29 Kasım 2010 Pazartesi

Karaman hocanın “var”ları ve “yok”ları 23 / Dr. Ebubekir Sifil

Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocanın kendi sorduğu "İslam'da Ne Var Ne Yok" sorusuna verdiği cevaplar içinden medar-ı itiraz gördüğüm hususları ihtiva eden yazılara bugün son vermiş olacağım. Bir "toparlama yazısı" olarak bu yazıda birkaç hususun altını çizmeyi gerekli görüyorum:

Söz konusu yazılara girizgâh olarak kaleme aldığı satırlarda Karaman hoca şöyle demişti:

"Örneklere geçmeden önce "İslam'da şu var, bu yok" demenin "usulü" üzerine bir iki cümle yazalım.

"Üzerinde ittifak edilmiş inanç, ibadet ve hayat kuralları "İslam'da vardır", bunlar için bir mümin "Bu İslam'da yok" diyemez.

"Müctehidler, müfessirler, kelamcılar, sûfîler (ehliyet sahibi İslam alimleri) bir konuda farklı görüş, yorum, ictihad ileri sürmüş olurlarsa "göreceli olarak; yani filan alime, mezhebe, yoruma göre İslam'da var, filana göre yok veya farklı" denir.

"Muteber İslam alimleri ittifakla bir hüküm, kural veya uygulamanın İslam'a aykırı olduğunu, İslam'da böyle bir şeyin olmadığını açıklamış olurlarsa "bu da İslam'da yoktur" kısmına girer.

"İslam alimlerinin hüküm ve kararları, beşer üstü bir bilgi kaynağına değil, çalışan herkesin elde edebileceği "İslam ilmine" dayanır. İslam ilminin kaynağı vahiy ve -duyu organlarının verileri de dahil olmak üzere- akıldır.

"İman esaslarının mümin olmak için şart; namaz, oruç, hac, zekat gibi ibadetlerin -ehliyet şartlarına göre- farz olması, alkollü içki kullanmanın, zinanın, faizin, yalanın, iftiranın, haksızlığın (zulmün)... haram olması İslam'da vardır; detayları tartışılabilir ama asılları tartışma dışıdır..."

İbretle görüyoruz ki, bu genel çerçeveyi çizen de, ona aykırı hareket eden de hocanın kendisidir. Nasıl mı? Yukarıdaki iktibasta geçen "Muteber İslam alimleri ittifakla bir hüküm, kural veya uygulamanın İslam'a aykırı olduğunu, İslam'da böyle bir şeyin olmadığını açıklamış olurlarsa "bu da İslam'da yoktur" kısmına girer" cümlesini alın ve hocanın "İslam'da yoktur" dediği meselelere uygulayın. Göreceksiniz ki hocanın "İslam'da yoktur" başlığı altına soktuğu meselelerin hiç birisi bu ilkeyle örtüşmüyor. Ne recm meselesinde, ne taaddüd-i zevcat meselesinde, ne de "kadının dövülmesi" ifadesiyle ele alınan meselede ve diğerlerinde muteber İslam alimleri ittifakla "İslam'da böyle bir şey yoktur" demiştir.

Hal böyleyken hoca bu meselelerin İslam'da olmadığını kimi zaman başlığa çekerek, kim zaman da dolaylı anlatımlarla söyleyebilmiştir.

Hoca diyebilir ki, "Banim için bütün ümmet ulemasının ittifakı esastır. Dolayısıyla üzerinde asırlar önce ittifak oluşmuş herhangi bir meselede bugünün alimleri farklı görüş serdedebilir. Dolayısıyla böyle meselelerde "muteber İslam alimlerinin ittifakı" söz konusu edilemez.

Biz de deriz ki: Buradaki "muteber İslam alimleri" kimdir ve buradaki "ittifak"tan kasıt nedir? Bizim için, "şu mezhebe, alime, yoruma göre vardır"dan daha öte bir anlam ifade eden nice hususlar vardır ki, bizim müslümanlığımızın alamet-i farikasını oluşturur. Sahabe'nin adaleti meselesi böyledir mesela. Oysa bu meselede "İslam alimi" tanımı altına girenlerden sadece Ehl-i Sünnet'e -bir de Şia'nın "Zeydiyye" kolu gibi birkaç alt fırkaya- mensup olanlar ittifak etmiştir. Hocanın çizdiği çerçeveye göre pekala "izafiler" arasına girebilecek olan bu mesele bizim için vazgeçilmezdir...

Bu yazıları kaleme alırken, hak/doğru bildiğim hususları eğip bükmeden söyleme mükellefiyetinin gereğini yerine getirmekten başka bir amacım olmadı. Bunu yaparken İslami edep sınırlarının ve ilmî ölçülerin dışına çıkmamaya gayret ettim. Bu çerçevede hocanın, kendisine o yazıları bağlamında ileri sürülen itirazlara cevap sadedinde kaleme aldığı yazılardaki birkaç noktanın mutlaka açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Önümüzdeki birkaç yazıda o hususlara değineceğim inşaallah.

26 Kasım 2010 Cuma

Karaman hocanın ''var''ları ve ''yok''ları 21 / Dr.Ebubekir Sifil

''Hz. Ali (r.a)'ın Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz üzerine evlenmek istemesinin Efendimiz (s.a.v) tarafından kesin bir şekilde men edilmesi hadisesini ileri sürerek çok eşliliğe karşı "Hepimiz Fâtımayız" diye bayrak açan hocanın atladığı önemli gerçekler var.

Bunlardan birisi, Efendimiz (s.a.v)'in, Sahabe'den herhangi birisini taaddüd-i zevcattan men etmemiş olmasıdır.

Bir diğeri, Hz. Ali (r.a)'ın, Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz vefat ettikten sonra birden fazla kadınla evlilik uygulamasını vefat edene kadar sürdürmüş olmasıdır. Bu hususla ilgili olarak bir önceki yazıda bir-iki örnek zikretmiştim. Bu noktayı biraz daha açmakta fayda var:

Hz. Ali (r.a), Hz. Fâtıma (r.anha) validemizin vefatından sonra pek çok kadınla evlenmiştir. Bu kadınlarla yaptığı evliliklerden 14'ü erkek, 17'si (veya 19'u) kız olmak üzere 31 (veya 33) çocuğu dünyaya gelmiştir.'' devamı burada

25 Kasım 2010 Perşembe

Herşey sende gizli

Herşey sende gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Can Yücel

11 Kasım 2010 Perşembe

Muhterem Dr.Ebubekir Sifil hocanın nefis bir makalesi daha..

Muhterem Dr. Ebubekir Sifil ile Karaman arasındaki Hayrettin Karaman Hocanın ''Var''ları ve ''Yok''ları adı altında 18 makalede geçen münazarayı dikkatle okuyanların; Karaman hocanın, bu yazılara cevaben Muhterem Ebubekir hocanın ismini zikretmeye bile tenezzül etmeyişi, ilim ve ahlak ölçülerinden dem vuruşu da gözlerden kaçmamıştır.
Yazısındaki kaynaklardan birisi de Seyyid Sabık..Benim muteber olmayanlar listemde yer alan bir isim..O da mezhepsiz..
Zaten kensini mezhepler üstü allame görenlerin, farkına varmadıkları bir durumdur; mezhep tanımayan, kendisini mutlak müctehid olarak görenler, yine de birbirlerini ''taklid'' etmekten kaçınamazlar.
Bu da aslında mezhepsizlik mezhebidir, mezhebe karşı olanların açmazlarından yalnızca birisi..
Muhterem Ebubekir hocanın söz konusu nefis cevabi yazının tamamını buradan okumalısınız.Allah (cc) böyle alimleri iki cihanda da yüceltsin.Amin.

8 Kasım 2010 Pazartesi

şimdi zaman hazana demirlemiş..



Artık hayat siyah-beyaz ve mat !
Renkler ölgün,
Gönül yorgun..
Şimdi zaman, hazana demirlemiş..
Yapraklarda sarının tonları,
Hüznün konfetileri gibi,
Saçılmışlar gönül ovama.
Sokaklar kan gölü, puslu, pusulu !
Sevgi, kalleşin bıçağında kurban!
İnsana saygı karaborsa,
Ehl-i sünnet garip ve devletsiz..!
Namert saltanatında,
Ahlak mı, çoktan sözlüklerde kaldı.
Ahir zaman bu işte, böyle bir şey
Ve bizler tam merkezinde,
Yaşadığımızı sanan canlı cenazeleriz!

2 Kasım 2010 Salı

Dini sembollere dair

"Dine hürmet, bir anlamda bu sembollere hürmetten geçmektedir.

Ya da şöyle diyelim: Bu sembollere hürmetsizliğin, doğrudan doğruya dinin kendisine yönelik bir hürmetsizlik anlamı taşıyacağına özellikle dikkat edilmelidir.

Modern kültür içinde zaman zaman mizahı yapılan, küçültülen şeylerin dine ait şeyler olduğu gerçeğini göz ardı ettiğimizde, aslında dinle aramızdaki irtibatı kendi elimizle zayıflattığımız gerçeğini görmezden gelmiş oluyoruz.

Sembollere Saygı ve İman

Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur: “Sizden birinizin göğüs kafesinde iman, elbisenin eskidiği gibi eskir. Öyleyse (sık sık) Allah Tealâ’dan, kalplerinizde imanı yenilemesini dileyin.” (Hâkim, Taberânî)

Bu Nebevî uyarı, imanımızı her an diri ve canlı tutmanın yollarını aramanın ihmale gelmez bir farz olduğunu anlatır. Şüphesiz bunun çeşitli yolları vardır. İbadetlerimizi aksatmadan ve şuurlu bir şekilde yerine getirmek, çokça Kur’an okumak, zikrullaha devam etmek, salih insanlarla birlikte olmak… bu çerçevede zikredilebilecek hususların başında gelir. Yine bu konuda dikkat edilmesi gereken bir nokta da, günahlardan, münkerata düşmekten ve imanı zayıflatacak durum ve ortamlardan uzak durmaktır.Dinin kendisi ve hükümleri kadar, dini temsil eden ve dinî anlam taşıyan sembol, kavram ve değerlere gereken saygı ve hassasiyetin gösterilmesi de bu cümledendir. Hatta günümüz şartlarında biz farkında olmadan imanımızın eskimesine, yıpranmasına sebep olan en sinsi tehlikenin bu konudaki gevşeklik olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu sebeple alimlerimiz, dinî sembol, kavram ve değerlere gösterilmesi gereken hassasiyeti göstermemeyi ya da onlara saygısızlık anlamına gelen davranışlara sessiz kalarak onaylamayı, imanı ciddi anlamda tehlikeye sokan hususlar arasında zikretmiştir.

Söz gelimi, sırf tahkir etmek amacıyla alim birisine “alimcik” demek, fıkıh, tefsir, hadis… gibi dinî ilimlere ve bu ilimler hakkındaki eserlere saygısızlık göstermek, bu fiilleri işleyen kimsenin itikadî durumunu ciddi tehlikelere sokar. (Şerhu’l-İmâm Ali el-Karî alâ Kitâbi Elfâzi’l-Küfr, 165-167)

" Dr.Ebubekir Sifil

1 Kasım 2010 Pazartesi

Karaman hocanın “Var”ları ve “Yok”ları / Dr.Ebubekir Sifil

Prof. Dr. Hayreddin Karaman hoca, "İslam'da Ne Var Ne Yok?" sorusuyla başlattığı seri yazılarına kölelik ve cariyelik meselesiyle devam ediyor ve "Köle Ve Cariye Yok (Olmalıydı)" başlığı altında şöyle diyor:

"İslam'da var sanılan veya gösterilen birkaç konuya temas etmekte olduğum yazılarımda bugün kölelik meselesine geldik. Diğer konularda "yok" dediğim halde bu konuda "yok olmalıydı" dedim. Bundan maksadım şudur:

"Temel kaynağımız Kitab'a ve onun açıklaması, uygulaması mahiyetinde olan sünnete baktığımda şu sonuca varıyorum: İslam gelince önce köle ve cariyelerin perişan durumları ıslah edilecek, sonra da -İslam'ın aldığı tedbirler ve yaptığı düzenlemeler sayesinde- zaman içinde İslam toplumunda köle ve cariye kalmayacaktı. Vakıa böyle oldu mu? Hayır. Peki kusur kimde, dinde mi, Müslümanım diyenlerde mi? Şüphesiz zevklerini ve menfaatlerini ilahi maksada tercih eden Müslümanlarda.

"Önce temel kaynaklara göre köle ve cariye konusuna bakalım, sonra da olup bitene göz atalım.

"Seyyid Sabık, Fıkhu's-sünne isimli kitabında bu konuyu olması gerektiği gibi şöyle özetlemiş:

"Kur'an-ı Kerim'de köleleştirmeyi serbest bırakan bir ayet yoktur, aksine mevcut köleleri azad etmeye çağrı vardır.

"Peygamberimiz'in (s.a.) herhangi bir esiri köleleştirdiği sabit değildir, aksine Mekke, Benî-Mustalık ve Huneyn esirlerini serbest bırakmıştır. Cahiliyye devrinde köleleştirilmiş kimselerden kendinde bulunanlar ile yine kendine hediye edilen köleleri azad etmiştir.

"Raşid halifeler bazı esirleri misilleme sebebiyle köleleştirmişlerdir, ancak onlar da, daha önce mevcut köleleştirme şekillerini haram bilmiş, bunu yalnızca "devletin, Müslüman olmayan düşmanlarına karşı ilan ettiği meşru savaşta alınan esirler" ile sınırlamışlardır.

"İslam bu sınırlama dışında mevcut kölelerin durumlarını düzeltmiş, onlara iyi davranılmasını sağlamış ve hürriyete kavuşma kapısını sonuna kadar açmıştır..."

Öncelikle dikkatinizi Hoca'nın, buram buram modernite kokan giriş cümlelerine çekmek isterim Meşruiyetlerini ispat sadedinde kendi tarihselliklerini mutlaklaştırıp, her halukârda modern zamanlardakinden daha arı-duru ve daha doğru olduğunda şüphe bulunmayan ve ilk nesillerden tevarüs eden çizgiyi mahkûm etmek İslam'ın tarih içinde yanlış anlaşılıp yanlış uygulandığı temel tezini savunan modernistlerin karakteristik tavrıdır.

Bu tavrın, her fırsatta kendisini anti-modernist bir çizgiye konuşlandıran Karaman hocadan sadır olması üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir husustur.

İkinci nokta, yazının kurgusuyla ilgili: Hoca'nın "yoktur" dediği recm vesaire ile "yok olmalıydı" dediği kölelik/cariyelik arasında kaynaklarda yer almak ve hüküm olarak kabul, müdafaa ve icra edilmek bakımından herhangi bir fark olmadığı halde niçin diğer konular "yoklar" grubundadır da kölelik/cariyelik "yok olması gerekirken olmamış"tır? Hocaya, diğer hususların "kesin yok"lar arasında bulunduğunu düşündüren hangi "okuma biçimi" ola ki?!..

Meselemize dönecek olursak;

"İslam'da kölelik/cariyelik yoktur" önermesinin, "Çünkü İslam her vesileyle köle azad etmeyi teşvik etmiştir" tesbitiyle gerekçelendirilemeyeceği, Mantık'tan az-buçuk anlayan herkesin kolaylıkla fark edeceği bir gerçek. Sormazlar mı insana: Köleliği ortadan kaldırmanın yolu kölelik kurumunu tamamen yasaklamak mıdır, yoksa bir taraftan bu kapıyı açık bırakıp diğer taraftan köle azadını teşvik etmek mi?

İçkiyi, faizi ve diğer muharrematı (kimini def'aten, kimini tedricen de olsa nihai noktada) kesin bir şekilde yasaklayan İslam, acaba hangi hikmete binaen kölelik kurumunu muharremat arasına alıp ilanihaye yasaklamamıştır?

Devam edecek.