25 Ağustos 2008 Pazartesi

Biraz ara..!


Gurbetçiyiz nede olsa..Önce Allah (cc)’ın gurbetinde..Sonra cennetinin gurbetinde ve sonra Hz.İnsan olan mürşidlerin yani evliyanın gurbetinde..Vatanın gurbetinde ve sevdiklerimizin..
Hani Türkiye’de bir kısım insanlar biz ‘’alamancı’’lara imrenir ya..Hele içimizde sonradan görmelerin, görmedik hava atıcı ama aslında burada wc temizleyicileri yüzündendir bu imreniş..
Arabaları ile çalımlı ama cahil alamancılar arasında, görmedik; insan kadri bilmeyenlerin arasında, tam bir açıkhava hapishanesindeyim..
Musa Harun kardeşim, ‘’Bir İstanbul aşığı olarak, neden İstanbul’dan ayrısınız’’ demişti de, ben de kader demiştim..O kaderi 20 yıldır yaşayan biri olarak, bundan sonra buralara gelme heveslilerine hemen söyliyeyim ki; Avrupa bir tuzağa düştü..Milli parasını ‘’euro’’ ortak para birimine dönüştürdükten sonra, her ülke vatandaşı kısa zamanda durumu/oyunu farketti ve kendi eski para birimlerini mumla arar oldu..Çünkü topyekun Avrupalı fakirleştik..
Burada durma sebebi maddiyat ise, artık o günlere elveda..
Elveda dedim de, vedaları şu 20 yıllık gurbetçiliğim yüzünden sevemedim.Hatta son yıllarda, buraya dönerken; zamanımı kimselere söylemeden kestirmeden kaçıyorum..
Ben Türkiye’de kaldığım kısa zaman dilimini, dünyaya; burayı da (Avusturya) ahirete benzetirim..Tatil (dünya hayatı) kısacık ve tatlı geçiverir.Uçakla 2 saat sonra uçup (meleklerin ellerinde ) kabre varınca ( yani buraya) ilk gecenin ardından sabah uyanınca: ‘’Ben memlekete gittim mi, o olan bitenleri yaşadım mı’’ demekten kendimi alamam. Hani diyelim ki orada çektiğim resimler, sesler ve getirdiklerim olmasa ve biletim; neredeyse gittiğime inanmıyacağım!
Biz orada (dünyada) bir gün yada bir saat kaldık, diye ahirette tartışanlar gibi.Bir hayali yada mecazen söylersek bir yalanı yaşıyoruz.Hepsi yalan yani geçici ama gerçek olan sağımızda ve solumuzda yazdığımız romanımız!
Can Cenk sakini Dostlarım!
Bahsettiğim vatana yolculuk hazırlıkları aşamasında, bir süre yazmaya ara vermeyi düşünüyorum.Hem zamansılık olabilir hemde hep birlikte kısa bir dinlenmiş oluruz.
Memlekete gitmek nasip olur mu, olunca orada beni ne gibi güzellikler yada hüzünler karşılayacak bunu alemlerin Rabbi takdir etmiştir.
İnşaallah ramazan-ı şerif ayını bayramları görmek yaşamak istiyorum.Puslu olsa da, teravih ve bayram namazında şenlenen sporcu olmayan imam bulursam (yani erkana riayet ederek namazı namaz gibi kıldıran imam) kalabalıklara karışan bir kum tanesi gibi önce Ümmete sallahu aleyhi vesellem, sonra yakın akraba, komşu ve dostlarla kendime; manevi zenginlik, bereket ve feyzli bir iklim diliyorum.
Mevsimlerden ilk ve sonbaharı daha çok sevdim.Birinde diriliş, diğerinde ölümün pastel renkleri var.Hele o sarının tonlarının hüzün şarkıları ile dallarını bir rüzgarla terkederek savruluşları yok mu? Gönlümde hazan, gözümde bir damla yaştır.
Uzattım değil mi? Tamam bir süre yazmaya ara..
Hepinize kazançlı bir Ramazan-ı şerif ve bayram sabahları diliyorum.
Bazen dualarınıza bu mücrimi de katıştırıverin ne olur yani..
Selamun Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuh.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Erbakan'ın kanalı Aydın Doğan'da

''Erbakan'ın kurdurduğu TV5 kanalını Aydın Doğan'ın satın alacağı yönündeki iddilar gerçek oldu. Doğan Grubu, TV5'in yeni sahibi oldu....Doğan Gurubu CNNTÜRK"ü yeniden ulusal yayına çıkarmaya karar verdi.Bunun için ulusal yayın hakkı olan, borç batağındaki TV5"i satın almak için sessiz sedasız harekete geçti.
12 Milyon Dolara Alındı..
Yıllardır doğru dürüst ödenmeyen personel maaşları,ssk prim borçları,yüklü ajans faturalarıyla boğuşan TV5"in kanalı satmaktan başka çaresi kalmadı. Zira borçlar 3 milyon doları aşmıştı.Yayını devam ettirmek imkansız hale gelmişti. Taşıma suyla değirmen artık dönmüyordu. Yapılan pazarlıklar sonucunda kanal Doğan Gurubuna 12 milyon dolara satıldı (haber 7)''

TGRT yayın hayatına başladığı günleri iyi hatırlıyorum..Bana soranlara : çok sevinmeyin umduğunuz gibi olmayacak, dediğimde sebepleri sıralasam da, içten içe ''bu da hiç bir şeyi yeterli görmüyor'' diyerek bana itiraz eden dostlara selam olsun..Sonu nasıl oldu ve kime satıldı biliyoruz.

Sonuç koca bir sıfır idi..Keza Kanal 7 'de gün geldi kiliseli Küçük Ev dizilerine kadar savruldu..

TV5 neden yürümezdi, diye soranlara parti bülteni gibi çalışan Milli Gazete en iyi örnektir. Birgün tesislerini gezdiğim, H.Karakaya ile sohbet ettiğim ve hatta yazılarımın yayınlandığı bu gazetenin ufuk çizgisinde düğümleniyor her şey..

Hizip ve ırkçılık (onlar hemşehricilik derler) yanında, personel maaşları ödenemiyor!Bir kanalı yönetememe acziyeti ayrı bir konu..Asıl soru şu: Müslümanların TV ye ve bu TV.lerde İslami bir kanala ihtiyaçları var mı? Var diyorsak, başka bir soru: Müslümanların böyle bir alt yapıları, yetenekleri, bilgi ve birikimleri var mı? En basit İslami dizi yada filmler ne kadar başarılı ve İslam'a uygun çevrilmektedir?

Kime satılmış, Kartelci diye düşman ilan edilen Doğan grubuna..! Çok sinirlendim, aslında kendimi frenlemesem uzun bir yazı olacak..Ne demişler Erbakan hocam, ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz, değil mi efendim..Benim Müslüman din kardeşlerim, patates dinli TVlere yanaşmayın bundan böyle dersiniz olur biter!

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Mezhep nedir ? ( 3 )

Bir İmam-ı Rabbani hazretleri ikinci bin yılın müceddidi olduğu halde, " fatihasız namaz olmaz" hadisi şerifine rağmen imam arkasında fatiha okumadım.Mezhebden ilhad (çıkmak) olmaktan korktum, mezhepden ilhad dinden ilhada götürür "[1] buyurarak delilsiz, zaruretsiz ve şartlarna riayet etmeksezin mezhebin hükümlerinin dışına çıkmayı böyle vahim görmüştür, hanefi mezhebine titizlikle uymuştur.
Her müctehid aynı zamanda bir müceddiddir, ama her müceddid müçtehid olamayabilir..Müceddid kendisinden önceki müçtehidin mezhebine sonradan giren bid’atları ayıklayıp temizlemekle kalmaz, kendisi de bizzat o müctehidin mezhebi ile hayatını sürdürür.

Mürşid-i kâmil olan zatların da bir müctehidi, mezhebi taklid etmeleri vaciptir.Nitekim tasavvuf yolunun büyüklerinden İbrahim b. Ethem, Şakik Belhi, Ma'ruf Kerhi, Ebu Yezid Bestami ve Fudayl b. İyaz; amelde hanefi mezhebini taklid etmişlerdir.[2]

Hazreti Peygamber aleyhisselatü vesselam, İslam'ın başlangıç devrelerinde, ashabını dini konularda bilgilendirmiş ve onlara hüküm çıkarma yollarını öğretmiştir.Öyle ki, altı kişi Efendimizin zamanında fetva verir hale gelmişlerdi. Hazreti Peygamberin refiki ala'ya intikalinden (vefatından) sonra da diğer sahabe bu zatlardan bilgiler almaya devam etmişlerdir.Bu zatların, sahabe ve Tabiin arasında fetva konusunda şöhret kazanmış arkadaşları da vardı.. Mesela bugün okuduğumuz Kıraat İbn-i Mes'ud (RA), İmam Asım (RA) kanalıyla bizlere ulaşmıştır.El İcli'nin anlattığına göre, yanlızca Kufe şehrinde tam binbeşyüz sahabe vardı.[3].

Ebu Hanife efendimiz, fetva ve mezhebinde de yalnız değildi.Hocaların saymıştık. Mezhebinin esaslarını vücuda getirirken, nasıl bir ortam içinde olduğunu bir örnekle belirtmekte fayda vardır. Hatib-i Bağdadi (Rh.a.) demiştir ki: Biz birgün Veki'nin yanındaydık.Adamın biri ona, Ebu Hanife'nin hata ettiğini söyledi.Veki cevaben :'Kıyasta Ebu Yusuf ve Züfer, hadis hıfzında ibn-i Ebu Zaide, Hafs b. Gıyas, Hibban ve Mendel; arab dilinde Kasım b.Maan, zühd ve takvada Davud-i Tai ve Fudayl gibi zatlar yanındayken Ebu Hanife nasıl olur da hata edebilir: Meclis ve çevresinde bu gibi zatlar varken, bir kimsenin hata yapması düşünülemez.Çünkü hata yapacak olsa hemen bu zatlar geri çevirirler' demiştir. [4]

Peki mezhep tanımazların imam kabul ettiklerinin yanında hangi ehl-i sünnet heyeti vardı.Olsa olsa, nefs, heva, gurur, kibir ve şeytan aleyhillane'den müteşekkil bir heyetleri vardı.Zira onlar ümmetin icmaından ayrılmışlardır.Bu mezhep tanımazlar icma-ı reddetmekle hak mezhepler topluluğunun görüşlerini kabulden sıyrılmış ve sapık hariciler ve rafizilerle aynı çizgiye gelmiş olurlar.
Kıyasa sırt çevirmek suretiyle ise, bilinen ve alışılagelmiş bulunan illet yollarını ve ictihad kapısını kendi yüzlerine kapatarak; kıyası reddeden harici, rafizi ve zahirilerin yolunu seçmiş olurlar.Bu mezhepsizler ahad haberleri küçümsemekle, sahih hadis kitaplarından muteber kitablardan ve tefsir kitaplarından kurtulmuş oluyorlar. Bu durumda ele de istifade edilecek ne bir cihanşumül (dünya çapında) mucize ve nede şer'i ahkam kalıyor. [5]

Çocuğuna en iyi mütehassıs, uzman doktoru arar bulursun, niye ameliyatı kendin yapmaz yada sıradan bir hekime götürmezsin de, bu işten çok daha önemli dinini nefsine ve hevasına uyan bu işten anlamayan dalalet ehline ısmarlarsın şaşılacak şeydir.Dini inancı, ibadeti aynı olan ehl-i sünnet ve cemaat dediğimiz-bugün mevcut olan dört hak mezheplerin, ayrıntılara ait konulardaki ictihadlarını büyütenler, ilahi muraddan habersiz kişilerdir.Tekrar etmek zorundayız, bunun böyle olacağını Sevgili Peygamberimiz buyurup, bunun "rahmet" kolaylık ve genişlik olacağını müjdelediler.

Temelde hepsi aynıdır.Ayrıntılardaki hususlarda Allah Teala aklın vahye tabi olarak çalışmasını, ictihad etmesini murad etmiştir.Bu, bize aynı zamanda vahye (İslam'a) tabi akla verilen değeri de göstermektedir.Böylelikle kullar, zekalarını, ilahi hikmetleri bulmak için çalıştıracaklardır. Çeşitli diller var.Her dil bir manadır, güzeldir.Her ehl-i sünnetin mezhebinin ictihadı, manadır, güzeldir diye düşünmek gerekir.

Şayet Allah Teala her mes'eleyi kesin hükümlere bağlasa idi, kullara geniş bir saha kalmaz; vahye dayalı ilim sahiplerine ve ictihadlarına da gerek kalmazdı.Son Peygamber, Allah Teala dileseydi, her şeyi en ince ayrıntısına kadar netleştirirdi.Bu mezhepler, Allah'ın biz kullarına merhametidir.Zira mütehassıs, dinde uzman mezhep imamının ictihadları, hatalı bile olsa, alimliğinin yüzü suyuna yine sevap alacak, ona tabi olan halk da bu işten mes'ul olmayacaklardır.[6] Bir konuda çeşitli doğrular, bir menzile giden çeşitli yollara benzer.

İçtihad ve mezheplerle kulların fikren yükselmesi, muhakemelerinin gelişmesi irade buyurulmuştur.[7]

Furuat dediğimiz, ayrıntıların kesin hükümlere bağlanmaması, zaman ve mekana ve şahsa göre meydana gelecek değişikliklerde tek tip tabir edilen, şabloncu yaklaşımın da önünü keser.Zira ikiyüz yıl önceki problem, bugün aynı dininin, aynı mezhebin, bir başka kavli (görüşü) ile çözüme kavuşur.İslam bu yüzden çağlar üstüdür.Çağlar ve zamanlar onun peşinden adeta sürüklenir.Sosyal hayat için, İslam donuk kaideler buyurmaz.Temel meselelerden sonra, ayrıntılar; zaman, yer ve şahsın durumuna göre değişkendir.Bu da fıkıhtır, mezheptir.Mesela haram olan domuz, ölüm derecesinde açlık ve başka bir çare bulamama durumunda, ölmeyecek kadar yeme durumunda mübahtır.Yani haramlılığından doğan günah o kişi için geçici olarak kaldırılmıştır.

Peygamberimiz Sallahu Aleyhi Vesellem bile hakkında nas, ayet bulunmayan meselelerde, ictihadda bulunarak, ümmetine örnek olmuş ve bu hususu ehli için teşvik etmiştir.

Şunu da belirtmekte fayda var:Keşifler iki ana temele dayanır.Bir: Madde planındakiler.Coğrafi keşifler, fen, tıp, kimya uzay, elektronik vs..Bu buluşlar, kainatta gizli iken, Allah Teala'nın takdiri ve kaderi ile zamanı geldiklerinde bulunmuş, keşf edilmişlerdir.İkinci keşif, kendi içinde yine ikiye ayrılır:Zahiri ve Batıni.. Zahiri keşiflere şeriat-ı İslamiyyenin, hakkında tam açıklık olmayan, işaret edilerek, çaba ile bulunması gerekenler, icma-i ümmet ve kıyası fukaha dediğimiz, mezheblerin keşifleri.Batıni keşifler, tasavvufun alanıdır ve sahibi için delildir. Ancak dinin dört kaynağı; Kitap, sünnet, icma ve kıyastan şahidlerle desteklenmesi durumunda makbul olur.

Özetlersek : Bir müctehidin ictihadlarının hepsine mezhep denir. Şeriatı bildiren ilme fıkıh ilmi denir. Fıkıh bilgileri Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas denilen edille-i şer'iyyeden meydana gelir.İtikadda müslümanların 73 fırkaya ayrılacağı ve sadece birisinin fırka-i naciye denilen ehl-i sünnet ve cemaat fırkasının cennete gideceği, dalalet fırkaları denilen Bid'at fırkalarının ise cehenneme gideceği hadis-i şerif hükmünce alimlerimiz tarafından bildirilmiştir.

İtikadda hak mezhep tekdir.İmam Maturidi ve İmam Eş'ari efendilerimizin ictihadları arasında temelde ayrılık yoktur. Zaten itikadda ayrılık olmaz. Tali meselelerde, lafzi anlatım ve inceliklerin dile dökülmesine ehl-i sünnet ve cemaat alimleri müsaade etmişlerdir.Mezhepsizler, bunu da kasıtlı olarak abartmışlar, itikadda mezhebi ikiye üçe çıkartmışlardır.Bunu misallendirirsek : İmam Eş'ari, "Allah-u Teala kullarına gücü yetmeyeceği şeyleri teklif etmesi caizdir" diye ictihadda bulunmuştur. İmam Maturidi ise "caiz değildir" diye ictihadda bulunmuştur.

İmam Eş'ari buyuruyor ki , "Allah Teala kadir-i mutlaktır, dileseydi kullarına gücü yetmeyeceği şeyleri de teklif ederdi.Buna kimse itiraz edemezdi. Ancak gücü yetmeyecek şeyleri teklif etmemiştir. Teklif etmediğini de bildirmiştir." İmam Maturidi ise madem Allah Teala kullara gücü yetmeyeceği işleri teklif etmemiştir. Bunu da ayet-i kerime ile bildirmiştir; bu bakımdan kullara gücü yetmeyeceği işleri teklif etmesi caiz değildir demiştir. Görüldüğü gibi bu ictihadlardaki farklılık, "teklif etseydi, kimse karışamazdı" inceliğinden kaynaklanmaktadır. Teklif ve kulluk meselesinde ise ihtilaf göstermek mümkün değildir.

Yine İmam-ı Eş'ari, "Allah Teala'nın fiilleri için sebep aranmaz" buyururken, İmam Maturidi "Allah Teala'nın fiillerinin bir hikmeti vardır" buyurmaktadır. Birinde "Fiillerinde sebep aranmaz, yaptıklarının hikmetinden sual olunmaz..."; diğerinde "fiillerin bir hikmeti vardır" ictihadı esas alınmıştır. İmam Eş'ari (rh.a.)" Peygamberlik için erkeklik şart değildir" diye buyururken, İmam Maturidu (rh.a.)"şarttır" diye buyurmuştur. Arada büyük bir fark var gibidir. Oysa İmam Eş'ari "Allah Teala isteseydi, kadından da peygamber gönderirdi, kim ne diyebilirdi, bu bakımdan kadın peygamber göndermesi caizdir", buyururken, İmam-ı Maturidi "Allah Teala kadından peygamber göndermediğini bildirmiştir. Bu bakımdan peygamberin erkek olması şarttır." buyurmuştur.

Allah Tela'nın va'dinden dönmesi, dönmemesi, "dilerse döner", "dönmez"; kâfirler ibadet yapmadıkları için "ayrıca ceza göreceklerdir", "ayrıca görmezler", küfür zaten büyük günahtır, iyiliklerin kafire faydası olmaz, iyiliklerin kafir de olsa faydası, cehennemin tabakalarında azabın derecesinde olacağı şeklinde buna benzer ictihad zenginliklerinden kaynaklanan açılımlar, geniş ufuk turları vardır. Bunların itikadda, inançta, temel meselelerde, mesela Allah celle celalüh'a, iman esaslarına ait farklılıklar olduğunu söylemek mümkün değildir.[8]

Sonuç olarak bizler bir mezhebi taklid ederek, onların dürbünleri ile Allahresulü ve ashabının itikad ve ibadetlerini görüp, iman edip ibadet hayatımızı yaşamaya çalışmaktan memnunuz, vesselam.
[1] Mebde ve Mead risalesi,otuzuncu bölüm.
[2] İbn-i Abidin, Reddül Muhtar.c.I, sh: 68 vd.
[3] Zahid el Kevseri, Mezhebsizlik dinsizliğe köprüdür adlı risalesi
[4] Tarih-i Bağdadi, El Hatibi, c.XIV/247
[5] Ramazan el Buti, Mezhepsizlik İslam Şeriatini Tehdit eden En Tehlikeli Bid’attir,sh:19 vd.
[6] İmam-ı Şafii, er risale
[7] Hukuki İslamiyye Kamusu, Bilmen c.I,sh:319
[8] M.A.Demirbaş, Mezhepsizler, Milli Fikir yayınları. c.II. sh: 363-364

Mezhep nedir ? ( 2 )

Biz eskimez solmaz hep yeni "eskiye" talip ve memnun, sizler son asrın sonradan gelme, gevurdan görmelerine talip. Biz o mübarek altın silsileyi, zinciri bırakacak, akıl, heva putuyla müçtehid, müfessir taslaklarına ve onların dine hiç uymayan görüşlerine uyacağız öyle mi ? Bu dinde reformcular, bu din hırsızları dinimizi ötesinden berisinden kırpacak, çıkaracak, ekleyecekler.Bizleri de bu dalaletlerine uymadığımız için-haşa-kafirlikle itham edecekler..!

Üçüncü olarak bu mezhepsizlerin herbiri kendi aralarında hem de temel konularda birbirlerini beğenmez ve eleştirir, kabul etmezler. Örnekleri çok..Mesela Seyyid Kutub, hocası mason Abduh'a hem imam der, hem de onun bazı fikirlerini beğenmediğini, hatalarını gündeme getirir.Çünkü bunların hastalıkları nefsani olup, kendi hevalarından olan görüş ve fikirler çok büyük önemli ve tek doğrudur. Diğerleri yanlıştır.”Sana nasıl geliyorsa öyledir” mantığı.!

İşte sapık kolların çıktığı bir zamanda, bu sapıklıkları temizlemek için Irak'da Medine'de, Şam'da muhtelif yerlerde bu mübarek mezhep imamları Allah'ın dinini insanlara öğrettiler, fıkhi problemlerin cevaplarını dört kaynak olan Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas yolu ile elde ettiler.Birbirleri ile görüştüler, birbirlerini imtihan ettiler ve birbirlerine çok dua ettiler.Hepsinin de birleştiği şu temel konu ortaya çıktı:

"Bir mezhep mensubu kendi mezhebini doğru kabul edecek, lakin hata ihtimalini de tamamen reddetmeyecek. Öbür mezheplerin bazen hatalı olacabileceğini kabul edip, lakin doğru olmak ihtimalini de tamamen reddetmemesi bilincinde hareket edecek’’.Bu düstur ehl-i sünnetin temel esasıdır.[1] Bu temel esas, bir hak mezheb ehlinin, diğer bir hak mezhep ehline karşı taassupla hareket etmesini de önleyici, muazzam bir düsturdur.

"İnsanların hayırlısı, benim asrım ( da yaşayanlar) dır. Sonra onları takiben gelen, daha sonra onların peşinde olanlardır."[2] Bu hadis-i şerif dahi tabiin ve tebe-i tabiine, yani mezhep imamlarımızın yolundan gitmemize işarettir. Çünkü onlar bu iki asrın insanları olarak bizlere İslamı, itikadı, ibadet etmeyi öğrettiler. Bu hadis-i şerifi de başta da belirttiğim gibi –haşa- ben şahsi fikrimle manalandırmıyorum, ehl-i sünnet ve cemaatın ittifakıyla açıklaması böyledir.

"Ümmetimin (fıkhi meselelerdeki) ihtilafı rahmettir:" [3] Bir mucize hadis-i şerif de budur. İstanbul'un fethedileceğini duyuran hadis-i şeriften, belki içerik olarak daha günceldir. Zira İstanbul alındı, mucize kavrandı. Lakin mezhepler niçin var, diyenlere, bu mucize, müjde, hikmet hadisi şerif bizzat cevap vermiş oluyor. Demek Allah Teala böyle istiyor ve Resulünün dilinden bizlere çok önceden duyuruyor.

Öyleyse rahmetten istifade etmeye bakmalı. Zira Allah Teala insanların kendisine çeşitli şekil ve metodolojide, sistemde bir Hak imanda ki, La İlahe İllallah Muhammedür Resulullah çatısı altında oluşan birkaç odalarda ibadet edilmesini murad etmeseydi, bu dini korumayı bizzat üzerine aldığı gibi, bir tek mezheble de devamını murad edebilirdi. Oysa bu çeşitlilik insanlara kolaylık olmuştur. Mesela hanefi mezhebinde bir kadın mahremsiz 90 km'nin dışına çıkamaz. Bir mezhep olsaydı. Bugün şu küçülmüş dünyamızda insanların "zaruretler" yüzünden çaresizliğini bir düşünün.

Halbuki zaruret zamanı, aşırı sıkıntı halinde, başkada çare bulunamamış ise, bir hanefi, şafi mezhebini şartlarına riayetle taklid ederek, kadınlar topluluğu olarak bir yere sefer etmiş olur. Gördünüz mü rahmeti, kolaylığı.. Sofralarında bir çeşit yemekle asla iktifa etmeyenler, Allah'ın (CC) arzında, Allah celle celalüh için ibadetlerin çeşitliliğini, taassupları yüzünden hoş görmüyorlar.

Bir ordunun kara, hava ve denizcilere ayrılmasını anlayıp, niye bunlar bölünmüş diye aptal bir soruyu sormayanlar; yeryüzünde ibadet topluluğunun çeşitlilikten doğan rahmetine nasıl kem gözle bakabilirler ? Aynı ordunun başı genelkurmay başkanı için, o hangi birlikten; karacı mı, havacı mı..diye sormayan budalalar, utanmadan Efendimizin (sav) hangi mezhepten olduğunu soracak kadar; haddi aşabilmektedirler..!

Mübarek mezhep imamlarının fıkıh ve usülü fıkıh ile geliştirdikleri metodolojiye; bunlar teferruat cinsinden şeyler, bunlardan arınmak lazım diye geveleyenlerin asıl sıkıntıları kendi hevalarına göre fetva veremeyişlerindendir. Hazreti Ali Efendimiz "parça bütünün habercisidir." buyurmuştur. Arabamızın motorunu açtığımız zaman bir sürü civatadan, kablodan ve çeşitli isimlerle anılan parçaları, bölümleri görürüz..ama hiç kimse kalkıpta bunun burası teferruattır, bunları atalım, motoru (dini) sadeleştirelim, gibi ahmakça söz edemez de; iş; konuşurken, düşünürken, ürpermemiz, sorumluluğu içinde erimemiz gereken DİN olunca, gafletin ihanetin içinde laf ebesi kesiliveririz.!

Kimisi de niye mezhepler donmuştur, dört tane ile sınırlanmıştır diye bas bas bağırıyor.Bu reformcular, böyle çelişkili fikirler içinde bocalarlar. Aynı kişi, bir kitabında başka, bir başka kitabında başka şeyler zırvalar, hatta bazen aynı kitabın içinde bu çelişkilere düşer de farkında olmaz.

Bilindiği gibi imam Evzai, Sevri, Hasan-ı Basri hazretlerinin mezhepleri zaman içinde müntesipleri kalmadığından, hükümleri bilinmediğinden, bunlarla amel etmek caiz değildir.Yoksa onlar da hak mezheplerden idiler.Vehhabinin birisi çıksa “Ben Hz.Ebubekrin (RA) ve İmamı Sevr'in mezhebiyle amel edebilirim" dese bu caiz değildir. Çünkü ehl-i sünnet ve cemaatın mübarek mezhep ve hadis imamları olmaksızın, ne sahabiye, ne Peygamber aleyhisselama ulaşamazsın..

Bilinen örneği verelim.Bir çay bahçesinde otursanız, dört garson ayrı ayrı yanınıza birbirlerinden habersiz gelseler ne içeceğinizi sorsalar, siz "meşrubat " deseniz ve herbiri ayrı ayrı su, gazoz, ayran, çay getirse yanlış bir iş mi yapmış olurlar.Bu sayılanların dördü de meşrubattır, içecektir.Tabi sizce daha hoş olanı vardır, ama hepsi kabul görür tarafınızdan..Matematiksel olarak dört tane biri altalta yazar toplarsanız dört eder, üç artı bir dört eder, iki artı iki dört eder, biri çıkıpda bu sonuç yanlış diyebilir mi ?

Mezheplerin fıkhi mes'elelerdeki ihtilafı geniş bir rahmet vesilesidir. Mezheblerin tamamı, Peygamberlerin getirdiği çeşitli şeriatler gibidir.Onların ihtilafı, ameller insanları sıkıştırmasın ve takatı bulunmayan şeyle mükellef tutulmuş olmasınlar diye, halkın üzerine yayılmış ilahi bir rahmettir.Onun kolaylık üzerine kurulmuş şeriatı, bu ihtilaf sebebi ile genişlemiş olmaktadır.Onların ihtilafı, bu ümmete tahsis olunmuş büyük bir nimet ve üstün bir fazilettir.Bunun meydana geleceği, böyle olacağı, zaten çok önceden vaad olunmuş ve Peygamber aleyhisselatü vesselamın mucizelerinden biri olmak üzere vuku bulmuştur.

İmamı Şa'rani hazretleri Mizanül Kübra'da:"Üstadımız Şeyhül İslam Zekeriyya'nın çok defalar şöyle dediğini işitmişimdir:Şeriat, aynı derya gibidir.Hangi tarafından avuçlarsan aynı tadı bulursun.''[4]
Mezhepleri ve imamlarını inkar edenler "Hüm ricalün ve nahnü rica" (Onlar adamsa, biz de adamız ) demek suretiyle nefs ve hevalarının peşine düşmüş, insanları da düşürmüşlerdir.[5] Oysa o mübarek müctehid imamlar bu işe ömürlerini harcadılar.Sonra onları kötüleyenlere çok mühim Buhari ve Müslim hadis-i şerifini bir defa daha hatırlatmak yerinde olacaktır:
"İnsanların hayırlısı, benim asrımda yaşayanlardır.Sonra onları takiben gelen (tabiin), daha sonra onların peşinde olanlar (Tebe-i Tabiin)'dir. ''

Bu durumdaki biri, ikinci ve ücüncü asırdaki icma-i ümmet olan fakihlere dil uzatmanın ne demek olduğunu çok iyi düşünmelidir. Çünkü bu dil uzatış-haşa- onlar için "hayırlıdır" buyuran aleyhisselatü vesselama kadar gidebilmektedir. Allahrasulünün "hayırlıdır" buyurduğu bir topluluğa hayırsızlık isnadında bulunmak ! Bundan Allah bizleri muhafaza etsin.Amin.

Mezhep müçtehidinin, imamının içtihadında hata bulmak içinse ancak müçtehit seviyesinde, vasfında olmak lazım gelir ki, o zaman kişi kendi içtihadı ile (dikkat ediniz ictihad diyorum, görüş demiyorum çünkü ikisi çok farklı şeylerdir) amel edebilir. Demek günümüzün taslakları bir İbn-i Abidin rahmetullahi aleyh seviyesinde, bir İmam-ı Rabbani Kuddise sirruh seviyesinde allame, (İslam bilgini) müceddid olsalardı, İmamı Azam falan dinlemez derhal Mevdudi gibi imamlıklarını ilan ederlerdi. Oysa İbn-i Abidin hazretleri yedinci tabakadan fakih olduğu halde kendisi için " bu acizde bir mukallid (bir mezhebi taklid) eden avamdır" tabirini kullanıyor.
(devam edecek)
[1] Fıkhı Ekber, Dürr-ül Muhtar, Abdurrahman Silheti hz. Seyf'ül Ebrar, sh : 78 Berekâat yay.
[2] Buhari, Müslim, ,İbn-i Mes'ud (RA)'dan.
[3] Beyhaki, Taberani
[4] Münavi, şerh-i kebir
[5] Yusuf Nebhani, Vehhabilere Cevaplar

Mezhep nedir ? ( 1 )

Mezhep nedir, mezhepler bölünme değil midir ? Mezhepler şirktir diyenler vardır ?

Mezhep, lügatta gidilen yol demektir.[1] Dört halife döneminde Hazreti Osman (RA) efendimiz zamanında sapık fikirler ilk işaretlerini verdiler.Yahudi İbni Sebe bu sapıklığın mimarlarındandır.Hz.Ali (RA) efendimiz zamanında sapıklık alevlendi. Bozuk niyetli, kara fikirli zift adamlar nefislerinin emriyle insanları kendi taraflarında ve fakat İslamın dışında birtakım isimler altında kollara ayırdılar.Bu ayrım Allahresulü Sallahu Aleyhi Vesellem’in sevgili arkadaşlarının genişleyen İslam topraklarına İslamı öğretmek için dağılmalarından ve vefatlarından sonra gitgide azgınlaştı. İslam'dan olmayan nefs ve şeytanın soluğu düşünce ve akımlar,Yunandan gelme fikirlerle iyice yayılma eğilimi gösterdi. İşte bu noktada Peygamberimizin -sallahü aleyhi vesellem- müjde/mucize sözleri tecelli etti:"Allah bu ümmete her yüz yılda bu dini yenileyen (içindeki sapık bid'atleri ayıklayıp atan, bu dini saffet halinde insanlara duyuran ) müceddidler gönderir."[2] Nitekim gönderdi de..

Peygamberimiz zamanında arkadaşları (ashabı), problemlerini O büyük Peygambere, muallimlerine (öğretmenlerine) sorarlardı."Ben Muallim olarak gönderildim "[3] Sonraları ashabı kiram içinde fakih olanlardan mesela Hz. İbni Abbas, Hz. İbni Mes'ud, Hz. Abdullah İbni Revahe, Hz.Abdullah İbni Selam, Hz. İbnül As, dört halife, Hazreti Aişe annemiz gibi radıyallahü teala aleyhim ecmain mübarek insanlar etrafında toplanır, meselelerini onlardan öğrenirlerdi. (Fakih: Fıkıh ilmini şer'i delillerle bilen; müctehid.)

İbni Sebe yahudisi gibi bir sürü münafık, müslüman görüntülerinin altında İslamı bozmaya yönelik faaliyetlerle sahneye çıktılar.Yeni problem ve sorulara bunlar cevap vermeye kalkıştığı anda hicri ikinci yılda bu "kıyamete kadar bizzat Allah tarafından korunacağı” [4] Kur'anı Kerim'de vaad edilen dinimiz; mübarek din bilginleri müctehidler tarafından, sapık bidatlerden ayıklanmaya başlandı.

Bu mübarek takva ve ibadet, ahlak timsali insanları bu ümmet çabuk fark etti ve tıpkı ashabı kiramın etrafında toplandıkları gibi bu insanların etrafında soru ve sorunlarının çare ve cevaplarını, meselelerini halletmeye başladılar.
Zira Allah Teala "Bilmiyorsanız zikir ehli ( olan alimlere) sorunuz." buyurmuştur[5].Tabi alim kimdir, müçtehid ne demektir, içtihad nedir, icazet nedir gibi bir sürü soruda cevaplandırılmak mecburiyetindedir. İnşallah bunların cevapları aşağıda gelecektir.

Mesela İmamı Azam (Rh.A) efendimizi iki cümle ile özetlersek icazet zincirinden ne kastettiğimiz anlaşılır.Bakınız hocaların zinciri nereye kadar gitmektedir.

İmamı Azam, hocası Hammad-i Kufi, hocası Alkame (bu zat Hz.Ömer ve Hz.Ali efendilerimizden hadis öğrenmiştir).Hocası İbrahim Nehai, hocası Abdullah İbni Mes'ud (RA). Abdullah İbni Mes'ud İslamı kabul edenlerin altıncısıdır.Efendimiz aleyhisselatü vesselamın hane-i saadetine sık sık girebilme şerefindendir ki, kendisi için "adeta ehli beyttendi" [6] Efendimiz aleyhisselatü vesselam "Kur'anı dört kimseden; Abdullah İbni Mesud'dan, Ebu Huzeyfenin azatlısı Salim'den, Muaz ve Übey İbni Kaabdan öğreniniz " diye buyurmuştu.

Bu noktada icazete de küçük bir atıfta bulunmak gerekiyor. Dikkat ederseniz Efendimiz aleyhisselatü vesselam özel isimleri bir iş için zikrediyorlar. Demek ki küfür düzeninin profesörü olmakla, icazetli bir halkaya dahil olmadan Seyyid Kutub gibi, Celal Yıldırım gibi, Süleyman Ateş gibi modernist kafa yapısı içinde tefsir gibi çok önemli, ehliyet gerektiren bir işi her önüne gelen; hem de hiçbir ehl-i sünnet alimine dayanmadan yapamaz.. Biz yine konumuza dönerek şunu söyleyelim ki, yukarıda görüldüğü gibi mezhep imamız bu nurlu halkaya dahildir.

Diğer taraftan o büyük mezhep imamımız İmam Caferi Sadık ve Süfyanı Sevri hazretlerinin sohbet halkasına devam etmiştir. Hadisi şerifler bile bu büyük imama işaret etmiştir.Mesela hadisi şerifte :"İlim (iman) süreyya yıldız kümesinde (asılı) olsa, Fars'dan biri alır getirir." "Dünyanın zineti yüzelli senesinde gider."[7] Bilindiği gibi İmamı Azam Efendimiz Fars yani İran asıllıdır ve hicri yüzelli senesinde vefat etmiştir.[8]

Bu hadislerin ona delalet ettiği hususunda bütün mezhep imamların icması vardır.[9] Diğer mezhep imamları da böyle büyük fazilet sahibi insanlardı.Bu örnekle şuna değinmek istedik ki, mezhepleri ve imamları küçümseyenler acaba bir imam-ı Azam'ın otuz-kırk yıl yatsı abdesti ile sabah namazı kıldığı geceler gibi bir hafta, bir gün geçirmişler midir ? Zulme karşı direnmiş olan şehid imam bir rekatta Kur'anı hatim edecek, öleceği yerde defalarca Kur'anı hatim eden zatı karalayanlar zifiri karanlıktadırlar.Öleceği yere gidip hatim yapmak yanlız şeriat ilimlerindeki dahiliğini değil, aynı zamanda şeriatın batını olan tasavvuftaki keşf ve kerametini göstermesi bakımından ibret vermesi gereken bir olaydır.

Yine bir ara Kufe şehrinde yağma da bir çok kimsenin koyunları çalındı diye bu mübarek imam koyunun ömrünün yedi yıl olduğunu bildiğinden tam yedi sene koyun eti yemedi.[10] Bugün binbirçeşit haramlı katkı maddeli yiyecekleri boğazından geçiren insanlar acaba hangi şüpheli şeyi terkedebildiler dinleri adına ..!Evliyanın büyüklerinden Muhammed Parisa –kuddise sirruh- hazretleri “İmam-ı Azam’ın sözünü red edip, beğenmeyene Allah Teala kumlar sayısınca lânet etsin”[11] buyurmuştur. Müçtehid sıfatında olmayan her kendi aklını ve nefsini putlaştırmış insana büyük bir ikaz olsa gerek. O büyükleri anlatan eserler okunmalıdır.

Bir İmam-ı Buhari Hazretleri gibi her hadis-i şerifi kitabına yazmadan önce istihare yapabilirler mi? Gusledip, Kâbe’de makâmın gerisinde iki rekat namaz kılıp, koyduğu sağlam usûllere göre sahih olduğu kesin olarak belli olan hadis-i şerifleri yazacak güçleri ver mıdır?

Şimdi böyle bir halka ve zincire bağlı büyük imamları, reddedenlere bizimde bir sorumuz olsun: Dediğinizi yaptık varsayalım.Onların dini açıklamalarına riayet etmedik, onların -Allah kendilerinden razı olsun- bizlere bildirdiği gibi itikad etmeyi, ibadet etmeyi-haşa- terk ettik.
Peki; ben cahil halktan, avamdan biriyim.İtikadımı nasıl öğrenip, nasıl ibadet edeceğimi direkt Kur'an'dan çıkaramıyorum. Mesela namaz vakitleri, rekatları, orucu bozan şeyleri vs..hadis kitaplarının da , Kitap gibi nasihi, mensuhu var.Siz zaten bu hadis kitaplarını (mesela Buhari, Müslim için) bile lekeleyecek, onlarda bile uydurma hadisler var diyecek kadar şaşırmışsınız. Bu iki kaynağı anlamaktan acizim.Nasıl hareket edeceğim.?

Siz naylon müctehidlere, sapık sapkınlara, dalalet ehli Teymiyyeci, Abduhçu, Mevdudici, S.Kutubcu, Karamancı, Kardavici, Yaşar Nurici, vehhabi zihniyetli insanlara sormak durumunda kalacağım öyle mi ? Dini anlamada rehberim, soru ve sorunlarımın cevapçısı, taklid ettiğim merci sizler olacaksınız.Bu noktada üç müthiş tezadınız var:

Birincisi : Benim gibi avam sizi taklid edecek, size uyacak, sizi doğrulayacak.. bu durumda taklid edilenler, bizi taklid ehli olmakla itham ederek yolunuza çağıran sizler bir mezhep olmuş olmuyor musunuz? mezhebe şirk deyip, asıl şirke kokan delalatinizin peşinden gelirsek bu taklit, bu şirk, bu mezhep olmuyor öyle mi ? Sizler insanların hakka bağlı olmasını değil, kendinize bağlı olmasını istiyorsunuz, müthiş bir şaşmışlık. Bu noktayı çok iyi düşünmelisiniz !

İkinci tezadınız, yukarıda saydığımız bazı isimler-ki sayı bir hayli çok-bu durumda sapık kol olmada birbirlerini müçtehid, alim kabul etmişler, siz de avamları olarak onlara uyma yolunda olduğunuza göre; bu noktada sizlerle bizim aramızda ne fark var..? Siz Teymiyye, Mevdudi, Karaman müctehiddir deyip, onların size gösterdiği gibi hareket ederken, taklidin haramlılığı vs. nereye gidiyor? Müctehid dediğiniz zatta bir başka reformcu üstadını kaynak gösteriyor.Oysa mutlak müctehid kimseyi taklid edemez.[12] (devam eder inşallah)

Mezhep nedir (2) burada
Mezhep nedir (3) burada

___________________________
[1] Yeni Lügat, Abdullah Yeğin
[2] Ebu Davud
[3] İbni Mace
[4] Hicr suresi : 9
[5] Nahl suresi : 43
[6] Ömer Nasuhi Bilmen Hukukı İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu I/ 328.
[7] Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (RA)’dan. Bu hadisi şerifler İbn-i Abidin'de, İbni Hacer-i Mekkide, Aliyyül Kari'de de vardır.
[8] Ayrıntılı bilgi için, bakınız, Ehli sünnetin altı imamı, M.Sertoğulu, sh:15 Bedir yay.
[9] Fıkhı Ekber
[10] Ehl-i sünnetin altı imamı, sh:37
[11] Fusul-i Sitte
[12] Emanet ve Ehliyet,Y.Kerimoğlu. c.I “İçtihadın Mahiyeti” başlığı.

18 Ağustos 2008 Pazartesi

İmam-ı Buhari Hazretleri ve..

İsmi, Muhammed bin İsmail olup, künyesi Ebu Abdullah’tır. Hadis ilminde yüksek derecede olup, 300.000’den fazla hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezbere bilen bir âlim olduğu için "İmam", Buharalı olduğu için "Buhari" denilmiş, İmam-ı Buhari ismiyle meşhur olmuştur. 810 (H. 194) senesinde Buhara’da doğdu. 870 (H. 256) senesinde Semerkand’ın Hartenk kasabasında vefat etti.

En büyük ve en meşhur eseri Câmi-us-Sahih, Sahih-i Buhari ismiyle de tanınır. İslam âlimleri söz birliğiyle; "Kur’an-ı kerimden sonra en sahih kitap Sahih-i Buhari’dir" buyurmuşlardır. İmam-ı Buhari bu kitabı Mescid-i Haram’da yazdı. Her hadis-i şerifi kitabına yazmadan önce istihare yapmıştır. Gusledip, Kâbe’de makâmın gerisinde iki rekat namaz kılıp, koyduğu sağlam usûllere göre sahih olduğu kesin olarak belli olan hadis-i şerifleri yazmıştır. Bu kitabı müsveddeden temize çekme işini de Medine-i münevverede Peygamber efendimizin kabri şerifi ile minberi arasında bulunan Ravda-i Mutahherada yaptı. Bu eserini nasıl yazdığını kendisi şöyle anlatmıştır: "Câmi-us-Sahih kitabına her hadis-i şerifi koymadan önce gusledip, iki rekat namaz kılıp, istihare yaptım. Ondan sonra hadis-i şerifi kitaba koydum. Bunları yapmadan hiçbir hadisi yazmadım. Bu kitabı on altı yılda tamamladım."

Sonra günümüzün koca işkembeli reformist ilahiyatçıları o mübarek hadis imamlarına, müçtehidlerimize alçakça ve edepsizce dil uzatacaklar, eserlerine şüphe tohumları ekecekler(hadisler ayıklanmalı yaftasını dillendirecekler) ve biz bu nankörleri tenkit edince de hatalı ilan edileceğiz, böyle hatalı oluşa can kurban. Bize bu dini ulaştıran sahabe, tabiin, tebe-i tabiin ve sonraki tüm nakilci ehl-i sünnet alimlerine ve bağlılarının ruhlarına İmam Buhari (ks) hazretleri vesilesi ile el fatiha..

17 Ağustos 2008 Pazar

Okuyucu Soruları-3 / Dr.Ebubekir Sifil

Hergün yazabilmesi için zamanına bereket dilediğimiz muhterem Ebubekir Sifil hocamızın bugünkü yazısının tamamını buradan okumalısınız : ''Dipnotta da belirttiğim gibi bu rivayetin senedinde zayıf bir ravi bulunduğuna bilhassa dikkat edilmelidir. en-Nevevî gibi bir Hadis imamı bu hadis ile amel etmekte bir mahzur görmemiş ve hadiste ifade buyurulan husus tahakkuk etmiştir. Bir bu ümmetin ulemasının zayıf hadis hakkındaki tavrına, bir de modern ilahiyatçıların sahih, hatta mütevatir hadise burun kıvırmasına bakın!'' tespitinin üzerinde ne kadar çok durulsa, düşünülse azdır.

15 Ağustos 2008 Cuma

Seyyid Kutub (4)

19- "Zaman ve ahvalin değişmesiyle İslam'ın değişen hududu budur !" [1] Eh bu cihad kitaplarını ne diye TC yasak etsin. Zaten TC'de aynı şeyleri laiklik adına dile getirmiyor mu ? İslam değişmez, eskimez..Dinde reform yapma planı, önce böyle girişlerle başlar. Laik yobazlar da, "efendim zaman değişmiştir, tabiki bizler 14 asır öncesinin kuralları ile yaşayacak değiliz." diye milletin beynini her fırsatta yıkamıyorlar mı? Kutub'un onlardan farklı bir söylemi mi var ? Zamanın ve şartların değişmesiyle farklılaşan şey, Yüce İslam dini değil, mübarek ehl-i sünnet ve cemaat mezhebi imamlarından bizlere aktarılan çeşitli kaviller ve fetvalardır. Dün onların bizler için istinbat ettikleri bir fetva ile amel ederken, bugün yine onların bir başka fetvası ile yaşamımızı düzenleriz.Ama bunlar İslam'ın hudutlarını genişletmek değil, o hudutlar içindeki hareket alanıdır!Bu nükte iyi anlaşılmalıdır. Zaten İslam dini bunun için fıtrat dinidir.

20- "İbn-i Hazm'ın fetvasına göre.." [2] Ayda yılda bir nakil yaptı, o da mezhepsiz çıktı! Bilmen Kamus’unda Hazm’ın ehl-i sünnet ve cemaat alimlerine dil uzattığı aşırılıkları yüzünden bulunduğu bölgeden sürüldüğü kayıtlıdır.[3]

21- İstikbal İslam’ındır adlı kitabında İbni Teymiyyeye "imam" diyerek onu övüyor. Fıkıh dilinde birisini “imam” diye anmak müçtehid manasına gelir. Nasıl oluyor da, önceleri Hanbeli olan biri, daha sonra ismi bile olmayan bir mezhebin müçtehidi ve imamı olabiliyor ?

22- İslam ve Medeniyetin Problemleri adlı kitabında :" İslam toplumunu inşa ederken, İslam Fıkhına bağlı kalmamak gerektiğini" yazdıktan sonra, "bağlı olduğumuz şey, İslam yolu, İslam düsturu, İslam anlayışıdır" diyerek; mezhebsizliğini, İslam fıkhını reddedişini, İslam anlayışı derken de benim anlayışım demek istediğini belirtmeye hacet yok sanırız. Ehl-i sünnetin mezhep imamlarının, alimlerinin yazdıkları kitaplar İslam yolu değil miydi ? İslam fıkhı aradan çıkarılmalı, gözden düşürülmeli ki, meydan bu müçtehid taslaklarına ve hevalarına kalsın.!

23- Maide suresini 115.ayeti kerimeyi güya tefsir ederken bakın nasıl bir cehalet örneği daha sergilemiştir. Tefsir ilminin bir parçası olan “takdim ve te’hir”den benim gibi bir cahilin haberi varken, Kutub’un habersiz olması düşünülemez! O halde geriye her zamanki gerçek kalıyor, o bu kaideleri heva putuyla devirerek “sana nasıl geliyorsa öyledir” aristo mantığı içinde hiçe saymaktadır :"Hazreti İsa'nın ölümünden çok sonra.." Oysa Hazreti isa aleyhisselamın ölmeyip, göğe kaldırıldığı, ayetlerle de sabit..! Ve ahir zamanda gelip, kâfir ve sapıkları tepeliyeceğini tevatür derecesindeki hadislerden öğreniyoruz. İbn-i Kesir tefsirinde, gerek maide, gerek Al-i İmran suresi 55. Ayet tefsir edilirken : “ Katade ve başkaları : Bu ayette takdim-te’hir vardır diyorlar. Seni önce kendime kaldırıp yükseltip kaldıracak, sonra seni öldürecek olan da Ben Allah Azimüşşanım. Resulullah -sallahü aleyhi vesellem- uykudan uyandığında; Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun, haşr olup gidilecek yer O’nadır, derdi.

Bütün ehl-i sünnet ve cemaat’ın muteber tefsirlerinde özetlemiş olduğumuz mana, hadisler eşliğinde verilmektedir. Kutub, kafasına göre ilgili ayeti açıklayacağına, önce muteber tefsirleri ve daha sonra bir kısmını verdiğimiz şu kaynakları okusaydı, İsa aleyhisselamın yahudilerce öldürülemeyip Allah tarafından semaya kaldırıldığını ve ahir zamanda gelip, vazifesini icra ettikten sonra mübarek bedenin ecelle birlikte toprağa gömüleceğini anlar ve imanını kurtarırdı. İşte İsa (as)‘ın semaya kaldırıldığını bildiren-Kur’an dışındaki- kaynaklardan bazıları: Buhari, Hakim, Taberi , A.bin Hanbelin Müsnedi, Salebi-Arais, İbn Esir-Kamil, İbn İshak, İbn Hişam.. Bunlara ulaşamıyanlara M.Asım Köksal’ın Peygamberler Tarihini tavsiye ederiz.

24- Hazreti Osman radıyallahü anh efendimiz için, Arapça orijinalinde (EL ADALET-ÜL İCTİMAİYYETÜ FİL İSLAM sh: 186 ) İslam’da Sosyal Adalet kitabında "BUNAK" diyebilmiştir.[4] Tercüme edenler tepki çekmesin diye bunu yazmamakla ihanet ve hainlik içindedirler.Bu tür kitabları tercüme ederek satan yayınevleri hesap gününü düşünmüyorlar mı ? Hz.Osman (RA) efendimize dil uzatmanın, Kur'ana dil uzatmak olduğu, bu kitabın ilgili bölümlerinde yazılmıştır. İslam tarihinden Hz.Osman radıyallahü anh efendimizle ilgili iki hadiseyi nakletmekte fayda vardır:

Tebük gazası, "Zorluk Cengi" İslam askerlerinin erzaksız, malzemesiz, aç olduğu ve susuzluktan develeri kesip, bağırsağındaki suyu emmek zorunda kaldıkları müthiş imtihan günü..İşte böyle sıkıntılı bir zamanda Hz.Osman (RA) efendimiz Şam'a göndermek üzere olduğu ticaret kervanını, 200 deveyi bütün takım ve malzemeleriyle 200 okka gümüşle birlikte İslam ordusuna hediye etmişti.Kutade hazretleri bin deve ve 70 at verdiğini de bildirir.Abdurrahman Bin Semere hazretleri Hz.Osman efendimizin bin altını hırkasında getirip, Allahrasulünün önüne döktüğünü ve Kainatın Efendisinin (SAV)büyük bir memnuniyetle, Hz.Osman (RA) efendimize buyurdular : "Bundan böyle Osman'a ettiği zarar vermez ! " [5]

Yine Kainatın Efendisi (SAV) ölen kızlarının yerine ikinci kızları Ümmü Gülsüm (RA)'ı Hz.Osman (RA)'a verirken yemin ederek :"Yüz kızım olsa, birbiri ardınca ölseler, yine her birini sana veririm. Cebrail, kızımı sana vermek emrini getirdi." [6]

Bütün bunlardan sonra bir nasipsiz reformcu kalkıp, nice övgülere mazhar Hz.Osman (RA) efendimiz için kuduzca -haşa- Bunaktı, malı çok severdi, akrabalarına meyilliydi diye iftiralar atacak..
Biz de aman susalım, yazan S.Kutub'dur, Mevdudi, Teymiye'dir deyip, bu reformcuları; İslam'a uymayan davranışlarına rağmen, kafa konforumuz bozulmasın diye, putlaştırıp İslam topraklarında yayılmalarını sükutla seyredip haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olacağız.Bu nasipsizliği kimse ehl-i sünnet cemaatı mensubu insanlardan beklemesin ! Yıldızlara dil uzatan kudurmuş nasipsizleri teşhir ederken, üslubun sertliği, gayret-i İslamiyedendir !

25- Yine:''Osman iktidara geldiğinde yirmi yaş daha genç bulunsaydı, İslam tarihinin çehresi daha başka olurdu. Ömer'in siyaseti, Ebubekir'in yaptığı gibi zenginlerin artan mallarını alıp, fakirlere eşit olarak tevzi etmek idi. Eğer Ömer'in ömrü kifayet edip bunları yapmağa muvaffak olsa idi, hiç kimsenin buna itirazı olmayacaktı.
Zira Ömer'in vicdanı bütün şüphelerin üstünde idi. O'nun dini muhafaza etmedeki hırsı, keza bütün şüphelerin üstünde idi. Eğer Ömer bunu tamamlamaya muvaffak olsa idi, bütün İslam aleminin iktisadi ve sosyal muvazenesi (ahengi) sağlanacak, fitne beşiğinde uyumağa devam edecek ve herhalde uzun müddet kalkmağa meydan bulamıyacaktı. Eğer Ali Ömer'den sonra gelse idi, O'nun siyasetini takip edeceği muhakkaktı.."[7] (Yazar Hazreti ve radıyallahü anh kelimelerini kullanmamış, aynen aldık.)

Başka hiç bir şey yazmamış olsaydı bile, yukarıdaki cümleleri; ehli sünnet dışı, sapık fırkalardan olduğu hükmünü vermek ve bu sapık düşünceli adamın kitaplarından uzak durmak kaçınılmaz olurdu.. Halk onun kitaplarını okuyor ve Türkiye'de meşhur edilmiş biri ve "şehid" ünvanlı olduğu için, edebiyatçı S.Kutub imzasını taşıyor diye, bir sürü azim hatalarla dolu kitabını sapıklıklarını da belki bilmeden tasdik ediyor..Neticede bu çürük görüşlerin yörüngesine takılıveriyorlar!

Zira S.Kutub'un bu cümlelerini şiiler içinde de itikad olarak benimsendiği bilinen bir şey. Onların inancına göre Hz.Ali (RA) efendimiz ilk halife olmalıydı. Nedir ki, onlar bu fikri bir mezhep adına yaptıkları için, bizler benimsemesek de, bu onların mezhebidir deyip; onları inançlarıyla baş başa bırakıyoruz.. Ama S.Kutub şii olduğunu söylemiyor ve sünnet ehlince bu yüzden muteber sayılarak, herhangi bir mezhep telaffuz etmeden, bizden gözükerek, mezhepsiz olduğunu gizleyerek yazıp çiziyor..

Biz yine Kutub'un yukarıdaki vahim sözlerine özetle dönersek:
a)
Yukarıdaki -haşa- "bunak" lafını, "yirmi yaş daha genç olsaydı ile " beceriksize, idare bilmeze getiriyor.."Fitne beşiğinde uyumağa devam edecekti.." Fitneyi Hz.Osman (RA)efendimiz mi uyandırdı. Engel olmak istemedi, çabalamadı demeye getiriyor.
b) Hz.Ömer (RA) Hz.Ebubekir (RA) gibi, zenginden alır, fakire verirdi, ama Hz.Osman (ra) böyle yapmadı, akrabalarına dağıttı diyor. Bu cümlesinde akrabasını karıştırmıyorsa da bu mezhepsizler bunu başka kitaplarında böyle dile getirmişlerdir.Yani iltimaskar,-haşa hep ve bin kere haşa- adaleti gözetmez biri olarak lanse ediyor, Allahresulünün "zinnureyn" lakaplı mübarek cömert damadını..
c) "Zira (Hz.)Ömer'in vicdanı, dini muhafaza etmedeki hırsı bütün şüphelerin üstünde idi" de -haşa- Hazreti Osman (ra) efendimizde bunlar yok, yada az, yada şüpheli miydi ?
d) "Hz.Ömer'den sonra Hz.Ali gelse idi, O'nun siyasetini takip edeceği muhakkaktı.."cümlesi ile yine ve çok defalar yaptığı gibi, ümmetin icmaına karşı geliş, ehl-i sünnet dışı, mezhepsiz yaklaşım..Yani Hz.Ali gelse idi, adalet timsalinin siyasetini takip ederdi de, Hz.Osman (RA) efendimiz kimin siyasetini takip etti ?Allah resulünün, Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer efendilerimizin yolundan başka bir yol mu tuttu ? O raşid halife değil miydi ?
Bu ne kuduz iftira. Ne hain ve çirkin cümleler, "yıldızlar misali, hangisine tabi olursak kurtulacağımız ashaba " karşı söyledikleri..
e) Allah celle celalüh'ün kader sırrındaki hikmeti kavrayamama ufuksuzluğu, zira aleyhisselatü vesselam efendimiz, kendisinden sonra olacakları bildirmişti..Kitabı tercüme eden bile havlu atmış ve dip notta bu görüşler yazarın şahsi görüşleridir demek zorunda kalmıştır !Ey tercüme eden gafil, senin bile tasvip edip, beğenmediğin bu tür fikirlerin sahibi bir adamın kitabını, çürük ve sakat fikirlerini öyleyse ne diye türkçeye çeviriyor, bu vebale ortak oluyorsun, para için mi ?

Şimdi bu adam, bu cümlelerinden pişman olmadıysa hükmü nedir? Pişman olsa bile binlerce insan kitapları ile zehirleniyor, bunun vebal ölçüsü nedir? Şehidler bile kul haklarından kurtulamazlar. Bu adamı savunanların durumu nedir ? Bunların her cümlesine sayfalar dolusu cevap verilir. Esasen S.Kutub için eserlerini baştan aşağı inceleyen ve cevap veren kitap yazmak lazımdır. Bu kitapçığın hacmi buna müsait değil. İslam alimleri Allah kendilerinden razı olsun, bu mücadeleyi yapagelmiş ve bunları rezil etmişlerdir. Bizim insanımız arap isimli kitap yazarlarını hep önemsemiştir. Oysa, Mısır ve Arabistan başta olmak üzere bu isimlere en hafifinden şüphe ile bakmak gerekir.. Masonların kontrolündeki Ezher mezunlarından da çok az itikadı bozulmamış insan çıkar !

26- Yine Şeyhlere taktığı için şöyle diyor : " Ortada bir başka zümre daha var. Bu zümre İslam demek, şeyh ve dervişlerin yönetimi demektir sanıyor. Bu yanlış düşünce neden doğmuştur. Sathi kültürden, nesillerin olayları ayıklayamamasından.. Şeyh ve derviş kisveleri İslami olmaktan uzaktır. İslami kıyafet, İslami olmayan kıyafet diye bir şey yoktur. (!) Hazreti Peygamber ne cübbe giymiştir, ne kaftan, nede kavuk örtmüştür.(!) Dinde içtihad, tıp, astronomi vs. gibi diğer ilmi buluşlara benzer."sözleri de bu zavallı adama aittir.[8]

Bir defa İslam'da şeyhler dervişler adil halifenin emrindedirler. Akşemseddin-Fatih Mehmed Han gibi. Şeyhlerde ululemre biat ederler.Nedir ki, bütün adil sultan ve ululemirler, etraflarında hep bu mübarek halkayı kurmuş ve bu zatların manevi işaret ve sohbetlerinden faydalanmayı en büyük saadet bilmişlerdir. Tarih bunun sayısız misalleriyle doludur.

Zulüm döneminde, cihad emirinin olmadığı, halifesiz toplumlarda, mürşid-i kamil daha da bir önem kazanır.Zira biatsız ölmek tehlikesine karşı bir sığınaktır onlar. [9]

Hele Peygamberimizin cübbe kavuk kullanmadığını hemde kesin bir dille söylemek, İslam tarihinden ve bu mes'elelerden habersiz olduğunun, yada bunları içine sindiremediği için reddettiğinin işaretidir..İslami kıyafet diye bir şey yoktur demek ise tamamen cehalettir. Bu konuda da ciltlerle eser vardır.

İctihad müessesesini diğer ilmi buluşlara benzetmek ise içtihadın ne olduğunu kavramadığının en bariz örneğidir. Ahmed Davudoğlu gibi zatlar, S.Kutub için yinede insaflı yazmış biraz dini bilgisi vardır, edebiyatçıdır, sözü dinde senet olamaz demişlerse de; biraz dini bilgi böyle mi olur ? Bu adamın kitablarından ve onu savunanlardan uzak durulmalıdır.

27- "Yine tesadüf, ama iyi bir tesadüf, hilafet ruhuna sahib bir hükümdarı Ömer İbni Abdülaziz'i İslam'ın başına getiriyor" [10]
"Ömer bin Abdülaziz'i İslam'ın başına kim getiriyor ? Tesadüf getiriyormuş. Hayır ve şerrin Allah'dan olduğuna inanmayan bir adam için böyle sözler normaldir.[11] Bediüzaman (rh.a.) hazretlerinin "Tesadüfe tesadüf edilmez" meşhur sözü, her şeyin bir kaderle ve Allah cellenin hükmü, dilemesi, müsadesiyle olduğunu belirtmesi bakımından bu noktada hatırlanmalıdır.Yoksa birçok reformcu gibi Kutub’da kadere imanı, iman esaslarından saymıyor mu?

28- "İslam nazarında ise adalet, insani müsavattır (eşitliktir)."[12] Bunu solcular Marks üstadlarından duydukları günden beri söylüyorlar.İnsani eşitlik mümkün ve doğru değildir. Adalet mümkün ve doğrudur. Hiç kimse çöpleri toplamazsa, -eşit olacağız diye- pislikten geçilemez. Zımmi ve kâfir hakim olabilir mi ? Kadın devlet başkanı olabilir mi ? İnsani eşitlik adına bu ve benzeri şeylere evet demek mümkün mü ?

28- "Bugün İslam adına, kadının parlementoya girmesini istemiyen, çalışmaktan men edilmesini, KOL VE BACAK ÖRTÜSÜNÜN UZATILMASI İÇİN HAYKIRANLAR- kendilerini bu tarafa iten duygularına saygımla birlikte- meselelerin hepsini bu ayrıntılara inhisar ettirmekle İslam'ı kolaya ve eğlenceye aldıklarını söylememe müsaade etsinler" [13]

Mısır'da İslama uygun hayatı hükümetten istemenin abes olduğunu gören müslümanlar, hiç değilse bir kısmının olsun şimdilik tatbik edilmesini istiyorlardı. Kutub bunlara kızıp, ya hep ya hiç mantığı ile yukarıdaki satırları yazıp, bu insanları "örtünme emri" konusundaki hassasiyetleri yüzünden eğlenmekle yani küfürle itham etmiştir. Müslümanların fikrine saygı duyuyormuş (laikçilerin sözü gibi).İşin garip tarafı "örtünme emri" hakkındaki hassasiyeti "ayrıntı" olarak görmesi de korkunç. Bunu 1997'li yıllarda Türkiye'mizde meşhur Fethullah Gülen'de "teferruattır" diyerek diline dolamış, o meşhur "hoşgörüsünü" birilerinden yana kullanmıştı..!

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, S.Kutb'a ait vahim örneklemeler bitecek gibi değil. Anlayana bu kitab isimleriyle verdiğimiz misaller yeterli olacaktır.

Son bir not Seyyid Kutub'un İhvan-ı Müslimin'i için : Arap dünyasında birçok siyasi hareketi ve yazarı etkisi altında tutan İhvan-ül Müslimin hareketi, Les Francs-Maçons adlı fransızca kitaba göre masonların kontrolü altındadır. Seyyid Kutubların ve benzerlerinin kitaplarını genç nesillerin eline veren kimseler, bu yazarın bu hareketin öncülerinden olduğunu bilmiyorlar mı ? [14]

[1] Seyyid Kutub, İslamda Sosyal Adalet, sh: 189
[2] Aynı kitap, sh: 252
[3] Ö.N.Bilmen, Hukuki İslamiyye Kamusu, c.1, sh: 405-406
[4] M.Ali Demirbaş, a.g.e c.1. sh: 54
[5] İmam-ı Kastalani, El Mevahib al Ledüniyye sh: 337 büyük doğu yay.
[6] Age. sh :376
[7] S.Kutub, İsl. Sos. Adalet sh: 251-252. Çev:Y.Turnagür, Dr.M.A.Mansur, Cağaloğlu yay.7.baskı.1982
[8] S.Kutub, İslam ve Kapitalizm Çatışması, sh: 101
[9] Biat bahsinde açıklanmaya çalışıldı.
[10] S.Kutub, İ.S. Adalet, sh: 256
[11] M.A..Demirbaş, Başlangıcından Bugüne Mezhepsizler , , C.I, sh: 74 yıl 1980
[12] S.Kutub, İ.S.Adalet, sh: 43
[13] S.Kutub, İslami Etüdler, sh:90
[14] M.A.Demirbaş, a.g.e II,sh: 377

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Büyük resmi görmek / Dr. Ebubekir Sifil

''Müslümanlar aidiyetlerinin önem ve değerinin farkına gerçek anlamda varmadıkça dünya düzensizliğin, dengesizliğin, zulmün ve tuğyanın hakimiyetinde kıvranmaya devam edecek. Sözünü ettiğim aidiyetler aslında “fıtrat”ı ifade ettiğinden, Müslüman için olduğu kadar insanlık için de vazgeçilmezdir.'' Bu çok önemli tespitlerin devamı burada

Seyyid Kutub (3)

“Vücubunun şartlarından biri de İslami manada hür olmaktır. Bir İslam beldesi istilaya uğrarsa, orada oturan müslümanlar, acil ihtiyaçları dışındaki bütün imkanlarını cihad için sarfetmek mecburiyetindedirler.” [1] hükmünü muteber kaynaklardan nakleden Y.Kerimoğlu cihadın günümüz yiyicileri gibi hırsızlamıyacak bir cihad emiri etrafında tahakkuk edeceği şuurunda olan hoca efendilerdendir. Ancak, ben bugün başta Avrupa'daki kuruluşlar olmak üzere Türkiye de dahil böyle bir zekatı hak olarak alıp da, hak yerlere harcayacak başları -istisnalar hariç- maalesef göremiyorum. Her fert eliyle zekatını itikadı düzgün müslümana bizzat kendisi vermelidir. Aracılar zekatı ulaştırana kadar, cihad ettiğini ilan eden, ehl-i sünnet ve cemaat itikadından sapmış insanlar, bu paralardan bal tutan misali istifade etmektedirler!

Aslında “zekat bir vergidir” sözünün babası Teymiye’dir. Madde 3'de değinmiştik, ancak burada bu cümle başka bir şeyi de beraberinde getiriyor. Bunu okuyan adam geliyor ve diyor ki, biz zaten devlete dünyanın vergisini veriyoruz, anamız ağlıyor .Ne diye Ramazan ayında zekatı bir daha vereceğim. Devlete verilen vergi zekattır.İşte Seyyid Kutub ölse bile, cürmü ve veballeri ardında devam ediyor.Ya sadaka-i cariye, ya vebali yüklenme..

Bu noktada Hz.Osman radıyallahü anh efendimizin müthiş zekasından kaynaklanan ictihadının güzelliği günümüzde de anlaşılmalıdır. Şayet Hz.Osman (RA) efendimizin deha çapındaki o uygulaması olmasaydı, bugün İslam devleti ve zekat toplayan memurları olmadığı için, müslümanlar zekatlarını da veremiyecek; zaten devletsiz olmalarının vebaline bir de zekatı vermemek cürmü ilave edilmiş olacak idi. Hz.Osman (RA)'in feraseti bizi inşaallah zekat hesabından kurtaracaktır. Çünkü o zamandan beridir, müslümanlar ister dar'ül harpte, isterse dar'ül İslam'da zekatlarını veregelmişlerdir.

16- Cihan Sulhü ve İslami etüdler kitabında "Cihadı farz kılması zaruri idi" diyebilmiştir.Bir edebiyatçı bu vahim hatayı yapmamalıydı. Haşa Allah'a hiçbir şeyi farz kılması, yapıp, yapmaması "zaruri" yani, mecburi olamaz. Mülk ve saltanat Allah'ındır.Kendisine sorulamayan ancak O'dur.( Celle Celalüh ) Adam sapıtmış, Allah Teala’ya bile irade ve fiillerinde şartlı bir mecburiyet getirebiliyor.

17-"İslam idaresi, sofuluk satan dervişleri, sahte şeyhleri, şunu bunun adaklarıyla yaşasınlar diye kendi alemlerinde başıboş bırakmaz. İslam, her ferdin bizzat karşılığını alacağı bir işle meşgul olmasını esas tutar.Emeksiz ücret, işsiz gelir yoktur. Namazlar, dualar kişisel olup, toplumsal karektere sahip değillerdir. Zikir meclisleri, evrad okumalar vs. tembellik çağının ürünleridir.(!.) Hayat ve hareket çağları, böyle şeylere önem vermemiştir.
Avare dervişleri, miskin şeyhleri, yedirip içiren, serbest bırakan, varlıklarını kabul eden feodalite idi. Çünkü bu adamlar yoksulluk ve eşkiyalığın gırla gittiği bir toplumda halkın aldatılması için en güzel araçlardı....ham sofular ruh yapılarını kazanç usullerini değiştirerek faaliyet alanında herkes gibi olmazlarsa toplumun en değersiz en iğrenç insanları durumuna düşeceklerdir."
.[2] Evet yanlış okumadınız bu nasipsiz ve talihsiz cümleler aynen Seyyid Kutub'a ait

Kendisi zaten şeyhin sahtesi şöyle dursun, tefsir ismi verilen kitabının zümer suresi 3. ayetinde evliyayı toptan reddediyor. Günümüzün laik yobazların uslubundan, komünist, ateist yazarların söylediklerinden farklı birşey söylüyor mu? İslam düşmanları da namazlar, dualar, zikirler kişiseldir,kul ile Allah arasındadır, camilerde cemaatleşmek de nedir, bunlara çağdaş dünyada yer yoktur, tembellik çağının ürünleridir, demiyor, demeye getirmiyorlar mı ? Hayat ve hareket çağlarının böyle şeylere önem vermediğini ima etmiyorlar mı?Enteresandır, bu cümleleri bir ateist söylese, ağzına geleni söyleyenler, aynı cümleler Kutub'dan gelince, tevil ve çıkış yolu aramakta inatla direniyorlar.

Mürşidler halkın aldatılması için en güzel araçlardı diye, korkunç bir cinayet daha işliyor. Kafir ve sapık reformcuları hoca, üstad kabul edenlerin sonu bu nasipsizlik olur.İslam idaresi gelince bu mübarek zevat toplumun "en iğrenç insanları durumuna düşeceklermiş" diyecek kadar iğrençleşen bu satırların yazarıdır.

Tarihen de sabittir ki, şeyh ve mürşid zatlar, İslam idarelerince hep makbul ve üstün tutulmuşlardır. Zalim halifeler bile onların hakkını bilmiş, kendilerinin yanında yer almaları için zorlamışlardır.

18-Cihan Sulhünde : “Para biriktirilemez, biriktirmek, tasarruf etmek yoktur" diyor. Oysa zekatı verilen mal temizlenmiştir."Ahir zamanda zenginlik ümmetim için saadettir". (Ramuz ül ehadis) buyuruluyor. Enflasyonu yüksek ülke müslümanları bunun son derece idrakindedirler.. İMF’de kendisine teslim olmuş ülkelerde de, işçi ücretlerinin artırılmaması yönünde baskı yaparak açlıktan başka bir şey düşünemeyen yığınları oluşturma gayreti içine girer.

İslam’dan önce de zengin olan Hz.Osman (RA) şehadetinde 1.000.000 dirhem gümüş, 1000 harp atı, 1000 harp kölesi, 200bin altın kıymetinde 3 çiftlik olmak üzere tamamı yarım milyona tekabül eden altın kıymetinde miras bırakmıştı.Yine Hz. Zübeyir bin Avvam (RA)'ın 50.000 altını, 1000 harp atı, 1000 kölesi, Amr bin As (RA) hazretlerinin 300.000 altını vardı.Abdurrahman bin Avf radıyallahü anh hazretlerinin servetinin ise hesaba sığmadığı bilinen şeylerdendir.Zekatı, sadakası verilen, helalinden kazanılan her mal biriktirilir ve mübarektir, paktır, temizdir.

Sahabe için bütün bunlar Allah Teala'nın malıydı, kendileri Allah'ın eminleriydi ve emrettiği yerlere harcıyorlardı.[3] "Para biriktirilemez" cümlesini, komünist Karl Marks söylüyor. Görülüyor ki, Kutub; eski komünist fikirlerinden de bir türlü kurtulamamış ! (devam edecek)

[1] Y.Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet c. 1 sh: 442vd. Bu zekat konusunu da inşaallah 2nci kitabımda ele alma imkanımız olur.
[2] S.Kutub,İslam ve Kapitalizm Çatışması, sh: 108. Birleşik yay. 6.Baskı, yıl :1995
[3] Rabıta-i Şerife, A.Arvası (ks), sh:84-85

7 Ağustos 2008 Perşembe

Seyyid Kutub (2)

4- Yine aynı kitapta "Devletçilik, İslam'ın bu tarafı gereği gibi açıklanmamıştır" ( sh: 13 ) Dört raşid halife de dahil, gelmiş geçmiş bütün mezhep imamlarını, ulemayı, alimleri küçümsemek,yok saymaktır bu. Onlar bu mes'eleyi gereği gibi anlatamamışlar da kendisi anlatmış (!) Bütün alimlerimize iftira atıyor. Onları yani dört halife, Emevi, Abbasi ve Osmanlı halifeleri, ulemayı bu konuyu atlamakla, yeterince bilmemekle itham ediyor. Demek ki, Seyyid Kutub, bu dünyaya gelesiye ve sapık kitaplarını yazasıya, kendini mezhepler üstü allame göresiye kadar, İslam ümmeti İslam’ın devlet mes'elesinden habersizdi !
5- "İslamiyyet diğer dinlerden nefret manasını taşıyan dini taassubu asla kabul etmez"miş.(Cihan sulhü, sh: 22) İslam'dan başka dinlere mensup olanları sevmemek taassup olarak gösterilmiştir. Şimdi ben mesela Yahudiyi sevmezsem, Müslüman düşmanı Bush'dan nefret edersem bu taassupmuş.Ne yani -haşa- sevecek miyiz? "Ey iman edenler ! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin"[1] misali ayetler varken, Filistin kan ağlarken, Irak'da, Afganistan'da, Doğu Türkistan'da Çeçenistan'da...müslümanlar acımasızca katledilirken, Bush haçlı savaşı başlamıştır diyerek kan emerken kadınların namusu kirletilirken, biz hümanist olacağız, Allah için nefret etmekten uzaklaşacağız, Allah'a ibadeti engelleyen tağutlara taassupta (!) bulunmayacağız öyle mi ?

6- "Tüm insanlar, tanışıp anlaşsınlar, birbirlerini sevsinler diye yaratılmıştır, boğuşup birbirlerini yesinler diye değil "(aynı kitap) Tüm insanlar birbirini sevemez."Mü'minler ancak kardeştir..(Hucurat:10) ‘’Mü’minlerin dostu (velisi) "ancak ALLAH (onun) Resûlü ve rükû eden, namazı kılıp, zekâtı veren mü’minlerdir.” (Maide :55 ) bir çırpıda aklıma gelen ayet mealleri nerede, Kutub'un "tüm insanları kardeş" yapma sapıklığı nerede.. Hadis-i şerifte sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz : "İmanın temeli ve en kuvvetli alameti, müslümanları sevmek, kâfirleri sevmemektir."[2].: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun kendi babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Resulüne muhalefet edip, düşman olanlara dostluk ettiğini, sevgi beslediğini göremezsin..." buyurulmuştur.[3]

7- "Yeryüzünde yaşayan tüm canlılar arasında bir yakınlık bağı vardır, hepsi bir ailedendir" (C.Sulhü kitabından )cümlesi de ona ait. Kur'anda Hazreti Lut ve Hazreti Nuh (AS) kıssalarında "Yarabbi oğlum.. diyecek oluyor, iman etmeyen oğlu için Mevlamız :"O senden değil " buyuruyor.Peygamberimiz aleyhisselatü vesselamın getirdiği din, baba ile oğlu karşı, karşıya getirmedi mi?Akrabalar birbirine kılıç çekmedi mi ?

8-"Devlet yalnız vergi yoluyla değil, şahsi mülkiyetten ihtiyacın gerektirdiği miktarda karşılıksız, iade etmemek üzere alır.." (C.Sulhü ) Kısa cevabı, bu da komünist sistemlerde vardır.İslam nizamında zekat dışında devlet zorla bir şey alamaz. [4]

9- İslam'a "nazariye" diyor.Lügatlerde nazariyenin manası, doğruluğu ispatlanmamış ilmi görüşler diye tarif ediliyor. Hani şu Darwin nazariyesi cümlesi gibi. Bu nazariye kelimesi beşeri, ideolojik şeyler için kullanılır.İslam’ın görüşü diyor, görüş biz kullara ait, doğruluğu tartışılabilen şeylerdir. Korkunç cürüm! Yoldaşı mason Efgani'de İstanbul'da yaptığı bir konferansta -haşa- "Peygamberlik sanatlardan bir san'attır" demiş ve ortalık birbirine girmişti.! Yani bu sanatı öğrenenler peygamberlik yapabilirler,diyebilmiştir.Kelime ve kavramlar bu kadar önemlidir.Onlar maksatlarını böyle sinsice kelime oyunları içinde döktürürler.

10- Fizilail Kur'anda, maide suresini güya tefsir ederken : Dört mezhebin ictihadlarını bildirip, "biz bu hususta imam Malik'in fikrini tercihe şayan görüyoruz" diyerek mezhepsiz ve mezhepler üstü olduğunu ispat etmiştir. Sen kimsin de mezheplerden birini tercih ederek, mezhepleri karma yapıp,aklına yatana göre tefsir yapıyorsun.Sen mezhep seçicisi misin ?Maliki mezhebini tercih ederken, diğerleri yanılmışlardır, demeye getiriyor. Yoksa mezhepleri telfik ederek, mezhepler üstü bir konumla, diğer mezhep imamını tahkir edici tarz çok çirkindir.Bir kimse kendi mezhebinin içtihadını tercihe şayan görmez, hep doğru bilir ve amel eder.Başka mezhebin ictihadını tercihe şayan gören, İmam-ı Rabbani efendimizin buyurduğu gibi, mülhid, yani mezhepsiz olur.

11- Zümer suresi 3. ayetini anlatırken, evliyayı, veliyi, mürşid-i kamilleri reddediyor. Bu da vehhabiliğine işaret. Mürşid, Allah dostu veli insana puttur diyebiliyor.

12- Bakara suresine başlarken;"Her surenin kendine has bir musiki tesiri vardır.." diyebiliyor. Kur'anı musiki ve teganni ile bağdaştırmak mı müfessirlik ?

13- "Tefsir ve tevhid alimlerinin bilmesi gerekir ki.." bu cümlesiyle de gelmiş geçmiş cümle tefsir alimlerini ve imamları, alimleri küçümseyerek, onlara akıl hocalığı tarzında, ukalaca bilgiçlik taslıyor. Sanki onlar bilememişler gibi..

14- Yine tefsirlerinde "bana göre" ifadesi, fıkıhtan haberi olanlarca oldukça anlamlı.Sen kimsin, müfessir mi, müctehid mi, muhaddis mi ? hiçbiri..Herkes "bana göre" demeye başladı mı, ortada ne mezhep, nede din kalır..Oysa icazetli ehl-i sünnetin meşhur müfessirleri bile, son tahlilde ‘’en doğrusunu Allah bilir’’ demiş, büyüklenme yoluna gitmemişlerdir.

Tabiünden Şabi (rh.a.)'e bir kimse gelip bir sual sorar.O bu konuda Abdullah İbn-i Mes'ud (RA)'dan bir rivayeti nakleder.Sual soran kimse: "Sen bu konudaki şahsi kanaatini söyle" deyince, Hz.Şa'bi (rh.a.): Şu adama bakın, ben ona Abdullah İbn-i Mes'ud şöyle dedi diyorum.O bana şahsi kanaatimi soruyor. Ben dinimi bundan tenzih ederim. Vallahi müzikle meşgul olmayı, sana şahsi kanaatimle fetva vermeye tercih ederim, diye haykırmıştır.[5]

Hz.Ebubekir -radiyallahü anh- efendimize bir ayetin manası sorulduğunda : “ Ben Allah’ın kitabından bir şey hakkında Allah-u Tebareke ve Teala’nın murad ettiğinden başka bir şey söylersem, beni hangi gök gölgelendirir ve hangi yer taşır. Nereye gidebilirim ve nasıl yaparım? ”[6] buyurarak bu çok ince ve hassas meselenin- hem de peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmasına rağmen- önemini, tasasını bizlere hissettirmeye çalışmıştır. Allahresulünün nazarına ilişmiş, sohbetiyle yetişmiş sırdaşı Kur’an’ı tefsir hususunda böyle bir endişe taşıyacak, hiçbir icazeti olmayan, mezhepsiz S.Kutub kendi başına ahkam kesecek, işte ayrılış noktası..!

15- "Zekat bir vergidir, ancak devlet tahsil eder" Zekat bir vergi değil mali bir ibadettir ve verileceği yerler belirtilmiştir. Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet İslam İlmihalinin Zekat başlığında muteber kaynaklar eşliğinde tespitlerinden özet :''Şurası muhakkaktır ki, “zekat” ile “vergi” arasında teşri kaynağı, gaye, miktar ve harcanacağı yerler noktasında müthiş farklar vardır. Zekat Allah Teala’nın koyduğu bir ibadettir.. Bu şer’i hududlara hiç kimsenin tecavüz etmesi veya onu değiştirmesi mümkün değildir.Hanefi fukahası, Dar’ül İslam’da zalim bir yönetimin koyduğu haksız vergilerin ödenip-ödenmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir...
Adil ve zalim bir İslam ululemirinin yönetiminin bulunmadığı beldelerde; müminler küfür ahkamına muhatap oldukları için “ESİR” hükmündedirler. Küfür ahkamı memurlarına, zekat ve öşürlerini kat’iyyetle veremezler. Verseler de sahih olmaz.”

Zekat toplama hakkının İslam devletinin başı ululemre ait olduğunu bilmek başka şey, hem zahiri ve hem de batıni mal olarak tabir edilen, ortada olan; para, altın gibi gizlenilebilen mallar –ki bu gizlenilebilen kısmı Hz.Osman efendimizin ictihadı ile ancak devlet tahsil eder’e dahil olmaz, verilmesi, müslüman ferde bırakılmıştır.

Seyyid Kutub, Allahresulünün -sallahü aleyhi vesellemin- damadı, müslümanların üçüncü halifesi ve Peygamberin “raşid halifelerime uyunuz “ buyurduğu Hz.Osman-ı Zinnureyn’den -radiyallahü anh-ve Müllefei Kulüb’e artık zekatın verilemiyeceğine ictihadla fetva veren Hz.Ömer -radiyallahü anh- efendilerimizden ve onların bu ictihadlarını ittifakla-icma kabul eden sahabe-i kiram hazeratından daha mı iyi İslam’ı biliyordu, bilgiliydi ve akıllıydı ? Bu soruya “evet” diyecek bir ahmak çıkmaz demeyin, nice nasipsizleri şahsen tanıdım ! (devam edecek)


[1] Nisa : 144,Al-i İmran :118-119-120-149; Nisa : 144, Mümtehine : 1-2; Maide : 55-56-57; Tevbe :123 gibi sayısız ayet-i kerime mealinin tefsirleri okunmalıdır.
[2] Kimya-i Saadette, İmam-ı Gazali ( Rh.a.)
[3] İbn Kesir, Mücadele suresi: 22
[4] İslami nizamın dökümanı hükmündeki Mecelle madde 95 bunu böyle açıklar.
[5] Sünen-i Darimi, sh: 47
[6] Kenzül Ummal, II/327; No : 4149,

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Seyyid Kutub (1)

SORU 14 : Seyyid Kutub kimdir, bazı eserlerlerde sapık fikirleri ve hatta mezhepsiz olduğu ve idam edilmeden önce bu fikirlerinden tevbe ettiği, lakin eserlerinin insanları zehirlediği belirtiliyor? Bu konuda ayrıntılı bir malumat verir misiniz?

Konuya, Ehl-i sünnet ve cemaat yani SÜNNET YOLU’nun dışındaki şahısları ele alırken istifade ettiğimiz kaynaklardan bazılarının isimlerini vererek girersek daha yararlı olur.Çünkü bu satırların yazarı da biliyor ve itiraf ediyorum ki, nakil yollu dayandığım bu muteber kaynaklar olmaksızın, onların verdiği ipucu ve vesikalar olmaksızın zaten bu çok önemli soruların cevaplarını vermede tek başıma bir şey ifade etmediğimizi bilenlerdeniz.

Tenkit yazılarını hazırlarken faydalandığım kaynaklardan bazıları şunlardır : Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in Doğru Yolun Sapık Kolları, Hac, Raporlar ve Sahte Kahramanlar adlı eserleri. Ahmed Davudoğlu merhumun Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri adlı eseri, Mehmed Ali Demirbaş'ın Başlangıcından Bugüne Mezhepsizler adlı eserleri, Yusuf Nebhani hazretlerinin Şevahidü'l Hakk'dan Vehhabilere Cevaplar adlı eseri, Mezhepsizlik İslam Şeriatini Tehdit eden en tehlikeli Bid'attir adlı eserin sahibi Said Ramazan el-Buti, Ömer Nasuhi Bilmen'in Hukukı İslamiyye ve İstilahatı Fıkhiyye Kamusu, Ehl-i Sünnet İtikadı Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretlerinin Bedir yayınları tarafından hazırlanan eserinin önsöz, tenbih ve ihtar bölümleri, Allame Muhammed Abdurrahman Silheti hz.lerinin Seyf'ül Ebrar Mezhebsizlik ve Vehhabilik adlı eseri, Furkan dergisinin çeşitli sayıları, M.Şevket Eygi'nin Milli Gazetedeki makaleleri,Yusuf Kerimoğlu'nun Fıkhi Meseleler kitapları, Ehl-i Sünnetin Müdafaası (Bera'atül Eş'ariyyin) Bedir Yayınevi ve Sadrettin Yüksel hocanın Makaleleri; “Cemaleddin Efgani Etrafında Makaleler” isimli eserin yazarı Malatyalı Muhammed Reşad, Enver Baytan hocamızın “Sultan Hamidi Olmayan Maskaralıklar” adlı Mevsim yayınlarından çıkan eseri. Elbette son olarak muhterem Dr.Ebuberkir Sifil hocanın kiapları, makale ve kendisiyle yapılan sohbetler yaşayan bir alimin tesbit ve tarzının ayrı bir yeri var.

Bir şeyi daha açıklamakta fayda var : İsimlerini ele aldığım şahısların pek azı hariç yüzlerini bile görsem tanımam. Onlarla şahsi ve garazi bir davamın olmadığını; yalnızca fikir, düşünce ve itikadi zararları itibariyle, tenkit ettiğimin bilinmesini isterim.Bu aşırı görüşlü dinde reformcu insanlara inanmış olanların temel açmazlarından birisi de: Kendilerine yapılan, reformcuların batıl fikirlerinden örneklemeleri bir tarafa bırakıp; onların İslam’a saldıran yönlerini teşhir eden, zararlı yönleri konusunda insanları uyaran ulemayı, kişileri, ele alıyor olmalarıdır! Yani bir alim, Seyyid Kutub’un Sünnet Yolu’na uymayan vahim hatalı bir fikrini gösterse, gösterileni bırakıp, göstereni ele alıp, yıpratma garabetine düşüyor olmalarıdır, bu açmaz gibi gözüken hile..Oysa Hz.Ali –-radiyallahü anh- efendimiz :”Doğru, kafirin dilinden de çıksa dahi, makbuldür” buyurmaktadır.Kaldı ki burada söz konusu olan doğru tenkitler İslam alimlerinden gelmektedir.

Seyyid Kutub l903 'de Mısır'ın Said bölgesi köyünde doğdu.Ailenin ikinci çocuğu idi. Birincisi Hamide Kutub, ikincisi kendisi, üçüncüsü Emine Kutub ve dürdüncüsü Muhammed Kutub.İlk okuldan sonra orta ve liseyi Kahire’de dayısının yanında okudu.Bu esnada ailesi de Kahire'ye taşındı.Yüksek tahsilini meşhur (!) Ezher’in Edebiyat fakültesinde yapmış olduğundan, her hükmü edebiyatçı yaklaşım ile ele alarak, ehl-i sünnet ve cemaat çizgisini tanımayanları kolay ikna etmiştir.

1941 yılında Sosyoloji doktorası için resmen Amerika’ya gitti. Önce sosyalist fikirleri yaydı..Sonraları Kahire müftüsü ve mason locası başkanı olan Abduh'un dinde reformist yolunu benimsedi.1966'da idam edildi..Görüldüğü gibi, Kutub; İslami ilimler okuyarak bir hak mezhebe göre bilgi sahibi olmak yerine, sosyoloji, sosyalizm ve edebiyat alanında ihtisas sahibi birisidir.İslam’a yaklaşımı ve anlatışı, maalesef işte bu temelsizlik/etkilenme yüzünden hep hatalı olmuştur.

Ahmed Davudoğlu merhum, O'nun için :"Seyyid Kutb bir ediptir, biraz dini kültürü vardır.Sözü dinde sened olamaz.Çünkü, (icazetli) din alimi değildir" buyurmuştur.[1] Bir insanın sözünün dinde sened olabilmesi için icazetli ehl-i sünnet ve cemaat alimi olması lazımdır.Hele icazetsiz birinin tefsir yazması cinayettir.

Şehid olmuş mudur, olmamış mıdır meselesi için : Üstad Necip Fazıl merhum:"Sahte Kahramanlar konferansımda gerçek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Seyyid Kutub bir İbni Teymiyye meddahıdır ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hazreti Osman (RA)'a adaletsizlik isnad eden ve dil uzatan bir bedbahttır. İdam edilmeden bu sapıklıklarından istiğfar ettiğini söyleyenler oldu. Eğer öyle ise şehid.. Değilse, mücadelesi kafire karşı bir sapığın davranışından ileri geçmeyen bir zavallı."[2]

Bu son ihtimale göre şehid olsa bile, Seyyid Kutub ile meselemiz bitmiyor ve bitmeyecek. Zira yazmış olduğu sapık kitapları ve bir de ortada tefsir diye gezen, şahsi hezeyanları var..Bu tefsir isimli (Fi’zilail Kur'an) güya Kur'an tefsiri ve sapık kitapları piyasada gırla gidiyor. Mezhepsizler -tıpkı diğerlerine yaptıkları gibi- O'nun da kitaplarını yaymayı cihad biliyorlar. Çok ilginç olan bir şey de, İslam devleti kurma maksadlarını içeren kitaplarından Türkiye'de düzen koruyucuları hiç rahatsız olmuyorlar ! Yıllardır, her dönemde serbestçe satılmaktadır. Bu kişi, Mısır'da Nasır'a ve onun düzenine karşı mücadele vermedi mi ? Öyleyse onun kitaplarının TC için bir tehlike arz etmesi gerekmez mi ?! Tabi birileri onun sapık görüşlerle Ehl-i sünnete darbe vurduğunun farkında..Böyle adamların kitapları okunsun, ümmet bozulsun !

Kendisi tevbe edip, şehid olsa bile, kitapları her gün binlerce insanı zehirliyor..Şimdi onun kitaplarındaki sapıklıkları yazmıyalım da, insanların sapanlarında artış mı olsun ? Şehitse, şehitliği kendine mübarek olsun.Amma tevbe etse bile, bu veballeri "Kim kötü bir çığır açarsa, peşinden gidenlerin günahlarından eksilmeksizin, kendisine yüklenir " hadis mealinin belirttiği konumda olur.Şehit de kul hakkından sorulacaktır.M.Şevket Eygi : "O bu kitablar yüzünde, mezarında kan terlemektedir."[3]

İşte S.Kutub’un yanılgılarının ve ehl-i sünnet inancına uymayan görüşlerinden bazılarının vesikaları :
1- Seyyid Kutub, bütün kitaplarını müctehid edası içinde yazar.Yani kendisini müctehid yerine koyar..Bir İmamı Azam (RA) gibi sanır..Tefsirinde geçmiş ehl-i sünnet müfessirinden pek kaynak göstermez.."Kur'anı kendi reyi ile tefsir edenin yeri cehennem ateşi olsun"[4] hadis-i şerifini çok iyi düşünmek durumundayız.

2- Bütün kitapları ayet ve hadisten derlemedir.Ayetler herhangi muteber bir tefsire dayanmaz.Hadislerin yorumu, şahsı tarafından yapılır.Nasih, mensuh, sebeb-i nüzul ilimleri bilinmeden tefsir işine soyunmak büyük bir musibettir.

3- İcma ve Kıyas tanımaz. Sahabe için bile durum böyledir.Mesela, ''eğer bugün bazı kimseler zekatı kendi elleriyle verebiliyorlarsa, bu İslamın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir " deme cür'eti kendisine aittir.[5] Ne var bunda diyenler meseleleri kavramamış insanlardır.Bu sözün ucu Hazreti Osman (RA) efendimize ve O'nun mübarek ictihadına ve bu ictihad sonucu oluşmuş, icma-i ümmet, yani Hazreti Osman radiyallahü anh efendimiz zamanında yaşayan tüm sahabelerin ittifakını reddemeye-Allah bizleri bu duruma düşmekten korusun amin- götürür. Zira Hazreti Osman (RA) efendimiz ictihadıyla altın ve gümüş zekatlarının verilmesini sahiplerine bıraktı. Bu noktada Seyyid Kutub, hiçbir mezhep imamının demediğini demiş oldu..Zaten mezhepsizler, mezhepler üstüdür.

Müslüman ümmet, yüzyıllardır, altın, gümüş, para gibi görünmez değerlerini; Hz.Osman -radiyallahü anh- efendimiz ve sahabe-i kiramın icmaına uyarak zekat olarak veriyorlar. Kutub, yukarıdaki cümlesiyle hem müslümanları ve hem de sahabeyi, Hz.Osman efendimizi, bu İslam’ın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir diyerek farzı yerine getirmemekle; İslam dinini bilmemekle itham etmiş oluyor. Bu ne büyük enaniyet, nefse ve akla güveniştir.. Adam gözümüzün içine baka baka İslam büyüklerine yaldızlı edebiyatı ile hakaret ediyor. Buna rağmen bazı aymazlar da Kutub büyük alimdir diyebiliyorlar. (devam edecek)

Seyyid Kutub (2) burada

Seyyid Kutub (3) burada

Seyyid Kutub (4) buradaBağlantı

__________

[1] Ahmed Davudoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri
[2] N.Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kolları
[3] Ehl-i Sünnet İtikadı, sh: 10 Bedir yayınevi.
[4] Tirmizi
[5] Seyyid Kutub, Cihan Sulhü ve İslam, sh.150-158

4 Ağustos 2008 Pazartesi

cenazede alkış !

''İslâmi adap içinde tekbir getirerek cenaze taşımak doğru olmadığı gibi, alkış ile uğurlamak da hiç doğru değildir. Böyle bir uygulamanın ne dinde yeri vardır ne örf ve âdetlerimizde. Olsa olsa, belki alkışlarla cenaze taşımak tekbirle götürülmesine bir tepki olarak ortaya çıkmış bir yanlışlıktır. Cenazeye yapılan görevler birer ibadettir ve sevaplı bir iştir. Hiçbir ibadette alkış olmaz ve olmamıştır. İbadet esnasında alkış yapmak İslam öncesi putperest Cahiliye Arapları’nın âdetidir. Onların bu davranışını da Kur’ân tasvip etmiyor: “Onların Kâbe’deki ibadetleri ıslık çalıp el çırpmaktan başka bir şey değildir. Öyleyse inkârlarınızdan dolayı şimdi tadın azabı..'' (Enfal Suresi, 8:35) Mehmet Paksu

Fethullah Gülen Hoca ve Bahailik / Dr. Ebubekir Sifil

''Bu köşeyi düzenli olarak izleyenler, Fethullah Gülen hocaefendi ve hareketi hakkında pek çok eleştiri yazısı okudular bugüne kadar. Bundan sonra da –ister aslî konularda olsun, isterse fer’î konularda– Ehl-i Sünnet çizginin kabulleriyle örtüşmeyen, ya da siyasî ve stratejik olarak Müslüman halkın ve ümmetin menfaatlerine aykırı düştüğünü düşündüğüm hususlarda değerlendirme ve fikir beyan etme hakkımı sonuna kadar kullanmaya devam edeceğim. Bu köşeyi işgal ettiğim sürece bunun benim için sadece bir hak değil, aynı zamanda bir vazife olduğunu düşünüyorum.'' Yazının devamı burada

3 Ağustos 2008 Pazar

Dövme yaptırmak!

Beyaz'dan çok eşlilik konusunun sonuna gelen soruyu bir zamanlar kardeş sitelerden canfm.info'da acizane yorumlamıştım. O yazıyı aynen buraya eklersem, sanırım yeterli olur.

Dövme yaptıran tövbe etsin !
Diyanet İşleri Başkanlığı, yaptırdığı dövme nedeniyle kişinin tövbe etmesi gerektiğini bildirdi. Diyanet takviminde yer alan bilgide, insan bedeninin değişik yerlerine çeşitli şekillerde dövme yaptırmanın eski çağlardan beri yapılan bir cahilliye adeti (*) olup, sağlık açısından da zararlı olduğu gibi dinen de yasaklı olduğu belirtildi. ”Yapılan dövme gusül ve abdeste engel değildir.Kişinin yaptırdığı dövmeyi kazıtması gerekir” diyen Diyanet, bu operasyonun vücuda zarar vermesi durumunda dövmenin olduğu gibi bırakılmasını, ancak kişinin dövmeden dolayı tövbe etmesi gerektiğini, tövbe edenlerin gusül ve abdestinin geçerli olacağını ifade etti.” dedi. (ANKA)

YORUMUMUZ :Hadis-i şeriflerde, dövme, peruk,saçta yandan favori, bir kısmı tıraşlı,bir kısmı kalmış (yolunmuş tavuk gibi, dazlak modelleri )Müslüman olmayanlara ait her türlü eda, moda, tavır, şekil şiddetle yasaklanmıştır!Bir hadis-i şerif meali şöyledir: ''Kaşlarını incelten ve dövme yaptıran lanetlenmiştir'' (Ebu Davud)
Dövmenin gusle engel olmadığı fetvası da tartışılır gibi geldi bana, şöyleki: Cildi kazıyıp boya ile desenlerin içi dolduruluyor!?Bu nasıl gusle abdeste engel değil, o zaman oje ve saçlarda katman oluşturan saç boyalarının hükmü ne olacak ?

Dövme deri altına işlenir ve boyası taşmazsa gusle zararı yok ama lanetlik olmaktan kurtulunmuyor! Hem de lanet Allah korusun hepimizi Sevgili Peygamberimizden..!! Değer mi iki günlük dünya hevesi için.

Merhum Cem Karaca’nın Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete adlı şarkısı aklıma geldi.Niye mi, işte başka bir haber : İlahiyatçı Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Diyanet’in bu görüşüne mesafeli yaklaştı. Dövmenin yasaklanmasını doğru bulmayan Karaman, İslamiyet’in insana zarar veren, eziyet eden durumları kabul etmediğini, bu nedenle deri altına iğnelerle yapılan dövmenin insana eziyet olduğu için kabul edilemeyeceğini söyledi. Ancak boyama şeklinde deri üzerine yapılan dövmede bir sakınca olmadığını belirten Karaman, dövme figürleriyle ilgili ise şu uyarılarda bulundu: “Masum şekiller önemli değil, ancak yapılan dövmenin inanç ve ahlaki sınırları olmalı. Haç figürü dinen uygun olmaz. Müstehcen bir şekil de uygun olmaz.”

Allah ve Peygamberi lanet etti, Karaman mezhebi dövmeyi de serbest etti ! Yalnız politika yaz gazetende, şu dinden ve heva fetvalardan elinizi çekin de kurtulalım siz naylon müçtehidlerden.Öbürü parti kurdu, kurtulduk her an bir kanalda milleti din adına kandırmalarından, şu sıralar pornocu şişman prof. kafasına göre takılıyor!

Sonuç olarak dinimizce kesin yasaklanan dövmeden uzak durmak gerekir, yaptırıp, pişman olup kazıtabilirse kazıtır; yoksa hep üzülmeli ve mümkünse başkalarına göstermemeye gayret etmelidir.

(*) Cahiliye adeti demek; Sevgili Peygamberimizin İslamiyeti tebliğ/ilan etmesinden önceki yaşam tarzı, yani Müslümanca yaşanılmayan zaman dilimi anlamlarına gelmektedir.

canfm.info

2 Ağustos 2008 Cumartesi

iki olay !

Gündemi çok hızlı değişen, 24 saate pekçok olayın sıkıştığı; takibi zor ender ülkelerden ve belki de ilki bizim memleketimiz Türkiye..

İnsanlar ihmal kurbanı ölüyorlar.''Allah Kerimdir'' dillerde parola ama yanlış uygulama, ihmal ve tembelliğin maskesi/mazereti olmuş bir durumda..

Başta Antalya olmak üzere memleketin canım ormanları cayır cayır yanıyor. İnsan aklı ve kaçmak için bacakları olan varlık. Ama bir ağaç, üzerindeki binlerce yaprak ve barınan hayvan türleri ile nereye kaçabilir? Yanarken haykırmalarını bir ağacın, bir ormanın kim duyabilir?Yanan orman ve başından örtüsü zorla sırılıp alınan genç kızlar..Kim duyacak onların sessiz çığlıklarını? Bu iki olay başımı ağrıtacak kadar beni üzer, hayır kahreder!
Öğrencilerin kaldığı yurt patlama ile çöktü, şehit talebeler..!

Millet olarak anlayışımız değiştirmeye ihtiyacımız var ve insanlık vasfını canlı tutacak eğitime. Çok üzgünüm.