27 Mart 2009 Cuma

Üşüyorum / Muhsin Yazıcıoğlu

Tekerlekli sandalyeye oturttuğu annesi ile haccını birlikte eda etmişti o güzel insan..

Seviyeli siyasetçi Muhsin Yazıoğlu ve beraberindekiler için Allah Teala'dan rahmet ve merhamet diliyoruz.Ölüm er-geç her canlıyı buluyor..Genç yaşta gidenler daha çok üzüyor insanı. Hele bunu geride bıraktığı 87 yaşındaki anne yüreğine sormalı..

Şimdi, uçak ve helikopterlerle ilgili yeni önlemler, yasalar çıkarılır. Bizde akıllı tedbirler alınması için, kanalizasyon çukuruna düşenlerde olduğu gibi, önce ölmek gerekiyor!! Seçimler Türkiye gibi coğrafi iklim koşulları olan bir ülkede neden mart yerine mayıs aylarında yapılmaz sorusu da bunlardan biri olmalı..

Artık o güzel "reis" lakaplı insan, sağlığında söylenmeyen güzel sözleri duyamayacak!
Belki üşüyerek öteye göçtü ama, şehit olma isteğini yüreğinde taşıyarak "iki rakam arasında eğreti bir çizgi olarak" O'da bu yalan dünyanın fanileri tarafından maalesef unutulacak!
İnanan insanlar mezar denilen toprak altında üşümeyecekler..

Çok güzel yazıp okuduğu şiir, tüm radyo ve televizyonlarda defalarca dinletildi. Allah (cc) rahmet eylesin, üşümeden nur içinde yatarsın inşallah Muhsin Başkan.

Üşüyorum..
Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum..

24 Mart 2009 Salı

Yine Diyanet

"Daha birkaç gün önce, yeni dönemde neşredilen "İslam'a Giriş" serisindeki birtakım arızalara işaret eden birkaç yazı yazmıştım. Hoca bunları okumamış ve bu eserleri görmemişse, yukarıdaki genellemelerin sahibi olarak bu kendisi için bir eksikliktir; yok, o arızaları gördüğü halde yine de sahip çıkma ısrarındaysa bu, daha büyük bir arızanın varlığının işaretidir. Bu demektir ki gerek Diyanet, gerekse Karaman hoca, "Ehl-i Sünnet'e uygunluk" kriterlerini hayli aş(ındır)mış, gözümüzün içine baka baka Ehl-i Sünnet'in kırmızı çizgilerini -hem de "Ehl-i Sünnet'e uygunluk" söylemi altında- ihlal edici bir tutum benimser hale gelmiştir."Ebubekir Sifil

17 Mart 2009 Salı

Rıhle 4

"Çok çeşitli siyasî, sosyal, ekonomik, askerî,… sebeplerle İslam Dünyası'nın içine düştüğü zillet durumunu korkunç bir kolaycılıkla "Din anlayışının yanlışlığı" ile etiketlemek hangi makul ve muteber gerekçeye dayanabilir? Buradan hareketle "gelenek sorgulaması" adı altında kendi geçmişinin üstünü çizmek, varoluş imkânlarını budamak demektir. Zira bunu yapanlar, modern değerleri esas alarak yola çıkmak suretiyle daha baştan "yeni bir aidiyet"i hedeflediklerini ortaya koymuş oluyor. Bu "yeni aidiyet"in ise, kendisiyle asırdaş olmamız dışında bizimle hiçbir bağlantısı, alakası mevcut değil…
Bunu yapanlar pekala biliyor ki, İslam'ı "ahlaki değerler"e indirgemenin bir tek yolu vardır: Din'i kendi Kur'an anlayışından ibaret görmek/göstermek! Onun için söylemin merkezinde Kur'an vurgusu yer alıyor. Son zamanlarda yaşadığımız "meal patlaması" hadisesinin tek makul açıklaması budur. İnsanları "Allah Kelamı"na çağırıyor görüntüsü altında herkesin kendi Kur'an anlayışına çağırması, çağın en ölümcül hastalığı durumunda" Ebubekir Sifil

Yeni evlat edinme yasası üzerine..


Seçim atmosferine girildiği için Darwinizm ve evlat edinme konuları da basında pek üzerinde durulmayan konular arasında kayboldu.

Evlat edinmenin İslami hükmüne girmeksizin ve lafı fazla uzatmaksızın yeni kanunun sakıncaları üzerinde ne kadar durulsa azdır..

Başta Amerika olmak üzere, kendi öz çocuklarına işkence yapan yada Avusturya örneğinde olduğu gibi cinsel istismarın en ağırını yapan sapık insanların olduğu bir dünyada; evlatlık verilen çocuğu 1 yıl izlemek ne derece sağlıklı sonuca götürecektir ve bu hakkıyla takibi yapılabilir mi bu ülkede..Takip edilse ne olacak, temelden yanlış bir yasa.
Ayrıca yasada din gibi çok önemli faktörden hiç söz edilmemesine ne demeli ? Hükümetin Bakanı Nimet Çubukçu çocuk istismarı konusundaki hassasiyetiyle tanınan biri olarak, kendisinden bekleneni yapamamıştır.

Üzülerek gördüğüm bu yasanın pek çok olumsuzluklarını sıralamaksızın korkunç bir yanlışa imza atıldığını belirterek ilgili haberi vereyim:

Türkiye’de yaşayan yabancı ülke vatandaşlarından veya yurt dışında yaşayan TC vatandaşlarından oturma izin belgesi ve küçüğün kabul eden ülkeye girmesine ve orada sürekli ikámetine izin verildiğine veya verileceğine dair belge de gerekecek.

Tüzüğe göre, şartlara uyan yabancı ülke vatandaşları Türkiye’den evlat edinebilecek. Yeni tüzüğün, evlat edinmede getirdiği şartlardan bazıları şöyle:

16 Mart 2009 Pazartesi

Ehli Sünnet’in ayırt edici vasfı

"Bu kimselerin aramızda bulunması, bizimle aynı safta yer alıp aynı imamın arkasında namaz kılmaları yahut yerel ve küresel ölçekte Ümmet'in meseleleriyle ilgilenmeleri onları ehl-i bid'at olmaktan çıkarmaz. Tarih içinde de aynı durumun mevcut olduğunu bilmek bu noktada önemlidir. Ümmet'in problemleriyle ilgilenmeyen bir Haricî veya Mu'tezilî düşünmek mümkün değildir. En azından fırkaların geneli itibariyle durum böyledir. Ancak bu durumun onları bid'at ehli olmaktan çıkarmadığı gibi, bugünkü haleflerini de aynı kategoride yer almaktan çıkarmayacağı bilinmelidir. Dolayısıyla itikadı öğrenilmek istenen kişinin ameline bakmanın aldatıcı olacağı hatırdan çıkarılmamalıdır." Ebubekir Sifil

8 Mart 2009 Pazar

Bazı tasavvuf kaynaklarındaki hadisler IV

Ebubekir Sifil hoca, "saadeti ebediyye" kitabına yazdığı makaleye gelen itiraza verdiği cevap serisinin son makalesi, son derece zahir ulemasının gözlüğünü, usul-ü fıkıh ve ehl-i sünnet yaklaşımını yansıtması açısından tamamı buradan okunası bir yazı.
Malumdur ki, keşif, yalnızca sahibine - kitap ve sünnet şahitliğinde- delil olup; başkalarını bağlamamaktadır.
Hocamız yazısının bir paragrafında benim yıllardır düşündüğüm bir meseleye de işaret etmekte ve şöyle demektedir:
"3. Meselenin şöyle bir boyutu da var: Hadislerin keşfen tashihi meselesi, nisbeten geç dönemlerde ortaya çıkmış bir husustur. Ne Sahabe'de, ne de Selef'in daha sonraki kuşaklarında böyle bir uygulamanın yapıldığını bilmiyoruz.
Şayet böyle bir uygulama olsaydı, Sahabe'nin arasında cereyan etmiş olan ve bütün Ümmet'i üzüntüye boğan Cemel, Sıffin gibi hadiselerin yaşanmasına ve Sahabe'nin, Efendimiz (s.a.v)'den sonra ortaya çıkmış meselelerin çözümünde ictihad, şûra... gibi mekanizmaları işletmesine gerek kalmazdı. Sahabe'nin her biri, özellikle de -başta Dört Halife olmak üzere- ileri gelen rivayet, dirayet ve fekahet ehli sahabîler, hem zaman olarak hem de mevki itibariyle Efendimiz (s.a.v)'e diğer insanlardan daha yakın idiler. Böyleyken mesela Hz. Ömer (r.a)'in, üç meseleyi (faizin bir türü, O'ndan sonra kimin halife olacağı ve "kelâle" meselesi) Efendimiz (s.a.v)'e iyice sorup hükmünü açık bir şekilde öğrenme imkânı bulamadığı için hayıflanmasına gerek kalmazdı. Bütün bunları Sahabe keşif aleminde Efendimiz (s.a.v)'e sorup problemi halletme imkânına sahipken böyle bir yola başvurmamışsa, burada biraz durup düşünmek zorundayız."


Söz gelimi bir Seyyid Abdulkadir Geylani (ks) hazretlerinden zuhur eden kerametleri de biz daha önce sahabe-i kiram hazeratından duymuş değiliz. Bu durumda kendi kendime hep şöyle demişimdir: Onların devri saadetlerinde bu kapı henüz açılmamıştı. Kendi iç alemlerinde ne sırlar yaşıyorlardı ama, "bu sırrı açıklarsam boynum vurulur" diye feryat ederek susuyorlardı!

İnceler incesi hikmetler manzumesi..
Sahabenin bu yol aklına gelmemiş diye düşünülemez. Hani günümüz bazı akl-ı evvellerinin dediği gibi, o devir insanın aklına göre hitap edilmiş; yoksa bizim ilahiyatçılara bakarsanız -haşa- sahabeden de ileri anlayışları var!

Sahabe-i Kiram, Alemlerin Övüncünün -sallahü aleyhi ve sellem- nazarlarında ve sohbet halkalarında yetişme ayrıcalığına/avantajına karşılık, Ebubekir Sifil hocamın bahsettiği "keşif" avantajını kullanmaktan mahrumdular, diyebilir miyiz, bu düşünülmelidir..Malum herşeyin mevsimi ve zamanı var. Nimet külfet dengesi yani..

Zahir uleması, hadis ve hadis usulü/ravi meselesinde; elindeki teraziye/ölçüye göre hareket etmek zorunda..Bu durumda, zahir ulemasının keşf ehlinin keşfini kabul etme mecburiyeti elbette yok! Belki reddetme cür'eti de yok! Çünkü ilmen neticeye varış yolları pekçok..

Hz.Musa (as) ve Hızır (as) örneğini bizlere veren Kur'an, "ledün ilmi ve keşfi" -haşa- redde imkan vermiyor. Zaten Ebubekir hoca bunları reddecek bir alim değil ve bunları bu satırların yazarı cahilden bin kat daha iyi bilip idrak eden bir alim..

Keşif ehli alimler; Hz.Hızır (as) gibi kestirmeden hesabın sağlamasına ulaşıyorlar, hepsi bu..

Bu konu, girift olduğu kadar da, lezzetli bir konu. İnşallah benim ilimsizliğimi birileri genişçe açıklar da, faydalanırız.

7 Mart 2009 Cumartesi

İki yazı ve aynı tespit !

Diyanet teşkilatı hakkında, Muhterem Ebubekir Sifil ve M.Şevket Eygi ayrı zamanlarda önemli makaleler yazdılar. Din/diyanet itikat konularında bu kuruma hala güvenilemiyeceğini bilmemiz gerekir.Yazıların tamamı yazar isimlerine tıklanarak okunabilir.

"Diyanet "doğru şeyleri" söylemek zorundadır. (En azından "teorik olarak" böyledir.) Hatta doğru şeyleri söylemek yetmez, doğru biçimde söylemek de gerekir. Hatta bu da yetmez, "sadece doğru şeyleri ve doğru biçimde söylemek" esastır. Özellikle de Diyanet gibi din işlerini tedvir etmek üzere tesis edilmiş bir kurumun bu noktada sivil kesimlerden elbette daha hassas ve sorumlu davranması gerekir. Halkın vergileriyle ayakta duran bir kurumun, halka "alternatif din anlayışı telkin etmek" gibi bir işe soyunması -her ne kadar istisnai dönemler hariç Diyanet'in aslî görevi gibi telakki edilmiş ise de- aslında temelden yanlış olan budur.
Sahi Diyanet'in, din işlerini tedvir ederken hangi din telakkisine bağlı kalacağı konusunda yasal bir zemin var mı?.." Ebubekir Sifil

"Diyanet'te Yerli Oryantalistler
FRANSIZLARIN "Eminence Grise" diye bir tabirleri vardır.Şahsı ön plana çıkmayan, ismi fazla bilinmeyen, lakin işleri perde arkasından yürüten, idare eden, çekip çeviren, baş danışmanlık yapan etkili kişi mânâsına.
Bizim Diyanet Başkanlığı'nda da böyle bir zat vardır. Bazı özelliklerini sayayım:
* Çok güçlü bir devlet adamı tarafından oraya yerleştirilmiştir.
* Ankara Ekolü'ne mensup olduğu söyleniyor, yani Fazlurrahmancı.
* Taqiyye yapıyor, yani asıl inanç ve meşrebini gizliyor." Mehmet Şevket Eygi

6 Mart 2009 Cuma

Sonun başlangıcı mı..?

Gezegenimize verilen ilahi mühlet doldu diyebilir miyiz? Dünya ekonomik depremlerle sallanıyor.Hergün böyyük bir şirket iflas ediyor, iflasın eşiğine geliyor.Ülkeler halklar, dün kayıtsız kaldıkları Afrika ve benzeri aç insanlar seviyesine düşme tehtidi altında zor zamanlar geçiyor.
Faiz ve sömürü düzeni ile bu gezegenin ve her şeyin sahibine savaş açma cür'etindeki liberal, vahşi kapitalizm ve dahi vampir emperyalizmin hesabı sanırım yalnızca ahirete kalmadan, bu dünyada da görülmeye başlamasının işaretleri mi; bu düşünülmelidir..


Resesyon, kapital, faiz/faiz indirimi, bütçe açığı, iç ve dış dengeler mengeler, mengeneler..hepsi hava-civa..Temeli faize, yani sömürüye dayalı bir çark, sonunda tıkandı..Silahlanmaya harcanan milyarlar, faizle ezilen ülke halkları ve işte ekonomik kriz denilen şey, sonun bir başlangıcı gibi geliyor bana.


Gazze'de, Bosna'da, Irak ve benzeri ülkelerde dibe vuran insanlık; sömürgeci süper denilen G8'ler, G 20'ler arayış içinde kıvranıyor, toplantı üzerine toplantılardan bir netice çıkmıyor.


Kainatın sahibi Yüce Allah (cc) ne kadar sabırlı ve merhametli..Emri dinlenmiyor, faiz alış-veriş sayılıyor..Hükmü tanınmıyor..Buna rağmen hemen helak etmiyor, hiçbir günahımızda bizi..!

Kredi kartı mağdurları, batan fabrikalar, işten çıkarmalar ve dikkat ediniz, tek bir ülkede değil, tüm dünyada korkunç bir bereketsizlik var ve adına küresel kriz diyorlar..


"Asra andolsun ki, insanlık hüsranda (bunalımda)."ayet meali ile Mevlid kandiline hızla yaklaşırken; ahir zamanın görebildiğimiz ve göremediğimiz fitneleriyle, zaman hızla kıyamet akşamına doğru akıyor. "Her geçen günü aramadıkça kıyamet kopmaz" hadis mealinin belirttiği hikmeti ve ikazı iliklerimizde hissedebilmemiz için; faize bulaşan kanımızın ve o kanla beslenen kalbimizin "selim" olması gerekiyor.

Bırakın ne idüğü belirsiz güncel heriflerin, Allah kelamını tefsire yeltenmelerini, acaba tefsiri/fıkhı anlayacak çapta mıyız, boğazımıza kadar haram ve haram katkılı seküler hayatı yaşarken..!


Kısaca tespitimiz şudur: Küresel krizin sebebi faizin tabi sonucu bereketsizliğin hazin manzarasıdır. Yeni Şafak'dan bir makaleyi buraya ekleyecektim, ortaya bu yazı çıktı.


"The Economist dergisinin “dibe vuracak 17 ülke” listesini hazırlarken gösterdiği açıklığı, İngiltere'yi tartışırken göstermemesi dikkat çekici. Batacak ülkeleri şöyle sıralamış: Güney Afrika, Macaristan, Polonya, Güney Kore, Meksika, Pakistan, Brezilya, Türkiye, Rusya, Arjantin, Venezüella, Endonezya, Tayland, Hindistan, Tayvan ve Malezya… Türkiye batacaklar arasında sekizinci sırada. Bu ülkeler sadece gelişmekte olan ekonomiler değil. Bu ülkeler, onlarca yıldır hemen her on yolda bilinçli olarak krizi sürüklenen ve bu şekilde bütün birikimlerine el konulan ülkeler. Liste, tipik bir “kriz ihraç listesi” görünümünde.

Oysa merkez ülkeler içinde en hazin durumda olan ülkelerden biri İngiltere. Bu yaklaşıma bakılırsa, gelişmekte olan ülkeler çökecek, kendilerine bir şey olmayacak. Oysa büyük çöküşler ABD ve Avrupa'da olacak, gelişmekte olan ülkelerde değil. Körfez Arapları'na, Asya ülkelerine, Çin'e yalvaran, bir maç milyar dolar için diz çöken onlar şuan. Biz burada asıl merkez ülkelerin neler yaşayacağını, krizin siyasi ve sosyal sonuçlarının neler olabileceğini tartışmalıyız. En önemli tartışma bu. "İbrahim Karagül

Cezbe nedir?

Cezbe nedir? Bazı cemaatlerde bağırmalar, kendini kaybetme halleri görüyoruz..Bu gibi şeyler asrı saadette de var mıydı?

Lügatta: Allah’ı hatırlayıp, Allah Celle sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme, meczubiyet, istiğrak.Cezb: Kendine doğru çekmek, sevdirmek, kalp titremesi gibi manalara gelir.Eşrefoğlu Rumi (ks) hazretlerine göre de "varidat-ı ilahiyedir".

"Cezbe, yani vecd manaların anlaşılmasından ortaya çıkan bir durumdur.Vecd kanın ateşidir, sözle anlatılmaz.Bazen nağme ve musiki tesiriyle olur.Ruh namelerden zevk alır.Çünkü nağmeler vasıtasıyla ruh, nefsle konuşmuş olur. Aşıkların, remz. işaret ve ima ile gizlice konuşması gibi.Vecd geçmişte kaybettiğini (ruhlar alemi, gurbeti) hissetmektir.Allah'dan gelen, kaynağını Allah celleden alan bir varidattır.Allah'ın zatını murad eder.Sıcak hava ile soğuk havanın karışmasıdır."[1]

Bayılmak, gülmek, ağlamak, nara atmak gibi görünümlerinin yanı sıra, tasavvuf büyüklerinin kitaplarında bahsettikleri cezbe ve sülük konusu, biz avamın anlayacağı niteliklerde olmadığı için cezbenin bir başka boyutunun ( seyr-i ilallah'da yolculuk halleri ) olduğuna işaret etmekle yetinelim.. Bu kısım, kitabi bilgi ve nakille anlaşılmaz, bizi aşan; erbabının bileceği şeydir.

Konumuza giren cezbe, yaşamayanlarca genelde inkâr edilen konulardan biridir..Bu hal gerçekten kelimelerle anlatılır bir durum değildir..ancak tatmak gerekir."Kelimelere dökmek gerekirse, bir şarkı sözü, derin bir musiki, bir kelime, şiir, görüntü namına ne varsa, siz bunu Allah Teala’nın boyasıyla boyanmış gördüğünüz anda; elinizde olmaz bir şekilde haykırıyor yada ağlıyorsunuz.. Çünkü o anda içinize bir şey vuruyor, tahammülü, dayanması tutması gücünüzü aştığından haykırıyorsunuz..” [2]

Cezbe eh-i iki kısımdır.Birinci kısım ki, biz birisinde gördük, cezbe, ilahi sarhoşluk anında kafasında sigara izmariti bastırıp söndürdüler kişi değil canı yanmak, farkına bile varmadı..Cezbeden sonra can acısı da çekmedi..ikinci kısım cezbe ehli nara attığının, yaptığının farkındadır, aklı başındadır ancak; kendine hakim olamaz..İradesi elinde değildir.Aklı ve diğer azaları ruhunun halini bilinçli olarak ve fakat irade gücünden mahrum seyreder.
Büyüklerden çıkan sözlere Şatahat denir.Kelimeler bizim, manalar onlarındır.Yani bizim kullandığımız kelimelerle, bazen çarptırarak, ters çevirerek, bilmediğimiz makamlara ait manaları terennüm ederler. El İbriz kitabında küçük bebelerin Hz.Adem aleyhisselam'ın dili olan süryanice konuştukları, "bu..bu" gibi hecelerinin ne anlamlara geldiği örnekleriyle açıklanmıştır.Süryanice, az kelamda çok mana ifade eden bir dildir.Bugünkü süryanice zaman içinde değişikliklere uğramıştır.

Hallac-ı Mansur, Beyazıd-ı Bistami gibi zatların manevi sekr (sarhoşluk) anında söyledikleri sözlerden dolayı asla tekfir edilemeyeceklerini İmam-ı Rabbani, İbn Hacer Heytemi, İmam-ı Gazali, Abulkadir-i Geylani, Mevlana Halid efendilerimiz gibi (Allah kendilerinden razı olsun ) mübarek zatlar kitaplarında beyan edip, uzun uzun açıklamışlardır.

Cezbeyle ilgili ayet-i kerimeler çoktur.Bir kaç tanesini örnek olarak verecek olursak :
Enfal, 2 : " Muhakkak ki mü'minler o kimselerdir ki. Allah'ı zikrettikleri zaman kalbleri titrer".
Hac , 35 : " Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer."
A'raf, 143 : "Musa, tayin ettiğimiz vakitte, bizimle buluşmağa gelip de, Rabbi O'nunla konuşunca : ' Rabbim, bana kendini göster, sana bakayım !' dedi.Rabbi buyurdu ki : Sen beni göremezsin....." devamı eden ayeti-i kerime için meşhur müfessir Elmalılı Hamdi Yazır (Rh.a.) şu tefsirde bulunmuştur : Rabbi Musa aleyhisselamı doğrudan doğruya, fakat perde arkasından kelamıyla mutlu edince; bu kelamın şevk ve neş'esiyle Allah Teala'yı görme arzusu O'nda uyandı ve galeyana gelerek : "Ey Rabbim bana göster kendini, bakıp göreyim seni" dedi.Yani perdeyi kaldır, bana bizzat tecelli et de didarını göreyim diye yalvardı."

"Çünkü Musa (A) Rabbinden gördüğü lütuf ve ihsanı görüp, kelam-ı ilahiyeyi işitince ferah ve sürurundan zat-ı uluhiyeyi görmeyi arzuladı"[3]

"Sıfatlardan, fiillerinden ve kudretinden hiç bahsetmeksizin yanlızca ALLAH denildiği zaman, müminlerin kalplerini rahmet ümidi ve sevgi heyecanı kaplar.Muhabbetle karışık bir korku sarar.Allah cellenin azamet ve ihtişamından kaynaklanan bir ürperti kaplar."[4]

Peygamber sallalhü aleyhi vesellem efendimiz Hira mağrasındaki "Oku" emrinden sonra, Cebrail aleyhisselamın kendisini sıkmasıyla aralarında bir etkileşim oldu, titremeye başladı ve bundan dolayı müşrikler O'na (SAV) saralı, hasta gibi yakışıksız sözler söylediler.

"Her ümmetten peygamberlerini şahid olarak getirdiğimiz zaman ve seni o peygamberlerin sıdkına şahid getirdiğimiz zaman onların halleri nice olur ?"(Nisa:41) ayet-i celilesini İbn-i Mes'ud (RA) okuduğu zaman, Rasul-i Ekrem'in gözleri yaş ile doldu ve "Yeter" buyurdu.[5]

"Yine huzurlarında : "Onlar için ahirette hazırladığımız kelepçeler, yakıcı ateşler, boğazda kalan yemekler ve acı verici azab vardır."(Müzemmil:12-13) ayeti okununca, Allahrasulü bir sayha atıp yere düştü.[6]

Allah Teala, vecde gelenleri Kur'an-ı Kerim'de överek şöyle buyurmuştur:"..nazil olanı duydukları zaman, Hakkı (CC) bildiklerinden gözyaşı döktüklerini görürsün."(Maide 83)

Muhabbetli sofi/adayı da, Şeyhi -kuddise sirruh- vasıtasıyla nazil olan nisbeti, taasarrufu, ilahi nuru içine çekip, kalbiyle bizzat gördüğü cezbeye karşı; tahammülsüz bir hale gelerek: 1- Seslerle yada sessizce ağlar, 2- Ya ıslık sesine benzer, aynen bir lastik topun havasının yavaşça boşaltılması gibi gönlüne dolanı patlatmamak için, tabir yerinde ise sübap ayarını yapmayı başararak, sessiz ağlayan gibi kendini firenlemeye çabalar-ki bunlar makbuldür. 3- Yada kontrolsüz feryat yada hareketlerinin önüne geçemez..

Şüphesiz bu mürşidi kamil olan zatın aynıyla huzurunda yapmamaya çalışılması; mümkün olduğunca kendisini tutması edep noktasında güzel olan şeylerdendir. Esasında bu Hucurat suresi (1-5) de buyurulan : “Ey İman edenler !Allah’ın ve Resulünün huzurunda öne geçmeyin... Peygamberin sesinden daha yüksek sesle konuşmayınız.Allah Teala’dan korkunuz..Ey İman edenler ! Peygamberin sesinden daha yüksek sesle konuşmayınız. O’na -sallahü aleyhi vesellem- birbirinize seslendiğiniz gibi seslenmeyiniz!(ve akranınız gibi de konuşmayın.) Böyle yapanların ibadetlerinin sevabları yok olur.Farkına varmadan amelleriniz boşa gider de haberiniz olmaz.( Çünkü Peygambere saygısızlığa ve sıkıntıya sebep olan şeyler küfre varabilir.) Resulullahın yanında kalplerini kısanların ( terbiyeye uyanların) kalplerini Allah Teala takva ile doldurur.Onların günahlarını affeder ve çok sevap verir. O’nu -sallahü aleyhi vesellem- dışarıdan bağırarak çağıranlar, düşünemiyorlar. Dışarı çıkıncaya kadar, bekleseler, kendileri için iyi olur.”

Bu ayetlerde gerek söz, ve gerek fiilde öne geçmemek, Resulullah başlamadan soru ve dertlerini içeren meselelerine başlamamak, emirsiz önde yürümemek, O’ndan önce cevaba başlamamak, O’ndan -sallahü aleyhi vesellem- önce yememek edepleri de beyan edilmiştir.[7]

Rasul-i Ekrem, namaz kıldığı zaman göğsünden, kaynayan tencereden gelen ses gibi ses gelirdi.[8]

Sahabe-i Kiramdan da çeşitli cezbe, vecd örnekleri vardır.Hz.Ömer (RA) efendimizin (Tur suresi : 7-8) ayeti celilelerinin okunduğunu işittiğinde yere düşüp, bir ay hasta yattığı, Hz.Ali (RA) Hz.Zeyd (RA) ve Hz.Cafer efendilerimizin, Peygamberimizin iltifatları sebebiyle tek ayak üzerinde döndükleri, (Ahmed b. Hanbel), Hz.Ömer ve Hz.Ali efendilerimizin (RA) cezbeden günlerce yada saatlerce baygın düştükleri muteber eserlerden bizlere nakledilen olaylardır.[9]

Enes bin Malik (RA) rivayet etmiştir:
Birgün huzur-u Rasulullah'da oturuyorduk.Cebrail aleyhisselam geldi.
- Ya Rasuallah, senin ümmetinin fakirleri, zenginlerden beş yüzyıl önce cennete girseler gerektir, dedi. Sultan-ül Enbiya (SAV) efendimiz, bu haberi duyunca saadetle buyurdular :
"- İçinizde bir şey okuyabilen var mı ?". Bir bedevi hemen doğrulup okuyabileceğini söyledi.Efendimiz "Oku" bakalım buyurdular.Bedevi şu beyitleri okudu :
“Heva yılanı ciğerimi soktu..Kendisine aşık olduğum sevgili hariç, o yaranın ne doktoru var, ne okuyucusu..Benim tedavim ve şifam, ancak onun yanındadır.."
Bedevi bu beyitleri okur okumaz, aleyhisselatü vesselam efendimiz ayağa kalktılar.. Ashab-ı Kiram'da vecde gelerek kendilerini takip ettiler.Rasul-i zişan o kadar hareket etti ki, mübarek ridası omuzlarından düştü ve nihayet fariğ oldular (cezbeleri geçti) ve herkes yerli yerine oturdular.Muaviye ibn Süfyan (RA):
- Ya Rasulallah ! Ne güzel oyununuz var. dedi.Efendimiz saadetle buyurdular :
- Dostun zikrini işitince, yerinden doğrulup hareket etmeyen kerim değildir !
Efendimizin yere düşen mübarek ridasını getirdiler ve huzurlarına bıraktılar.Almayıp şöyle buyurdular:
- Sema'da ve vecd'de düşen yaranındır.
Ashab-ı Kiram mübarek ridayı 400 parçaya ayırıp mecliste bulunan 400 kişiye dağıttılar." [10]

Başta da belirttiğimiz gibi, yaşamayanın, bu atmosfere girmemiş olanın kavrayamayacağı ve kolay kolay kabullenemeyeceği ama gerçek olan bir olgu. Evliyanın meşhurlarından Şibli (ks) hazretlerine cezbe hali galebe çaldığı zaman, halkla ters düşerdi. O'na deli diyenlere : "Allah, benim deliliğimi, sizin de sıhhatinizi arttırsın. Benim deliliğim muhabbetimin şiddetinden, sizin sıhhatiniz ise gafletinizden dolayıdır" derdi.

Sema'ı cezbeyi inkar eden, donuk tabiatlı zevk mahrumlarına ise şöyle demelidir:İnnin (cinsi iktidarı olmayan kişi ) cinsi münasebetin tadını bilmez.Âmânın güzellikten ve renkten istifadesi olmaz.. Cezbeyi inkar edenler ya sünneti seniye ve asardan habersizdirler, ya kendisinin iyi amellerine aldanmıştır, ya da donuk tabiatlı, zevkten nasibi olmadığı için inkarda ısrarlıdır. [11]

Kişiyi dünyaya bağlılıktan koparan cezbe konusunda başta İhya, Avarif, Müzekkin Nüfus, Mektubat-ı Rabbani ve Mevlana Halid Hazretlerinin kitaplarının ilgili bölümleri ayrıntılı şekilde ele alınmıştır.Ömer Yıldız'ın alıntılar yaptığımız 81 sayfalık Cezbe Risalesi de kısa ve doyurucudur.

Cezbeyi kabul eden sofiler açısından da meselenin can alıcı noktalarına işaret edersek, onlara öncelikle Cüneyd (ks) hazretlerinin : "Cezbeye talib bir mürid gördüğünüz zaman, bilin ki; onda hala tembellik eseri vardır" sözlerine dikkati çekelim. Demek ki sofi cezbe peşinde, hal ve rüya peşinde koşmayacak.Bu işe hassaten talip olmayı, tarikatte muz ve ceviz peşinde koşan çocukluğa benzeten İmam-ı Rabbani -kuddise sirruh- hazretlerinin çizgisinde yürümeye gayret edecek. Kendisi için şu günah ortamında, haramlardan korunmuş olarak, temiz itikadı ile istikamet üzere olmayı en büyük nimet bilecek. Muhabbet olsun diye varidat gelmediği halde, cezbelenmiş gibi feryat etmeyecek.
Zira "Tasavvufun tamamı ciddiyettir.Ona şaka ve ciddiyetsizlik (yapmacık hal ve şımarıklık) karıştırmayın."

Vecd gelmeden vecd gösterisinde bulunmak, hal sahibi olmadan hal iddia etmek sadakate yakışmaz. Aksine münafıklığın ta kendisidir. Anlatırlar ki : En Nasrabazi (rh) semaa çok düşkündü. Bazıları bu düşkünlüğünden dolayı onu kınayınca : Evet sema bizim oturup gıybet etmemizden daha hayırlıdır..O'nun bu sözü üzerine ona şu cevabı verdiler : Heyhat ya Ebal Kasım, semadaki ayak kayması, bir sene müddetle insanları gıybet etmemizden daha kötüdür..Bu sözde semadaki sürçmenin, Allah'a karşı olduğuna, kendisine verilmeyen bir hali canlandırmaya çalışmak demek olduğuna işaret vardır.[12]

Sofi, neden her zaman ve mekânda cezbeye düşüp, haykırıp ağlamaz da; genelde sofi meclislerinde cezbelenir? diye sorulursa şu şiirle cevaplandırmış olalım :
"Bahar goncaları açmadıkça, kuşlar ötmez,
Ruh'da bahar iklimini bulmadıkça
Cezbeye düşüp haykırmaz
Ver bana baharımı, şakımamı o zaman seyreyle ! "
Cezbe için, insanın, insanlardan çekinip, sıkıntı duymayacağı, ruhen rahat ve huzurlu bir ortamda, aşk kokularına avcı olabileceği böylelikle anlaşılmış oldu.
[1] Avarif, İmam-ı Sühreverdi
[2] Hal sahiblerinden nakildir.
[3] Hülasatü'l Beyan
[4] Enfal: 2 Elmalılı tefsiri
[5] Buhari, Müslim
[6] Suyuti, Durrul Mensur VIII,320; Beyhaki, Şuabu'l-iman, I,522
[7] M.Hamdi Yazır,Elmalılı Tefsiri, c.7,sh: 187 vd. Azim dağıtım.
[8] Nesai, Sahv:18; Ebu Davud, salat:154
[9] Cezbe Risalesi, Ömer Yıldız, umran yay.
[10] Eşrefoğlu Rumi Efendi, Müzekkin Nüfus, sh: 405 vd.
[11] Avarif, sh: 233- 235
[12] A.g.e. sh: 245 -256

2 Mart 2009 Pazartesi

Yetişkinlerimiz

"ADAM bakıyor ama görmüyor, görse bile anlamıyor, algılamıyor. Yabancı bir turist Sultanahmet Camii'nin önünden geçerken hayranlıkla, ibretle bakıyor, resim çekiyor. Bizimki camiyi şöyle böyle, hayal meyal görüyor ve bir şeycikler anlamıyor.
İsmim Şevket, bendenizi 40 senedir tanıdığını iddia ediyor ve "Şevki beyciğim..." diyor.
Lise tahsili yapmış ama şefkat yerine şevkat diyor.
Coğrafya okumuş, Norveç'in başkentinin ismini bilmiyor.
Üniversite bitirmiş, atalarının mezar taşlarını okuyamıyor. O taşlardaki yazılar Türkçe ama onun için ha Türkçe, ha Tibetçe.
Siyasal Bilgiler'de okumuş, âmme hukuku dersleri almış ama devlet ile rejim arasındaki farkı bilmiyor.
Beş vakit namaz kılıyor, lâkin istibra nedir bilmiyor. Secde ederken ayaklarının üst kısmını yere yatırıyor, parmaklarını kıvırmıyor.
İmam-Hatip okulunu bitirmiş, Cenâb-ı Hakk'ın on dört sıfatını ezbere sayamıyor.
Tarih kültürüne sahip olduğunu sanıyor, Lütfi Paşa tarihi ile Vak'anüvis Lütfi'nin tarihini birbirinden ayırt edemiyor.
Klasik Türk edebiyatını seviyor. Fuzulî'den bir beyit bile okuyamıyor.
Kendini iyi Müslüman sanıyor, kendini iyi sanmanın iyi olmamak için yeterli olduğunu bilmiyor.
Faziletli, takvalı, olgun Müslüman geçiniyor, bir oturuşta yedi kişinin yediği kadar yiyor. "Mü'min bir mideyle, kâfir yedi mideyle yer" hadîsini ya hiç duymamış, yahut duymuş da bilmezlikten geliyor.
Ben iyi bir Müslümanım diye kasılıyor, komşusuna eziyet ediyor.
Altın buzağıya tapıyor, haberi yok.
Kendini aklı başında, olgun, vasıflı bir vatandaş sanıyor, hiç ihtiyacı olmadığı halde 150 bin dolarlık ciple geziyor.
Hiç mantık okumamış, saçma sapan iddialarda bulunuyor, çelişkiler içinde yüzüyor.
Futbol kulübü tutar gibi parti tutuyor, holiganlık yapıyor.
Kendini iyi bir baba sanıyor, çocukları şımarık mı şımarık.
Karısı Nâzende saçlarını deve hörgücü gibi topuz yapıyor, bizimki ona "Yahu hanım, Peygamber, saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar cennetin kokusunu duyamayacakmış buyurmuş..." demiyor.
Ribanın haram olduğunu biliyor, riba geliri yiyor.
Doğru tenkit ve uyarıları düşmanlık olarak görüyor, yalan da olsa övgülere bayılıyor.
Otomobiline 50 bin lira vermiş, beş lira otopark ücreti ödemekten kaçıyor.
Ziyafet veriyor, bir fakiri davet etmiyor.
Fikirlerini, görüşlerini beğenmediği bir yazara e-mail ile bol bol küfr ediyor.
Eğitim sistemimiz maşaallah bol miktarda böyle yetişkinler, olgunlar yetiştiriyor. Geleceğimiz bunlarla pek parlaktır."Mehmet Şevket Eygi

1 Mart 2009 Pazar

Nazım Hikmet karısını eski kocasıyla paylaştı!

"Nâzım Hikmet-Vera-Ahmet Hakan-Özdemir İnce vs. vs...
Nâzım Hikmet üzerine yazdığım yazılara, teşekkür mektupları ve telefonları yağmur gibi yağmaya başladı. Bunların içinde dört de Nazımperest var. İkisi Hürriyet yazarı: Ahmet Hakan ve Özdemir İnce. Okuyucular soruyorlar: “Nâzım Hikmet’in, son karısı Vera’yı, Vera’nın eski kocasıyla birlikte paylaştıklarını nereden biliyorsun? Açıkla!” diyorlar.Bu dehşetli konuyu, Nâzım Hikmet’in can-ciğer arkadaşlarından, eski yoldaşlarından, meşhur komünistlerimizden Zekeriya Sertel açıkladı. Sertel’in 1987 yılında, MİLLİYET yayınları arasında çıkan çok önemli bir kitabı var. İsmi: Nâzım Hikmet’in Son Yılları. Sertel yoldaş, kitabının 249-250-251. sayfalarında şöyle yazıyor:" Y. Bülent Bakiler - Türkiye yavuzbulent.bakiler@tg.com.tr