30 Nisan 2009 Perşembe

Mustafa İslamoğlu'nun meali..!

Muhterem Dr.Ebubekir Sifil hoca'nın ''Operasyonel Meal Yazıcılığı ya da Meal Üzerinden Din Tasavvuru İnşası '' başlıklı RIHLE dergisindeki ve Darül Hikme'de ençok okunan yazısı üzerinde ne kadar durulsa azdır.

Altı çizilecek çok önemli noktalar var.Sifil hocayı bir tek makalesinin sonunda: ''Kendisine din kardeşi olarak yapabileceğim tavsiye şu: '' cümlesi sebebiyle haddim olmayarak eleştiriyorum demiyeyim de, bir tek bu cümlesine katılmıyorum diyeyim..Zira yazıyı baştan sona dikkatlice okuduğunuzda ortada din tahripçisi ve eskilerin zındık yada mülhid diye niteleyeceği korkunç cürümlerin sahibi; sıradışı olmak için ehl-i sünnet ve cemaatim muazzez caddesinden ayrılmakta hiçbir beis görmeyen ve yine Ebubekir hocanın tabiri ile ''Burada gördüğümüz "gerekçe"yi İslamoğlu'nun "Yahudileşme temayülü" olarak ifade ettiği durumun şümulüne sokabilir miyiz? Kararı siz verin:

A. Burada bir Kur'an ayeti, Tevrat esas alınarak, hatta Tevrat'ın kendisi değil, kimi "yorumları" esas alınarak yorumlanıyor; üstelik bu, Kur'an'ın izin verdiği/mümkün kıldığı bir zemin üzerinden değil, tamamen "bahr" ve "yemm" kelimelerine bir kısım Tevrat yorumcularından bulunan karşılık temel alınarak yapılıyor.

B. Söz konusu yorumları "kesinliği ispatlanmış veriler" olarak görebilir miyiz? Konu üzerindeki tartışmaların sonuçlandırılamamış olması bu soruya olumlu cevap verilmesini imkânsızlaştırıyor. (Aradan geçen binlerce yıllık zaman, bu tartışmaların sonuçlandırılmasının önündeki en büyük engeldir.) Yem Suf (Yam Suph) ifadesinin ne anlattığının kesin biçimde tesbit edilememesi bu problemin merkezini oluşturuyor. Bu ifadenin "Kızıl Denizi" mi (Red Sea), yoksa herhangi bir "saz denizi"ni mi (Sea of reeds) anlattığı, yahut bunların hiç biri olmayıp, sadece bir bölge adı mı olduğu hala tartışılmaktadır. Hatta tartışılan sadece bu da değil. Yem Suf'un yeri üzerinde de sonuç alınması mümkün görünmeyen spekülasyonlar bulunduğunu biliyoruz.
Bu ayeti Tevrat yorumlarını esas alarak anlamlandırmak zorundaysak işin içinden çıkmamız mümkün değil. Zira o yorumlar içinde İsrailoğulları'nın Hz. Musa (a.s) liderliğindeki göçte izlediği güzergâhının Akdeniz kıyısı olduğunu söyleyenlerden, denizin geçildiği yerin bugünkü Akabe Körfezi olduğunu söyleyenlere kadar birbiriyle uzlaştırılması mümkün olmayan bir yığın yorum ve tahmin var. [17] ''cümlelerinde buluyoruz.

Türkiye'de yaşayan ehl-i sünnet alimleri, İslam dünyasından da katılımlarla acilen bir konsey/teşkilat kurmalıdırlar. Bu teşkilat ne kadar eser/kitap ve yaşayan ilahiyatçı varsa; fikir ve görüşlerinin dökümanını yapıp; güvenilmez, bid'atçı, sapık, zındık, mülhid kategorilerinde
sınıflandırma yapmalıdır. Bunu yapmadan önce, yaşayan o kişi kesin ve ilmi delillerle defaatle uyarılmalı, gerekirse sesli yayınlarda sorguya davet edilmeli; değişen bir şey olmuyorsa, yukarıdaki etiketlerden biri ile damgalanmalıdır!

Bu önerim bazılarına çok radikal ya da acımasız gelebilir. Amma vallahi bir İmam Rabbani (ks) Hazretlerinin, hutbede 4 halife ismi saymayan imam karşısında (Faruki damarım kabardı diyerek celallenmesi) tutunduğu tavır düşünüldüğünde; O (ks) ikinci binin müceddidi şu an bedenen yaşasaydı; dediğime aynıyla onay verirdi. Zira mezkur isimler, kendi edindikleri kitlelere karşı son derece merhametsiz; nesfi sorgulamadan uzak, nefislerinin emini olarak, kibirle ''benim'' diyerek insanları yanıltmaya devam ediyorlar. Bu yanıltma en hafifinden bazı insanları ehl-i sünnet dairesinden çıkarmaya, orta vadede tasavvufa ve velilere taan etmeye, uzun vadede (Teymiyye'nin Allah telayı cisim gibi anlatımında olduğu gibi haşa) zındıklığa/mülhidliğe varan sonuçlar doğuruyor.

Modern (ahir zaman) çağda, bazı necaset ruhlar, şeytanın iğvası ile; dilleri laf yaparak ve farklı uydurma fetvalarla cahil halkın dikkatini çekerek; ''onlar adamsa bizde adamız'' diyerek; 1400 yıllık Rasulün sallahu aleyhi vesellem: ''Zamanların hayırlısı benim zamanım, sonra gelen ve sonra onları gören'' mealinde belirttiği ve dikkat çektiği nakil zincirini koparmaya çalışarak kariyer yaptıklarını ve kendilerinin doğru yolda oldukları zannı ile aldanma ve aldatma içindeler!

Ayetleri tahrif eden, yahudi kaynakları ile ayet meali yazan, ayetlerin başka açılımlarını görmezden gelen, müfessirlere iftira atıp (Zemahşeri gibi), var olanı yok sayma ve Ebubekir Sifil hocanın tabiriyle : ''Onun bu ısrarlı tavrının altında nelerin yattığını araştırmakla iştigal edecek değilim. Burada dikkat çekilmesini zaruri gördüğüm husus, bu "operasyon"un düpedüz "tahrif" olduğu ve İslamoğlu tarafından daha önce de muhtelif bağlamlarda yapıldığıdır.''

Bir insan Allahrasulü sallahu aleyhi vesellem'e iftira atabiliyorsa, benim din kardeşim olamaz..

''Efendimiz (s.a.v), İsrailoğulları'ndan bir kısmının, –üzerinde durduğumuz ayetlerin de ifadeye koyduğu gibi– maymuna ve domuza çevrildiğini açık bir şekilde haber verdiği ve İslamoğlu da bu hadise, Arapça orijinalini dipnota koyacak kadar yakından muttali olduğu halde hadisi, anlamı tam tersi istikamete çevirecek şekilde tercüme etmesi ancak iki şekilde açıklanabilir:
A. İslamoğlu bu hadisin tamamını tercüme edecek kadar Arapça bilmemektedir. Bu sebeple hadisin devamının, anlamı herhangi bir şekilde etkilemeyeceğini "tahmin ederek" böyle bir operasyon yapmıştır.
B. İslamoğlu aslında neyin ne olduğunun çok iyi farkındadır. Ancak kafasındaki kurguyu Efendimiz (s.a.v)'e "tescil ettirmek" düşüncesiyle, O'na, "söylemediği bir sözü söyletme" cüretini göstermiştir! Bu şıklardan hangisi doğru olursa olsun, İslamoğlu için gerçekten büyük bir sıkıntı söz konusudur. '' (adı geçen makaleden)

Bu ne Allah'dan korkmazlıktır, bu bir hastalıktır! Birileri Ebubekir Sifil hocanın mezkur makalesini okuduktan sonra hala uyanamıyorlarsa ve hala İslamoğlu'nun yanında yer alıyorlarsa; İslamoğlu'nun babasının kendisi için A.Eren hocaya yaptığı dua onları da kuşatsın deriz.

İslamoğlu, Karaman, Z.Beyaz, S.Ateş..vs. bu adamlar nasıl bu denli nefislerinin emini olabiliyorlar.Devrin ilahiyatçıları Teymiyye, Kutub, R.Rıza, Abduh, Mevdudi ..gibi adamları okudular.Ve masum mazeretleri şu idi başlarken: ''Canım toptancı olmayalım. Hatalarını almayız, doğrularını (işimize gelenleri) alırız.'' İşte felakete götüren yolun başlama gongu bu masum şeytani niyetle başlıyordu. Oysa "Bid'atçinin sohbet fesadı, kafirin sohbetinden daha çoktur.Bütün bid'atçilerin en habisi o kimselerdir ki, Resulullahın SAV'in ashabına buğz ederler.Şu mana açıktır ki, Allah-ü Teala bu zümreyi "küffar" olarak anlattı, şöyle buyurdu :"Kafirlerin onlara (yani ashaba kinli) öfke duymalarına.." (Hucurat: 29)

"Kur'an-ı Kerimi ve şeriatı bizlere bildiren Eshab-ı Kiram'dır.Onlardan biri kötü olursa, Kur'an-ı Kerim sağlam olmaz. Şeriatın doğruluğuna güven kalmaz. Kur'an-ı Kerim'i Hz.Osman radiyallahü anh topladı. Hz.Osman (ra) için dil uzatılırsa, Kur'an-ı Kerim'e dil uzatılmış olur. ZINDIKLARIN böyle itikadlarından Allah-ü Teala'ya sığınırız." (İmam-ı Rabbani (ks) Mektubat c.1. 54.mektub, sh:175 ayrıca Furkan dergisi, Aralık 1998, sh:18-38)

Ne sahabeye hürmeti neden mübarek ehl-i sünnet yolunun mezhep imamlarına hürmetten zerre hisse taşımayanları okuyanların (onları rehber edinip, dini onlardan alanların) hazin sonudur bu. Bu sebeple ısrarla dediğimiz, bid'at ehline su bile verilemez, elinden su (ilim/bilgi) istenmez. Bu ölçü/mekanizma eski asırlarda çok iyi işletildiği için büyüdük.

Bazıların sandığının aksine içtihad kapısı kapanmış da, içtihad yapacaklara itibar edilmemiş de, çağı yakalayamamışız değil..Bil'akis ehl-i sünnete sıkı sıkıya yapıştığımız için Peygamberin (sav) ahireti şereflendirmesinin ardından 3 kıtaya hızla yayıldık. İlk robotu, çiçek aşısını, sıfırı, tanjanı, kotanjanı, geometriyi, uzay ve beden bilgilerini, aşıyı..sayamayacağımız kadar çok keşfi biz bulup medeniyet inşa ederek; gezegenimizde öncüler olduk.

Ne zaman ki, bu vehhabilik akımı ve Abduhlar piyasaya çıktılar, ne zamanki onlardan ve batıdan etkilenen Jönler sahnede yerlerini aldılar; Kanuni ve Sarı Selim'le başlayan rehavet ve kuvvete mağrur oluş; kaçınılmaz sonu getirdi. Ne zamanki 2.meşrutiyetle birlikte ümmete tefsir yerine ''mealcilik'' aşılandı, ne zamanki İskilipli Atıf Efendilerin (rha) şapkaya gevur alameti deyişine ve bu uğurda şehadeti anlamsız bulunarak dudak büküldü, çöküş o zaman başladı. O zaman geri kaldık, Rönesansını/reformlarını bizim medeniyetimizden yaptığı hırsızlıkların üzerine bina eden batı karşısında..
İslam dünyasında batılılaşma bir ihanettir. Maymunların devrimleri/zulümleri; şairin: ''bir şapka ve bir eldiven işte inkılap!'' (NFK) dediği uçurumdur.

"Bid'at sahibine kıymet veren İslamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur." (Mektubat)
Muhterem Ebubekir Sifil hocanın adı geçen makalesinde dediğimiz gibi altı çizilecek, üzerinde durulacak çok konu var. Bu yazımızdan sonra mezkur makaleyi bir kere daha sıkılmadan dikkatlice okuyanlar, inşallah uykularından uyanıp, bu kişilerin kitaplarını ve kendilerine yapışmış sinsi düşüncelerini imha edip felaha ereceklerdir.

Ebubekir hocamızın emeğine ve çalışmasına şükranlarımızla yazısından son alıntı ile yazımızı uzatmadan noktalayalım:

''5. 2/el-Bakara, 53: "Yine doğru yolu bulmakta kılavuz edineceğinizi umarak Musa'ya hakkı batıldan ayıran kitabı verdik." Buradaki "ummak" fiili, sonucu hakkında kesin bilgi sahibi olmadığımız herhangi bir husus hakkındaki umudumuzu, zannımızı ve beklentimizi ifade eder ve münhasıran bizim gibi gayb bilgisinden mahrum bulunan varlıklar hakkında geçerlidir. Allah TBağlantıeala "ummaz"; "bilir", "takdir eder", "imhal eder"… ''

İslamoğlu'nun başka marifetleri burada

''ANLAMA PROBLEMİ"NDEN MÜŞTEKİ BİR YAZARA HATIRLATMALAR.

27 Nisan 2009 Pazartesi

Allah dilerse, haram kıldığı domuzu yedirmez !

Allah dilerse, haram kıldığı domuzu yedirmez ve kimse kimseyle tokalaşamaz, İsrail'i yerle bir eder !
İşte haberi : Dünya alarmda
Domuz gribi hızla yayılıyor. Kuş gribinin ardından dünyayı etkisi altına alan 'domuz gribi' Meksika'da 81 kişinin ölümüne neden oldu. ABD'ye sıçrayan virüs 20 kişide saptandı. Avrupa ve Asya ülkeleri havaalanlarında termografik kameralarla yolcular sağlık taramasından geçiriyor. DSÖ, 'kimseyle öpüşmeyin, tokalaşmayın' uyarısı yaptı Meksika'da ortaya çıkan ölümcül domuz gribi hızla yayılıyor. Kuzey Amerika ülkesi Meksika'da 81 kişinin ölümüne neden olan virüs ABD'ye sıçradı. 200 kişinin karantinaya alındığı ABD'de 8'i öğrenci 20 kişide virüs saptandı. Dünya Sağlık Örgütü "acil durum" ilan ederken, “Virüs evrim geçirip çok daha tehlikeli hale gelebilir” uyarısı yaptı. İsrail'de bir kişi domuz giribi şüphesiyle karantinaya alındı.

26 Nisan 2009 Pazar

Dünyayla bütünleşmek / Dr.Ebubekir Sifil

Kaynağını Sünnet-i Seniyye'den alan ve literatüre "eş-Şurûtu'l-Ömeriyye" diye geçen uygulamalarında Hz. Ömer (r.a), Müslümanların fethettiği halklarının riayet etmesi gereken hususlar meyanında bir şeyin altını çiziyordu: Müslümanlara benzemeyeceksiniz. Giyim-kuşamda, konuşmada, isim/künye edinmede, hayatı yaşama tarzında... Müslümanlarla bir arada yaşadıkları gayrimüslimler arasında kesin ve keskin çizgiler bulunuyordu. Tarih boyunca bu hep böyle oldu. Bu uygulamanın semeresi nedir diye baktığımızda iki husus dikkat çekiyor:
................
Bunları niçin anlattım?
Modern zamanlarda Ümmet'in yaşadığı en önemli problemin, inançla hayatı, itikatla ameli bütünleştirememe meselesi olduğunu söylemek abartı olmaz. Bunun en temel sebeplerinden birisi, olayları, fikirleri ve durumları kendi kavramsal dünyamız temelinde algılama/açıklama hassasiyetini yitirmiş olmamızdır.

25 Nisan 2009 Cumartesi

yeni bir blog

Yeni bir blogla tanıştım. Tasavvufi içerikli ve sanırım siyasi yazılara yer vermeyeceği anlaşılan bu güzel blog sahibine, Cenab-ı Hakk'dan feyizli ve bereketli yazıları bizlerle paylaşmasını diliyorum.

Henüz haftasını bile doldurmamış yeni doğan blogun adı ''ruhumun güneşi''..

Bu arada yazı yazmaya ne zaman devam edeceğimi henüz bilmiyorum.Ara vermek, ara vermeleri davet ediyor. Doğrusu bırakın yazmayı, pc bile açmak zor geliyor. Şu sıralar yıllar önce yarım bıraktığım Mektubat-ı İmam-ı Rabbani (ks) okumaya çalışıyorum. En azından bereketlenmeye çabalıyorum.

Ruhumun güneşi adlı blogdaki mübarek resimlere ancak hayran kalınır.Allah cümlemizi ehl-i sünnet dairesindeki veli kullara, kamil mürşidlere bendeylesin.Amin. (Hadi ben kaçtım)

23 Nisan 2009 Perşembe

Operasyonel Meal Yazıcılığı ya da Meal Üzerinden Din Tasavvuru İnşası


''Mustafa İslamoğlu'nun Hayat Kitabı Kur'an/Gerekçeli Meal-Tefsir isimli çalışmasını okumaya başladığımda benzer duygular yaşadım. Bu sadece iki eser arasındaki sistematik aynîlikten değil, istikametlerinin paralelliğinden, dillerinin yakınlığından, hatta ilkinin ikincisine kaynaklık edişinden ve yapı-bozumcu yaklaşımlarından da kaynaklanıyor olmalı. Emin olduğum bir şey var: İslamoğlu mealinde öylesine baskın bir Esed etkisi var ki, mealin üstündeki incecik İslamoğlu örtüsünü her kaldırdığınızda altından ya lafzen veya manen Esed'in çıktığını görüyorsunuz. Bu, pek çok ayetin neredeyse kelimesi kelimesine aynı tarzda meallendirilmesiyle kendisini kolayca ele veren bir aynîlik…''Dr.Ebubekir Sifil (yazının tamamı burada )

Yüce Allah’ın terbiye ettiği peygamber


''DAHA annesinin rahmindeydi. Medine’ye giden genç babası geri dönemedi.Haberi geldi. Abdullah vefat etti dediler. Daha doğmadan babasız kaldı. Allah O’na babasız doğmanın ne demek olduğunu öğretmek istiyordu.Dünyaya geldiğinde Mekke’nin sıcak iklimine dayanamayan küçük çocukların gönderildiği nispeten daha serin bölgelere gönderilmek istendi. O’na sütanne arandı. Her çocuğa birkaç sütanne talip olurken O’na kimse talip olmadı. Çünkü üstü başı çok pahalı giyeceklerle bezenmediği için yoksul görünüyordu. Babasız bir çocuğu kim, neden sayfiye yerine götürsün ki.'' http://nihathatipoglu.com/

Dalan'ın İstek Vakfı..!


19 Nisan 2009 Pazar

Kısa ama enfes..

Sevgili Musa Harun ''Cemaatli olmak ile cemaatçi olmak arasındaki fark...(Ebubekir Sifil)'' yazısına mükemmel bir maille yorum yapmış.Aynen alıyor ve altına imzamı atıyor, kardeşimi tebrik ediyorum.Şu sıralar blogdan çok uzaklardayım, dostlara duyurulur..

'' Cemaatli ve Cemaatçi... Türkiye’deki Muhafazakar kesimin haritası iki kelimeyle ancak bu kadar güzel çizilebilirdi. Maalesef Türkiye’deki Müslümanların büyük çoğunluğu cemaatsiz. Ve yine maalesef ki geri kalanlarında büyük çoğunluğu cemaatçi.. Müslüman sosyologlarımız yok ki cemaatçiliğin sebeplerini araştırsınlar.. Ne illettir ki bu tefrika tohumları bir türlü kurutulamıyor. Ve yine ne hikmettir ki tüm tefrikalara rağmen bu topraklardan İslamiyet’in o güzel ruhu, havası, kokusu silinemiyor..''

17 Nisan 2009 Cuma

EHL-İ SÜNNETİ SAVUNMAK FİTNE MİDİR?

"TÜRKİYE gibi Sünnî kültürün hâkim ve dominant olduğu bir ülkede Ehl-i Sünnet'i savunmak kesinlikle fitne ve fesat çıkartmak değildir. Azıcık aklı ve insafı olan âdil bir kimse bunu kabul eder.

Türkiye'de asıl fitne, Ehl-i Sünneti kaldırıp onun yerine başka fırkaların inançlarını koymak için sinsi propaganda yapmaktır.

Birileri, kendi mezheplerini hâkim kılmak için önce Sünnîlerdeki mezhep şuurunu ve bağlılığını yıkmak istiyor.

"Mezhepsizlik, İslâm Şeriatini tehdit eden en tehlikeli bid'attir..."Bu cümle, Şam Üniversitesi profesörlerinden Dr. Said Ramazan el-Bûtî'nin yazdığı bir kitabın ismidir.

"Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür..."Bu da, çağımızın büyük âlimi Muhammed Zâhid el-Kevserî'nin, Makalât adlı kitabındaki makalelerden birinin başlığıdır." Mehmet Şevket Eygi

16 Nisan 2009 Perşembe

“Cemaatli” olmak, “Cemaatçi” olmak

Söz buraya kadar gelmişken, Rıhle dergisi olarak yaşadığımız bir gelişmeyi paylaşayım sizinle.

Ülkemizde bir büyük cemaatin, pek çok alanda olduğu gibi yayın dağıtım alanında da etkin bir organizasyonu var. Bu organizasyon başlangıçta Rıhle'yi dağıtmayı kabul etmiş ve bir-iki sayıyı dağıtmıştı. Ancak sıra dördüncü sayının dağıtımına geldiğinde, "artık Rıhle'yi dağıtmayacağız" tavrıyla karşılaştı arkadaşlarımız.

Sebebi sorulduğunda da Rıhle'de Dinlerarası Diyalog faaliyetlerinin tartışma konusu yapıldığı söylendi. Oysa bizim çizgimizi, dilimizi, duruşumuzu bilenler biliyor; biz hiçbir zaman eleştirdiğimiz meselelerde haddi aşmamayı, eleştiriyi "çamur atma" boyutuna taşımamayı ve herşeyden önemlisi de eleştiriye "ihkak-ı hakk" için yapmaya gayret göstermeyi ilke edinmişizdir.

.......

Bu tavrı başından beri "anormal" bulmadığımızı belirteyim. Bizi asıl üzen, Hristiyanlar'la, başka din ve inanç mensuplarıyla diyalog faaliyetleri tertip eden, onlarla bir arada bulunup onların "temel" farklılıklarını tahammül ile hatta "tahammül" ne kelime, "hoşgörü" ile karşılayanların, müslüman kardeşlerinin bir konudaki farklılığına tahammül edemiyor!

Cemaatli olmak ile cemaatçi olmak arasındaki fark...

Dr.Ebubekir Sifil

Süleymaniye'den

Birlikte Süleymaniye sokaklarında geziyoruz, ruhumuza evliya kokusu dolduruyoruruz..
Söz, güneşin altında terlemekten açılınca, dediki: '' Burada sakal-ı şerif ziyaretleri olur. Gerçeği mi, değil mi anlamak çok basittir. Bilirsin Efendimiz sallahu aleyhi vesellem hazretlerinin mübarek bedenlerinin gölgesi yok idi..Aynen sakal-ı şerifleri de öyledir..Bakınca anlaşılırır..Hoş gönle, O'ndan sallallahu aleyhi vesellemden olan yada denilen her güzele hürmet gerek o başka..

Süleymaniye sütunlarında girişte bir mermer önünde fazla kaldım..Adeta su yolu gibi yumuşamış sanki.. esrarlı geldi bana. Kimbilir ne hikayesi vardır..
Dediki : '' Bilirisin Peygamberimizin (sallahu aleyhi vesellem) mübarek ayak izleri kumda çıkmaz, mermer yada taş üzerinde çıkardı..''

Güzel gönülü insanlarla İstanbul'u gezmek de güzel oluyor..Bir şey daha vardı, hatırlarsam buraya yazarım inşalah.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Operasyonel Meal Yazıcılığı ya da Meal Üzerinden Din Tasavvuru İnşası

"İslamoğlu'nun kaleme aldığı mealin ilk 60 küsür ayeti hakkındaki değerlendirmelerim bu kadar yer tuttu. 6 bin küsür ayetin yaklaşık 100'de 1'i. Birçok noktayı özet geçtiğimi, bir çok noktayı da hiç ele almadığımı belirteyim. Mealin tamamı hakkındaki değerlendirmelerin bir kitap hacmini dolduracağını söylemek abartı olmayacak…

İmam el-Mâturîdî, tefsirinde, yukarıda zikri geçen "nefislerinizi öldürün" ayeti hakkında şöyle der: "Eğer ehl-i tefsir, buradaki öldürme emrinin hakiki anlamda olduğu konusunda ittifak etmiş olmasaydı, onların, nefislerini öldürmeleri konusundaki bu emri "öldürme"nin hakiki anlamına hamletmezdik…"

Bu alıntı, sadece Kur'an'ın tefsirinde naklin ne derece belirleyici olduğunu anlamamıza yardım etmekle kalmıyor, aynı zamanda bu işle iştigal eden insanların kendi uhrevî akıbetleri konusunda taşımaları gereken endişeye de dikkatimizi çekiyor.

İslamoğlu, "Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur…" diyerek Efendimiz (s.a.v)'e, tam tersini söylediği bir sözü izafe etmenin, doğrudan doğruya Kur'an'ın tefsiri/beyanı sadedindeki sahih rivayetlere gözlerini kapatarak ilgili ayetleri re'yine göre tercüme ve tefsir etmenin kişiyi sürükleyeceği akıbet konusunda elbette bilgi sahibidir.

Kendisine din kardeşi olarak yapabileceğim tavsiye şu:

İslam ilim tarihinin zirvesini tutan dirayet ehli simalarından İmam el-Mâturîdî'yi bir noktada durduran şey sizi durdurmuyorsa, yaptığınız işin size ve Ümmet'e hayır mı, şer mi getireceği konusunda bir daha düşünmelisiniz.

Allah Teala'nın Kitabı ve Resulü'nün Sünneti konusunda yanlışa sürüklenmenizden hoşnut olmam. Elbette hepimiz beşeriz ve hatayla, nisyanla malulüz. Kur'an meali/tefsiri yazma işiyle iştigal eden insanların, sıradan insanlardan çok daha fazla özenle, titizlikle hareket etmesi gerektiği açık. Zira burada yapılacak bir hata, kitlelere tefsir/meal yazarının kişisel hatası olarak yansımaz; Kur'an'a mal edilir. Kim böyle bir musibetin altından kalkabilecek gücü kendinde vehmeder, işte o, gerçek anlamda helaka sürüklenmiş demektir!.." Dr.Ebubekir Sifil

2 Nisan 2009 Perşembe

Bir süre yokum..


İşte ömrümün sondan kaçıncı ilkbaharındayım yine, yeniden..
Mevsimlerden ilk ve sonbaharı hep sevmişimdir..
İlkbahardaki yeniden dirilişi, toprağın uyanışını, Rahmani sabah namazı öncesi kokularının, evliya kokularını muştulayan sarhoşluğunda, kuşların zikirlerini, şen şakrak yaşama sevinçlerini..
Dallardaki tomurcukları..

Sonbahardaysa, ihtiyarlığı; buruşmayı ve veda öncesi hüznü..Sarının tonları ile "sen ölümlüsün, öleceksin" diye alnından tutulan hep HAYY olan Allah'ın (cc) ölüm taktirinden, yarattığı hiçbir canlı kurtulamayacaktır nidasını, mezarlıkları ve İstanbul'u sevdiğim gibi hep sevmişimdir..

Elimde bavul, oradan oraya sonbahar yaprakları gibi savrulmaya devam..

Sanırım uzunca bir süre bu blogdan ayrı kalacağımın haberini bu girişten sonra vermem gerekecek..

İçimde garip bir hüzün, uykusuz ve çok yorgun ruhumla, yeniden yollardayım..

Kelebek yine yeni bir uçuş serüveninde..

Kanatları eskisi gibi kuvvetli değil..

Bu yıl yeniden dirilişi çok iyi takip edememenin burukluğu ile, eski hüzün melodileriyle; insanın "insan" gibi hürmet görmediği bu sefil dünyadan sıkılmış olarak yollara düşmek..
Yollarda düşmeden, üşümeden ayakları üzerinde durma mecburiyetinin yılgınlığı ile; bir süre buralarda olmayacağım..

Şairin dediği gibi : "Kavuşmak mı / Daha ölmedim" (NFK) diyerek..

1 Nisan 2009 Çarşamba

Mehmet Şevket Eygi'den Karaman'a yazılmış bir makale

"Niçin Haklıyım?
Bir tarafta şazz (mânâsını açıklayacağım), aykırı, bozuk, Ehl-i sünnet dışı, cumhur-i ulemânın görüşlerine muhalif fikir ve re'ylere sahip, ana caddeden sapmış icazetsiz, yerli oryantalist, mezhepsiz bir ilâhiyatçı...
Onun karşısında, ilâhiyatçı olmayan, fakat Ehl-i Sünnet çizgisinde duran, geleneksel Kur'ân, Sünnet ve icmâ-i ümmet Müslümanlığına sımsıkı bağlı bulunan, kendi kafasından konuşmayan bendeniz...
Acaba bu ikisinden hangisi yanılıyor?
Elbette bozuk ilâhiyatçı.
Çünkü, o kendinden konuşuyor, kendi re'y ve hevasıyla bozuk ictihadlar yapıyor, bozuk fetvalar veriyor.
Bendeniz ise kendimden konuşmuyorum. Muteber Ehl-i Sünnet kitaplarına, kaynaklarına bağlı kalıyorum, onlardaki bilgi ve hükümleri nakl ve arz ediyorum." (yazının devamını okumak için tıklayın)