31 Ocak 2009 Cumartesi

Körfez ülkelerinden Türkiye'ye mali destek

IMF'nin sıkıştırmak istediği Ankara, rahatlayacak! Başbakan'ın Davos'taki tavrı Arap ülkelerini de etkiledi. Körfez ülkeleri, mali kaynaklarını Türkiye'ye açtı.Tıme Turk

REELPOLİTİK TUTUM VE OSMANLININ GÖLGESİ

"Önemli olan "reelpolitiğin canı cehenneme" diyerek bu tepkinin verilmiş olmasıdır; böyle tepkilerin verilebilir olduğunun görülmüş ve gösterilmiş olmasıdır. Sadece Gazze'nin, Filistin'in ya da Ortadoğu'nun değil, bütün dünyanın mazlumları şimdi bu duruşa her zamankinden daha fazla muhtaç bulunuyor. İzzetin Allah'a, Resulüne ve Mü'minlere ait olduğu gerçeğini bütün ilişkilerimizde ve tavırlarımızda belirleyici kılabilsek, aşılmaz gibi görünen pek çok engelin yerle bir olduğunu göreceğiz. Ama önce bizim bu bilinci kuşanmamız gerekiyor…" Ebubekir Sifil

30 Ocak 2009 Cuma

Osmanlı ruhu..

Tarih 29 ocak 2009 perşembe akşamı..Yer, İsviçre'nin ünlü kayak merkezi Davos..
Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, küstah ve soykırımcı İsrail çetesinin başının yüksek tondaki fırtınasına; yüzsüz konuşma biter bitmez-süresi/sesi kısılmak istenmesine rağmen- kasırga gibi tarihi cevap ve resti ile salonu terkederek, tokat gibi cevap verdi.Hem Davos'a, hem de mazlumlar karşısında kör olan iki yüzlü dünyaya..
Kasımpaşalı Tayyip, Osmanlı ruhu ile gönülleri feth eden Recep Tayyip olarak bugün Gazze'de adına miting yapılan bir sembol haline gelmişse, şüphesiz bu Müslümanların özledikleri, hasret kaldıkları onurlu duruşu, Osmanlı asalet ve adaletini, gücünü hatırlattığı içindir.
Konuya ilişkin sosyopsikolojik derin analizleri uzmanları yapsınlar.Ben, hiçbir arap/acem liderinin yapamadığı onurlu ve azametli/imanlı duruşla, o kurtlar sofrasını şahane bir restle terkeden Recep Tayyip Erdoğan'a, minnet duygularıyla dualar eden kalabalıklara katılarak, gönülden teşekkürler ediyorum.Ve inanıyorum ki, içerde ergenekon çetesi/derin devlet kamburundan selametle sıyrıldığı anda; çok daha güçlü, kendisine güvenen bir milletin şahlanışa geçmesinin önünde hiç bir engel duramayacaktır.Gazze olayına tepkisi yüzünden Tayyip Erdoğan'ın darbe girişimlerine karşı çok daha dikkatli olması elzemdir.

26 Ocak 2009 Pazartesi

Tarikat nedir ?

Nakşi, Kadiri, Çeştiyye, Sehreverdiyye, Kübreviyye, Rufaiyye, Mevleviyye, Şazeliyye gibi isimlerle anılan tasavvuf üniversitesinin akademileri tarikatler, şeriatin batini cephesidir.
Tarikat; manevi yol, usul, tarzdır.Bediüzzaman (rh.a.)'in buyurduğu gibi gayesi imanın gelişmesidir.Kalbi dünya sevgisinden ayırıp, Allah sevgisi ile dopdolu olmaktır.Tasavvuf, emir ve yasaklar altında sızlanmamak, sabretmek ve her an imtihan üzere olduğunu hatırda tutmaktır.[1]
Önce insan olmanın, ardından kulluğu, müslümanlığı, mü'minliği ve eşyanın hakikat bilgisine ulaşmak; bu bilgi ile hallenmektir.Zahiren ve batınen şeriatin edepleri ile bulunmaktır.Yada vaktini en iyi olana harcamaktır, diye de tanımlanmıştır.Bu da şu hadis-i şerifin tanımıdır."Kişinin lüzumsuz işlerle uğraşması, Allah Tealanın o kişiyi sevmediğinin alametidir."[2]

Tasavvufun, tarikatın her edebi, adabı, rüknü ayet, hadis, sahabe sözü ve Allah dostu kemal derecesine ermiş, mürşid, kamil insanlara dayanır..

Tasavvuf, Allahresulünün sohbet halkasında olan şeydi. Adı konulmamıştı.Bu ad hicri iki yüz senesinden evvel meşhur olmuştur.[3]

Istılahlar, olayları adlandırmak için çıkmıştır.Fakat insanlar ıstılahları, tanımlamaları yeni duyduklarından, olayları da yeni uydurulmuş zannettiler.Şayet biz ilk asırdaki selefin kullandıkları tabirleri kullanırsak iş kolaylaşmış olur ve insanlar barışmış olurlar.Tasavvuf terimi yüzünden çok münakaşalar olmuş, husumetler artmıştır.Fakat biz bu ıstılahtan dönüp, Kitap ve Sünnete müracaat ettiğimizde; dinin şubelerinin birisinden ve nübüvvetin mühim yönünden özellikle bahsettiğini görürüz.Onun dinin rükünlerinden bir rükün olduğunu görüveririz.Onun bazen tezkiye, bazen ihsan, bazen de kalbin ıslahı ile tabir ederler.Dolayısıyla Müslümanlar, nefsin terbiye ve tezkiyesini üstlenen ilme "ilm-i tezkiye" veya "ihsan" veyahut da "Fıkh-ı Batın" adını verdiklerinde münakaşa ortadan kalkar..Hiç şüphe yok ki, tezkiye edilmiş, arınmış nefisler olmasaydı, İslam toplumu iman ve ruhaniyet bakımından yıkılacaktı.Azgın maddeciliğin dalgası da ümmetin geri kalanını yutacaktı. Allah (cc)'ın yoluna ve kalbin ıslahına çağıranların az olduğu beldelerde, öyle korkunç bir boşluğa vakıf olacaksın ki; o boşluğu ne ilmin, ne filozofça derin düşünmenin, nede zeka çokluğunun dolduramadığını göreceksin.Maddeye bağlılık, ruhi bir çöküntü, ilacı çok zor bulunan en mühim cemiyet hastalıklarındandır..[4]

Tasavvuf ilminin konusu nefsin tezkiyesi, temizlenmesi, kalbin ıslahı, ahlakın güzelleştirilmesi, hırs, kendini beğenme, riya, kibir, haset, şöhret gibi kötü huylardan kurtulmak; niyeti iyi ve halis kılmak, Allah'a yaklaşmak ve rızasını tahsil etmek, her halinde Allah'ın kontrolünde bulunduğunu düşünüp, ona göre hareket etmektir.[5] Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen Resul’e uymak vacip yada farz olduğundan, tasavvufun hedefi de bu vacipleri yapmayı kolaylaştırmaktır.

Büyükler altmış kadar batıni günah olduğunu ve bu günahların zahirdeki günahlardan daha tehlikeli olduğunu haber vermektedir. Efendimiz Aleyhisselatü vesselam :"Uyanık olunuz, cesette bir et parçası vardır ki, o parça iyi olursa, bütün vücut iyi olur, bozuk olursa bütün vücut bozuk olur.Biliniz ki o et parçası kalptir" [6] buyurmuştur.Şayet biz tasavvufun delillerini Kitap ve Sünnetten saymaya kalkarsak, Kur'an-ı Kerimin ve Peygamber Efendimiz'den (sav) rivayet edilen hadislerin yarısını saymamız gerekir. [7]
İmam Gazali (ra) ."İlk asırda, fakih diye; ahiret yolunu, nefislerin ince ve gizli afetlerini, amelleri ifsat eden şeyleri ve kalplere korkunun galip olma yollarını bilenlere denilirdi." buyurarak günümüzdeki sapmayı bulmamızı kolaylaştırmaktadır.

"İlim ikidir. Biri, dilde olup (ki bu zahiri ilimdir) Allah-u Teala'nın kulları üzerine hücceti (delili)dir. Biri de kalpte olan ( marifetullah ilmi ) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur."[8] Allah'ın ilimlerini bilmek, şeriat, Allah Tealayı bilmek, bilmede yakini elde etmek marifetullahtır.

“İlim kıyl-u kaal imiş, cihanda ne varsa yalnız aşk imiş" beyitleri; ilimsiz olmaz, ilimle de olmaz hakikatine işaret eder..Zira çoğu zaman alim için bir şeyh önünde diz çökmeye ilmi engel olur..Bu yüzden hadisi şerifte : "Kim ki ben alimim derse, bilin ki o cahildir." buyrulmuştur.Tasavvuf, insandaki "ene" yani "ben" i atmak, silmek için vardır."Bir insanın kendini beğenmesi yetmiş senelik ibadetini mahveder"[9]

İbn-i Abbas -radiyallahü anh- hazretleri Talak suresi 12 için :"Eğer bu ayeti kerimelerin size tefsirini yapacak olsam, beni mutlaka taş yağmuruna tutarsınız" buyurmuştur. Yine Ebu Hureyre -radiyallahü anh- efendimiz şöyle buyurmuştur: "Rasulullah -sallahü aleyhi vesellem- efendimizden iki ilim dolu kab aldım. Onun birini dağıttım. Öbürünü de dağıtacak olsam bu boğaz kesilir"[10]

"Öyle ilimler vardır ki, gizlenmiş mücevherat gibidir.Onu ancak arif-i billah olanlar bilirler.Bu ilimden konuştukları zaman, Allah'dan gafil olan kimseler anlamazlar.(Binaenaleyh) Allah-u Teala'nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği alimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin.Çünkü Cenab-ı Hak onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti." [11]

" Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik."[12] müfessirler bu ayet-i kerimeye ."Ey kullarım ! Sizin her birinize iki şeyi vacip ettim. Evvela şeriat, sonra tarikat." manasını vermişlerdir.
"Batın ilme Allah-u Teala'nın sırlarından bir sır, hikmetlerinden bir hikmettir.Onu ancak dilediği kulunun kalbine atar." [13]

Bu mealini verdiğimiz düşünme noktaları, Müslüman kişinin dikkatini, merakını çekmelidir.Bu bahsedilenleri insanların çoğu; perde ardında kaldığı, kalpteki gözleri açılmadığı için bilmiyor, bilenlerse sır etmiş, ancak küçük işaretlerle o yola çağırıyor.Biz kabukta kalsak da, büyük bir manevi oluş, özel bir hayat ve bu hayatın derinliğinde olan ilim ve insanlar var...!

"Kalplerin itminanı ( huzur bulması ) ancak Allah'ın zikriyle olur"[14] İbn-i Kesir bu ayeti : "Allah'ın tarafına meyledip O'nunla kalpleri hoş olmuş, O'nu zikretme sırasında huzur bulmuş, Mevla ve yardım edici olarak O'na bağlanmışlardır. İbn Abbas'dan rivayetle Ali İbn Talha :'Böyle olanlara sevinç ve göz aydınlığı vardır.' demiştir. İkrime .'Onların gelecekleri ne kadar güzeldir' demiştir.Dahhak da:'Onlar için gıpta, hallerine imrenme vardır' der.İbrahim en-Nehai ise .'En hayırlı şeyler onlarındır' demiştir." şeklinde tefsir ederken; bazılarının inatla dillerinde geveledikleri salt namaz olarak sınırlama getirmemiştir.Çünkü zikir, tarikat usulü ile sistemleştirildiği zaman kalbde beklenen meyvesini vererek, kulluktan beklenen; Allah celle celalühten gafil olmama, ihsan makamına eriştirir.

Zikir sahibi olmayı, ayetlerle yalnız namaz olarak te'vil edenlere Rasulullah aleyhisselatü vesselamın şu mübarek sözleri uyarıcı olmalıdır:"Allah'ın zikri kalblere şifadır". [15]
Bilindiği gibi, Efendimiz (sav)'ın namaz için ayrı ve pek çok, zikir için ayrı pek çok hadislerinin olduğu, kalbinde maraz olmayanların meçhulü değildir..Kalbi zikrin fazileti, "Onlar öyle erkeklerdir ki, ne ticaret ve nede alış-veriş onları Allah'ın zikrinden alıkoymaz"[16] ayeti ile de sabittir.

Zikrin geniş manada namaza, hususi olarak da tarikatların hedeflerinden olarak zikir usulü ve adapları ile Allah celle celalah'ü anmak, kalbe "Allah" dedirtmek olduğunu tefsirlerini verdiğimiz ayetlerle Yaratıcımız (CC) bizlerden istemektedir. Peki tarikattaki düstur ne : İlahi ente Maksudi ve Rizake matlubi..Yarabbi maksadım, menzilim, istediğim, arzum Sensin, ancak Senin rızandır.Bu düsturun İbn-i Kesir hazretlerinin tefsirinden farklı bir yanı var mı ?

Burada bir parantez açalım. Allah inancı bahsinde, genç balıklar, yaşlı balığa sormuşlar:"Kuzum su diye bir şeyden bahsediliyor.Göstersene şunu bize !.."İhtiyar balık cevap vermiş :"Siz ondan başka bir şey gösterin ki, ben de size O'nu göstereyim".[17]

Tasavvufu, İslam şeriatının batınını reddedenlere, hangi ayet, hadis, şekil, renk, desen ve olay varsa, onda tasavvuftan gayrı bir şey gösterin ki, bizde size tasavvufu gösterelim diyoruz..evet bir ayet bir hadis, yolumuza devam edelim:

"Hafaza meleklerinin işitmediği zikir, işittikleri zikre göre 70 kat daha efdaldir".[18] hadisi şerifi yine onların salt namaz zikirdir iddialarına cevaptır.Zira hafaza melekleri namazımızı, farz, vacip, mekruh, müfsid ve sehivlerine varıncaya kadar gözlem altında tutar, kaydeder.Namaz nasıl hafaza meleklerinin işitmediği zikir olabilir? Yukarıda İbn-i Kesir tefsiri mucibince zikir usulünün apayrı bir yeri olduğu böylece anlaşılmış oldu.

"Ey iman edenler ! Allah'ı çokça zikredin ve O'nu sabah akşam tespih edin"[19] İbn Kesir bu ayeti tefsire hemen bir hadis-i şerifle başlayarak: "İmam Ahmed Bin Hanbel'in nakliyle Rasulullah aleyhisselatü vesselamın şöyle buyurduğunu nakleder :'Dikkat edin, Ben sizin amellerinizin en hayırlısını ve hükümdarınızın katında en arınmışını ve sizin derecenizi en çok yülseterek sizin için altın ve gümüş infak etmekten daha hayırlı olan, düşmanlarınızla karşılaşıp onların boynunu vurmanızdan veya onların sizin boynunuzu vurmasından daha hayırlı olan şeyi haber vereyim mi ?'Onlar nedir ey Allah'ın Resulü dediklerinde, Rasulullah (sav); 'Allah azze ve Celle'yi zikirdir' buyurdu.Tirmizi ve İbn Mace'de bu hadisi şerifi nakleder.Bir defasında da iki bedeviden birine Efendimiz (sav) :'Allah'ı zikretmekten dolayı dilin devamlı yaş olsun.'buyurmuştur."

Yine günümüze ışık tutan bir hadisi şerifi tefsirden okuyalım :"O kadar çok Allah'ı zikredin ki, en sonunda size deli densin".Açık (cehri) zikir yapanları televizyonlarda görenler, ne biçim adam bunlar, sapıtmışlar, deliler gibi ne o demiyorlar mı?

Yine tefsire devam edelim : Hadis-i şerif :"Hangi bir topluluk bir mecliste oturup da orada Allah'ı anmazlarsa, mutlaka kıyamet gününde ona yanarlar."Ali İbn Ebu Talha, Abdullah İbn Abbas (ra)'dan nakleder ki :"Allah'ı çokça zikredin" kavli hakkında o, şöyle demiştir:'Allah kullarına hangi farizayı farz kılmışsa, onun için mutlaka bir sınır koymuştur.(Mesela namaz beş vakit farzdır)Sonra o farizayı yapmayanları-mazeret durumunda- mazur saymıştır. Yalnız zikir bunun dışındadır.Allah Teala zikre son verilebilecek bir sınır koymadığı gibi, terki içinde hiç kimseyi mazur saymamıştır.Ancak terk etme zorunda kalanlar müstesna."

Allah Teala "..ayakta iken, otururken ve yanınız üzerine yatarken de Allah'ı zikredin"[20] buyuruyor.Gece-gündüz, karada ve denizde, seferde ve hazarda, zengin ve fakir, sağlıklı ve hastalıklı, gizli ve açık; her halükarda Allah'ı zikredin."Ve O'nu sabah-akşam tespih edin".Bunu yaptığınız taktirde Allah ve melekleri size rahmet ve dua indirirler..Allah'ı zikre teşvik konusunda pek çok hadis, ayet ve haberler vardır.Bu ayeti kerime çokça zikir yapmayı teşvik etmektedir.Nesei, Ma'meri ve başkaları gece gündüz yapılacak zikirlere dair eserler derlemişlerdir.Bu konuda yazılmış eserlerin en güzellerinden birisi de Muhyiddin Nevevi'nin El Ezkar isimli eseridir" (tefsir burada tamam oldu).

Bilmem ki bu tefsiri tefsir etmeye hacet kaldı mı..Zikre dair nakiller, hepsini sayamayacağımız kadar kitaplık mevzudur. Tasavvufi olmayan rivayet tefsiri zaten gereken cevabı verdi. Ve şu ayet-i celileleri de iyi tefekkür etmemiz gerekir :
"Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız kimseye itaat etme."[21] " ..beni zikretmekte gevşek davranmayın." [22] " Kim Rahmanı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz." [23]

Zikre yönelmek, bir mümin için kendisini değiştirmeye yönelmektir. Oturup İslam'ın cephelerinden zafer haberleri bekleyen mümin şunu bilmelidir ki, kendisi de cephelerden bir cephedir. Kendinde ne gibi gelişmeler varsa diğer cephelerde de aynı gelişmeler var demektir. Eğer İslam adına kendisinde hiçbir gelişme ve değişiklik yoksa, bütün cepheler aynıdır. Kendisini gözetleyenlerin farkına varacakları şekilde şahsında İslam adına değişiklikler olmayan, gelişmeler görülmeyen, İslami vasıflarla vasıflanmayan, küfrün oluşturduğu cehennemi çevre ile tezat teşkil edecek bir yaşantıya girmeyen mümin kendisini yok bilmelidir. Mümin kendisini böyle bir dünyada var kılacak, diri kılacak vasıflarla vasıflanmanın yollarına bir an evvel girmelidir. [24] Tasavvufi derinliğe, terbiyeye, erişmeden; bunun, şu küfür karanlığında ne kadar mümkün olduğunu görmekteyiz.

Buraya kadar, gördük ki, zikir emrediliyor. Zikri kalbe sokup, " ihsan " makamına geçiş emrediliyor. Peki bunun yolu ne, nasıl ve ne şekilde yaparsak istenilen hedefe varabiliriz ? Başta saydığımız nefsin hastalıklarını iyi etmek için neye ihtiyacımız vardır? "Huşu içinde namaz" nasıl kılacağız, halis kulluk basamağına, İslam ahlakına nasıl erişeceğiz? İşte tarikat bu ermenin yollarını öğreten mübarek bir sistemdir. Zaten ayette geçen"tebettül" kelimesinde karşılığını bulan, "Rabbinin ismini an ve ihlas ile O'na teveccüh eyle." insanı Allah Teala'dan alıkoyan her şeyi terketmektir.[25]

Peygamberimizden (sav) sonra ikinci asırda aşk, idrak, heyecan pörsümeye, dünyaya meyil başlayınca; taat ve ahirete yönelenler sufi adıyla anıldılar. Suf, Arapça yün demektir.Sufiler yünlü elbiseler giydiklerinden onlara bu ad verildi. Allah adamların meclislerine, derslerine tarikat denildi.[26]

İmam-ı Gazali -rahmetüllahi aleyh- hazretleri:Tasavvuf büyüklerinin tuttuğu yoldan, usulden güzel, hayırlı bir yol bulunmaz.Bu yol öyle bir yoldur ki, ilk şartı kalbini tamamen Allah-ü Teala'nın gayrinden boşaltmaktır.Bu da yolun taharetidir.Anahtarı ise kalbini tamamen Allah(cc)'ün zikri ile kaplamak, her zaman onunla meşgul olmaktır ki, bu da tarikat için namazın başındaki tekbir mesabesindedir.Sonu ise Allah (cc)'da fena olmaktır..Bilmiş ol ki, Allah yolunun salikine güzel terbiye ile, kendisinden kötü huyları çıkarıp atmak ve iyi huyları yerleştirmek için terbiye edici bir mürşid lazımdır.Terbiye, mahsulün iyi yetişmesi ve olgun olması için diktiği bitkilerin arasında bitmiş olan yabancı ve zararlı otlar ile dikenleri söküp atan çiftçinin işine benzer..[27] Sonsuzun başlangıcı..Bu "..Allah dilediğini nur'una kavuşturur.."[28] buyurduğu makamdır.

"Onların kalplerinde hastalık vardır" [29] başta saydığımız nefsi hastalıklar tedavi edilmezse, sonsuz hayatı tehlikeye sokar.Tertemiz gelen insan, hastalıklı, marazalı, günahkâr ve perdeli bir hal ile ölüme gider.

Peygamber ahireti şereflendirip, bizleri garip bırakınca; Mevla’mız rahmet ve acıması ile bizi, O resulün aynası velilerinden mahrum bırakmadı. Böyle olacağını da haber verdi.Bu haberler daha sonra gelecektir.

"Nefsini temizleyen kurtulmuştur"[30] buyuruluyor.İşte tarikat bu emrin gereği nefisleri masiva denilen Allah'ın dışındaki şeylerden temizlemeyi hedef alır."Zikrullah kalplerin şifasıdır" [31] hadisi ile yukarıdaki ayetlerde bildirilen hastalıklar temizlenir.Yalnız başına evinde de zikir yapsan olur amma, meyve vermez.Aşılanmış ağaçla, aşılanmayan bir olur mu?Tarikat erdirici metotlarla bir mürşid, bir kalp doktoru elinde insanı tedavi eder.

Tarikat "Takva üzerinde olursanız.."[32]diye gösterilen yoldur.Tarikata İslam ahlakına sahip olmak için girilir."Ogün Allah'a temiz bir kalple varanın dışında, ne oğullar nede mal fayda vermez."[33] Temiz kalp, önce şirkten, sonra masivadan, Allah'ın dışındaki her şeyden, düşünceden arınmış, zikirle kaplanmış bir kalptir.

Büyük fıkıhçı İbn-i Abidin (rh.a.):Tarikat, şeriat yolunu tutmaktır.Şeriat mahdut bir takım şer'i amellerdir.Tarikat, şeriat ve hakikat birbirinden ayrılmayan üç şeydir.Çünkü Allah-u Tealaya götüren yolun zahir ve batını vardır.Zahiri tarikatla şeriat; batını da, hakikattir.Hakikatin şeriat ve tarikat içindeki gizliliği, sütün içindeki kaymağın gizliliği gibidir.Süt çalkalanmadan kaymağı çıkmaz.Bu üç şeyden beklenen kuldan beklenen kulluk vazifesinin beklendiği gibi yapılmasıdır.[34] hükmünü zikreder.

Tedavi yolunu bilmeyen bir hasta, nasıl müşfik bir doktora ihtiyaç duyarsa, nefsine mağlup olan ve bir türlü sırat-ı müstakim'de yürüyemeyen insanın, bir mürşide bağlanması zaruri, mecburidir[35].

Sahabe-i Kiram içerisinde Mürşid-i Kamil sayısı oldukça fazlaydı.Nitekim her tarikat son tahlilde Sahabe-i Kiram'dan birisine kadar çıkar..[36]

İmam-ı Azam Ebu Hanife rahmetullahi aleyh efendimizin, tasavvufa girip intisap ettiği iki senesi olmasaydı, (Levla's-senetan leheleke'n- Nu'man) "iki sene olmasaydı Numan helak olurdu" buyurduğunu birileri ne kadar asılsız diye inkar etmeye çalışsalar da İmam-ı Rabbani hazretleri kuddise sirruh'un Mektubat adlı eserinin kaynak olarak vermemiz yeterli delildir. Mektubat’ın Kur'an, Kütüb-ü Sitte'den sonra üçüncü derece muteber mükemmel bir eser olduğu bilinen şeydir.

Reformcu burada da şüphe tohumunu ekiyor ve diyor ki: Demek ki o iki senesine kadar, İmam-ı Azam'ın (Rh.a.) söyledikleri geçersiz.Bu saygısız itham sahibi şunları bilmiyor mu ? İmam-ı Azam efendimiz, içtihatlarını kastetmiyor, öyle olsa, sağlığında bunu belirtirdi. Ayrıca, imam-ı Yusuf efendimizin buyurduğu gibi, daha önce bir içtihadını bırakıp, başka bir içtihada geçtiği bilinen bir şey. Mezhep imamımızın burada kast ettiği şey, şahsıyla alakalı.Zira tekrar edelim ki, Allah'ın ilimlerini (şeriat, mezhep) bilmek başka şeydir.İmamımız bunu yapmıştır.Allah Teala'yı bilmek, O'na dost olmak, Onunla hemhal olmak başka şeydir.Yani şeriatin zahirini tamam etmişti de, batınını az kalsın ihmal ediyordu. Allah-u alem, bunu belirtmek istemişti.

Yine İmam-ı Şafi hazretlerinin, Şeyban-i Rai (ks)'un huzurunda diz çökerek saygıyla oturduğu, İmam Hanbel'in bu zatı imtihan etmeğe kalkıp, şaşkın ve hayranlıkla, hatta huzurunda cezbelenip bayıldığı bilinen şeylerdendir.[37]

Başka kaynak olmasaydı da sadece kitabın anası Fatiha suresindeki ayet-i celile yeterdi, tasavvufa delil olarak.:"Bizi dosdoğru yola ilet " ayeti kerimesinde Cenabı Hak sadece "Siratal müstekıym " ile iktifa etmemiş, peşinden "Kendilerine nimet lütfettiğin kimselerin doğru yoluna ilet " ibaresini ilave etmiştir.Bu durum, müridi, vuslata hidayet makamlarına ve mükaşefeye götürecek bir yolun bulunmadığına, ancak kendisini doğru yola sevk edecek, yanlışlık ve sapıklıktan koruyacak bir ŞEYH ve MÜRŞİD'e uyması halinde hidayetin gerçekleşebileceğine delalet etmektedir..Bu sebeple eksik ve kendi kendilerine yeterli olmayan kimselere, kendisine uyulan ve yol gösterici olan kâmil bir mürşid gereklidir.Ki, böylece onun eksik aklı, mürşidin kamil aklı ve doğru tavsiyeleri ile takviye edilsin..O'da böylece saadetlerin yoluna ve kerametler basamağına ulaşabilsin."buyurarak meselenin önemine işaret etmiştir.[38]

Ne gariptir ki, her gün namazlarımızda okuduğumuz Fatihanın dahi bize ilettiği mesajdan mana derinliğinden habersiz, nimet içinde nimetin kadrini bilmez bir halde gafletle okuruz.Biz bizdeki delillere, mucizelere kör kalıveririz.

"Ey iman edenler ! Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın.O'nun yolunda mücahede edin ki, kurtuluşa eresiniz ."
Ezan duası, takva, yaklaşmadır. [39] Vesile gereklidir, Allah'a kavuşma ve yaklaşma bir vesile ve vasıta ile olmaktadır.Bunun için en güzel vasıta, hakikat alimleri ve tarikat şeyhleridir..Salihlerin sohbetinde büyük bir şeref ve saadet vardır. "Bana yönelen kimseye uy " (Lokman suresi:15 )Bu ayette de kâfir ve fasıklardan (sohbetten) uzaklaşmak; salihlere uyma, yakınlaşma ve sohbetlerine erişmek vardır.[40]

" Ey İman edenler ! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun "[41] Cenab-ı Hak bu ayette sadık olun buyurmuyor, sadıklarla beraber olun buyuruyor.Öyleyse sadık kim sualine cevap gerekiyor. Sadık, kalbi bir an bile Allah Teala'adan gaflette olmayan, her an Allah Teala ile olan sevgili, veli, mürşid kuludur.Büyük günahları işlemeyen, küçüklerinden de kaçınan, şeriata ve sünnet-i seniyeye sımsıkı sarılan insan-ı kamildir.O halde "sadık" olmak çok zor bir iş..Mevlamız da bu yüzden gücümüzün üstünde bir emirle bize "sadık olun" buyurmayarak, merhametiyle, sadıklarla beraber olun buyurmuştur.."Bu emr-i şerife uyarak bir mürşid-i kamil aramak vaciptir" Bu ayeti bütün mutasavvıflar böylece tefsir etmişlerdir.

Yemin ederim ki, her asırda Allah (cc)'a itaat ve ibadetle meşgul olan, başka şeylerden yüz çeviren bir cemaat vardır.Hiçbir zaman dünya bunlardan boş kalmaz.Çünkü onlar yeryüzünün temel direkleridirler.Onların bereketiyle yeryüzünde yaşayanlara rahmet iner.Bir hadis-i şerifte :
"Benim ümmetimde abdal denilen veliler otuz tanedir. Bunlar sayesinde ümmetime yağmur yağar, rızık ihsan edilir. Ashab-ı Kehf de bunlardan bir cemaat idi." buyurulmuştur.[42]

Hazreti Mevlana kuddise sirruh :"Evliyaullah ile bir an birlikte bulunmak, yüz sene takva üzere yaşamaktan hayırlıdır" buyurmuştur.Yine "der nazar rev, der nazar rev, der nazar ." beyitlerinde "evliyaullahın nazarına iliş, nazarına iliş, nazarına iliş." diye tekrar tekrar bu çok mühim hayati meseleye bir satırla işaretle, şöyle buyurmuştur:"O insan-ı kamilin eteğini gecikmeksizin yakala ki, ahir zaman fitnelerinden kurtulasın.. Agah (uyanık) ol ki, Veliler zamanın İsrafilidirler, ölüler onlardan can bulur gelişirler" Bu ölülerden kasıt mezarlardakiler değil, veliden habersiz olan canlı cenazelerdir.Yine Mesnevi'de :"Velilerin huzurundan kesilirsen, helak oldun gitti. Çünkü sen külli olmayan bir cüz'sün."Yani küll'den uzak, kül'ü bilememiş; gaflette, tehlikedesin buyrulmuştur.

Takva sahibi olmak için tarikat şart olduğuna göre, takva'yı da kısaca tarif etmekte fayda var: Takvanın esası şirkten sakınmak, günah ve kötü şeylerden sakınmak, şüpheli şeylerden sakınmak ve daha sonra ihtiyaçtan fazla olandan uzaklaşmaktır. Takvanın son derecesi, kalben Allah Celle'den başka her şeyden beri olmaktır.[43] Yakın tarifler İbn Abidin'de de vardır.

İnsanı şirk ve günahtan koruyan tasavvuf için şirk diyenler, tasavvuf erbabını şirkle itham edenler, azıcık insaflı olmalı ve kendilerine acımalıdırlar.Çünkü şirk kelimesi, itham edilen tarafta yerini bulamayacağı için sahibine döner!
[1] Es Sülemi, Tabakatüs'Sufiyye,Mısır:1953, sh:454
[2] İmam-ı Gazali, Eyyühel Veled sh.47
[3] İmam-ı Kuşeyri
[4] Şeyh Ebu'l Hasan en Nedvi Beyne't-Tasavvufi Vel-Hayat
[5] Tarihçi İbn-i Haldun
[6] Buhari
[7] Allame İbni Hacer el Heytemi el Mekki, Zevacir
[8] Münavi, Tirmizi
[9] C.Sağir , Münavi
[10] Mektubat-ı Rabbani, 267. Mektub; c.1,sh: 664
[11] Erbain, Ebu Hureyre (RA)'dan.
[12] Maide:48 Tefsiri Kebir, Razi
[13] Camiü’sağir
[14] Rad suresi:28
[15] İmam Münavi, Feyzül Kadir
[16] Nur suresi : 37
[17] Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Mü’min ile Kâfir
[18] Feyzül Kadir
[19] Ahzap suresi, 41
[20] Nisa suresi : 103
[21] Kehf suresi : 18
[22] Ta-ha suresi : 42
[23] Zuhruf suresi: 36
[24] Cihad-Zikir ayrılmazlığı, Mehmed Göktaş, istişare yay.
[25] Y.Kerimoğlu, Fıkhi Meseleler, Kitap 3/232, Müzemmil: 8
[26] Mektubat-ı Mevlana Halid, sh: 43
[27] İmam Gazali, eyyühel veled sh:67, ayrıca ihya, el münkizu mine'd-dalal
[28] Nur suresi : 35
[29] Bakara suresi :10
[30] Şems suresi : 9 (Bu ayetler tefsirlerine bakılarak nakledilmiştir.)
[31] Münavi
[32] Bakara suresi :282
[33] Şuara suresi :88-89
[34] İbn-i Abidin c.1/71
[35] Er Risaletül-Ledüniyye İmam-ı Gazali sh.34
[36] Yusuf Kerimoğlu, Fıkhi Meseleler; 5. kitap, sayfa 238/1984
[37] Ömer Ziyaüddin Dağıstani, Fetvalar
[38] Tefsiri Kebir, Rahreddin-i Razi (rh.a.)
[39] Maide suresi : 35 İbni Kesir Tefsirinden
[40] Ruhul Beyan Tefsiri, ilgili ayet
[41] Tevbe suresi : 119
[42] El Munkızu Mine’D Dalal, İmam-ı Gazali hz.sh: 57-58 umran yay.
[43] Ebu Hamid bin Merzuk, Ehl-i Sünnetin Müdafaası

Geç kalmış bir Rıhle yazısı

"Oysa bu topraklarda resmî olarak Tanzimat'tan bu yana, fiilî olarak ise Cumhuriyet'le birlikte İslam'ın modernizasyonu bilinçli, planlı ve çok yönlü bir operasyon olarak yürürlükte bulunmaktadır. Sözünü ettiğimiz "şu veya bu ilahiyat profesörü"nün, şu veya bu araştırmacının yaklaşımlarının ilk ve son olmaması ve hatta onların, meselenin "fazla öne çıkmış" bir görüntüsünden ibaret bulunması bu yüzdendir." Dr. Ebubekir Sifil

25 Ocak 2009 Pazar

"Varmış gibi görünen yok"un izinde

Hakikat ehli, zamanı zamana bırakıp ân'a nazar eder, her daim ân'ı seyreder. Hakikat an'lıktır. Bundan dolayıdır ki hakikat ehli hakikatini an'da seyreder.
* * *
Hz. Ali'nin sözünü hatırlayalım:
— "Dualarımı kabul etmemesinden bildim ben O'nu!"
Yani beni bana bırakmamasından... isteklerimi yerine getirmemek suretiyle rahmet ve şefkatini belli etmesinden... şımarıklığıma izin vermemekle sırrını belli edişinden tanıdım O'nu."Dücane Cündioğlu

21 Ocak 2009 Çarşamba

Dünya böyle bir kampanya görmedi

Günlerdir evlerinden dışarı çıkamayan Gazzelilerin telefon hatları bazen açılabiliyor. 00970828..... numaralarının ardına rast gele eklenen beş adet numara ile herhangi bir Gazzeli aileye ulaşmak mümkün. Arapça veya İngilizce konuşulmasa bile sadece dua ederek mazlum insanlara moral destek vermek çok önemli. Bu şekilde görüşmeler yapan Gaziantepli Sümeyye Timur konuşmasını şöyle anlatıyor:

20 Ocak 2009 Salı

Durmak yok, yola devam!

"Roket sorunu çözülecek, HAMAS'ın askeri varlığı tamamen yok olacak" diye ilan ettiği hedefe ulaşamadığı halde Gazze harekâtını durduran İsrail, askerî bakımdan başarısız olduğunu, El-Kassam Tugayları'na gücünün yetmediğini, HAMAS karşısında yenilgiye uğradığını resmen değilse de fiilen kabul etmiş bulunuyor. Hakan Albayrak

Neyi kazandın lanet olası!..

"Siyonizm bir din değildir, kahrolası bir ideolojidir. Irkdaşlarımın ve dindaşlarımın on yıllardır işlediği katliamlar, soykırımlar aynı soydan gelen beni ve bir çok yakınımı derin bir korkuya sevketmiştir. Bu insanların inandığı bu günkü Tevrat bir Tanrı tarafından gönderilmiş olamaz. Tevrat'ı okuduğunuzda insan eli bulaştığını rahatlıkla anlayabiliyorsunuz, tabii bunu anlamanız için kahrolası kibrinizden sıyrılmanız gerekiyor. Aksi halde İsrailoğulları hakkında yazılanlar gururunuzu okşuyor." İbrahim Karagül

18 Ocak 2009 Pazar

tefsir üzerine..

"Bütün bunların ötesinde, tefsirlerden azami ölçüde istifadenin, sağlam bir altyapıya bağlı olduğu, ayrıca vurgulanması gereken son derece önemli bir husus. Tek kanallı beslenmeyle okuduğu birkaç kitabın etkisinde kalarak "ahkâm kesenler"e hepimiz rastlamışızdır. (Bu köşenin okuyucularını tenzih ederim.)

Hep hayret ederim; ben okudukça, bildiğim hususların azlığını hissetmenin altında her geçen gün biraz daha fazla ezilirken, birkaç kitap okuyan bu insanlar kısa yoldan nasıl "allame-i cihan" oluveriyor!.. Bir veya birkaç eseri –tabirimi mazur görün– "yalapşap" okuduktan sonra en çetin meselelerle ilgili köşeli laflar edenleri mi ararsınız, "bu husus Kur'an'da yok" diyerek sağlam hadislerle sabit ahkâma itiraz edenleri mi..." Dr.Ebubekir Sifil

17 Ocak 2009 Cumartesi

namaz..

"Allah'ın farz kıldığı beş vakit namazı kim güzelce abdest alarak vakitlerinde kılar, rükûuna ve huşuuna tam olarak riayet ederse, onu bağışlamak Allah için bir ahittir. Bunu yapmayan kimse için ise Allah'ın bir ahdi yoktur; dilerse kendisini bağışlar, dilerse azap eder." (İmam Mâlik, İmam Ahmed, Ebû Dâvûd, en-Nesâî, İbn Mâce)

muhasebe..

"Bir akşam bu davete icabet ettim. Gittiğimiz evde 15-20 kadar genç vardı. Duruma vakıf olduktan sonra niçin Tefsir dersi yapmaya karar verdiklerini sordum. "Tabii ki Allah'ın Kitabı'nı öğrenmek için" dediler. Allah'ın Kitabı'nı niçin öğrenmek istediklerini sordum. "Allah'ın dinini tebliğ etmek için" dediler. "Peki size kim böyle bir görev verdi?" dedim. Ortalık birden buz kesti. Kendilerine şu anlamda bir şeyler söyledim:
Yanlışlığı tam da burada yapıyoruz. Görev ve sorumluluklarımız arasında bir hiyerarşi gözetmeden yola çıkıyor ve çıktığımız yolun yarısında kala kalıyoruz." Ebubekir Sifil
( konuyla ilgili diğer yazı da okunmalı )

Çelişki..

"Hayreddin Karaman hoca, kendisine yönelik olarak Rıhle dergisinin 3. sayısında yer alan tenkit yazıma Yeni Şafak'taki köşesinde, daha önce aynı doğrultudaki kimi tenkitlere cevap sadedinde söylediklerini tekrarlamak suretiyle mukabelede bulundu. Kısaca, "Ben Yahudi ve Hıristiyanlar'ın ehl-i necat olacağını (meselenin önemli detayları var; kısaca ifade etmiş olmak için böyle ifade ettim, E.S.) söylemedim, sadece bu görüşte olanların söylediklerini irticali bir konuşmada biraz genişçe aktardım" diyor. Dr.Ebubekir Sifil

Bugünkü ''Kaybedenler" isimli yazısının sonuna not olarak Hayrettin Karaman'ın şu yazısına kısa ama çok manidar cevap vermiş Ebubekir Sifil hoca ve şu şekilde noktalamış:

"Ehl-i Kitab'ın akıbeti konusunda -modern zamanlarda ortaya çıkmış bir taife dışında- Ümmet-i Muhammed'in icma ile itikad ettiği bir meselede muhalif tutum benimsememiş olmasına Hoca adına sevinirim. Bu görüşü benimsemiyorum diyorsa, öyle kabul edilmelidir. Ancak bu konu hakkında okuyucularının herhangi bir kafa karışıklığı yaşamaması için Hayatımızdaki İslam adlı eserindeki şu hükmü hakkında da açıklama yapması iyi olur:

"Soru: "Hristiyanlar cennete gidebilir mi? Kur'ân'daki âyetlerden Bakara/2:62 ve Mâide/5:69'a göre "evet", gidebilirler. Ama yine Kur'ân âyetlerinden Mâide/5:72 ve Âl-i İmrân/3:85'e göre ise "hayır", gidemezler. Demek ki, bu konuda da Kur'ân'da çelişki vardır."
"Cevap: "Hayır, Kur'ân'da çelişki yoktur; çelişki bazı kafalardadır. Kur'ân'ın cennete gireceklerini bildirdiği Yahudîler ve Hıristiyanlar ile cehenneme gireceklerini bildirdikleri arasında fark vardır. Allah'a şirk koşmadan, Allah'ın bildirdiği dinlerine göre yaşayan ehl-i kitap (Yahudîler ve Hıristiyanlar) cennete girecekler, şirke düşenler, "İsa Allah'ın oğludur..." diyenler, kendi dinlerine göre zulmedenler, haram yiyenler cehenneme gireceklerdir. Nitekim Müslümanlar da böyledir; iman ve salih amel sahipleri cennete, günahkârlar ise cehenneme gireceklerdir. Bunun böyle olduğunu bildiren âyetler arasında çelişki yoktur, birbirini tamamlama, konuyu bütünüyle açıklama ilişkisi vardır." (1)
1) Hayatımızdaki İslam, 351. "

Bay Karaman hem bahsi geçen yazısında ben genişçe nakilde bulundum diyor ama çelişki bazı kafalarda var derken, kendisinin da o kafalardan biri olduğunu, yazdıklarını/söylediklerini unuttuğu için farkına varmıyor.

Şu yukarıdaki soruya verdiği cevap bile garip ve çelişkilerle dolu. Yani Karaman gibi proflar, akademisyenler olmasa; biz cahiller "çelişki"ye düşmeden, güzelce dinimizi, bir hükmün/fetvanın doğrusunu aramakla zaman kaybetmeden öğrenip yaşamış olacağız.

Kur'anın cennete gideceğini belirttiği hristiyan ve yahudiler; Efendimizin sallahü aleyhi vesellem bi'setinden önceki hanifler değil miydi? Yazsını okuyan bugünkü hristiyan ve yahudilerden de cennete gidecekler var sanır, böyle sanan; demez mi haşa İslam neden geldi, İslam ile bu dinler arasındaki fark ne?

Onlardan da cennete gidecekler varsa..Vallahi bu Karaman'ın bu fetvası, yahovacıların, misyonerlerin çok işine gelir..Her iki din salikleri de bozulmuş, kendi elleriyle yazdıkları kutsal kitaplarına inanmış durumdalar ve herkes bilirki bu kitapların biri birine benzemez, hatta kendi içinde tenakuzlarla doludur.Kaldıki, her iki bozulmuş ve içine insan eli değmiş hristiyanlık ve yahudilik "şirk"in ürünleridir.

Hem sonra, İslam'a (yöneticiler bazında) ve hatta başpapazlarının dilinde savaş açmış din saliklerini cennete gönderme hevesi, nereden peydah oldu..Bu cahilane ve halkın (özellikle gençliğin) kafasını karıştıracak dahiyane buluş/fetva, nihayetinde kime hizmet eder? Diyalogcu olabilmenin olmazsa olmaz şartı, kefereyi cennetlik yapmak mıdır?

Ayrıca kapalı ifadeye gerek yok, din gibi hassas bir konuda bu kelime cambazlığı niye..? Kendisine bir hristiyan sorsa ve cevaba baksa sevinecek, Müslüman baksa itiraz etmek aklına gelirse; o zaman diyecek ki: 'ben Peygamberimizden önceki hristiyan ve yahudileri kasdederek o fetvamı vermiştim (!) Nedense Yaşar Nuri, Mustafa İslamoğlu ve Hayrettin Karaman gibi isimler etrefında bu muğlaklık, şüphe, tartışma hiç son bulmuyor ve yurdum insanın zamanı/emeği heder oluyor.Onları takip edenler arasında; internet sitelerinde yoğun tartışmalar, veballer almış başını gidiyor.Hayrettin Karaman beyi de ne şahsen tanırım, nede bu blogdaki tenkitlerim şahsınadır. Ama kendisinin-en azından- bir meslektaşı olan Ebubekir Sifil hocayı küçümser bir enaniyetle ''bu yüzden kendisi cevabı hak ediyor" diyebilmesi; bulunduğu rakımı göstermesi açısından enteresandır. Bu durumda benim gibi cahil birine de cevap veriyor oluşunu sadakası saymalı..(Ne de olsa bu yazıyı da kendisine göndereceğim inşallah)

Halk dili ile bu ilmi meseleyi izah edersek, Nasreddin hocanın hanımları arasında mavi boncuk dağıtması gibi bir şey. Ne şiş yansın ne kebap misali..

"Allah'a şirk koşmadan, Allah'ın bildirdiği dinlerine göre yaşayan ehl-i kitap (Yahudîler ve Hıristiyanlar) cennete girecekler,'' diyor. Bugün faraza bir hristiyan deseki evet ben Allah'ı bir kabul ediyorum, Hz.İsa'da onun kulu ve peygamberidir..Buna inanarak kiliseye devam etse, Peygamberimiz Efendimiz ile ilgilenmese ve hatta Vatikan 16.başpapazının hakaretlerini onaylasa; yada kiliseden bağımsız olarak şirk koşmasa ama son elçi ile de bağı olmasa..İslam'ın emir ve yasaklarına ''İslama rağmen'' riayet etmese Karaman'a göre cennete gitmiş oluyor.Neden, çünkü şirk koşmamış.

Peki “Eğer bugün kardeşim Musa hayatta olsa idi, O bana tabi olmaktan başka bir şey yapmazdı. Gelip bana tabi olurdu.”(1) mealinde hatırladığım hadis-i şerifi ehl-i sünnet uleması nasıl açıklamışlar.Bay Karaman, Abduh ve çömezlerine takılmadan bunu detaylı incelemiş olsaydı, yukarıdaki korkunç fetvasını belki veremezdi..! Bırakın Hz.Musa (as) dininin saliki olmayı, o dini getiren Peygamber Musa bile olsanız, son elçiye iman etmek, uymak zorundasınız.Cennete gidişin kapısı Efendimiz sallahu aleyhi vesellem ve getirdiği şeriattir.

Konuyla ilgili geniş malumat için Bilgi ve Hikmetevi, Karaman'ın referanslarından Süleyman Ateş'e atfen yazılmış bu yazıyı buradan okuyabilirler.

(1) Ed-Dârimî, "es-Sünen"; Dâru'l-Kalem, Dimeşk-1412/1991, 1/122, Hadis no:441. ayrıca Ahmed b. Hanbel, "el-Müsned"


16 Ocak 2009 Cuma

Kahraman Filistin'li çocuk



Korkup, evlere saklanmıyorlar..

Yaşları dokuz, onyedi arası..Yahudi askeri korkudan zırhın içinde çişini yaparken, onlar mermilere yiğitçe taş atıyorlar..

Abilerinin şehadetleri umutlarını yok etmek yerine, onları kahpe siyoniste karşı biliyor..Şehitlik sırası için onlar sokaklarda, caddelerde mermilere taş atanlar..

Onlar Filistin'de, ümmetin ilk kıblesinin bekçileri..

Onlar oyunu öğrenemeden, cihadı öğrenenler..Onlar cennete uçmak için can atanlar..

Selam olsun sana Filistin'li yiğit..

Gazze'de taş taş üstünde kalmasa da, şehitler yüzbibleri bulsa da, sen hep galipsin..

Sana gıpta ile bakıyorum, sana acıyanlar hakikatte kendilerine acısınlar..

Selam sana, dualar sana..

Gazze'de direnen bir avuç kahraman için..

"Size de sürpriz gelmiyor mu? İkinci Dünya Savaşı'nda Dresden'e yapılan bombardımanla ölçülebilecek bir yıkıma Gazze'de yaşayanlar üç hafta nasıl direndi? Mahalleleri yok edecek ölçüde yıkıcı bombaların kullanıldığı, mezarlıkların-camilerin-okulların-hastanelerin vurulduğu, karadan-havadan-denizden ateş yağmuruna tutulduğu, kendilerine ölümden başka seçenek bırakılmadığı, simsiyah dumanların ve alevlerin arasında bu insanlar nasıl ayakta durabiliyor? " İbrahim Karagül

14 Ocak 2009 Çarşamba

Utanç verici diyalogmuş..!

Her zaman söylemişimdir. Bugün itibariyle belge de buldum. Siyonist İsrail'in dünya derin devleti olduğunu ve ülkeleri, siyasi ve ticari anlamda ahtapot gibi sardığını..

Bazı yazarların dediği gibi, ABD, İsrail'i ortadoğuda kullanmıyor! İsrail'in öldürdüklerinin nasılsa müslümanlar olduğu tesellisi ile (!) siyonizme boyun eğiyorlar.

Yukarısı yani devlet adamları arasında (!) geçen diyaloglar, öyle sandığınız gibi, TV demeçlerine yansıdığı gibi kibar geçmiyor. Geçenlerde Genelkurmay başkanı, başbakan ve cumhurbaşkanını acil ziyaret etti ve yine bugün gazetelerde bu ziyaret sonrası 3 askerin bırakıldığı yorumları yapıldı. Acaba neler konuşuldu, nasıl bir diyalog oldu. Ben pek merak etmiyorum..

Aşağıdaki haberi veren gazete, bir çok utanç manşetlere imza attığını unutmuşcasına ''Utanç verici diyalog" diyebilmiş. Neresi utanç verici, siyonist İsrail, ABD başkanı köpeğine fırçayı atıyor..Öyle kendinden emin ve muktedirki, Buştun programını yarıda kesip, bekleyemeyecek kadar da öfkeli..İşte haber :

Utanç verici diyalog!

İşte Bush'un İsrail Başbakanı’ndan talimat aldığını gösteren diyalog!
BM Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’nin de desteklediği ateşkes kararı alınmadan 10 dakika önce ABD Bush ile İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in yaptığı konuşmanın Olmert tarafından açıklanması ABD’de olay yarattı. Konuşmadaki ifadeler ‘ABD’yi İsrail mi yönetiyor’ sorusunu bir kez daha akıllara getirdi. Olmert, “Bir ateşkes tasarısı hazırlandığını ve ABD’nin de buna destek verdiğini öğrenince oylamaya 10 dakika kala yardımcılarıma, ‘Bana Amerikan başkanını bağlayın’ talimatını verdim” dedikten sonra yaşanan diyaloğu şöyle nakletti:
BM'de bir ateşkes tasarısı hazırlandığını ve ABD'nin de buna destek verdiğini öğrenince oylamaya 10 dakika kala hemen yardımcılarıma, "Bana Amerikan başkanını bağlayın" talimatını verdim.
Olmert: Hemen Bush'la konuşmak istiyorum. Bana ABD başkanını bağlayın.
Yardımcıları: Efendim şu anda Philedelphia'da podyumda halka hitaben bir konuşma yapıyormuş.
Olmert: Umrumda değil hemen konuşmak istiyorum.
Bush konuşmasını yarıda kesip podyumdan indi ve hemen bir odaya geçerek Olmert ile telefonda konuşmaya başladı.
Olmert: 10 dakika sonra BM'de oylama var ve ABD'nin de ateşkese destek vereceği söyleniyor. Bu ateşkes metnine destek veremezsin!
Bush: Bir dakika beni dinle.. Bilmiyordum. Bundan haberim yok. Metin hakkında bilgim yok.
Olmert: Benim bilgim var. Buna onay veremezsin.
Bu görüşmenin ardından Bush, Condoleezza Rice'ı aradı ve Rice'ın bizzat İngiltere ile birlikte kaleme aldığı ve üye ülkelere de onay vermeleri konusunda baskı yaptığı karar tasarısı için evet oyu vermesini engelledi.
Olmert'in "Rice bu olanlardan sonra çok utandı" diyerek anlattığı diyaloğun ardından AP ajansı ABD'li yetkililere bu söylenenlerin gerçek olup olmadığını sordu. Aldığı cevap, "İsrail hükümeti Amerika'nın ne yapacağına karar veremez" şeklinde oldu.

Vatan



Mevdudi Hakkında / Murat Yazıcı

Mevdudi’nin Kişiliği ve Fikrinin Beyanıdır.
Malum olduğu üzere Mevdudi 1933’de çıkarmış olduğu ‘Tercüman Kur’an’ adlı dergide hayatından şöyle bahseder:
‘1916 ve 1921 seneleri arasında avukat olan babam felce uğrayıp hasta yatmasından dolayı son derece belaya giriftar oldum; fakir düştüm; tahsilimin ikmalinden geri kaldım. Bundan böyle diyar diyar dolaşmaya mecbur oldum. Böyle belalardan bir an önce kurtulmak çaresini aramaya başladım. Nihayet Hinddeki ulemadan müteşekkil bir cemaat tarafından yayınlanan ‘Cemiyet’ adlı dergide çalışmaya başladım. Hakikaten bende yazı yazma kabiliyeti, üstün zeka vardı. Fakat benim arzum bu olmadığı için, edebiyat, mantık, hadis ilimleri okumak isterdim. Bu gaye ile o çalışmayı bıraktım ve Haydarabad’a döndüm. Ne faydaki maişet derdi peşimi bırakmadı. Bilmecburiye te’lif ve tasnif ile meşgul oldum. Zira fıtratımda konuşkanlık, fesahat, aşırı zeka ve edebi bir uslub vardı. Bu fıtri olan melekemi, fiile geçirmeye çalışırken, sayın muhterem ! Yazar Niyazi Fetahporî ile tanıştım. Kendisi kuvvetli bir yazardı. Sohbetiyle şerefyap olduğum zamanda içimdeki yazarlık melekesi fiile geçti. İşte Fetahpori sayesinde ‘Tercüman Kur’an’ adlı dergimi çıkarıp neşretmeye muvaffak oldum. (Mevlana Mevdudi s.2,3 Müellifi Es’ad Geylani)

Görülüyor ki, Mevdudi gençliğinde ilmini Pakistanlı meşhur Fetahpori’den almıştır. Bu adam tahminimce 1921, 22 civarında yazarlık yapardı. Yazılarında cennet ve cehennem ile alay eder… Ve nihayet İslam dininden rücu ettiğini kendisi söylüyor. İşte bu mürted Fetahpori’nin Mevdudi’ye emdirdiği ilim sütü, Mevdudi’nin kalbini bozmuş; kalemini kaydırmıştır.
Medar’i teessüf şu ki, Pakistan’dan meşhur ulemadan Muhammed Manzur Nu’mani, Şeyh Hasen Nedvi, Şeyh Emin Ahsen İslahi ve Şeyh Mes’ud Alim adlı dört din adamıyla Mevdudi birleşiyor; Şeyh Muhammed Manzur Nu’mani, Mevdudi’yi derginin idarecileri arasına getiriyor ve şayanı takdirle övüyor. Mevdudi bu vesile ile taraftarlarını çoğaltıyor; birçoklarını iğfal ediyor. Hasılı ‘Buthangot’ şehrinde ‘Cemaat-i İslami’ yani İslam cemaati adıyla bir parti açıyor. Bu cemaat tarafından, gerek dergisindeki bu yazıları ve gerekse yazdığı eserleri neşrolunuyor. Urduca dilinde kalemi çok kuvvetli, seyyal, sözleri cazibeli olduğundan, gençler onun fikirlerine kapılıyor. Artık gençlerin dimağlarında, Arabi ilminde çok zayıf, Urduca dilinde Allame Mevdudi büyüyor. Bu dört alimden ayrı bir fikir, yeni yeni deyimler ve terimleri ortaya koyarken, onu takdim ve takdir eden Şeyh Munazir Ahsen Geylani başta olmak üzere, tarihçi Seyyid Süleyman Nedvi, Profesör Abdulmecid Deryabadi ile birlikte meşhur Pakistan uleması ikinci bir kez onu takdim ve takdir ediyorlar; eserlerini Arabca’ya çeviriyorlar.

Mısır’daki Ezher Üniversitesine gönderiyorlar. Mısır’da genç alimlerin birçoğu, fikrine kapılıyor. Derken Mısır’da birçoklarının idamına sebep oluyor… 1964’de dergisi Pakistan’da kapatıldı. (Mevlana Mevdudi s.13,14 ve El-Üstaz Mevdudi c.1 s.9,10)

Aynı tarihte İhya-i Hareket-i İslam adlı eserini çıkarıyor. –ki Necib Fazıl imha-i hareket diyor- Eserinde ashab-ı kirama varıncaya kadar birçok müctehid ve ulemaya dil uzatıyor… Dün onu takdir ve takdim eden Şeyh Munazir Ahsen Geylani, bugün Mevdudi’nin pervasızlığını görür ve ilk kez olarak ‘Sıdk-ı Cedid’ adlı dergide ‘Nuzad Hariciy’ yani yeni harici başlıklı makalesinde; Mevdudi’nin Hariciye mezhebinin ihyası olduğuna dair reddiye yazar ve şöyle der:
‘Ben Mevdudi’nin hakkındaki evvelden yazdığım makalelerimden, sözlerimden tevbe ediyorum, rücu ettim. Öyle sanıyorum ki, Mevdüdi Hariciye mezhebini yeniden memleketimizde ihya ediyor. (Sıdkı Cedid 21 January 1946)

Akabinde aynı derginin sahibi Profesör Abdulmecid Deryabadi, arkasından Seyyid Süleyman Nedvi ve 1965 civarında ‘Diyobed’ ilahiyatının hadis şeyhi Seyyid Hüseyin Ahmed Medeni; Mevdudi’nin aleyhine reddiyeler yazıyorlar. ( Mevlana Mevdudi s.7,9,11)

İhya-i Hareket-i İslam adlı eser, 1963 veya 64’de Türkçe’ye çevriliyor. Bu sefer Türk gençlerinin beyinlerini yıkamaya başlıyor. İşte o zamanda, rahmetli Necib Fazıl, ‘Doğru Yolun Sapık Kolları’ adlı eserinde, bu eserin neşrinin aleyhinde bulunuyor. ‘İslamda İhya Hareketleri eserinin müellifi Mevdudi, Vahabi’dir’ diyor. Elbette maksadı Türk gençlerini Mevdudi’nin fikrinden sakındırmaktı. (Doğru Yolun Sapık Kolları s.153)

Ne faydaki bunca ulemanın ve özellikle Necib Fazıl’ın sesi duyulmuyor. Halihazırda da Türkiye’de Müslümanların birçok mecmualarında Mevdudi’nin eserlerinin reklamını görüyoruz. Biri: Asrın müceddidi, öbürü, asrın imamı, diğeri, asrın rehberi vesair başlıklar altında eserlerini takdim ve takdir ediyorlar. Talebesi Mes’ud Alim Nedvi ve talebeleri, Mevdudi’nin eserlerini Urduca’dan Arabca’ya cevirip neşrettikleri gibi Türk yazarlardan bir kısmı da Arabca veya Urduca’dan Türkçe’ye çeviriyorlar. Kanaatimce bunlar dini ilimlerde kemal bulmayan yazarlardır. Meydanı boş buluyorlar ve Mevdudi’nin eserlerini Türkçe’ye çeviriyorlar.

‘El-İnsafu Nısfuddin-Tirmizi’nin şarihlerinden Şeyh Yusuf Benuri, Mevdudi’nin reddiyesini ‘El Üstaz Mevdudi’ adıyla neşrettiyse de onun da sesi duyulmadı.Muşarun ileyh şöyle der: Onun cemaatinden ilimle tanınmış 'Süvat'a bağlı Benir kasabası ahalisinden müfti Muhammed Yusuf da bana yazdığı mektupta: 'Beyyinat' dergisinde yazdığım 'Kur'an enbiyanın Allah'a karşı isyan ettikleri ve günah işledikleri haberleriyle dopdoludur' makalemi reddederek enbiyanın masum olmalarını iddia ediyorsun, diyor. İnna lillah... Bundan anlaşılıyor ki, Mevdudi'nin cemaatinin hepsinin itikadlarında, peygamberler asi ve günahkardırlar. Bu da reis ve emirlerinden miras aldıklarındandır. ( El Üstaz Mevdudi c.1 s.23)

Şeyh Yusuf, sayfanın devamında diyor ki:
' Mevdudi şöyle der: Dinin esasları ikidir:a- Değişmeyi kabul etmeyen esaslardır; tevhid ve risalet meselesi gibi. b- Maslahata mebni, değişmeyi kabul edendir; ameli hikmet gibi. (Bunun örneğini göstererek) Mesela:Ey insanlar; Bizi sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve tanışasınız diye sizi şu'be şu'be, kabile kabile kıldık. Şüphesiz Allah Nezdinde sizin en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır. ( Hucurat 13) Ayetinin emriyle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem iman etti ve bütün ırkların eşitliğini ilan etti. Hatta birçok köle ve azadlıları işlerinde işbaşına getirdi. Lakin çok zaman aradan geçmeden, devletini kurarken hakimiyetin fırsatını ele geçirmeye yaklaşınca, bu ayetin emriyle amel etmeyi bıraktı ve hükmünü değiştirdi.(!) Dedi ki: İmam (halife)lar Kureyş'tendir. Nitekim muhterem üstaz Muhammed Eşref de 21 january 1958'de El Münir dergisinde bunu yazmıştı. ( El Üstaz Mevdudi c.1 s.24)

Mevdudi'nin dalaletine bakın... Hikmet-i ameliyye deyimini ihdas ederek, dinin hükümlerinin bir kısmının değişebileceğini söylüyor. ( El Üstaz Mevdudi c.1 s.24)
Anlaşılıyor ki Mevdudi, nübüvvet makamını idraktan aciz bir akılcıdır. Haricilerden ayrılan bir harici... Ümmetin ittifakıyla enbiyanın bir sıfatı da ismettir. Yani nübüvvetten önce de sonra da şirk, küfür ve isyandan pak olmalarıdır. İşte Mevdudi buna inanmıyor. Şimdi 'Kur'an Kih Çar Bünyad İstilahin' yani 'Kur'an'a Göre Dört Terim' risalesini açıyoruz; ne bakalım mukaddimesinde şöyle der:
'Allah, Rabb, ibadet ve din kelimelerinin manalarını bilmeyen, Kur'an'ın manasını bilemez... Tefsir erbabı bu dört kelimenin manasını bilemediler. Dolayısıyla ümmet, dini meselelerin dörtte üçünü kaybettiler= ihmal ettiler ve binaenaleyh itikad ve amellerinin bozukluğunu görürsün. (Kur'an Kih Çar Bünyad İstilahin s.10,12)

Şeyh Yusuf diyor ki: 'Görülüyor ki Mevdudi önceden ulemanın yazmış oldukları tefsirleri kifayetsiz görüyor ve onlara dil uzatıyor. Onun bunca ulema hakkında ve özellikle nübüvvet hakkındaki hataları afuv edilecek yani hoş görülecek iş değildir. Bu da onun sapıklığının alametidir. ( El Üstaz Mevdudi c.1 s.18)

Mevdudi, risalesinin 156. sayfasında da şöyle diyor:
'Yirmiüç sene zarfında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in nübüvvet farizasını eda etmekte yapmış olduğu noksanlık ve taksiratından dolayı, En Nasr suresinin son ayetinde Allah teala Ona istiğfar etmesini emretti.
Tefhim-il Kur'an'ı açıyoruz. Baskı 3 c.2 s.57'de diyor ki:
'Masumluk sıfatı, peygamberlerden ayrılmaz bir sıfat değildir. Allah teala, onlardan bu özelliği kaldırdığı zaman, sair beşerden farkları olmaz ve nitekim bazı zamanlarda Allah teala, onlara isyan işletir ki, insanlar onların ilah olmadıklarını ve beşer olduklarını görsünler, bilsinler. Binaenaleyh bu onların hakkında Allah'ın i'lanıdır.
Resail-ul Beyan adlı eserini açıyoruz. 1362 tarihli üçüncü baskısının 55, 57. sayfalarında şöyle der:
Peygamber zamanından şimdiye kadar 1350 sene geçti. Halen deccal meccal diye birşey yoktur. Anlaşılıyor ki, deccal hakkında Peygamber'den sadır olan tüm hadisler, Onun görüş ve kıyaslarına mebnidir. Hakikaten kendisi de deccal hakkında şüphede idi. Dolayısıyla bir sefer Horosan'dan; bir keresinde Esfehan'dan, başka bir keresinde de Şam ve Irak arasından çıkacağını söyledi. Hatta bir defa da İbnu Seyyad'ın deccal olacağını zannetti. Nihayet deccal hadisini nakleden, hristiyan rahibi olan, Temimi Dari'dir.
Şeyh Yusuf diyor ki: Deccalın hakkındaki hadisler, tevatürle naklolunmaktadır; inkarı küfürdür.
Bilhusus Temimi Dari'nin hadisini İmam Müslim dahi rivayet ediyor.

Yine Tefhim-il Kur'an'dan, El En'am suresi 76.ayetin tefsirine bakıyoruz, diyor ki:
İbrahim aleyhisselam, önce müşrik, zifir inkarda idi. Sonra tevhide döndü; Rabb'ini aradı, buldu... (Yunus suresinin 98.ayetinin tefsirinde de) Yunus kavminin azabının kaldırılmasının hikmeti şu idi: Yunus'un nübüvvet farizasında yapmış olduğu noksanlık ve taksiratı ve tebliğdeki kusuru sebebiyle, kavminin aleyhinde hüccet tamamlanmadı; dolayısıyla azab kalktı... Sonraki satırları almaktan haya ediyorum.
Medar-ı teessüf şu ki: Seyyid Kutub da tefsirini yazarken onun fikrine kapılıyor ve doğru itikaddan sapıyor. O da Fi zilal-il Kur'an'da El En'am suresinin tefsirinde şöyle der: Bu ayet bize İbrahim'in nefsini tasvir eder. Gerçekte şek ve şüphe, İbrahim'in nefsine hucüm etmişti. -Hatta ve hatta babası ve kavmi putlara taptıklarından kendisi de zifir inkara girmişti.- (Fi zilal c.3 s.292)

Sonraki sayfalarda da sık sık: 'İbrahim Rabb'ini aradı... Buldu... Dalalette olduğunu hissetti... ' der. O da Mevdudi gibi: İbrahim önce müşrik, sonra tevhidcidir' der. Halbuki bu görüş maalesef Yahudilerin görüşüdür; müslümanların itikadı değildir. Bunun üzerine İbni Kesir ve müfessirler uzun uzun münakaşalar açmışlardır. ...

Hasılı Kelam, Seyyid Kutub takriben otuzüç yerde, Mevdudi ise -Şeyh Yusuf'un beyanına göre- doksan yerde ümmetin müctehidine ve ulemasına muhalefet etmektedirler.
Not: 'İbrahim aleyhisselam, İsa aleyhisselam'dan büyüktür. Nasıl oluyor, İsa aleyhisselam beşikte Allah Teala'nın Uluhiyetini ve Rububiyetini ilan eder; İbrahim aleyhisselam, üç yaşında, başka bir rivayette yedi yaşında iken şirke girmiş olur!? Gerçek şu ki, İbrahim aleyhisselam, o yaşta iken kavmine muhalefet ederek, tevhidin delillerini ortaya koymuştur. Ümmetin ittifakıyla, Peygamberlerin hepsi küfür ve şirkten beridirler. Bu hususta hadis, tefsir, fıkıh ve kelam ulemasının arasında asla ihtilaf yoktur.'
Üstaz İsmail Çetin

Not: Bu yazıdan bizi haberdar eden İsmail Arslan'a teşekkür ederiz. Yazıda bahsedilen "Doğru Yolun Sapık Kolları" isimli eserde şunlar yazılıdır:
Evvela Mevdudi:
«İslamda İhya Hareketleri» isimli eseriyle İslam'da imha hareketinin temsilcilerinden biri... Çağdaşımız... İşi gücü, Sünnet Ehli büyüklerine çatmak... Gördüğü sert tepki üzeri­ne eserinin ikinci baskısında birtakım yumuşama alametleri göstermeye çalıştıysa da, çürük madeni hep aynı... Gerisi ci­la... Cemalettin ve Abduh'a hayran... İbn-i Teymiyye'ye ise kara sevdalı...
İslam onca bir felsefedir ve nice şer'i ölçüler bu bakımdan muhakeme edilerek değiştirilebilir. Çorap üstüne mesh etme­nin cevazını iddia ettiği gibi...
Aynca mezheplerin birleştirilmesi fikrini müdafaa ve dört hak mezhebi birbirine karşı mücadele ve garaz halinde gösterme...
«Sana nasıl geliyorsa öyledir!» hesabı, her zaman ve her türlü içtihada yer verme, ve ortalığı kargaşalığa verdiklerini iddia ettiği Sünnet Ehli alimlerini kötüleme...
Mevdudi sade fikirde kalmadı; aksiyona da girişti. Hind Müslümanlarının milli hareketlerinde önderlik sevdasına düştü. Hapse girip çıktı. İlk eseri «İslam'da Cihad» ihtilalci fikri telkin etmesi bakımından Mısır'da, kendisine telkin ze­mini buldu ve bazı kimselerin idam edilmelerine yol açtı. 1953'de Kaadiyanlik meselesine el attı, yine tutuldu ve 2 yıl 2 ay hapse mahkum edildi. Sapık fikirlerin sapık ihtilalcisi olarak 1964'de yine hapsi boyladı; bu defa da İslam Cemaati Derneğinin kapatılmasına sebep oldu. Derken Vehhabilik dünyasına kapılandı; Medine'deki Vehhabi Üniversitesi İsti­şare Heyetine aza seçildi. Orada da dikiş tutturamadı ve Vehhabilere bile giran gelen fikirleri yüzünden muhakeme altına alındı.
Necip Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kolları, Büyük Doğu Yayınları, 4. Basım, Mart 1990, s.153.

Kaynak : Murat Yazıcı

Aşağıdaki yazı zehirli org'dan

MEZHEPSİZ MEVDÛDÎ


Bundan evvelki sayılarımızda içtihadın kesildiğine dair icma bulunduğunu, İslâm âlimlerinin kat’i hüccetlerine istinaden isbat etmiştik. Yusuf Nebhanî hazretleri gibi ehl-i sünnet âlimlerinin “Müctehidlik iddia eden kimselerin ya akıllarında veya dinlerinde noksanlık bulunduğunu, bunu Vehhâbiler ile cahil bid’atçıların iddia ettiğini” nakletmiştik.

Mevdûdî’nin elimizdeki mevcut kitapları mutlak müçtehid edasıyla yazılmıştır. Âyet-i Kerimelere kafadan mânalar verilişi, salâhiyetli hiçbir müfessirden delil getirmeyişi, dört hak mezhepten birine göre yazılmayışı Mevdûdî’nin MEZHEPSİZ oluşunu gösteren apacık ve kat’i delillerdir.

Şimdi Mevdûdî’nin HİLAFET VE SALTANAT isimli mezhebsizlik zehiriyle dolu kitabına bir göz atalım:

1- Kitabın çeşitli yerlerinde “İslâm nazariyesi” tabirini kullanmaktadır. Halbuki İslâmda nazariye yok, edillei şer’iyye vardır.

2- Bir İslâm memleketinde, müslüman olmayanların iman edenlere verilmiş bulunan bütün medenî haklardan aynı şekilde istifade imkânına sahip bulunduğunu iddia etmekte S.58.

Halbuki bir gayri müslim, müslüman bir kadınla evlenemediği gibi seçme ve seçilme hakkına da sahip olamaz. Mevdûdî’nin savunduğu demokratik rejimlerdedir.

3- “Benim nazarımda bütün insanlar eşittir.” Demekte ve “Bizden olsun olmasın” diye de bir ilâve yapmakta. S.68

Halbuki insanlar ancak insan olarak eşittir. Fakat bir müslümanla bir kâfir eşit değildir. Müslümana namaz kılması icbar edildiği halde kâfire icbar edilemez.

4- “Ancak mü’minler kardeştir.” Âyet-i kerimesine istinaden bütün vatandaşların eşit olduğu hükmünü çıkarmakta S. 69-70.

5- S. 89’da Kâinatın Efendisinin kendisinden sonra bir şahsın yerine geçmesi hususunda işaret buyurmadığını iddia ederken hemen S. 90’da Hazret-i Ömer ile Hazreti Ebu Bekir’i hilafete tensip buyurduğunu söylemektedir.

6- Eshâb-ı Kirâm’dan Sa’ad bin Ubade Radiyallahü Anh’a, farklı ictihadını kabilecilik taassubu olarak vasıflandırmaktadır. S. 112.

Halbuki dört halifenin sünneti, Resulullahın sünneti olduğu hadis-i şerifle sabitken son iki halifenin nümune teşkil etmediği intibaını çıkarmak suretiyle mezkûr Hadis-i şerifi tekzip etmektedir.

8- Hazret-i Osman Radiyallahü Anh’ın Hülefa-i Raşidinin tesis ettiği hükûmet nizamının aydınlattığı meşaleyi de söndürdüğünü iddia ederek köpek dilini göstermektedir. S. 117.

9- Hulefa-i Raşidinin doğru yolu gösterdiklerini fakat gitmedikleri intibaını vermek için, “Bu zevat-i kirama hülefa-i raşide-doğru yolda giden halifeler- demekten ziyade, Hülefa-i Mürşide- Doğru yolu gösteren halifeler- demenin daha doğru olduğunu söyleyebiliriz.” diyebilmektedir. S. 122.

10- Dinî mevzularda ince değil, çok ince düşünmenin gerektiğine ehemmiyet vermiyerek “Her şeyin üzerinde bu kadar ince düşünürsek o takdirde İslâm tarihinin %90’nını bir tarafa bırakmamız icap eder.” demektedir. S.129.

Halbuki yanlış bir hâdise anlatmamak için tarihin %100’ünü bıraksak dinimizde noksanlık mı meydana gelir?

11- Benî Ümeyye, yani Hazret-i Osman sülâlesinin memleket idaresinde söz sahibi olmasının kabiliyet ve işbirlikte izahının mümkün olamıyacağını, yani iltimasla getirildiğini iddia etmektedir. S. 130.

12- Hazret-i Osman’ın İslâmın ne olduğunu hâşâ bilmediğini isbat için “İslâm sadece memleket fethetmenin işi demek değildir.” diyebilmekte S. 133.

13- Eshâb-ı Kirâmdan baba ile oğulun Medine’ye getirilişine kızarak getirilmesini isteyen Resûlullah’a diş biliyor veya Hazret-i Osman’ın yalan söylediği intibaını vermek için “Hazreti Osman şöyle bir mesele ortaya attı: Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) “bir müddet sonra onların Medine’ye dönmelerine izin vereceğim” dediğini duymuştum.” şeklinde rivayet edebilmekte S. 134.

Hadis-i şerife istinaden getirdi demiyor da şöyle bir mesele ortaya attı, demekle Hazreti Osman’ı töhmet altında bırakmak istiyor mezhepsiz.

14- İbn-i Teymiyye’den bile nakiller yapmakta S. 135.

15- “Hazreti Osman’ın siyaseti hatalı idi.” demekte S. 141

16- Hazret-i Ali, Hazret-i Osman’ın temiz olduğunu isbatladı, demiyor da, “Hazreti Osman’ı temize çıkardı,” demek suretiyle hem Hazret-i Osman’ın suçlu olduğu, hem de Hazret-i Ali’nin bir nevi iltimas ettiği intibaını vermeye çalışıyor. S. 146.

17- S. 148’de “Hadiseler büyüyünce Hazret-i Osman bile hadiselerin bu şekilde gelişeceğini hesaplıyamamıştı.” Demek suretiyle güya Hazret-i Osman’ın ferasetsizliğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Hadiselerin o şekilde tecelli etmesi takdir-i ilâhidir. Peygamber aleyhisselâmın Taif’te mübarek ayaklarının kan içinde kalmasını hesaplıyamamış mıydı? Mezhepsiz aklının ermediği işlere karışmasan olmaz mı?

18- İslâmın emrettiği seçim şeklinin modern olmadığını veya modern seçim sisteminin islâmın koyduğu seçim sisteminden üstün olduğunu, dolayısıyle Hazret-i Ali’ye haksızlık yapıldığını belirtmek için “Bugünkü modern usullerle bir seçim yapılmış olsaydı Hazreti Ali kazanacaktı.” demekte S. 151

19- Hazret-i Sa’ad İbni Ubade gibi biat etmeyen bazı eshâb-ı kirâm için “Onlar islâm nizamını iyi düşünselerdi, biat etmelerinin zaruri olduğunu anlamış olacaklardı.” demek suretiyle (S. 152) farklı içtihadlardan dolayı bazı Eshâb-ı kiramı islâmı iyi iyi düşünmemek gibi bir ithamda bulunmaktadır. S. 153’de ise “Yeni halifeye bu zevat inanmıyorlar, veya inanmak istemiyorlardı, yahutta böyle hareket etmekle hususi bir maksatları vardı.” diyor. Ağzını topla Mevdûdî!

20- Mezhepsiz herif farklı içtihadlarından dolayı Eshâb-ı kirâma bakın nasıl yükleniyor: “Biat etmeyenlerin hareket tarzı, ümmeti hilâfet nizamından ziyade padişahlık tarafına yöneltmekten başka bir mânâ ifade etmez.” diyor. S. 153

21- S. 160’da şartlı biatın caiz olmadığını beyan ettikten sonra S. 162’de Aşere-i mübeşşere’den iki sahabinin şartlı biat istediklerini söyleyerek cennetle müjdelenen iki sahabiye noksanlık yüklemeye çalışıyor mezhepsiz.

22- S. 164’te “Neticede Talha, Zübeyir ve diğer kan davâsı peşinde koşanlar.” diyor da Şer’i kısasın yapılmasını isteyenler demiyor. Aşere-i mübeşşereden bu iki zata “kan davâsı peşinde koşanlar” şeklinde suçlamaya çalışıyor alçak herif.

23- S. 167’de Hazret-i Ali’nin karşı taraftakilerin şehitlerine de hürmet gösterdiğini ve mallarını da ganimet saymadığını rivayet ettiği halde mezhepsizliğinden dolayı karşı tarafa hücum etmekten kendini alamıyor.

24- Hazret-i Muaviye’ye uzatılan dile bakın: S. 169’da “Muaviye Hazret-i Osman’ın kanını istemek hususunda gayrî kanunî yolda yürüyordu.” diyor. S. 171’de ise “Muaviye Osman’ın katillerinden kan istemiyordu. O zamanın halifesinden kan istiyordu.” diyor mezhepsiz herif.

25- Bir kısım sahabenin Hazret-i Osman’ın kaatilinin Hazret-i Ali’nin olduğunu söylemesi için 5 tane yalancı şahit bulunduğunu iddia ederek Eshâb-ı kirâma iftiralar etmektedir. S.173-174

26- Hakem olayında hilafet hususunda haklıyı haksızı tesbit etmek hakemlerin selâhiyetinde olmadığını, hakemlerin yaptığı işin tamamiyle yolsuz ve yersiz olduğunu beyan etmek suretiyle başta Hazret-i Ali olmak üzere her iki hakemi ve bu hakemliğe rıza gösteren bütün Eshâb-ı kirâmı yolsuz ve yersiz iş yapmakla suçluyor mezhepsiz Mevdûdî. S. 182-183-187

27- Hazret-i Ali’nin, Hazret-i Osman’ın katline iştirak eden iki sahabiyi vali yaptığını iddia ederek “İşte Hazreti Ali’nin tek hâtalı meselesi budur.” Diyerek Hazret-i Ali’ye de hâta isnad ediyor, fakat içtihadı böyle oldu diyemiyor alçak herif.

28- Hazret-i Ebubekir’in Hazret-i Ömer’i yerine hilafete seçtiği gibi Hazret-i Muaviye’nin de oğlunu hilafete seçmesini yanlış, hatalı ve usulsüz bir fikir olarak söyledikten sonra Eshâb-ı kirâmın bu işi aynen kabul etmesini hazmedemediği için onlara yükleniyor alçak herif. S. 197

29- Hazret-i Muaviye hakkında ağzına geleni söylüyor, bir defacık olsun hazreti kelimesini bile uygun bulmadığı halde yaptığı hareketlerin tasvibi için bakın nasıl bir dil kullanıyor: “Muaviye iyilikleri şöyle dursun sahabî olması hasebiyle kendisi hürmete şayan bir zattır. Onun hakkında her kim ileri geri konuşur, ona taan etmeye kalkarsa, deriz ki o haddini bilmeyen bir kimsedir.” diyor. S. 204

Mezhepsizin samimiyetsiz olduğunu isbat için bu cümleler yetmez mi?

30- Hazret-i Muaviye için “Politik gayeler uğruna şeriat hükümlerini tahrif etti.” gibi büyük bir iftirada bulunmaktadır. S. 235.

31- Mezhepsiz kadınların başını kendi tutmuş gibi şöyle bir rivayet naklediyor: “Bu hâdise esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından başka kimselerden gebe kaldı.” S. 247

Böyle bir rivayeti nakletmekle hem Eshâb-ı kirâmı ve hem de onların çocuklarını ırz düşmanı olarak vasıflandırmış oluyor. Sonra bu bin kadının kendi kocaları tarafından gebe kalmadığını acaba Mevdûdî nasıl tesbit etmiş ki?

32- Şirkten başka günahların affedilebileceği itikadının Mürcienin itikadı olduğu zikredilerek tenkid edilmektedir. S. 326

33- İmâm-ı A’zamın istisnasız bütün sahabileri hayırla, iyilikle yadettiğini zikretmekte, fakat kendisi mezhepsiz olduğu için Hazret-i Muaviye’ye hazreti kelimesini bile çok görmektedir. S. 326

34- Ehl-i sünnet âlimlerinin cumhuriyet esaslarının korunması şartıyla birlik için çalıştıklarını kaydetmektedir. S.326

35- İstisnasız bütün Eshâb-ı kirâmın adil olduğunu, hepsinin itimada şayan bulunduğunu, aksi düşünülecek olursa dinin bazı esaslarının kendiliğinden şaibeli duruma düşeceğini kaydettikten sonra sahabelerin hiçbir hatalı işleri yoktur demek istemediğini de belirtiyor. S.435

36- Sahabiler için “Bilerek hatâ yapmaz” diyor ve içtihadî hataları olabilir demiyor mezhepsiz. S. 436

37- “Es-sahabetü küllühüm adül”, mefhumunun istisnasız bütün sahabiler hakkında varid olduğunu kaydettiği halde, yine de çoklarının âdil iş yapmadığını, şeriatı tahrif ettiğini yazıyor. S.437

38- Kitabında gözden kaçmış hâtaların bulunabileceğini, okuyucular bunları bildirirse düzelteceğini beyan etmektedir. S. 439

Bre sapık, yazdıklarının neresi doğru ki?

39- S. 441’de bir hata işlemekle bir kimsenin rütbe ve derecesinin yüksekliğine noksanlık gelemiyeceğini belirterek “Ben Eshâb-ı kirâma dil uzatıyorum ama onlara noksanlık gelmez” demek istiyor.

Müctehidlerin içtihadlarında noksanlık bulunursa bu hataları derecelerine bir noksanlı getirmez tabii. Hepsi de müçtehid olan Eshâb-ı kirâmın içtihadlarının mutlaka hata olduğu bilinemediği için mutlaka hatadır denemez ve günah işlemeyen mahfuz veliler de bulunabileceği için herkese hata işler gözüyle bakılmaz.

40- S. 443’de “Benim düşüncem şöyledir” diyerek kendisinin de İslâm âlimleri arasında yeri olduğunu sanmaktadır.

41- “Eshâbım hakkında konuşulurken dilinizi tutunuz.” Hadis-i şerîfine ehemmiyet vermeden Sahabe-i kirâma kusur yüklemeye, hata bulmaya çalışmaktadır. S. 444

42- İslâmda fâsığın şehadeti kabul edilmediği halde iftiralarına rafizilerden, şiilerden delil getirmektedir. S. 445

İntak-ı hak kabilinden mehaz gösterdiği İbni Ebil Hadid’in şii olduğunu kendisi de itiraf etmektedir. S. 445

43- Rafîzi İbni Kuteybeyi mehaz olarak göstermekte ve İbni Kuteybenin şii olduğunu söylemek hatadır demektedir. S. 446

44- İbni Kuteybenin şiî olduğu bir tarafa Hazret-i Ali’yi sevmemek anlamına gelen nasibilikle itham edildiğini belirtiyor. S. 447

Sanki Hazret-i Ali düşmanı olunca sözü senetmiş gibi yukarıdaki ifadeyi yazıyor.

45- El Mesudi’nin rafîzi olduğu açıkken “Başka mehazların tasdik etmediği rivayetlerini almadım” diyerek zımnen Mesudi’nin ehl-i sünnet olmadığını belirtiyor. S. 448

S. 452’de ise “İbni Kuteybe ve öteki tarihçilerin eserlerinde rastlanan bozukluklara İbni Cerir’de tesadüf edilmez” demektedir.

Bu ifadesi doğrudur, çünkü Sünnî İbnî Cerir senettir. Fakat rafîzi olan İbni Cerir ise şiîdir. Mevdûdî’ye mehaz ve senet olacak kadar sinsi bir Eshâb-ı kirâm düşmanıdır. Mevdûdî gibi Eshâb-ı kirâmı över över sonra da şuraları hatalıdır der.

46- Ehl-i sünnetin kâfir dediği İbni Teymiyye’yi İMAM diye övmektedir. S. 452

47- Hem tarihi delil olarak göstermekte ve delillerini hep tarihten vermekte, hem de “Hadis imamlarının ağır tenkidlerine uğramış bulunan ravilerini tarih yine de kabul etmektedir.” demek suretiyle kendi kendini çürütmektedir. S. 460

48- S. 462’deki mantığa bakalım: Bizim tarih yazma işimize Abbasiler devrinde başlandığı, bunların Emevî düşmanı olduğu, bu bakımdan bir takım vukuatı gizlemiş ve saklamış oldukları ihtimali üzerinde durarak, Emevilerin iftihar vesilesi olacak işlerinden de bahsettikleri için bu tarihçilerin doğru olabileceği hükmünü çıkarıyor. S. 462

Be aptal Mevdûdî , iyi taraflarını yazmasa iftiralarını nasıl kabul ettirecek? Tıpkı sen de onlar gibi Eshâb-ı kirâmı övüyorsun sonra da iftiralarını sıralıyorsun.

49- İbni arabi’nin, İbni Teymiyye’nin ve Şah Abdülaziz’in şiîleri reddiye hakkında yazdıkları kitaplardan rivayetler almadığını, bunların mehaz olamıyacağını beyan etmektedir. S. 463-464

Yazarı ehl-i sünnet olduktan sonra şiîliğe reddiye olarak yazılan kitaplar niçin mehaz olarak kabul edilmesin?

50- Kendi fikirlerini yazıyor sonra da “kendi içtihad-î fikrimi ortaya koysaydım...” diyor. S. 463

51- Hazret-i Osman’ın hareketlerinin yanlış bir niyet değil, yanlış bir düşünce olduğunu beyan etmekte, bu yanlış düşünce isnadına da içtihadî bir hata demekte. S.465

52- Hazreti Osman’ın ferasetinin noksan olduğunu teyit için “Herhangi cahil bir insan bile vukuu muhtemel zararları tahmin edilebilir, iyi veya kötü bunlara karşı gerekli tedbirleri almayı ihmal etmezdi.” demek suretiyle Hazret-i Osman’ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadığını söylüyor. S. 467

53- Hazret-i Osman’ın Hazret-i Muaviye’yi uzun seneler valilikte bıraktığı için siyaset ve tedbirinin hatalı olduğunu beyan ederek, bir valiyi ancak 5-6 sene istihdam edip değiştirmenin münasip olacağını söylüyor. S. 472

54- Hazret-i Osman’ın akrabalarına karşı olan sevgisini zaaf olarak vasıflandırıyor. S. 476

55- Hazret-i Osman’ın yalan söylediğini zımnen belirtmek için, bazı vâlileri değiştireceğine dair halka söz verdiği halde yine yerlerinde bıraktığına dair bir rivayeti nakledebilmektedir. S. 483

56- Aşere-i mübeşşereden Hazret-i Talha ile Hazret-i Zübeyir’in kısas hakkındaki içtihadlarının hatalı ve yanlış olduğunu iddia etmekte. S. 492

57- Hazret-i Âişe validemizle birlikte Hazret-i Talha ile Hazret-i Zübeyir’in içtihadları için nadim olduklarını yazabilmekte. S. 493

Halbuki hiçbir müctehid içtihadı için nadim olmaz. Çünkü içtihad etmek günah değil de ondan. Asıl günah olan içtihad etmemektir. Mübareklerin nedameti içtihadları için değil, İbni Sebe’nin hilesi sebebiyle müslüman kanı döküldüğü içindi.

58- Ehl-i sünnetin Hazret-i Muaviye’ye FÂSIK demediğini belirttikten sonra BAGİ olup olmadığı hususunda ihtilaf bulunduğunu kaydederek bagi diyenlerin daha doğru olduğunu yazmaktadır. S. 493

Alçakça bir mantıksızlık. Fâsık olmayan kimseye bagi nasıl denir? Bagilik meşru ise tabii ki denir. Yok bagilik meşru değil, yani bagi olmakta bir günah var ise, bu günah açıktan işlendiği için, işleyene FÂSIK denir. Harbde hile caiz olduğundan hile yapana hileci denemez. İsyan eden kimseye fâsık denmediğine göre, o kimsenin isyanının, bagiliğinin meşru olduğunu gösterir. Meşru olmasaydı fâsık denirdi. Mezhepsiz Mevdûdî hem fâsık değil diyor, hem de bagi diyor.

59- Hazret-i Muaviye’nin fâsık olmadığını ve müçtehid olduğunu beyan ettiği halde kesilecek mütecaviz dilinden bir defacık olsun hazreti kelimesi çıkmadığı gibi haraketlerine hata dediğini, içtihat hatası diyemiyeceğini belirtiyor. S. 496

60- Hazret-i Muaviye için söylediğini Hazret-i Amr ibni As için de söylememekte “bu zatın yaptığı iş, düpedüz hata idi, haksızlıktı. Buna içtihadî hata denmez.” diyerek zehirini kusmaktadır. S. 498

61- S. 500’de “Şimdi yalnız biz değil, fakat hangi insaflı ve âdil bu işin adına İÇTİHAD diyebilir?” şeklinde konuşarak içtihad diyenlerin insaf ve âdil olmadıklarını, dolayısıyle bütün ehl-i sünneti insafsız ve adâletsiz olarak vasıflandırmaktadır. Başta Hazret-i Ali olmak üzere ehl-i sünnet ulemasının bu hadiselerin içtihada taalluk ettiğine dair olan içtihadlarını Milli Fikir’in 12. sayısında da vesikalara dayanarak isbatlamıştık.

62- İstidlal ettiğim hususlarda bir hata varsa birlikte düzeltelim diyerek kendisinin istidlâl etme yetkisinin bulunduğunu, yani müçtehid olduğunu beyan etmektedir. S. 504. Daha önce de içtihad-i fikrim diyordu. S. 463

63- Bir sahabenin Mekke’nin fethinde Hazret-i Osman’ın iltiması ile vazgeçildiğini yazmakta. S. 506

İltimas, bir haksızlığı meşru kılmaz için yapılan harekettir. Hazret-i Osman iltimas yaptı demekle hem Hazret-i Osman apacık şekilde suçlanıyor, hem de bu iltiması kabul edip tatbik eden Resûlullah Efendimiz suçlanmış oluyor. Eğer Hazret-i Osman’ın o hareketi iltimas olsaydı, Resûlullah onu kabul eder miydi?

“İslamda İhya Hareketleri” isimli kitabında ise ehl-i sünnet âlimlerinin kâfir, sapık, bid’atçi dediği İbni Teymiyye’yi aşırı şekilde övmekte, ona “İMAM” ünvanını vermekte, ehl-i sünnetin göz bebeklerinden biri olan İmâm-ı Gazâli hazretleri gibi bir âlime mezhepsiz kafasıyle zaaf ve noksanlıklar bulmakta, tasavvufa girişini- yani evliya oluşunu- noksanlık olarak kabul etmektedir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri gibi tasavvufdaki derinliği nisbetinde yükselen büyük İslâm âlimlerini yalnız dış cephesiyle ele alıyor, tek cümleyle tasavvufun peygamber aleyhisselâmın bâtın nuru olduğunu bilemediğinden inkâr ediyor. İslâmı İmâm-ı Gazâli’nin bıraktığı yerden alıp ileriye götürdüğünü savunmak gibi gülünç iddialarda bulunmaktadır.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Bunlar insan olabilir mi?

Hürriyet gazetesinden bir haber:

"Çocuklarını da alan İsrailliler, Gazze sınırına yakın Sderot kentinin kenarındaki bir tepecikte, hem piknik yaptılar, hem yanlarında getirdikleri dürbünlerle saldırıların seyrine doyamadılar. Arabalarına doluşmuş aileler, bu arada çocukları için ağaçların dallarına salıncaklar kurup çocuklarının hoşça vakit geçirmesini sağladılar. Yanlarında yiyecek içecek de götüren İsrailliler, havaların açık olmasından yararlanarak saatlerce Gazze üzerine düşen ateş yağmurunu, bombaları, topcu ateşini izlediler.

BOMBALARIN PATLAMALARINA ALKIŞ TUTTULAR

Tines dergisinde yer alan "Gazze Sınırı: İsrailliler Saldırılara Tezahürat Yaptı" başlıklı haberin bir bölümünde "Pazar öğleden sonra İsrail'e ait iki Apache helikopteri Sderot'un doğusunda gökyüzünde belirdi. Helikopterlerin altında, tepecikteki İsrailliler olancaklar hakkında tahminlerde bulunarak seyretmeye koyuldu. Bir dakika sonra Apacheler'den birinden bir Hellfire (Cehennem ateşi) füzesi fırlatıldı. Füze, Filistin sınırını hızla aştı. Bir saniye sonra, sınırın ötesinde oluşan manzara karşısında kalabalığın içinden tezahürat koptu. Cebaliye mülteci kampıyla, Gazze kenti arasından bir yerden devasa, simsiyah bir duman bulutu yükseliyordu."

Sözün bittiği noktadayız. Dünya 2009'a insani değerlerini çok eski yıllara bırakarak girmiştir."Her geçen günü aramadıkça kıyamet kopmaz"buyruğunun altında buruk ve garip geçen zaman merdivenleri bizi hızla kıyamete götürmektedir.

Yazıklar olsun dünya sana, yazıklar olsun insanlığıma..

Vah bana, vahlar bana..

İslâm’ı ve Kur’ân’ı Doğru Yorumlamak

"Merhum Mevdudî 'Kur'ân'da Dört Terim' adlı kitabında, İslâm ümmetinin hicrî üçüncü asırdan sonra İlah, Rab, Din, İbadet konusunda sahih anlayışı yitirdiğini iddia eder ve bunların doğrusunu kendisinin bulduğunu ve bildirdiğini söyler.
Çağımızın büyük Ehl-i Sünnet âlimi Hindistanlı merhum Ebü'l-Hasen Nedvî, "Kur'ân'ın Siyasî Yorumu" (Bedir Yayınevi, Tel: 0212/519 36 18) adlı kitabını Mevdudî'nin bu iddiasını çürütmek maksadıyla yazmıştır.
Nedvî, Mevdudî'nin dostudur ve kitabını üzülerek yazdığını beyan eder." Mehmet Şevket Eygi

Hepsi bu mu?

"Devletlerarası ilişkilerde duygusallığa yer yoktur" tarzı cümleler yerin dibine batsın. Chavez kadar da mı "gerçekçi" olamıyoruz? İnsanlar boğazlanıyor Gazze'de. İsrail bombalarının enkaza çevirdiği Gazze değil, bütün bir İslam alemi aslında!" Dr.Ebubekir Sifil

11 Ocak 2009 Pazar

Su (Müslümanlar) uyudu,yahudi uyumadı..!

Önümde bir haber var: "İsrail'in iki haftadır süren saldırıları karşısında zor günler geçiren Gazze halkına yardımcı olma amacıyla Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)'de başlatılan yardım kampanyasının ilk gününde 86 milyon dolar toplandı."

Bu sadece BAE'de 1 günde toplanan muazzam miktar. Biliyorsunuz geçtiğimiz cuma günü de Türkiye çapında cuma namazı sonrasında Gazze için yardım kampanyası düzenlendi. İHH'da şahit olduğum tek örnek; bir kişi 500 TL bağışlamıştı..Ve benzeri hayır kurumlarından akan paralar..

Peki bu paralar bilinçli kullanılıyor mu? İlaç, gıda gibi temel ihtiyaç maddeleri dışında..?! Yerine layıkıyla ulaşıyor mu demiyorum, bilinçli kullanılıyor mu diyorum. Aşağıdaki alıntıları okursanız, nereye varmak istediğimi sanırım izah etmiş olacağım. Adı Teodor olan bir siyonistin azmi, inancı ile neler olduğuna ilişkin pasajları ibretle okumak gerek.

Merhametsiz, acımasız ve insani duygularını kaybetmiş siyonist İsrail'in son Gazze'deki cinayetlerinden bazıları medyaya yansıyor.Ya yansımayanlar..? İnsanları, çoluk-çocuk, kadın bir eve toplayıp; önce dövüp sonra kurşuna dizerek şehid eden, bu vahşetin temsilcileri üzerinde; İslam dünyası ciddi projeler üretmediği müddetçe; daha çok masum kanı dökülecektir.

Onlar finans kaynakları ile neler yapmış, biz neler yapıyoruz..Onlar, dönüm dönüm arazileri Filistin'li müslümanlardan satın alırken, gafletle uyuyup, paranın cazibesine kapılıp, onlara toprak satan ahmakların veballerini bugün evlatları ödüyor.İşte konuyu bir kere daha düşünmemizi sağlayacak pasajlar:

"Balfour Deklarasyonu (31 Aralık I9I8), ABD Emperyalizmi tarafından da onaylanarak İsrail'in Filistin topraklarında yerleştirilmesi resmileştirildi. Ardından İngiliz çıkarlarının temsilciliğine gönüllü yazılan Faysal, siyonist lider Weizmann ile anlaşma imzalayarak, Filistin’deki siyonist varlığın meşrulaştırılmasında aktif rol oynar. "

* * *

"Siyonist lider Teodor Herzl’in Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’e Filistin’de bir Yahudi yerleşim birimi kurulması karşılığında, Osmanlı’nın bütün borçlarını ödeyecekleri teklifine Sultan’ın kesinlikle sıcak bakmadığını ve hatta: “Atalarımın kanlarıyla sulayıp aldıkları bu toprakları, ben parayla satamam.” dediğini biliyoruz. "

* * *

"..meşhur bankerlerden Rothschild bulunuyordu. Talebin aslı şuydu: Filistin'de Osmanlı Hükümeti’nin uygun göreceği bir yerde Musevî köyleri kurulacak, hükümet arzu ederse bu köylerde Müslüman evleri de bulunacaktı. Yabancı ülkelerden bu köylere gelecek olan Yahudiler, Osmanlı Devleti’nin kanun ve nizamlarına bağlı olacaklardı. Buna karşılık Yahudiler Osmanlı Hükümeti’ne Düyûn-ı Umumiye meselesinde yardımcı olup kolaylık göstereceklerdi. Hatta bunun için yazılı ve sağlam teminat da vereceklerdi."

* * *

"Siyonistler toprak satın almaya devam ettiler..1918 de satın aldıkları tapusu Arapların üstündeki toprak miktarı 418.000 dönüme ulaştı.. En verimli ve sulak arazileri satın alıyorlar; satışa su kaynaklarının da dahil olduğunu tapuya geçirtiyorlardı.Filistin İngilizlerin idaresine geçince Yahudilere arazi satış yasağı kaldırıldı.Toprakların tapusunu artık kendi üzerlerine alabilirlerdi.Satın aldıkları toprak miktarı 1925 te 944.000 dönüme..."

* * *

"İngiliz,Amerikan,Fransız ,Güney Amerikalı yahudi zenginler kesenin ağzını açarak toprak satın almak için özel banka ve konsorsiyumlar kurdular.Bunlardan Siyonist toprak stratejisine en yüksek mâlî destek 1919-1939 yılları arasında ABD"den geldi. Siyonist mâlî kurumlar şebekesinin öncülüğünde Anglo- Palestine Bank oluşturuldu. Siyonist örgüt, 1920"lerde bir emlak bankası, bir çok mahallî halk ve kredi bankaları kurdu. Filistin banka sistemine açıkça Siyonistler hâkim oldular. Siyonist örgüt bir çok bankaya özel görevler verdi. Joint Distribution Committe"nin bankası esnaf ve zanaatkâra krediler açıyor, Central Bank of Cooperative Institutions (Kooperatif Kurumlar Merkez Ban-kası)"

* * *

"Siyonist sendika sistemini teşvik ederken, Palestine Mortgage and Credit Bank (Filistin İpotek ve Kredi Bankası) orta sınıftan Yahudiler için konut ve yerleşme yerleri yapımının finansmanını sağlıyordu. Kapitalist göçmenlerin 1933 yılından itibaren bölgeye akın etmesi, banka ve finans sistemini muazzam fonlarla besledi.1919-1929 yılları arasında en az 200 milyon dolar bölgeye akarken 1933-1939 yıllarında bu rakam, 315 milyon dolar gibi muazzam bir meblağa ulaşıyordu.(11)1936-1939 arası Filistinliler büyük bir başkaldırı ve isyan çıkardılarsa geç kalmışlardı.Güçlenen yahudi toplumu ve organizasyonları ve İngiliz desteği ile yenildiler.Bundan sonra yahudi toplumuna silah akmaya başladı.Filistin köylerine karşı saldırı,baskın ve katliamlarla geri kalan toprağı da ele geçirdiler ve mazlum desteksiz Filistinlileri kendi topraklarından sürdüler.."(kaynak:http://www.camoluk.net/haber_detay.php?id=803)

10 Ocak 2009 Cumartesi

Diş dolgusu

"Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Hanefî mezhebine mensup bir kimse dişine kaplama veya dolgu yaptırdığı zaman, yaptırdığı bu kaplama veya dolgu asıl diş hükmüne geçer ve Said Nursi merhumun da dediği gibi kaplama veya dolgunun altında kalan asıl diş, "ağzın zahiri" hükmünden çıkar; yıkanmaması guslü iptal etmez." Ebubekir Sifil

Konuyla ilgili 2. yazı burada

Hafızasızlaştırılabilenlerden misiniz? / Dr.Ebubekir Sifil

"Yeryüzünde Gazze halkı için şu anda en iyiyi yapmanın peşinde olanların yapabildiği tek şey, yıkım ve soykırımı bir noktada durdurmak ve bölgeye "insanı yardım" ulaştırmak.
Bu elbette hiç yoktan iyi; ama şöyle bir anlamı da yok mu: Ey İsrail, sen öldürmeye devam edeceksen et, bari ben de kalanların yarasına merhem çalayım.
Türkiye'nin aktif olarak sürdürdüğü ateşkes arayışının en kısa zamanda sonuç vermesi temennimiz. Ama ateşkesi "başarı" olarak görmeye ve bununla yetinmeye hazır hale getirilmiş ruhlarımız hayatını kaybeden, sakat kalan insanların, yetim kalan çocukların, yıkılan camilerin, evlerin ve hayatların hesabını kimin nasıl soracağı sorusunu zait buluyorsa esas arıza bu değil midir?" (devamı burada )