) vasfı rububiyeti tazammun eder (manasını içerir)," diyerek saplantılarının içinde bocaladığının işaretlerini de verir.(sh:141)

H.705'de sultan İbn Kalavun, İbn Teymiyye ehl-i sünnet alimleri ile tartışıp yenilmesinin ardından emirname çıkarıp, O'na uyanların şahidliği, ikâmeti mahfuz değildir demiştir.(sh: 391 )

Nehr sahibi, Ebu Hayyan el Endülisi, çağdaşı Teymiyenin Kitabül arş kitabını bizzat okuduğunu ve "kürsinin iki ayak yeridir " satırlarına rastladığını kaydederek, Allah'ın nüzulundan bahseden hadis-i şeriflerin manasını şöyle açıklamıştır : "Yani şüphesiz Allah iki ayağında iki ayakkabı olduğu halde, dünya semasında yeşil bir çimenliğe iniyor".İşte doğru yoldan sapmış, rekik (zayıf) olan tabir budur" (Sh : 404 )

Allah ve Rasulü bize kâfidir diyenleri müşrik ilan eder ki, haşa bu söz kendine ne bıraktın ya Sıddık diye soran aleyhisselatü vesselam efendimize : Allah'ı ve Rasulünü bıraktım buyuran Hz.Ebubekir efendimize kadar gider.(sh: 407 ): "Allah ve Peygamberi bize kereminden verecek." bu ayet büyük bir sır ve edeb öğretir. [14]

Ebu Bekir el Hısni hazretleri : "İbn Teymiyeciler hasımlarıyla münazara ettiklerinde galib olurlarsa iş bitmiş olur.Başarılı olamazlarsa bu mes'ele Teymiyenin sözlerinde yoktur diyorlar.Demek ki bunlar hile, aldatma ve yalanda Teymiye'nin halefleridirler. (sh: 417)

Hafız İbni Hacer (Ed Dürer ül Kamine'de): "İbn Teymiyye el Hameviyye ile el Vasitiyye ile diğer kitablarında tecsime saplanmıştır" buyuruyor.( sh:417)

İmam-ı Subki (Ed Dürret'ül Mudie'de ) : "İbn-i Teymiyye icmaa muhalefeti sebebiyle müslümanların cemaatinden ayrılmıştır" (sh: 418)

"Gerçi İbn-i Teymiyye'nin itikad edip söylediği bütün meseleler çirkin bir KÜFÜRDÜR..O'nun bu bid'atine halkı davet edenler de insanların en rezilidir." ( sh: 418)

Buraya kadar İbn-i Teymiyye hakkındaki nakilleri okuduk.Şimdi üst satırda geçtiği gibi ona insanları davet eden, İslam davetçilerinden (!) S.Kutub'dan sonra gelenleri de bir miktar tanımakta fayda var.
[1] İbn Teymiye Külliyatı, c.1, Giriş yazısı
[2] Keşfüz Zünun sahibi, İbn-i Hayyan'dan nakille, ayrıca Nehir adlı eser.Tacus Subki : Kitabül Arş ibn Teymiyyenin en çirkin kitaplarındandır demiştir.
[3] İbn Teymiye Külliyatı, c.1 Giriş Yazısı. Allah nasip eder de “Bilinmesi Gerekli Konular 2 ” çıkarsa, bu Teymiye Külliyatının giriş yazısını orada ele almak isterim. Öyle tezatlarla dolu şeyler zırvalanmış ki, cevabına iyi bir alim kalınca bir kitap yazar !
[4] Feteva-yı Hadisiyye
[5] İbn-i Hacer Askalani Ed'dürel-ülkamine
[6] Ahmed, Ömer b. el Hattab
[7] Ehl-i S. Müdafaası, sh: 378-381..
[8] Allame ibn-i Haceri Mekki, El cevher-ül Munzam
[9] Ehl-i S.Müdafaası.(Beraatül Eş'ariyyin), sh: 395-396
[10] Necip Fazıl, "Türkiye'nin Manzarasından"
[11] Zevacir,c.2,sh:37
[12] Ehli s. Müdafaası, sh: 104-105 Feteva, sh: 275
[13] Feteva, sh: 275
[14] Tevbe suresi: 59, İbn Kesir tefsiri..

Tasavvuf düşmanlığı

''Osmanlı aydınları İmam Gazali ile İmam Rabbani’yi şeriat ve tarikat telakkileri için üstad ve müceddit kabul etmişler, ehl-i sünnet telakkisini bunların görüşlerine dayandırmışlardır.
Bu çağda benzer bir misyon üstlenen Necip Fazıl, İslâm kültürüyle birlikte tasavvufun da aslî kaynaklarını ortaya koymuştur. Bunlardan haberdar olmadan İslâm kültürüne ait hakkı ve hakikatleri tebliğ etmek oldukça güçtür. O yüzden kendilerini beşik uleması tavrıyla müftü-i sakaleyn görenleri gafletten uyandırmak kolay değildir. '' Mustafa Miyasoğlu

26 Temmuz 2008 Cumartesi

Aman dikkat! Pizzanız domuz etli çıkabilir!

DİKKAT DİKKAT! Bu konuda hassasiyeti olan ve Türkiye'de güzel bir yemek yiyeyim derken farkında olmadan domuz eti yiyen insanlara bir uyarı...haberin devamı burada

25 Temmuz 2008 Cuma

Media kimin sesi?

''Media dediğinizde birkaç grub var. Hürriyet Grubu, Zaman Grubu, Karamehmet Grubu.. Şimdi bir de çalık Grubu var.Hem gazetesi, hem de televizyonu olan Albayrak Grubu var. Star, Bugün, İhlas Grubu, Milli Gazete Grubu, bir iki gazete daha..Aslında toplam 5 milyon tiraja sahip 37 gazete var..4 milyon gazete ilk 10 içinde. Geri kalan 1 milyonu 27 gazete paylaşıyor..İlk 10’da iki bulvar, iki de spor gazetesi var..İlk üç gazetenin tirajı 2 milyonu aşıyor..Gazetelerin en pahalısı 75 kuruş (Birgün, tirajı 7000 ve Cumhuriyet, tirajı 95.000), en ucuzu 10 kuruş (Hürses, tirajı 2000). Today’s Zaman ve Daily News gazeteleri İngilizce olarak yayınlanıyor ve fiyatları 1,5 YTL..

Cumhuriyet'in tirajı, aboneler de hesaba katıldığında Vakit'in yarısı kadar ama, mesela THY, dış hatlar için günde 1282 Cumhuriyet gazetesi alıyor, Vakit'ten 126 tane.. Taraf'tan 550, Radikal'den 722 alıyor (Star 1080, Sabah 1860) ama Vakit'ten 126 tane..Eskiden hiç almıyorlardı. Bu dönemde alınan da bu..Cumhuriyet'i diğer hava yolları da alıyor. Avusturya, Alman Hava Yolları.. Cumhuriyet'in tirajının 20 de biri havaalanlarında. Bir o kadarını CHP ve gençlik örgütleri, parti lokalleri, bir o kadarını CHP'li belediyeler. çankaya Belediyesi bir ara bedava dağıtıyordu.. Hem de fazla fazla alıyor.. ADD, çYDD, orduevleri, lojmanlar, askeri kışla. Hani onlar akredite ya!. '' Abdurrahman Dilipak

Kadın erkek üstünlüğü/eşitliği üzerine gelen soru..

Beyaz rumuzundan özetlersek şöyle bir soru geldi:
''…Ben ona erkegin daha üstün oldugunu, son karari erkegin verdigini falan gibi seyler söyledim, karsi cikti tabiki.Yanlis mi söyledim acaba ? Mesela babanin kiz cocugunda cok sorumlulugu oldugunu evlendikten sonrada esinin ondan sorumlu oldugunu,kadinin esine saygili olmasi gerektigini ve sesini yükseltmemesi gerektigini söyledim.Ama inanmiyor tabi Kuran da yaziyorsa göster gibi seyler söyledi..Arkadasim cok yanlis seyler duymus ve okumus karisik kafasi tabi.Bende ona dogru yazar ve kitap isimleri söylemek istiyorum okumasi icin ama insan kendisi bilmeyince baskasinada bisey öneremiyor tabi..''

- Siz arkadaşınıza yanlış söylememişsiniz belki eksik söylenmiş olabilir.Erkeğin bazı bakımlardan kadından üstün yaratıldığı aşikar ama bu genelleme yapılabilecek bir konu değil.Her erkek üstündür mutlak hükmüne rastlamıyoruz. İslamı yaşayan, adaletten ayrılmayan hakiki dindar erkekler için geçerli. Zira nice saliha kadınlar var, erkeklerden Allah katında daha üstün durumdalar. Ayet ve hadislerle biliyoruz ki, Allah katında üstünlük takva iledir.Burada cinsiyet, ırk gözetilmemiştir.
''Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir.'' (Enfal : 22)

Elbette dediğiniz çok doğru, mantık olarak realist yapıda yaratılan erkek, dinini bilecek ve doğru anlayıp, yaşamında uygulayacak/uygulatacaktır. Eşinin ve (kız-erkek) çocuklarının dini öğrenmesinden birinci derecede mes’ul ve yükümlüdür. ''Hepiniz çobansınız, güttüğünüzden mes'ulsünüz...'' Kadın kocasına saygılı sevgili olacaktır, erkek de karısına şefkatli ve saygılı olacaktır.Saygı tek taraflı olmaz, versiyonları farklıdır.Tek el şaklamaz.

Bu bakımdan evlenileck erkeğin dini bilgi ve uygulama olarak kadından ilerde olması, kadının da ona yakın olması her zaman daha avantajlıdır. Kadın çok dindar olup, kocası dindar değilse, aile devletinde laiklik benzeri sorunlar çıkar.Gücünü adaletsiz olarak suistimal eden nice erkekler, eşlerinin örtünmesine menfi anlamda müdahale etmekten korkmamışlardır.Nice dindar kadın, kocam böyle istiyor diye, açılmış saçılmıştır.Oysa Yaradana asi olunacak yerde, koca bile olsa mahlukata itaat yoktur.

Bir başka yanılgısı da şu arkadaşınızın: İslam Kur’an’dan direkt öğrenilmez. Ben aşağıda size tefsirden nakil sundum ama, o tefsiri de buraya kadar tefsir etmeye çabaladım.İslam ilmihallerden, fıkıh kitaplarından öğrenilir.İlmihaller zaten Kur’an, hadis, icma ve kıyas’ın neticesi olarak bizlere kolaylaştırılmış sonuç bildirgesi niteliğindedir.

Fıkıhsız (ilmihal bilgisi) İslam ne öğrenilir nede yaşanır. Kur’an bir konuya bazen lafzi olarak işaret eder, onu hadis-i şerif dediğimiz Peygamber Sallahu Aleyhi Vesellem efendimiz ümmete açıklar; O, Sallahu Aleyhi Vesellem’in açıklamalarını ashabı (eğittiği arkadaşları)açıklar, onlardan geleni de sonrakiler dediğimiz tabiin açıklar. Kar topu gibi bilgi bize en açık bir şekilde ilmihal ve kelam kitapları neticesiyle ulaşmış olur.
Bazen soruyorlar, şu isim Kur'an’da var mı, diye. Sanki Kur’an –haşa- alfabetik isimler sözlüğü..İslam’a uygun mudur denilmeli..

Bu kısa açıklamadan sonra, sizin nerede yaşadığınızı şu açıdan da sordum,, sanki Türkiye dışında yaşıyorsunuz, klavyenizdeki karakterlerden çıkardım bunu.Eğer anavatan dışındayanız daha özenli kelimeler seçmeliyim, anlaşılır olsun diye.Malum yurt dışında Türkçe problemi var.Bu durumda aşağıdaki tefsiri anlamanız daha da zor olacaktır.

Son kararı erkeğin verme meselesi de, başta belirttiğim gibi, yine Kur’an’da geçen:''Onların işleri şura iledir'', ayeti mucibince, danışma iledir. Her erkek her zaman isabetli kararı verir diye bir genelleme yok. Hakiki dindar erkekler bile yanılabilir.Hz.Ömer (ra) gibi yüce bir şahsiyet bir Kureyş'li hanım sahabi karşısında içtihadından dönmüş ve kadının dediği uyarısı yönünde kanun çıkartmıştır.

Ne olursa olsun koca saygı sınırlarını aşmış da olsa, daha uysal yaratılışlı kadın aynıyle karşılık vermezse kendisi kazançlı çıkar.Zaten edepli konuşmadan anlamayan insana köpürmek bir çözüm olamaz. Ne olursa olsun sahih olan şu hadisi unutmamak gerekir: ''İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim." (Tirmizi, Ebu Davud) Bu erkeğe kutsallık atfetmez ama kadına dikkatli ol uyarısıdır.Allah kadını erkeğe emanet etti, erkek de o emante dini adalet ve sorumluluk içinde ihanet etmemekle emrolundu.Cahil koca yada cahil eş, bilen eş için çok zor bir sınav olsa gerek.

Bu noktada, karı-koca birbirlerine yakın İslami bilinç içindeyseler, kim Hakka isabet eder, bunu ispatlarsa (kavgasız ve nazikçe) onun dediği yapılır. Erkek bu durumu bir güç/gurur gösterisi içinde adaletsiz ve despotça kullanırsa vebale ve günaha girer. Zira Allah Tela , kadın erkek ayırmadan, ''en üstün olanınız, Allah’tan en çok sakınanızdır.'' Hucurât 49/13 buyurmuştur.
Erkek mi daha akıllı meselesinde de bir kaç hadis verelim:
''En akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkan, Onun emir ve yasaklarına en güzel uyandır.'' İbni Muhber

''Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir.’’(Tirmizi)

''İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittir. Üstünlükleri, ibadet farkından ileri gelir.'' İbni Lal

Kadın mı üstün yoksa erkek mi diye tartışmak, doktor mu daha üstün, mimar mı daha üstün demeye benzer.Biri olmadan diğeri hep yarım olduğu için Adem (as) ile Havva annemiz birbirlerini yeryüzüne indirildiklerinde hasretle aramışlardır.

Kitap ve yazar isimleri için buraya bakabilirsiniz. Zamanım olursa bu listeye ben de ilave ederim.Yazı istemediğim halde uzun oldu.Konuyla ilgili bir ayet ve Elmalılı merhumun tefsi ile noktalamış olayım:

''Nisa suresi: 34- Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihad, imamet, miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkar olanlar ve Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.

34-Erkeklerin mirasta hak ettikleri paylarının fazla olmasının hikmeti erkekler ve özellikle tam erkek olan erkekler, kadınlar üzerinde hakimdirler, onların üstlerinde dururlar, işlerine bakarlar, dikkatle gözetir, muhafaza ederler; kahyaları, müdürleri, koruyucuları, amirleridirler. Küçükler de buna adaydırlar.
KAVVAM; "kâim"in mübalağası olup den alınmıştır. Bir kadının işine bakan ve korunmasına önem veren ve işlerini idare edene "Kayyimü'l-mer'eti" ve daha kuvvetli olarak "Kavvâmü'l-mer'eti" denilir. Bu deyim, erkeğin kadına hakimiyyetini ve fakat rastgele değil "Milletin efendisi, onlara hizmet edendir." mânâsı üzere hizmetçilikle karışık bir hakimiyetini ifade eder. Bundan dolayı bir taraftan erkeğin üstünlüğünü anlatırken diğer taraftan da kadının değer ve üstünlüğünü bildirir. Ve bu ayırım içinde eşitlik iddiasını kaldırarak karşılıklı olarak farklı bir eşitlik metoduyla öyle bir birlik sağlar ki, bu durum sultan ile ümmet arasındaki karşılıklı haklara benzeyecek ve bu şekilde aile terbiyesi, toplum terbiyesi ve siyasi terbiyenin bir başlangıcı olacaktır.

Bunun için Kadı Beydâvî un tefsirinde der ki, "Valiler, halkı idare ettikleri gibi onlar da kadınları öyle idare ederler." Şimdi bu esas da biri Allah tarafından verilen, diğeri çalışmakla kazanılan iki sebebe bağlanarak buyuruluyor ki: Çünkü erkekler ve kadınların bir kısmını diğerine yaratılış açısından üstün kılmıştır. zamirinin delalet ettiği mânâ ile bundan erkeklerin kadınlara üstünlüğü ve tercihleri anlaşılmakla beraber âyetin öyle güzel bir açıklaması vardır ki, bu üstünlük ve değeri, "Allah o erkekleri kadınlara üstün kılmıştır." diye mutlak surette erkeklere tahsis etmemiş, kapalı olarak bazısının diğer bazısına üstünlüğünü ifade etmiştir. Bu ise, erkeğin kadında bulunmayan, yaratılıştan var olan bir takım üstünlüklere sahip olduğu gibi, aynı zamanda kadının da erkekte bulunmayan yaratılıştan var olan bazı üstün vasıflara sahip olduğunu ve bundan dolayı her ikisinin birbirine değişik yönlerden muhtaç olduklarını ve bu şekilde erkekle kadının yaratılıştan farklı ve karşılıklı olarak birbirlerinden üstünlükleri olduğu gibi, her erkeğin ve aynı şekilde her kadının da seviyelerinin bir olmadığını ve bundan dolayı her erkeğin, her kadın ile tek olarak mukayese edilemeyeceğini ve bununla birlikte bütün bunlar toptan karşılaştırılınca kadınların erkeklere ihtiyacının, erkeklerin kadınlara ihtiyacından daha fazla olduğunu ifade eder.

Ve açıklandığı üzere esas üstünlük ölçüsü olan kazanma ve mal edinme açısından erkek, faaliyet gösterme yeteneğine sahip; kadın ise itaat duygusu ve kabiliyet yönünden ince ruhlu ve çekici bir yaratılışa sahip olup bunun için erkeklerin kuvveti ile korunmaya ve muhafaza edilmeye daha fazla muhtaçtır. Ve bundan dolayı sonuç olarak genel bir şekilde üstünlük ve faziletin erkek tarafında bulunduğunu, amirlik ve idarecilik yetkisinin, hakkıyla erkek olan erkeklere verilmesi ve kadınların onlara itaat etmesi, hem bir hak ve hem de kadınların menfaatlerinin gereği olduğunu pek beliğ özlü bir ifade ile anlatır. Ve işte erkeklerin peygamberlik, imamet (imamlık, devlet başkanlığı, valilik, şeair-i İslâm, yani İslâm'ın önemli prensiplerini gerçekleştirmek), kısas cezalarında şahitlik etmek, cihadın kendilerine vacib olması, cumanın vacib olması, ezan, hutbe, itikaf, asabelik (mirasın tamamını alan kimse), hata ile ve kasame öldürmelerinde kan bedelini yüklenmesi, ricat boşanmasında bağımsız hareket etmesi gibi bir takım özellikler, haklar ve vazifeler ile üstün olmaları da bu örneklerden bazılarıdır.
"kadınlar üzerine hakimler." olarak ailede başkanlık hakkına sahip olmalarının bir sebebi, bu yaratılıştan olan üstünlük; biri de erkeklerin mallarından bir kısmını mehir ve nafakaya harcamaları meselesidir.
Çalışılarak elde edilen bu sebeb de öncekine bağlıdır. Ve kadınların mirastan paylarının yarım olması özellikle bu sebeple ilgilidir. Ve bunda kadınların faydası, mirasta erkeklere eşit olmalarından çok fazladır. Şu halde hanımının hakkını vermeyen, kadının malına göz diken ve aile için harcama vazifesini yapmayan ve ailesinin ırz ve namusunu korumayan erkekler erkeklerden sayılmazlar.

Şüphesiz ki, bu vazifelerini yapan erkeklerin de kadınlar üzerinde hakimiyyet sahibi olmaları ve onlardan itaat ve bağlılık beklemeleri meşru bir haklarıdır. Bundan dolayı saliha olan kadınlar da Allah'a itaat ederler. Kocalarının huzurunda hazır olarak bekleyip haklarına riâyet ederler. Kocalarının gıyabında can, mal, namus, itibar (onur) ve aile sırları gibi korunması lazım gelen hususları Allah'ın korumasına dayanarak korurlar. Çünkü Allah bunun korunmasını emretmiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'den rivâyet edilmiştir ki: "Kadınların hayırlısı o kadındır ki, baktığın zaman seni sevindirir, emredersen itaat eder, gıyabında bulunduğun zaman da seni malında ve nefsinde korur." buyurmuş ve bu âyeti okumuştur. Bu âyetin de yukarda açıklanan Hz. Ümmü Seleme'nin sözü üzerine indirildiği söylenmiş ise de bunun asıl iniş sebebi şu şekilde rivayet olunur:

"Ensar'ın ileri gelenlerinden Sâd b. Rebia'ya karşı hanımı Habibe binti Zeyd b. Züheyr ve bir rivâyete göre Habibe binti Muhammed b. Seleme isyan etmiş, o da bir tokat vurmuş, bunun üzerine babası kızını almış, Hz. Peygambere gidip şikayet etmiş. Hz. Peygamber de "Mutlaka ondan kısasını (öcünü) alırız." buyurmuştu. Bunun üzerine bu âyet indirildi. Peygamber (s.a.v.) de: "Biz bir şeyi yapmak istedik, Allah'da diğer bir şeyi irade etti ve şüphe yok ki, iyilik Allah'ın irade ettiği şeydedir." dedi. Bu sebeple salih kadınları açıkladıktan sonra kocalarına karşı gelen kadınlar hakkında buyuruluyor ki: Ey hakim olan ve hanımlarının haklarını veren kocalar! Kafa tutup, itaatsizlik etmelerinden korktuğunuz, korkacak bir belirti hissettiğiniz karılara gelince:
NÜŞÛZ: Aslında lugatte yükseklik ve tümseklik mânâsından alınarak kadının kocasına kafa tutup baş kaldıracak bir durum almasıdır ki, sözde kendisini yüksek sayıp itaatını ortadan kaldırmış olur. Bunu açıklamak için büyük müfessirlerden şu açıklamalar yapılmıştır: Kadının nüşûzu kocasına isyan etmesi (İbnü Abbas), koku sürünmemesi, kocasını birleşmekten men etmesi, önceleri kocasına yaptığı muameleyi değiştirmesi (Ata), kocasından hoşlanmaması (Ebu Mensur), kocasının şer'î mesken olarak belirlediği konutta beraber oturmaktan kaçınıp onun istemediği bir yerde oturmasıdır (denilir) ki, bu mânâlar az çok birbirlerine yakındırlar.
Böyle bir durum karşısında önce bunlara vaaz ve nasihat ediniz. İkinci olarak onların yataklarından ayrılın. Üçüncü olarak onları hafifçe ve kusur bırakmayacak bir şekilde biraz dövünüz.

Bunun üzerine size itaat ederlerse artık onlara saldırmak için aleyhlerine başka bir yol aramayınız, ve meydana gelmiş kusurlarını olmamış gibi sayınız. "Çünkü günahtan tevbe eden günahı olmayan gibidir." Mutlaka şunu kesinlikle bilmeliyiz ki Allah Teâlâ pek yüksek ve pek büyüktür. Bundan dolayı Allah'tan korkunuz da kadınlara karşı size vermiş olduğu kuvveti kötüye kullanmayınız. Allah'ın size karşı gücü, sizin kadınlara karşı gücünüzden çok fazladır. Ve sizin Allah'a karşı günahlarınız, kadınların size karşı işledikleri suçlarından daha çok ve daha küstahçasına olduğu halde, Allah sizin tevbelerinizi kabul ve günahlarınızı affederken size itaat eden hanımlarınızın meydana gelen kusurlarını nasıl affetmezsiniz ve nasıl olur da onlara saldırmak için bahane arar durursunuz? Diğer bir mânâsı şöyledir: Allah zulümden ve haksızlıktan yüce bir ululuk sahibidir. Bundan dolayı onun şanının yüceliği ve ululuğu karşısında zulümden, haksızlıktan, sadakatsizlikten, terbiyesizlikten vazifelerinizi kötüye kullanmaktan son derece sakınmalısınız.''

23 Temmuz 2008 Çarşamba

İslamcı yazarlar İslam'ı merkeze alarak yazamıyorlar

1980 ihtilali ile teröre, anarşiye son verildi.İhtilal ve sonrası seçimlerle hükümet olan Özal devrini de bu sürece eklersek ; gerek sol ve sağ; gerekse İslami kesimde bir dönüşüm yaşandı.
Solcular, (SSCB dağıldıktan sonra ve iki Almanya’nın birleşerek duvarların yıkmasıyla) büyük çapta yerli devrime evrilip, liberal, sosyal demokrat sınırları içinde eski güçlerinde ve inançlarında kalamadılar.

Aynı evrimle/dönüşüm ülkücü ve İslamcı kesimlerde de yaşandı.
Dava adamlığı iflas etti.O ateşli ideal yada İslami düzen savunucuları değişen dünyada hızla değiştiler.
Bu değişim, aşırıcı derecede davalarına bağlı kesimleri ‘’ılımlı’’ bir düşünce yapısına sürükledi.Bunda ümit kırılmasının da etkisi büyüktü. Kimse küçülen dünyanın yeni fikir akımlarına karşı duramadı. Bir yanda iflas etmiş Karl Marks/Mao komünizmine gönül verenler amaçsızlık içinde sosyal demokrat çizgisinde, diğer yandan ‘’Kanımız aksa da zafer İslam’ın’’ fikriyatındaki sağcılarla İslami rejimin savunucuları (şeriatçılar) 80 öncesi ateşli fanatik duruşlarını ister-istemez kaybettiler.

Tüketim toplumu olunmuştu ve bakkalların yerini batı ortaklığı ile açılan süper marketler almıştı. Yıllarca bu marketleri TV’lerdeki dizilerden imrenerek izleyen Türkiye insanı; mal bulmuş mağribi gibi ellerinde alış-veriş arabaları ve kredi kartı bilincine erişemeden, tüketim açlıklarını/açıklarını gidermeye başlamıştı.

Eskinin ''izm'' ekli sloganlarını, artık reklam sloganları almıştı.Daha iyi ve kaliteli yaşamak adına ‘’her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır’’ Sallahu Aleyhi Vesellem’in 1400 yıl önceden ifade buyurduğu uyarısı unutulmuştu.
Unutulan bir şey daha vardı: İdealler, ideolojik amaçlar ve dinimizin bizden istedikleri..

İnsanlar daha iyi yaşamayı, daha çok tüketmek olarak algıladıkları için ve dünya çapında yaşanan değişimlerin etkisiyle sözgelimi dün İslami yazılar yazan yazarlarımız; İslam’ı hedeflememiş hatta tehtit olarak görenlerin çizgisine geldiklerini göremediler.

Kartel gazetelerinde bir yazarın politika yada ergenekon üzerine yazdığı yazıların aynı benzerlerini İslamcı olarak bilinen yazarlarımız da uygulamaya başladılar.

Bir Hürriyet/Radikal/Milliyet yazarları ile Vakit/Yeni Şafak/ Zaman yazarlarının makalelerinde, içerik olarak; yazılan konular bağlamında önemli bir ayrışım; bakış açısı farkı hızla ortadan kalktı.
Oysa 80 öncesi İslami camiaya mensup kalemşörler; toplumsal hayatı köşelerinde analiz ederken, her paragrafta, referanslarının İslami kriterler olduğu hemen gözlenebiliridi.
Bugünü, dünden (Peygamber Sallahu Aleyhi Vesellem kaynağından) aldıkları mesajlarla irdeleyip yorumlarlardı.

Değişen dünyada, İslamcı tabir edilen yazarlar da bu değişime (farkında olmadan) ayak uydurdular.Politize olmanın verdiği kolay yazılarla günü savdılar.
Oysa İslamcı etiketi ile bilinmenin sorumluluğu, karşı olunan düzene kurbağanın canlı canlı kazanda piştiğini anlamaması gibi olmamalıydı.

Yakın tarihte bir Amerikan düşünce kuruluşunun bir stratejisi vardı.İslamcı kesimi, düzen dışına itmek yerine, parlamento çatısı içinde entegre hale getirerek asimilasyona tabi tutmak.Canlı kurbağa gibi kazanda, ısıtıp, baygınlık döneminden sonra öldürmekti.

Evet, 80’den bu yana Müslümanların böyle bir kazanda ölmelerinin sağlanmasında oldukça kapsamlı bir mesafe aldılar.Tağut, cihad, emr-i bil maruf, nehy-i anil münker gibi ideal/farz olan söylemlerin, yerini politik ve çok kolay olan yazılar aldı.Elbette bu yazılar, fikirlerden kağıda oradan da gazete köşelerine; televizyonlara aktarıldı.
Üzüm (halk) üzüme (aydın bilinen yazarlara, hocalara) bakarak benzeşti.
Kimse artık cuma namazının şartları üzerine kafa patlatıp, yazılar yazmıyor.Onlara AKP/CHP üzerine yazmak daha cazip geliyor!Bunlar kolay yazılar.Hiçbir kaynağı olmasa da, basında 5-6 yazarı okuyup, beyinde kalandan bir makale yazmak çocuk oyuncağı, araya bir de komplo teorileri sıkıştırdın mı, gelsin aybaşında maaş..

AKP hükümetleri ile son yıllarda, sanki İslami düzene geçilmiş gibi, en aşırı İslami kesim bile ılımlıya evrildi.Kalplerde Allah için sevmek ve nefret etme duygusu silindi yada minimum seviyede işlevsiz hala dönüştü.Bu arada İslam dünyası zulme alışarak Allah için nefreti ve sevmeyi unuttu.Filistin'de öldürülen bir Müslümanın haberini çayını yudumlarken, sıradan bir haber gibi izlemek hatta sıkılıp başka kanala geçmek anormal görülmemeye başladı.

Bir ruh kayboldu.Azim ve dava kayboldu.Günü, İslami kıstaslarla değerlendiren yazıları mumla arar olduk.İslam’dan yana aydın bir yazarsın ama, haftada bir gün bile olaylara İslam kıstası ile bakan yazılarını okuyamıyoruz.Eskiden 163'e rağmen yazarak, hapse girmeyi göze alanlar aptal mıydılar?Bir Necip Fazıl rahmetlinin ömrü mahkeme salonlarında ne için geçti?

Bu rejim kazanı içinde ölüme giden bir kurbağa olmuşsun ve bunu fark etmiyorsun.Varsa yoksa şu parti bu parti, ergenekon çetesi..Onları yazarken de olaya nasıl bir İslami tavır/duruşla bakılması gerektiğinin ipuçlarını da veremiyorsun.

Can kurtulmadan cihan kurtulmaz.Bilgisayarına yazmak için geçince hemen politize olmuş bir kimlikle döktürüyorsun.Bunlar da olmalı ama ölçü kaçmış bir kere..Ve bunlar, İslam mihenk taşı olarak merkezde olarak yapılmalı.Leyleğin ömrü gibi lak lak..Baykal şunu dedi, Tayip ona şöyle cevap verdi..Rasulullah Sallahu Aleyhi Vesellem bu gibi durumlar için neler buyurdu; ashabı, hakiki öncüler neler yaparlardı, konuya uygun bir ayetin tefsiri ile günümüze yansıması nasıldır ? Bizlerin bu cendere içindeki Müslüman kimliğimizle duruşumuz; fikriyatımız nasıl olmalıdırın esamesi bile yok.

Müthiş bir sapma, asimilasyon var ve çok değerli zaman zayiatı. ‘’ya hayır söyle yada sus’’ prensibine uymayan vıcık vıcık polititize yazılar! Günü, İslama giderek/danışarak yorumlayanların sayısı yok denecek kadar az.Sorarsan İslami gazete yada TV kanalı..
Sonuç olarak yazım dünyasında da istifade edilecek, zaman verilecek saygın Müslüman yazarlar, toplumun fikir inşaasında öncülük görevini unuttular.

*İnşallah bu yazıyı bir yerlere göndeririz de, ikaz görevimizi ve beklentimizi yerine getirmiş oluruz.

* İslamcı yazarlar İslam'ı merkeze alarak yazamıyorlar.Elbette istisna değerlerimizi bu genellemenin dışında tuttuğumuz bilinmelidir.

MuslimChannels: Alternatif Youtube

ABD’de Amerika-İslam İlişkileri Konseyi, video paylaşım sitesi Yotube’a karşı alternatif bir video paylaşım sitesi kurdu. www.MuslimChannels.tv ismiyle kurulan video paylaşım sitesinde, İslam’la ilgili bilgilendirici videoların yanı sıra, belgeseller ve TV programları yer alıyor. (habervaktim.com)

21 Temmuz 2008 Pazartesi

kelebeğin ömrü..

İnsan bazen hüzünlü olur, bir acı demirler hayatınıza ve öylece kalır yüreğinizin sahilinde! Aslında böyle zamanlarımda kendimi toparlayıp bir şeyler karalayamam, fikir dağınık, imla her zamankinden daha kötü. Ama olsun burası benim inzivam değil mi, kime ne değil mi hatalarımdan..
Şu sıralar kelebekleri, ipek böceği konularını okuyorum.Ne çok cahilim Ya Rabb..Öğrenmenin sonu yok! Çocukken mahallede kozasındaki tırtıllarla uğraşırdık. Ben haylaz bir çocukluk geçirmedim. Öyle sinek kanadı koparıp, Çin işkencesi yapanlardan değildim. Tırtılları yaprakla beslediğimizi hatırlıyorum. Ne zaman kelebek olup uçacaklar diye hergün nöbetteydim..

Kendi kozalarını örerlerdi hayal meyal hatırlıyorum.Sonra kendi vücudunun etrafını örüyor ve derken tırtıl olarak girdiği dünyadan kelebek olarak uçup gidiyor..Ve oldum olası kelebekleri çok sevdim.

Ben de kendi bedenimi bazen tırtıla benzetiyorum! Birgün, bir an gelecek ve kelebek (ruh) olarak uçup gideceğim..Tırtıl gibi kozamızı kendi bedenimizi örüyoruz yapıp ettiklerimizle..Kendi günlerimizi tüketerek..

Tırtılın yaşam süresi galiba kanatlanan kelebek olduktan sonra çeşidine göre çok daha az oluyormuş.Hatta öyleleri varmışki kelebeklerin, ağız/hortumları bile yokmuş. Zira kelebek olunca çiftleşme görevini nesli için tamamlayıp ve çiçeklerin güzelliğinde uçmaktan sarhoş olsa gerek, acıkmaya zamanı olmadan göçüp gidermiş..Yani bizim kelebek olarak gördüğümüz hali, yaşamının son zamanları!

Sürünen bir tırtıl olmaktan kurtulup, özgürce amacı için uçan bir kelebek midesini düşünmese gerek. Nasılsa tırtılken oburca dut yapraklarını yeterince yemişti..İpek böceği üretimindeki vahşete hiç girmeyeceğim..
Bedenim bir tırtıl, ahirete uçmak üzere olan bir kelebek..Dünya kozasında doymak bilmez nefsimi dut yaprağı misali besledim durdum, belkide tırtıl gibi kabir kozasına konuyoruz, orada kanatlanıyoruz ağırlıklarımızı atarak!
Bazen sorarız ya, şu neden yaratıldı ne faydası var diye..Kelebeklerin faydalarını hiç bilmesek bile bu tefekkür için yaratılmış olmaları bile az şey mi?İpek için kaynar suya atılarak yok olan tırtıllar, geride pahalı ipekler bırakıyorlar.Biz geride ne bırakıyoruz?
Sonbaharda bizi terkeden son kuşlara bakarken neler hissediyoruz?Farketmiyoruz bile şu mekanik yaşamda..! Bir kelebeğin ömrü kadar bile olsa, aşklar yaşadık mı bizi ağlatan?Kelebeğin ömrü kadar da olsa yaşanılanlar, bir ömür boyu iz bıraktı mı, unutulmayan?
Kelebeğin kanatlarındaki desenleri çizene layıkıyla kul olabildik mi? Kainat sarayında bir geçit töreni gibi gözlerimizin önünde arz-ı endam eden yaratılmışlarda O'nun (cc) mührüne nakşına hayran birer aşıklar olabildik mi?
Zerreden kürreye gören bir gönle sahip olamadan kanatlanmak ne acı..
Allah'ı bulamadan dünya kozasını terkediş ne acı..!
Ya günahlarla kabir kozasında kaynamaya terkediliş!

Bugün içimde ayrı bir hüzün, tüm kaybedişler kapıma dizilmiş gibi..Kelebek kelebek uçuşurlarken, duyduğum bir sesle haykırdım kendi kozamda:
Allah merhametini 100'e böldü, yalnız 1'ini dünyaya indirdi. Anne yavrusuna o merhametle bakar, mahlukat o şefkatle birbirini sever..Öyleyse ümitsiz bir kelebek olmak yok dedim kendi kendime. Ne aşk için, ne kulluk için, ne günahlar için..Öyleyse yeni duymuşcasına bu hükmü, ''kurtulduk'' diye içimde haykırdım. Nede olsa imanımız ve aklımız var şükürler olsun.
" gevşemeyin,üzülmeyin,eğer hakikaten inanıyorsanız,muhakkak üstün olan sizsiniz." işte ayet..
Durun bir de şairlik yaparak noktalıyayım, yoruldum, bu kadar yetsin:
''An gelecek, inanmış bir kelebek olarak uçup gideceğim gül kokusu diyarlara..
Görmeseler de gülümseyeceğim, ardımdan ağlayacak dostlara''



20 Temmuz 2008 Pazar

Nefsin izzeti..!


Bağlılarından Rıfat Tandoğan şöyle anlatıyor: Abdülaziz Bekine Hazretlerini görüp, sohbetine devama başladıktan sonra, içimden gelen bir hisle dargın olduğum arkadaş ve akrabalarımla barışmayı düşündüm ve gidip özür dileyip, onlarla barıştım. Diğer taraftan da, "İzzet-i nefsimi ayaklar altına mı alıyorum?" diye de bir düşünceye kapıldım. Hocaefendi'ye bu durumu anlattığımda gülümseyerek:
- Senin nefsinin izzeti var mı? Dediler. Ben de:
- Evet Hocam, izzet-i nefsimiz yok mudur? Dedim. Onun üzerine:
- Nefsin izzeti olur mu? Nefis bir hayvandır, onun izzeti olmaz. Ancak vasfın izzeti olur. Meselâ öğretmenlik, babalık ve hocalık gibi. Ve kim ki vasıflıdır, o izzetlidir" buyurdular.Gülistan dergisi

şükür..

''Ehl-i sünnet itikadını yaymak kimlere nasip olmuşsa, çok şükretsinler, hâllerini bozmasınlar. Allahü teâlâ elimizden alır, başka diyarlara, başka kullarına verir diye çok korksunlar. Bu bir rahmet bulutudur. Gezer, kim ve neresi layıksa oraya rahmetini bırakır.

İnsanlar üç kısımdır:
1- Gıda gibi olanlar, her zaman gerekir.
2- İlaç gibi olanlar, bazen gerekir.
3- Hastalık gibi olanlar. Bunlar gerekmezse de, gelip musallat olur. Bunlardan kurtulmak için, müdara etmek gerekir.''

18 Temmuz 2008 Cuma

Ad kavminin Şeddatı, Amerika'nın Bush'u !

''Kur'an-ı Kerim'de: "Âd (kavmi)ne gelince: Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve "Kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş!.." dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah'ı -ki O, bunlardan pek kuvvetlidir- hiç düşünmediler mi? Onlar bizim mu'cizelerimizi bilerek inkâr ediyorlardı". (el-Fussilet, 41/15) hükmü beyan buyurulmuştur.

Fizikî yapıları hakkında değişik rivâyetler vardır. Fakat gerek boy, gerek fizikî güç olarak, gayet kuvvetli oldukları bilinmektedir. Hz. Âdem (a.s.)'in boyunun altmış zira (arşın) olduğu, Buhârî'de kaydedilen haberlerle sabittir. Kendisinden sonra gelen nesillerin giderek kısaldığını iddia edenler, Âd kavminin boyunun altmış ziradan aşağı olduğunu ifade etmişlerdir. Bazı müfessirler ise, Âd kavminin, boy itibariyle Hz. Âdem'den de büyük olduğu üzerinde durmuşlardır (Kurtubî, XX, 48; Buharî, Enbiyâ, I; İbn Hanbel, II, 3 1 5-325).)'' Yusuf Kerimoğlu

Bilindiği üzere Ad kavminin lideri Şeddat idi. Bugünkü Amerika’nın ve lideri Bush’un kibirli hali ile Şeddat arasında büyük bir benzerlik bulunmaktadır.Esasen Allah Tela düzenine harp açan her despot, kibrini geçici dünyevi gücünden almaktadır.Bu güce güvenle Bush’un haçlı seferlerinin başladığı yönündeki beyanı, kibrin günümüzdeki versiyonundan başka bir şey değildir.

Ad kavmi heykelci bir millet idi ve heykellerine taparardı da. Amerika’daki büyük Hürriyet heykeli ile bu yüzyılda gücüne taparak dünyadaki mazlum müstaz’afların kanlarını acımazsıca döken çağın Şeddat’ı Bush’un; konuşurken vücut dilini iyi okuyan ve ondaki bu kibri, karşısındakini aşağılayan tutumu, ama aslında şaşkın bir geri zekalı olduğunu hemen farkeder.Bu tip herifleri derin danışmaları yönlendirip yönetmektedir.

Ad kavmi uyarıcıları Hud aleyhisselamı dinlememenin ve güçlerine, ekonomik yapılarına; kalkınmış şehirlerine (Bağ-ı İrem) güvenle; kibirlerinin sonucunda, ilahi ikaz olan kuraklığı, tabiat olaylarından saymışlardı. Bu ikazdan bir süre sonra tabiat kanunları diyerek geçiştirdikleri o kanunların sahibi Allah’ın (cc) şiddetli kasırgaları ile acılı, korkulu ölümlerle yok olmuşlardı.

Kader yalnızca birey olarak insanlar için çizilmiş bir Allah Celle Celalüh takdiri değildir. Kader aynı zamanda ülkeler/kavimler içinde kalemini oynatmıştır.Takdir edilen mürekkep kurumuştur.Her şeyin vakti, saati vardır ve kullar aceleci olduklarından ve hikmete karşı çoğu zaman kör olduğumuzdan hemen görüp anlamak nasip olmayabilir.
Tarihte nice imparatorluklar geldi geçti.Nice kavimler geldi geçti.Zalimler mazlumların ahlarında cezalarını gördüler.
Müslümana düşen şartlar ne olursa olsun öncelikle Müslümanca bir duruş ile Müslümanların safında ve hemen sonra mazlumların safında yer almaktır.

Geçmiş kavimler nasıl dün, ulusal çıkarlarını bahane ederek Peygamberlerin tebliğlerine sırt dönmüşlerse bugün de İslam dünyası içinde ve dışındaki tağutlar dünyevi çıkarları ve ideolojileri adına, İslam’a savaş açabilmektedirler.
Müslüman ümitsiz olmayacaktır.Ebreheler orduları yürürken, Rabbim Allah’dır diyenlerin kalbi teslimiyetleri zaferle sonuçlanan dua olacaktır. ''Sabredenleri müjdele'' mealindeki ayetle, dünya hayatının geçici zor günlerinde İslami bilincin sürekli yeni ve taze tutulması en temel davranışımız olmalıdır.
Umarız AKP hükümeti İran konusunda zorba dayatmalarda, zorbalardan yana meyletmeden bir arabuluculuk yapmayı ve İran lehine insiyatif almayı başarır.Allah Teala Müslümanlara şu zor zamanda Müslümanca yaşamayı/duruşu her nefeste nasip eylesin duasıyla..


Bir bardak su İle ne kadar sevap doldurulur? / Feyzullah Birışık


Her cuma Feyzullah Birışık'ın yazılarını http://www.habervaktim.com/ adresinden okumanızı salık veririm. Bugün ''Burun kanatan tövbe'' isimli yazısı var ama ben aşağıdaki yazı ile bu blog sakinlerini haberdar etmek istedim:

‘Salih bir amelin büyüklüğüne ve küçüklüğüne bakmadan ecir avcısı olacaksın. Hayırda yarışta babana bile acıma. Seni geçmelerine hiçbir zaman izin verme. Ecir kazanmak için gözlerini dört aç ve nerede bir ecir kokusu hisseder ve görürsen soluğu orada al’ derdi çeçen topraklarına bir fidan gibi dikilen rahmetli Ebu Huzeyfe…

Ezan okunduğunda bana; ‘linusalli!’ yani ‘namaz kılalım! ‘Derdi… Birçok Müslüman gibi ben de saatime bakıp : ‘daha yeni okundu. İkindiye daha çok var!’ derdim… Hayretler içinde bana bakıp: ‘ Ecir cemaatle namazdadır ahi (kardeşim)!’ derdi…

Ebu Huzeyfe bir mecnun gördüğünde dili hemen harekete geçerdi. Hayırdır? ne okudun? Dediğimde bana: Resulullah (a.s) musibete uğramış birini gördüğünde okumuş olduğu duayı okudum derdi… Belli ki Ebu Huzeyfe nerede ve ne türden ecir varsa tamamına sahip olmak istiyordu… Ebu Huzeyfe tam bir ecir avcısıydı… Dört erkek çocuğunu Allah’a emanet edip çoğumuzun haritada bile zor bulabileceği Ugadin topraklarında Firdevs cennetinin anahtarlarını aramış… 1996 yılında tanıştığımda bundan sonra ne iş yapmayı düşünüyorsun dediğimde gözleri dolup: ‘ çok talebe yetiştirdim ve birçoğu şehid oldu… Şehadetten başka hiçbir şey düşünmüyorum.’dedi…çeçen- Rus savaşının kızıştığı günlerde Türkiye’ye ikinci kez geldiğinde takvim yaprakları x.11,1999’u gösteriyordu… Havaalanında vedalaşırken bana: Yaşım otuz sekiz oldu, artık şehid olalım dediğinde gözlerinin içi gülüyordu adeta… çeçen toprakları usta bir ecir avcısını ağırlıyordu…

İnanıyorum ki orada da boş durmayıp sağ tarafındaki defterini fullemiştir… Firdevs cennetinin bekleme salonu olarak algılanan cihad beldelerinde vakti dolanlar içeri alınırlar… Ebu Huzeyfe’nin de düğün haberi çok kısa bir zaman sonra geldi…16.03.2000 tarihinde şehid oldu… (İnşallah şehiddir.) Rabbim şehadetini kabul etsin… …Bu haftaki yazımda Ebu Huzeyfe’den çıkardığım derslerden sadece birinden bahsetmek istiyorum…

‘ İçeceğin bir bardak suyla bile birçok ecir kazanabilirsin…’ Şehid olmuş (İnşallah şehiddir.) bir mücahidin hayatından alınacak o kadar çok dersler varken neden bir bardak suya takılıyorsun? Diyebilirsiniz... Kısmen katılırım size… Ama sadece kısmen…Elinize içi dolu bir bardak su alın ve o suya bakın… Aklınıza Yermük Savaşında yaralanmış; su, su diye can çekişen sahabeleri getirin… Suyu kana kana içmenin verdiği tadı çok iyi bilmelerine rağmen hemen yanındaki kardeşini tercih etmesi… O sahabenin de suyu içmeyip diğer kardeşine ikram edilmesini istemesi… En ihtiyaç anında bile kardeşini nefsine tercih etmesine vesile olan işte o bir bardak su değil miydi?

Aklınıza Bakara süresinde bahsedilen Talut-Calut kıssasını getirin… Birçoğunun imtihanı kaybetmesine vesile olan yine o bir bardak su değil miydi?Yine aklınıza hadiste bahsedilen zavallı bir kediyi eve hapsedip aç ve susuz bırakan bir kadını getirin… Cehenneme girmesine vesile olan yine o suyu görüyoruz… Ebu Huzeyfe eline bir bardak su aldığında o suyla ne kadar ecir toplarım? Diye düşünürdü… İşi gücü bırakıp akşama kadar su içmiyordu tabiî ki… O ana has sevaplar vardır. Ebu Huzeyfe bunun farkındaydı… Bir bardak suyun içilmesi 3-4 saniyelik bir zaman… ömür kredinizden 3-4 saniye eksilmiş olacak sadece… Bu kısacık zaman diliminde bile sevap kazanabileceğimizi hatırlattı bana…

Bardağa su doldurdum ve o bir bardak suyla ne kadar sevap alabilirim?’i düşünüyorum… 1- Allah resulü (a.s) sağ elini kullanırdı… Ben de sağ elimle dolduruyorum…2- Allah resulü (a.s) sağ eliyle yer içerdi… Ben de sağ elimle bardağı ağzıma götürüyorum…3- Allah Resulü (a.s) içmeden önce ‘ Bismillah’ derdi… Ben de bismillah diyorum...4- Allah Resulü (a.s) üç yudumda içerdi… Ben de üç yudumda içiyorum…5- Allah resulü (a.s) bir sahabenin evinde soğuk su ile hurma yedikten sonra; Vallahi bu nimetlerden sorguya çekileceğiz’ dedi… Ben de içtiğim bu nimetten sorguya çekileceğimi düşünüp gereken şükrümü eda ediyorum… Bana verilen diğer nimetleri düşünmeme yardımcı oluyor bu hadis…6- Allah resulünün; ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını karşılayanın ihtiyacını Allah karşılar.’ Sözünü hatırlıyor, etrafımda susamışlara su ikram ediyorum…7- ‘…Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru !’ (Al-i İmran-191) diyenleri düşünüyorum… O bir bardak suya bakıp ‘ Allah’ım sen bu suyu boşa yaratmadın… Hayatımızın en önemli parçası olan bu suyla yaşıyoruz… Bizlere verdiğin bu ikramın farkındayız… Geciktirdiğimiz teşekkürler için senden özür diliyorum.’ Diyorum...8- ‘’ Görmedin mi Allah gökten su indirdi. Onunla renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık’’ Fatır-27… Allah’ım! Gökten indirttiğin suyu görüyorum… O su, şu an bardağımda… Manav tezgâhında sergilenen bu suyla yerden çıkarttığın her mevsime özel meyveleri de görüyorum… Bunca nimetlere karşı nankör olamam…9- ‘Ya içtiğiniz suya ne dersiniz? Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?’ ( Vakıa-68-70)Gökten indirten de sensin, o suyu tatlı kılanda sensin! O suya dilediğin tadı veren de sensin! Dileseydin tuzlu kılardın, hepimiz helak olurduk! Yaşamımız tamamen senin elinde… Ve biz sana her konuda… İçtiğimiz suda bile Sana muhtacız…10- Denizlerin güneşle buharlaşması, buharlaşan suyun tuzdan ayrılıp bulutlara olan yolculuğu… Yağmurun yağması… Dağların yağmuru sünger gibi çekip depolaması… Belediyenin suyu arıtıp kanallarla musluğumuza kadar getirmesi… Benim sadece musluğu sağa çevirmem bu eşsiz nimetle tanışmama yetiyor… Sana nasıl şükredilmez Allah’ım?!11- Bu yoğun tefekkürle suyumu üç yudumda içip bardağımı masama koyuyorum… 12- Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.( Ankebut-45)

Ebu Huzeyfe yaşıyor olsaydı bana bunları anlatırdı eminim… Bu sıcak yaz aylarında, suyu bu bilinçle içmemiz ve Peygamberimizi adım adım izlememiz duasıyla, Allah’a emanet olun… feyzullahpolen@hotmail.com / Haber Vaktim

17 Temmuz 2008 Perşembe

fikre saygı..?

''..Mesela artık Müslüman kendisini emr-i bi'l-marûf – nehy-i ani'l-münker yapmakla sorumlu addetmiyor, "çoğulcu toplum" modelini önemsiyor, öne çıkarıyor, vurguluyor. Herkese kendi bulunduğu konumda saygı duyma, kim neye inanırsa inansın ve kim neyi inkâr ederse etsin, herkesin fikrini saygıyla karşılama tavrı allanıp pullanıp ambalajlanıyor ve bize bunun aslında İslâm olduğu söyleniyor. Ama bu bir münker ve senin bunu değiştirmen lazım… Hadi diyelim ki gayr-i Müslim kendi hayatını yaşasın, ona o özgürlüğü İslâm vermiş ama bir adam "ben Müslümanım" diyorsa senin münker olduğu çok açık/net olan hususlarda onun yaptığına saygı duyman değil, onu uyarman gerekiyor. Bu hususta sana bir mükellefiyet terettüp ediyor… Bundan bile vazgeçtik… Bunu bile es geçiyoruz ki bu, arızalı bir İslâm algısıdır.'' Ebubekir SİFİL

16 Temmuz 2008 Çarşamba

İslamileşmek üzerine..

Mark Twain : ''İyi kitap okumayan adamın okumuş olması ile okumamış olması arasında bir fark yoktur.'' der.

Hayatı ve kitapları iyi okumak demek, iyi anlamak demektir. Bu blogda kendimce bunu yapmaya çalışıyorum.İnziva içinde inziva anlayacağınız..Bilmek ile anlamak arasındaki ince fark bu. Herkes yaşınca, yaşadığınca bilir. Ama anlamak için daha çok zamana ve nasibe/gayrete ihtiyaç gerekir.

Bazı insanlar vardır, söz gelimi üçyüz sayfalık kitabı iki günde bitirler ve çok da iyi anlarlar, bazıları aynı sürede Hz.Mevlana kuddise sirruh Efendimizin buyurduğu gibi '' İlmin ezbercisi '' olarak beyinlerine pekçok şeyi kaydederler ama ne anladıkları; anlaşılması gerekenin kaçta kaçını anladıkları soru işaretidir. Kimisi de, aynı kitabı bir haftada önemli yerlerini çizerek hatta dipnotlar düşerek (ben de çizer notlar düşerim ama ne kadarını anlıyorum) okur ve belki bu sayede anlaşılması gereken zirve noktasına yakın rakımı yakalar. Beynin algılaması ile alakalı bir nasip işi..

Hayat da böyle..Eğer sürekli aynı hataları tekrarlıyorsak, hayatın ne olup olmadığını biliyoruzdur ama hayatı anlamamışız demektir.Tecrübe, yaşanılanları anlamak, ders almak; iyi olanları adet/huy haline getirmek, kötü olanları/günahları tekrarlamamaktır diyebiliriz. Ne kadar tecrübelerden ders alınmışsa, o derece olgunlaşma süreci başlar.

Kitaplarla hayat arasından bu bakımdan bir benzerlik kurdum.İnsan 17-35 yaşları arasında kendisinden çok emindir ve kendisine/gücüne, fikirlerine çok inanır ve güvenir..35’den sonra yeni bir sorgulama başlar, 40 dönüm noktası olmak zorundadır.

Kitaplarla, dostlar; kaliteli, doğru, az ve iyi seçilmişlerse; hayatı anlamlı ve kaliteli, idrak ederek yaşamak mümkün olacaktır.

40 yaş dedim. İki hadis meali aklımda : "Bir kimse kırk yaşına geldiği halde günahlarına tövbe etmezse, şeytan eli ile onun yüzünü mesheder ve;'Kurban olayım iflah olmayacak bu yüze' der."
Bir diğeri : '' Kırk yaşını geçtiği halde hala şer işleri salih amellerinden fazla olan, nereye gideceğini merak etmesin'' mealinde anlamındaydı..

Zamanın ne kadar değerli ve su gibi aktığı da bu yaşlardan sonra daha iyi anlaşılmaya başlar.
Doğru iman, doğru itikatla mümkündür.Doğru itikat da, ancak ehl-i sünnet ve’l cemaatin nurlu nakil zincirine sadakatle mümkündür.
Bundan sonrası bedenin tamamına İslam’ı nüfus ettirmek meselesidir.Bunu ne kadar çabuk ve önce yaparsak, 40’lı yaşlar (yaşarsak tabi) o denli az rizikolu geçer ümidi hasıl olur.
Hem Allah’ın arzının Müslüman olması, hem beden ülkesinin ruhtan ahvaya, sırdan hafiye..(ne olduklarını bilmiyorum bu letaiflerin, ezbercisiyim hala bu yaşta) İslamın nüfus ettirilmesi hadisesi..Hani tarikatlerde çilehanelerde yapılan, zikirle nefsi tezkiye disiplini..

Ahlak İslamileşecek bir defa..Namazla İslam’ın görünmesi tek başına yetmiyor, hayat namaz olacak..Yani namaz içinde namaz..Hayat namaz disiplininde olacak. Kumara, içkiye, kadına, haksız kazanç ve menfaate namaz içindeki gibi sürekli oruçlu olma şuuru ve iftarı olmayan oruç (nefsle cihad dedikleri) müthiş savaş..
Hayat namazlaşmadıkça, ''vay o namaz kılanlara..'' ayetinin ihtar ve tehditi altında (feliks kulpa) mesut suç ile Rahman’ın huzuruna dikilme cür’etinden de uzaklaşılamayacak..! Nimet cür'et oluyor, buna da dikkat!

Hani yobaz hallerimiz vardır ya, namaz dışında günahlardan bazıları işlenir ve sonra utanmadan ve (zaten fıkhen de mecburi) huzurullaha duruş ve sonunda el açıp ''Allah’ım beni affet, şunu ver bunu ver'' diye dua faslı..Bize bir saat önceki davranışımız sebebiyle belki gazap içinde olanın karşısına çıkışımız ve suçluluk duygusu bile taşımadan ibadetini yapma sahte huzuru, ne mes’ut suç..Onun yeri ayrı, namazın yeri ayrı salak mantığının sonucu !

İslamileşemiyoruz dostlar..İnşallah itikatta evet, buna bağlı imanda evet ama buna bağlı hayat tarzımız da rahatlıkla evet demek kolay değil..Adam Müslüman, ama Müslüman kardeşiyle ticareti kapitalist/liberalistler gibi! Oldu mu? Ve güya sorsan, laikliğe de karşı!! E sen az evvel alış-verişinde İslami davranmadın ve ladini bir ticaretle laikçe kazandın! Sonra ezan okundu, haydi huzurullaha..Peki ‚'' vay o namaz kılanların haline..'' tarzı ayet yalnız münafıklardan Abdullah ibn-i Übeyy'ibn-i Selül, Muğîs b. Kays..vs..gibi isimler için mi indi sanıyoruz..?

Maun suresinin meal ve tefsirini iyi anlamış olsaydık, en azından İslam beldelerinde, öksüzler sahipsiz ve garip; fakirler çok, ihtiyaç sahipleri ilgisiz, bu denli çok olmazdı..Demekki anlamıyoruz. Demekki yalnız ahlakımızı değil, vicdanımı da İslamileştirememişiz!
Vay ve vahlar bize olmasın da kime olsun..Ahh mesut suçla kılınan, kılındığı sanılan namazlarım. Kılmak ne demek, huzura çıkış denseydi ilk defa böyle duysaydık namaz kılmayı, bilincimiz bizi biraz daha farklı yaşamaya sevkederdi.Vicdan ahlaktan önce İslamileşir, laik olmaktan kurtulurdu..

Ezber bir mirasçıyız biz. Kur’an bize bilmez misiniz mi diyor, akletmez misiniz, düşünmez (anlamaz mısınız) diyor ve anlamaz topluluklar yeriliyor..

Allame olsam, bedenimi ruhumu, vicdanımı, ahlakımı İslamileştirememişsem; ciltlerle kitap yazsam neye yarar, okusam neye yarar vebal olur bağlanır boynuma..Şu anda yazarken arada duruyor, tekrar düşünüyorum ve itiraf edeyim kendi kulluk notumu hiç beğenmiyorum. Benim beğenemediğim notumu beni Yaratan nasıl beğenecek, iş kalıyor yine merhametine ve lütfu keremine..Şeytan da disiplinimizi bozmak için zaten kulağımıza hep böyle fısıldayarak bize 30’lu 40’lı yaşları devirttirmedi mi..?

Hayatı ve kitapları doğru seçip, doğru okumalı/yaşamalıyız ve bu hiçbir yaş ve insan için, can tende olduğu sürece imkansız/geç değildir.


Kemalizm adına terör! / Mustafa AKYOL

Ergenekon iddianamesindeki çarpıcı bir nokta, sanıkların hem ‘terör örgütü’ kurmaktan hem de bu işi ‘Atatürkçülük, Kemalizm ideolojilerinin arkasına sığınarak’ yapmaktan suçlanmaları. Bu, Türkiye için yeni bir şey. Bugüne dek terör örgütlerinin solcu, bölücü veya dinci olanlarını görmeye alışmıştık. Ama eğer Ergenekoncular yargılanır ve hüküm giyerse, terörün yelpazesi genişleyecek. Atatürk, Cumhuriyet, laiklik, vatan, bayrak gibi değerler adına da suç işleyen, adam öldüren, demokrasiyi yok etmeye ve ülkeyi kaosa sürüklemeye çalışan insanlar olabileceği ortaya çıkacak. Ve böylece bir anlamda Kemalizm’in şaşmaz-yanılmaz bir yol gösterici değil, aynen diğer ‘izm’ler gibi yanlış yola sapması mümkün bir ideoloji olduğu tescillenecek. ‘Mutlak doğru tek ideoloji’ yerine, ‘ideolojilerden bir tanesi’ olacaktır. ( tamamı burada )

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Dünya nüfusu ve müslüman nüfusu / Mahmut Toptaş

Yazılı metinlerden öğrendiğimize göre dünyada ilk nüfus sayımını Sevgili peygamberimiz yaptırmıştır. Miladi 622 yılında yapılan bu sayımdan yedi yüz yıl sonra 14’ncü asırda İskandinavya’da nüfus sayımı yapılabilmiş.
Sevgili peygamberimizin Medine’ye hicretinin ilk yılında yaptığı işlerin başında Müslüman nüfusun sayımını yaptırmasıdır. (Buhari’nin Sahihi’nde Cihad bab 177, hadis no 2895’de sahabe sayısının bin beş yüz olduğu, bir rivayete göre altı yüz ile yedi yüz arasında olduğu bildirilirken, Müslim, İman bab 67, hadis 149’da altı yüz ile yedi yüz arasında olduğu haber veriliyor.)
Kafir sayısını öğrenmek yerine Müslüman sayısını öğrenmeyi tercih ediyor.
Sevgili peygamberimiz, Mekke’de İslam’ı yaymaya başladığında tek kişi idi.
Medine’ye hicret ettikten biraz sonra bir rivayete göre 1500 kişiye ulaşmış.
Mekke’nin fethi için gelen eli silah tutan sahabe sayısı on bin.
632 yılında yapılan veda hutbesini dinleyen sahabe sayısı yüz yirmi dört bin. devamı

13 Temmuz 2008 Pazar

nimet ve günah hesabı !

Allah resulü sallahu aleyhi ve sellem efendimiz bir sahabenin evinde soğuk su ile hurma yedikten sonra, buyurdu : '' Vallahi bu nimetlerden sorguya çekileceğiz.''

Mesut Yılmaz :''İslam din olarak daha saldırgan''

Buna benzer sözleri Vatikan Papazından duymuştuk, Salman Rüşdi ve benzerlerinden duymuştuk.Yerli masonlardan mesela Demirel'den de duymuştuk. Hani dinime söven müselman olsa lafına denk; Müslümanlığı hristiyanlara şikayet etmek..Garip olan M.Yılmaz'ın bu nasipsiz sözüne ilk karşı çıkan Lagendijk oldu.Her nefs ölümü tadacaktır.

''..Lagendijk toplantıda Yılmaz ile Türkiye ve laikliklik üzerine tartıştıklarını anlatarak Yılmaz'ın kendisine şunları anlattığını söyledi: “Yılmaz, ‘Müslüman ve Hristiyan ülkelerdeki laiklik farklı. Hristiyan ülkelerde saldırgan laiklik konusunda haklı olabilirsiniz ama biz müslüman ülkelerde yaşayanlar laiklik konusunda daha saldırgan olmalıyız, çünkü İslam din olarak daha saldırgan. Bu konuda daha sert olmalısınız, çünkü elini verirsen, tüm kolunu isterler’ dedi.” Yılmaz’ın sözlerine katılmadığını ifade eden KPK eşbaşkanı, “Artık 1923’lerin Türkiye’sinden bahsetmiyoruz, modern Türkiye laiklik anlayışında hafif değişiklikler yapmak için yeterince güçlü ve yeterince laik. Avrupa’da pekçok kişi Türkiye’nin reformlar çerçevesinde farklı bir laiklik anlayışına girmesi gerektiği görüşünde ve AB bu sürecin kontrolden çıkmaması için en büyük garanti” diye konuştu.

12 Temmuz 2008 Cumartesi

5 YTL için boğazını kestiler

''OSMANİYE (İHA) Sabah namazını camide kılmak için evinden çıkan Mustafa Bilir'in (55) yolu, Uzun Çarşı'da kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce kesildi. Kesici aletle Bilir'in boğazını kesen kişi ya da kişiler, yaşlı adamın cebinde bulunan 5 YTL'yi aldı. Yaralının hayati tehlikesi bulunurken....''

Buradan (dışardan) kuşbakışı bakınca, Türkiye ne kadar korkunç bir ülke oldu.Vahşet, acımasızlık, merhametsizlik, sevgisizlik hat safhada. İnsanın değeri yok, saygı tükenmiş..Laik ahlak geliştirme çabasında olanlar ne kadar övünseler azdır.Haberde geçen Mustafa amca belki bu satırlar yazılırken şehit olacak. Ben ne zaman memlekete izne gitsem, gönül rahatlığı yerine, az-çok bir tedirginlikle bir yerden bir yere giderim. Korkunç insanlar yurdu oldu aziz vatanım.

10 Temmuz 2008 Perşembe

Mevdudi

Mevdudi : (1903-1979) Teymiyye'ye kara sevdalıdır.Cemaat-ül İslamiyye adlı bir fırka(parti) kurdu.Partinin başına geçti. 300 mebus çıkaracağını iddia etmişse de, ancak 4 mebus çıkarabilmiştir.Hayalperest, ütopyacı, siyasi maceralar peşinde koşan birisiydi.[1]

Siyasi düşüncelerini İslam olarak tanıttı.Merhum Necip Fazıl O'na MeRdudi der."Liseden ayrılma olarak, bir gazetede çalışmaya başladı".[2] Mevdudi, iyi bir kalem gücüne sahip olarak, vaktini ehl-i sünnet ve'l cemaata saldırarak geçirmiştir.Gördüğü sert tepki üzerine yazılarının ikinci baskılarını yumuşatmak zorunda kalmıştır.Mevdudi'ye göre İslam bir felsefedir, nice şer'i ölçüler değiştirilebilir.

Mezhepler birleştirilmelidir.Yazılarında dört mezhebi birbirine garazlı ve düşmanca mücadele ediyorlarmış gibi gösterir."Sana nasıl geliyorsa öyledir" hesabı ile her zaman ve her türlü ictihada yer verir."İslam'da Cihad" adlı kitabı yüzünden galeyana gelen birçok müslüman idam edildi.1953 ve 1964'de sapık bir ihtilalci olarak hapis yattı.Derken vehhabi oldu.Vehhabilere bile giran gelen fikirleri yüzünden muhakeme olundu. İmam-ı Gazali hazretlerine de çatar. Mezhepsizdir.İngilizce ve arapçası az ve yetersiz olduğundan kitaplarını talebesi, arapça olarak urduca'dan çevirmiştir. (Bu nokta da da biraz düşününüz, arapçayı ana dili gibi, tüm kurallarına vakıf olarak bilmeyen biri, tefsir ismiyle kitap kaleme alıyor.Çoğu kez urducaya çevrilmiş meal ve tefsirlere bakarak güya Kur’an-ı Kerimi tefsir ettiğini sanıyor!Sonra da birileri bu kara fikirli, ilim kadri bilmez adamı imam sıfatı ile anıyorlar! )Rafizi dostu olan Mevdudi, imanın şartlarından olan "kaderi" yazmamakla, imanın şartların 5'e düşürmüştür.[3]

İslam'da ihya hareketleri kitabında: "İslamı ihya ve ahlak ruhunu ortaya çıkarmak ve tortuları temizlemek ancak İbn-i Teymiyye'ye nasip oldu." (sh:64) diyerek gelmiş geçmiş cümle alimleri karalamıştır ve yok saymıştır. "Benim nazarımda bütün insanlar eşittir, bizden olsun veya olmasın." cümleleri ona aittir (Hilafet ve saltanat kitabı)..Yine sh:135'de Hz.Osman efendimizin İslamın ne olduğunu bilmediğini ima için, İslam memleketler feth etmek değildir diyebilmiştir.(Sh:141-146) da: "Hz.Osman'nın siyaseti hatalı idi. Ali, Osman'ı temize çıkardı" diyebilecek kadar nasipsizlik kuyusuna düşmüştür. Hz.Osman (RA) efendimiz bir suç, kabahat mi işledi ki, Hz.Ali efendimiz (RA) O'nu temize çıkarsın, hatalarını örtsün. Alim olsa, zaten ashab-ı kiram hakkındaki nebevi ölçüleri bilir ve ona göre dilini/kalemini oynatırdı. Korkunç bir cür'etkarlık.

İçtihad her devirde lazımdır, bir mezhebe uymasa bile, yeni hükümler çıkarmak lazımdır, diyen hevasını putlaştıran bu adamı müctehid olarak görenlere yalnız acınır ve onun tefsir diye anılan kitabını kaynak olarak verenlere de ancak şaşılır!

[1] Gümüşhanevi, Ehl-i S.Akaidi; M.Ş.Eygi, tenbih ve ihtar başlığı, , sh: 8
[2] Mevdudi, İslamın Çağrısı, Birleşik yayıncılık; Hayatı başlığı, sh: 9
[3] N.Fazıl; Doğru Yolun Sapık Kolları

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Tasavvuf hayatımızın neresinde ? / Murat Hafızoğlu

'' Kalbini huşua alıştırmamış kimseler için esasen namazda huşulu olmak mümkün değildir. Hayatının diğer alanlarında huşua yabancı kalmış bir kimsenin, kalbini huşua alıştırması, dolayısıyla namazda da huşulu olması imkânsızdır.

..........................

Tasavvuf temelde “kalp” ile ilgilenir; kalbî hastalıkların tedavisini amaçlar; her bir hastalığın diğerleriyle ilişkisini dikkatimize sunar. İstikamet, amelde kemal ve imanda yakîn hep kalpte olup biten hususlar olduğuna göre, Tasavvuf’tan bahsettiğimizde bunları kasdetmiş oluyoruz.
O halde Tasavvuf’un hayatımıza etkisi ne kadar yaygın ve derin ise, müslüman birey olarak, “komşu” olarak, “eş” olarak, “ebeveyn” olarak, “işçi” veya “işveren” olarak... kıymetimizin de o kadar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kur’an’da Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e hitaben “Sana yakîn (ölüm) gelene kadar Rabbine ibadete devam et.” (Hicr, 99) buyurulmuştur. Elbette bu, sadece O’na değil, O’nun yüce şahsında bütün Ümmet’e yönelik olan ve nefes aldığımız sürece uymamız gereken bir ilâhî talimattır.
Buradan bir sonuca daha ulaşıyoruz: Nefsin arzu ve ihtiraslarının, şeytanın hile ve desiselerinin hayatımızın sadece belli alanlarında kendisini gösterdiğini söyleyemeyeceğimize göre, bu iki düşmanla mücadelemizin hayatın her alanında sürdürülmesi gerekmektedir.

Barışı olmayan cenk

Cüneyd-i Bağdâdî k.s. Hazretleri’nin, “barışı olmayan manevî bir cenktir” şeklindeki tarifini esas aldığımızda, Tasavvuf’un, hayatın her alanında her an var olması gereken bir “mücahede” olduğu gerçeğini daha bir yakından idrak ediyoruz. Yaşadığımız sürece ne nefsin arzu, ihtiras ve taleplerinin sonu gelecek, ne de bizim bunları dizginlemek için göstereceğimiz azim ve irade son bulacaktır! '' (yazının tamamını buradan okumak gerek)

8 Temmuz 2008 Salı

Kalbin Hakikati /İmam-ı Gazali kuddise sirruh

Ruhun hakikatinin mahiyetini, ona mahsus sıfatların neler olduğunu bildirmeye dinimiz müsaade etmiyor. Bunun için Allah'ın Resulü (sallâllahü aleyhi ve sellem) bunu açıklamadı. Nitekim, Allahü Teâlâ Peygamberimize (s.a.) buyurdu: «Ve, sana rûhdan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabbimin emrindendir» (1).
Bundan fazlasını söylemeye izin yoktur. Ruh, Allahü Teâlâ'ya, ait şeylerdendir ve âlem-i emirdendir. O âlemden gelmiştir: «Biliniz ki, halk [yaratma] ve emir O'nundur» (2), buyuruldu.
Âlem-i halk başkadır, âlem-i emr başkadır, ölçülebilen, sayılabilen ve boyutları olan her şeye âlem-i halk denir. Halk kelimesinin lügatta asıl mânâsı ölçmektir. Halbuki insanın kalbinin ölçüsü ve sayısı olmaz.
Bunun içindir ki, bölünmeyi kabul etmez. Eğer bölünebilseydi, bir tarafında bir şeyi bilmemek, diğer tarafında aynı şeyi bilmek caiz olurdu. Böylece, bir anda hem âlim, hem de cahil olmuş olurdu. Bu ise imkânsızdır! Bölünme ve ölçü kendisine yanaşamadığı hâlde, bu ruh, mahlûktur, yaratıktır. Takdir, yaratmak mânâsına geldiği gibi, halk kelimesi de yaratmak mânâsına gelir. O hâlde, bu mânâda yaratıktır. Diğer mânâda ise, âlem-i emirdendir. Çünkü, âlem-i emirdeki şeyler, boyut ve ölçü kabul etmez.
O hâlde, ruha kadîm [ezeli] diyenler yanılıyor. A'raz [sıfat] diyenler de yanılıyor. Çünkü, a'razın kıyamı [ayakta durması, varlığı] kendi ile değil, tâbi olma seklindedir. Ruh ise, insanın aslıdır. Bütün kalıp, ona uymaktadır. Nasıl a'raz olabilir?
Ruha cisimdir diyenler de yanılıyor. Zira cisim, bölünebilir. Ruh ise bölünemez. Ama başka bir şey daha vardır ki, ona da ruh [can] derler. O bölünebilir. Belki o hayvanların ruhu olabilir. Fakat bizim kalb dediğimiz ruh, Allahü Teâlâ'yı tanımak, bilmek yeridir. Hayvanlarda bu yoktur. Bu, ne cisim, ne a’razdır, belki melek cevherlerinden bir cevherdir. Onun hakikatini bilmek zordur. Onu şerh etmeye [açıklamaya], uzun anlatmaya da izin yoktur. Başlangıçta bunu bilmeye hacet de yoktur. Başlangıçta tutulacak din yolu mücâhededir [nefis mücadelesidir].
Bir kimse şartlarına uyarak mücâhede yaparsa, bu marifet kendiliğinden hâsıl olur. Kimseden dinlemesine lüzum kalmaz. Bu marifet Allahü Teâlâ'nın buyurduğu şu hidâyet cümlesindendir: «Rızâmızı isteyip, zahir ve bâtın düşmanlarla cihâd edenlere cennetlerimize kavuşma yollarını hidâyet ederiz» (3). Mücâhedesini henüz tamamlamayanla, ruhun hakikati hakkında konuşmak doğru olmaz. Fakat mücâhededen önce, kalbin askerini bilmek lâzımdır. Zira kalb askerini tanımayan, (nefsiyle) cihad edemez.
(1) 17 - İsrâ: 85.(2) 7 - A'râf: 54.(3) 29 – Ankebût: 69. Kimya-i Saadet kitabından

7 Temmuz 2008 Pazartesi

EBUBEKİR SİFİL İLE MÜLAKAT-4 “İLİM ÜRETEMEDİK, MEVCUDU TÜKETİYORUZ"


- Şimdi işin ilim dünyası, ilim adamı boyutu var. Yine, dünyada yaşanan bir İslami pratik var İslam ülkeleri için. İslam ülkelerindeki farklı coğrafyalarda yaşanan İslamî pratikler çoğu zaman birbirinden farklı farklı. İslamî hareketler var. İslamî hizmet yaptığını söyleyen çalışmalar, gruplar var. Bunları teorik olarak destekleyen İslamî düşünceler var. Özellikle yakın dönem için, geçmiş az çok tartışılıyor konuşuluyor vs. Yakın dönemde ortalık biraz daha bulanık gibi. Diğer ülkeleri de bir kenara bırakalım isterseniz, Türkiye’de yaşanan Müslümanlık bağlamında, yakın dönemde yaşanan gelişmeler, bizim serüvenimiz, gidiş noktamızı nasıl buluyorsunuz? Bir de bununla bağlantılı olarak, bir yerelleşme olgusu var; yerel özelliklerin bir harekete, düşünceye yansıması. Yani biraz somutlaştırırsak, mesela 12 Eylül sonrasında İslamî camia genelde tercüme eserlerden besleniyordu. İşte Suriye, Mısır, Pakistan vs. zaman içinde bundan kaynaklanan bazı sıkıntılar da yaşadık. Yani bizim topraklarımızda yeşermeyen ağacın meyvesi bizi biraz rahatsız etti. Yani rahatsız etti derken, Kuran ve sünnet ölçüsünde değil, onun ötesinde pratik açıdan söylüyorum. Bütün bunları da içine alan bir değerlendirme yapar mısınız?

- Aslında İslam dünyasının dününü konuşurken biz farkında olalım ya da olmayalım Osmanlıyı konuşmuş oluyoruz. Ya da İslam dünyasının dününü konuşmak için, Osmanlıyı konuşmak lazım. Dolayısıyla bugünü konuşmak için de bizim, Osmanlıdan hareketle bugünü okuma tarzı üzerinde konuşmamız gerekiyor. Belki bugüne kadar yapmadığımız ama yapılması behemehal gerekli olan şey buydu. Bugün biz farkında olmasak da bizi yeryüzünde önemli kılan, Osmanlıdan bize kalan ilmî miras, medeniyet ufku, dünya görüşü ve pratik tecrübelerdir.
Afganistan, Bosna, Kuzey Afrika, Suudi Arabistan, Mısır değil ama Türkiye, ama Anadolu ama İstanbul. Bizi önemli kılan budur. Çünkü tarihte ortaya konmuş, yaşatılmış bihakkın temsil edilmiş bir tecrübe var.
O az önce sözünü ettiğim kırılma noktasını yaşadığımız tarihten bu yana biz, tabii olarak, kendimizi bulmak için deneme yanılma yöntemine başvurduğumuzdan dolayı bir takım sıkıntılara düştük, halen düşüyoruz. El yordamıyla yapıyoruz bunu çünkü. Mesela henüz, Osmanlıca arşivleri, el yazması eserleri okuyabilecek nitelikte, çapta, yeterlilikte insanımız son derece sınırlı. Türkiye’nin, bizim geçmişimize, dünyanın geçmişine, bu coğrafyanın geçmişine, dolayısıyla geleceğine ışık tutacak bir birikimi var ve bu birikim kütüphanelerde yatıyor. Bu birikimi değerlendirecek, arayacak, bulacak, ortaya çıkaracak insanımız, kadromuz yok.
Bizim, İslam anlayışımızı bir süre tercüme eserlere bina etmemizin sebebi de budur. Fakat hani böyle kökü kesilmiş bir ağacın üzerinden ince bir dal çıkması gibi günümüzde bazı büyük şahsiyetlerin, bazı fedakâr, feragatli insanların ismi etrafında kümelenmiş cemaatçikler vardır ya, onlar gibi adını ihya etmemiz gereken, belki adına dernekler kurup faaliyetlerine gitmemiz gereken pek çok ilim adamımız var. Bunların yaptığı araştırmalar, bunların temsil ettiği çizgi bize bugün yerli İslam anlayışının nasıl olması gerektiğini, bugünün problemlerine yerli bir çözümün nasıl üretilebileceğini göstermesi bakımından önemli olabilir. Ama biz maalesef bunu çok ideal biçimde, arzu edilir biçimde bugüne kadar yapamadık. Yaptıklarımız oldu. İşte Bediüzzaman merhumun ismi etrafında bir kümelenme oldu. Fakat o kümelenme daha ziyade onu tüketmek tarzında gelişti. Faaliyet gösterdi. Onu üretemedi. Oysa o kendisinin üretilmesini isteyen birisiydi. “Benim her söylediğimi olduğu gibi kabul etmeyin, mihenge vurun! Ola ki benim söylediklerim arasında da yanlışlar vardır” diyen birisi. Ama Bediüzzaman’ın böyle söylediği eseri bile şerh edilirken burada hata yapmıştır denmedi. Bize göre hatalıdır denmedi. Neden? Çünkü o her söylediğini her yazdığını ilhamla söyler, vahiyle söyler, yanılmaz. Asla Edille-i Erba’ya aykırı bir tek kelimesi bile yoktur, diye düşünüldü. Bediüzzaman merhum diyor ki ben hata yapabilirim, mihenge vurun öyle alın. Şimdi biz diyoruz ki hatasızdır. Bu bir örnek. Bu Süleyman Efendi merhumun ismi etrafında da yapıldı. Başka şeylerde de yapıldı. Tüketildi yani. Üretilmedi. Oysa, Osmanlı’nın son dönemlerinde yetişen ilmî kadronun şöyle bir özelliği var: Bunlar Osmanlı’nın modernizmle hesaplaştığı, yüzleştiği, karşılaştığı kritik zaman diliminde yaşamış insanlar. Dolayısıyla bunların düne ilişkin yorumları bugüne ilişkin cevapları bizim için hayatî önem ifade eder. Bunlar arasında Mustafa Sabri Efendi var, Zahid el-Kevseri var, Ahıskalı Ali Haydar Efendi var, Ahmet Cevdet Paşa var. Pek çok isim var. Yine Elmalılı Hamdi Yazır var, Bediüzzaman var. Bunlar yaşadıkları döneme hem entelektüel birikimleriyle, hem ilmi vukûfiyetleriyle, hem bürokratik kişilikleriyle damgasını vurmuş insanlar. Biz bunları yeterince değerlendiremiyoruz, tanımıyoruz maalesef.

Yerli bir İslam anlayışı ve yerli çözümler bu toprakların yetiştirdiği insanların tanınmasıyla mümkün olabilecektir. Biz bunu belki tasavvufi hareketlerle sınırlı olarak yaptık bugüne kadar. Belli bir fonksiyon da icra ettiler doğrusu. Ama bunu ilmî, entelektüel seviyede mutlaka yaymamız lazım. Öbür hareketlerden istifade edilemez mi? Elbette ki edilir. Mesela bu bağlamda az önce sözünü ettiğim Pakistan’da yaşayan bir gelenek var. Halen orada Kütüb-i Sitte’ye şerhler yazılıyor, Kuran tefsirleri yazılıyor. Bunlar çok önemli, hatta hadisle ilgili yeni yeni tasnif çalışmaları yapılıyor. İşte Kandehlevi’nin Hayatüs-Sahabe’si bir örnektir. Buna benzer daha pek çok örnek var. Dolayısıyla bugün mesela Türkiye’de herhangi bir hadis kitabını yetkin biçimde şerh edebilecek âliminiz yoksa yapılmış çalışmalardan istifade etmek zorundasınız. Buhari bugüne ne söyler, Buhari’de yer alan hadislerden hareketle bugüne ne söyleyebiliriz? Bunun cevabını belki bugün biz burada sınırlı olarak tercümesinde, şerhinde bulabiliriz ama daha yetkin biçimini de Pakistan’da bulabiliriz. Bunun gibi kelam sahasında, fıkıh sahasında ve daha birçok sahada orada çalışmalar var. Burada da olmalı. Burada da olmasının temel şartı, devam etmekte olan bir gelenektir. Bir sistem işi bu. Ve mutlak surette üniversite tarzı modern eğitim sisteminin dışında bire bir hoca-talebe ilişkisine dayanan ve uzun süreçleri kapsayan bir sistemdir bu. Böyle bir sistemle olmalıdır. Çünkü talebe hocasından sadece kuru kuruya nakilleri almıyor. Aynı zamanda bir tavır alıyor, bir edeb alıyor, bir ahlak alıyor, sözlü yorum alıyor. Dolayısıyla bu kartopu gibi yuvarlandıkça büyüyen bir süreç halinde kendisini sürekli geliştirerek devam ediyor. Ve son bir şey, bu işin başlangıcı mutlak surette hiçbir beklentisi olmayan, bugün bana ne getirir diye değil, bugünden elli yüz sene sonrasına ne getirir diye bakan bir anlayışla bu yola çıkılması lazım. Maalesef Türkiye’de şöyle bir handikap oluştu: Diyelim ki herhangi bir vakfa herhangi bir finans kaynağına gidiyorsunuz proje sunuyorsunuz, bugünden yarına bu bana ne getir diye bakıyor.
Mesela, bugünün ilmi faaliyetleri arasında diyelim ki akademik sistemde bir öğretim üyesi genellikle, ortalamayı söyleyelim -Türkiye’de bunun çok fazla istisnası var çünkü- senede iki üç ilmi araştırması yayınlanmazsa çok muteber birisi değildir. Bazı akademik sistemler Batı’da onu dışarı atar. Türkiye’de işler böyle yürümüyor ama olması gereken budur. Modernist sistemin kendi iç tutarlılığı bakımından. Bizde nasıldır? Bizde habire ürün vereceğim diye kendisini paralayan insan tipi yoktur. Önce bulunduğu yeri bilen, edebini bilen, ukalalık etmeyen, talebelik eden insan tipi vardır. Ondan sonra bu öğrendiklerini, ilmi bir emanet olarak görüp bunları, Allah rızası için, daha sonraki kuşaklara aktaran, bu hassasiyeti gösteren insan tipi...
Pek çok akademik faaliyete katıldık hasbelkader. Gördük, adam ben yeni bir şey söylemeliyim derdiyle kıvranıyor. İnsanların söylediğinden farklı bir şey söylemeliyim, bu beni farklı yapmalı. Böyle bir sıkıntıyla kıvranıyor ve saçmalıyor o zaman. Olmadık şeyler söylüyor. Bu olmamalı. Önce edeb, önce talebelik. İşte hocasının yanında herhangi bir konuda fetva vermekten imtina eden bir talebe. Ki bunun temeli Efendimize dayanır. Bir soru sorulduğu zaman yanındaki bir sahabiye, ‘buna cevap ver’ diyor.
- Ya Rasulallah siz buradasınız, nasıl ben cevap veririm.
- Ver, diyor.
Yani böyle bir ahlak, böyle bir yapı. Dolayısıyla Türkiye’nin, müslümanların, ümmetin problemleri bugünden yarına nasıl çözülür gibi bir söylemle hareket ederiz ya, bu çok aldatıcıdır. Çünkü bizim problemimiz bugünden yarına çözülecek gibi değil. Bizim problemlerimiz yapısal problemlerdir. Bu yapısal problemler de elli sene, yüz sene sonrasını projeksiyon yaparak, hedefleri böyle koyarak başarılabilir. Bugünden yarına öngörülmesi gereken budur.
Hocam müstefid olduk. Allah razı olsun. İLKADIM - Kasım 2005

Musa Harun ve dualar konusu..

Değerli Musa Harun kardeş yine güzel bir soruda özetle :
''İbadetlerde sayılarla sınırlama getirmek ne derce doğru, örneğin 4444 defa salavat çekip şu duaları okursan şu isteğin kabul olur gibi..Bu tür sayılar peygamber efendimizden nakledilen sayılar mıdır? Niçin bu tür sınırlamalar ve sayılar bana hiç sıcak gelmiyor? Salih amelle çekilen sayısı bilinmeyen salavat, 4444 adetle sınırlandırılımış salavattan daha değerli değilmidir? 4444 adet salavat çektikten sonra duanın kabul edeceğini kim garanti edebilir ki...4444 adet salavat sadece bir örnek zannedersem bu örnekler bir hayli çoğaltılabilir..vesselam'' diyor..
Adamın biri bir zata gitmiş ve bir derdine bir dua istemiş, o zat da, dua etmiş, adamın derdi geçince; tekrar o zata gelip o duayı rica etmiş. Ama kendisi ne kadar okuduysa muradına erememiş ve sebebini sorunca, o zat: Biz o duayı 30 yıldır okuyoruz, kabulünü çok bekledik, buyurmuş..
Elbette gönülden yapılan dualar, Allah’ın muradına uygun saate denk gelirse ne sayıların nede zamanının önemli olmadığı durumlar da başka bir konu.
Nasıl bir kasayı yada en basit e-mail açmak için doğru şifre girmek gerekiyorsa, sebepler dünyasında da, dualar zikirler belli bir disiplin, düzen içinde tertip edilmiştir.Sanırım sayılar, şifreler hakkında ayet dahi olacaktı ama aklıma gelmedi hangi surede..
Hadislerden bir kısmını bulup aşağıda sundum.
Arapça alfabede bile her harfin rakamsal karşılığı olduğu gerçeği, atomların, fiizik kanununda rakamların yeri bilindiği zaman konuya daha farklı bakılır. Ebced, vefk, cifir gibi mayınlı alanların bile temelini rakamlar, şifreler oluşturur.
Manevi aleme açılan takva/tarikat kapısı dışında, mayınlı alanlar da vardır ve bunlar bahsi geçen ebced, vefk, cifir ilimleridir.Bu yolla başka bir dünya ile irtibat kurulabilmektedir.
Bunun dışında Efendimiz Sallahu Aleyhi Vesellem’den sayılarla okunması istenen pek çok rivayet vardır ve ilk aklıma gelen Sabah namazından sonra 11 defa ihlas okuyan müslümana, Cennette bir burç verilir (ramuz) yada
üç ihlas okuyan Kur’an-ı kerimi hatmetmiş gibi sevap alır buyurduğu meşhur hadislerdir ve hemen her hadis kitabında vardır.
Bunun dışında, sahabe-i kiramın Efendimiz Sallahu Aleyhi Vesellem’den özel aldıkları hediyeler, dualar; daha sonra gelen manevi büyüklerin; manevi yolla alıp, bizlere tavsiye ettikleri sayısız rakamlarla tescilli dualar vardır.
Bu konuda yazılmış kitaplar mevcut. Geniş araştırmaya dayalı kitaplar da güncellenerek yazılsa yeridir.
Kalben her an ettiğimiz dualar başka, bir iş için ısrarımızı gösteren şifresi sayılara hatta zamanlara bağlanmış belli duaları okumak başkadır. Peygamber varisi ulemanın sayılı sure yada tertipledikleri dualara önem vermek bir kazançtır.
Zaman darlığından geç ve kısa yazdım, inşallah maksat hasıl olmuştur.

***

(Her gece kırk âyet okuyan gafillerden yazılmaz.) [Beyheki]
(Şirkten uzak kırk mümin, bir müslümanın cenaze namazını kılarsa, Allahü teâlâ, muhakkak o müminlerin dualarını kabul ederek, o ölüyü affeder.) [Müslim, Ebu Davud]
(Kırk gün içinde bir ilim sohbetinde bulunmayan kimsenin kalbi kararır. Büyük günah işlemeye başlar. Çünkü ilim kalbe hayat verir. İlimsiz ibadet olmaz. İlimsiz ibadetin faydası olmaz!) [Hazanet-ür-rivayat, Müjdeci Mek.]
(Bir âlim, bir şehirden gelip geçse, onun ayak basmasının hürmetine, oradaki kabristandan kırk gün azap kaldırılır.) [R.Nasıhin]
(Kırk gün helal yiyenin kalbini Allahü teâlâ nur ile doldurur. Kalbine, nehirler gibi hikmet akıtır. Dünya sevgisini, kalbinden giderir.) [Ebu Nuaym]
(Lohusa kadın kırk gün geçtiği halde, kan devam ederse, artık özürlü sayılır.) [Hakim]
(İlk tekbire yetişerek, kırk gün cemaatle beş vakit namaz kılana Cennet vacip olur.) [Ebu Ya’la]
(Fal baktıran, falcıya inanmasa da, kırk gün namazı kabul olmaz.) [Müslim](Bir lokma haram yiyenin, kırk gün duası kabul olmaz.) [Taberani]
([Kırklar denilen] Ebdaller kırk kişidir. Bunların bereketi ile düşmana galip gelirsiniz ve beladan kurtulursunuz.) [İbni Asakir]
(Yeryüzünde her zaman kırk [evliya] bulunur. Her biri İbrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. Bunların bereketi ile yağmur yağar.) [Taberani]
(Allahü teâlânın rızası için, helali ve haramı açıklayan, kırk hadisi ümmetime bildiren, âlim olarak haşr olur.) [Ebu Nuaym] (İslam âlimleri, buna uymak için, (Kırk hadis) ismi ile hadis kitapları yazmışlardır.)
(Bir hasta, la ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzâlimin kırk defa okursa, şehit olarak vefat eder. Şifa bulursa, günahları af olur.) (Necat-ül-musalli)
(Kırk yaşını geçtiği halde hayırlı işleri [sevapları], kötü işlerinden [günahlarından] ziyade olmayan kişi, Cehenneme hazırlansın.) [İ.Gazali]
(Kırk yaşına girdiği halde, günahlarına tevbe etmeyenin yüzünü şeytan sıvazlayıp, "Bu artık iflah olmaz" der.) [İ. Gazali]
(Şarap içenin namazı kırk gün kabul olmaz.) [Tirmizi, Nesai]
(Namazı kabul olmaz) demek, namazı boşa gider demek değildir. Namaz borcundan kurtulur, namaz kılmakla kavuşacağı büyük sevaptan mahrum kalır demektir. Namaz kılanın, günahları bırakması kolaylaşır. İçki içen de namaza devam etmelidir.