26 Ocak 2009 Pazartesi

Tarikat nedir ?

Nakşi, Kadiri, Çeştiyye, Sehreverdiyye, Kübreviyye, Rufaiyye, Mevleviyye, Şazeliyye gibi isimlerle anılan tasavvuf üniversitesinin akademileri tarikatler, şeriatin batini cephesidir.
Tarikat; manevi yol, usul, tarzdır.Bediüzzaman (rh.a.)'in buyurduğu gibi gayesi imanın gelişmesidir.Kalbi dünya sevgisinden ayırıp, Allah sevgisi ile dopdolu olmaktır.Tasavvuf, emir ve yasaklar altında sızlanmamak, sabretmek ve her an imtihan üzere olduğunu hatırda tutmaktır.[1]
Önce insan olmanın, ardından kulluğu, müslümanlığı, mü'minliği ve eşyanın hakikat bilgisine ulaşmak; bu bilgi ile hallenmektir.Zahiren ve batınen şeriatin edepleri ile bulunmaktır.Yada vaktini en iyi olana harcamaktır, diye de tanımlanmıştır.Bu da şu hadis-i şerifin tanımıdır."Kişinin lüzumsuz işlerle uğraşması, Allah Tealanın o kişiyi sevmediğinin alametidir."[2]

Tasavvufun, tarikatın her edebi, adabı, rüknü ayet, hadis, sahabe sözü ve Allah dostu kemal derecesine ermiş, mürşid, kamil insanlara dayanır..

Tasavvuf, Allahresulünün sohbet halkasında olan şeydi. Adı konulmamıştı.Bu ad hicri iki yüz senesinden evvel meşhur olmuştur.[3]

Istılahlar, olayları adlandırmak için çıkmıştır.Fakat insanlar ıstılahları, tanımlamaları yeni duyduklarından, olayları da yeni uydurulmuş zannettiler.Şayet biz ilk asırdaki selefin kullandıkları tabirleri kullanırsak iş kolaylaşmış olur ve insanlar barışmış olurlar.Tasavvuf terimi yüzünden çok münakaşalar olmuş, husumetler artmıştır.Fakat biz bu ıstılahtan dönüp, Kitap ve Sünnete müracaat ettiğimizde; dinin şubelerinin birisinden ve nübüvvetin mühim yönünden özellikle bahsettiğini görürüz.Onun dinin rükünlerinden bir rükün olduğunu görüveririz.Onun bazen tezkiye, bazen ihsan, bazen de kalbin ıslahı ile tabir ederler.Dolayısıyla Müslümanlar, nefsin terbiye ve tezkiyesini üstlenen ilme "ilm-i tezkiye" veya "ihsan" veyahut da "Fıkh-ı Batın" adını verdiklerinde münakaşa ortadan kalkar..Hiç şüphe yok ki, tezkiye edilmiş, arınmış nefisler olmasaydı, İslam toplumu iman ve ruhaniyet bakımından yıkılacaktı.Azgın maddeciliğin dalgası da ümmetin geri kalanını yutacaktı. Allah (cc)'ın yoluna ve kalbin ıslahına çağıranların az olduğu beldelerde, öyle korkunç bir boşluğa vakıf olacaksın ki; o boşluğu ne ilmin, ne filozofça derin düşünmenin, nede zeka çokluğunun dolduramadığını göreceksin.Maddeye bağlılık, ruhi bir çöküntü, ilacı çok zor bulunan en mühim cemiyet hastalıklarındandır..[4]

Tasavvuf ilminin konusu nefsin tezkiyesi, temizlenmesi, kalbin ıslahı, ahlakın güzelleştirilmesi, hırs, kendini beğenme, riya, kibir, haset, şöhret gibi kötü huylardan kurtulmak; niyeti iyi ve halis kılmak, Allah'a yaklaşmak ve rızasını tahsil etmek, her halinde Allah'ın kontrolünde bulunduğunu düşünüp, ona göre hareket etmektir.[5] Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen Resul’e uymak vacip yada farz olduğundan, tasavvufun hedefi de bu vacipleri yapmayı kolaylaştırmaktır.

Büyükler altmış kadar batıni günah olduğunu ve bu günahların zahirdeki günahlardan daha tehlikeli olduğunu haber vermektedir. Efendimiz Aleyhisselatü vesselam :"Uyanık olunuz, cesette bir et parçası vardır ki, o parça iyi olursa, bütün vücut iyi olur, bozuk olursa bütün vücut bozuk olur.Biliniz ki o et parçası kalptir" [6] buyurmuştur.Şayet biz tasavvufun delillerini Kitap ve Sünnetten saymaya kalkarsak, Kur'an-ı Kerimin ve Peygamber Efendimiz'den (sav) rivayet edilen hadislerin yarısını saymamız gerekir. [7]
İmam Gazali (ra) ."İlk asırda, fakih diye; ahiret yolunu, nefislerin ince ve gizli afetlerini, amelleri ifsat eden şeyleri ve kalplere korkunun galip olma yollarını bilenlere denilirdi." buyurarak günümüzdeki sapmayı bulmamızı kolaylaştırmaktadır.

"İlim ikidir. Biri, dilde olup (ki bu zahiri ilimdir) Allah-u Teala'nın kulları üzerine hücceti (delili)dir. Biri de kalpte olan ( marifetullah ilmi ) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur."[8] Allah'ın ilimlerini bilmek, şeriat, Allah Tealayı bilmek, bilmede yakini elde etmek marifetullahtır.

“İlim kıyl-u kaal imiş, cihanda ne varsa yalnız aşk imiş" beyitleri; ilimsiz olmaz, ilimle de olmaz hakikatine işaret eder..Zira çoğu zaman alim için bir şeyh önünde diz çökmeye ilmi engel olur..Bu yüzden hadisi şerifte : "Kim ki ben alimim derse, bilin ki o cahildir." buyrulmuştur.Tasavvuf, insandaki "ene" yani "ben" i atmak, silmek için vardır."Bir insanın kendini beğenmesi yetmiş senelik ibadetini mahveder"[9]

İbn-i Abbas -radiyallahü anh- hazretleri Talak suresi 12 için :"Eğer bu ayeti kerimelerin size tefsirini yapacak olsam, beni mutlaka taş yağmuruna tutarsınız" buyurmuştur. Yine Ebu Hureyre -radiyallahü anh- efendimiz şöyle buyurmuştur: "Rasulullah -sallahü aleyhi vesellem- efendimizden iki ilim dolu kab aldım. Onun birini dağıttım. Öbürünü de dağıtacak olsam bu boğaz kesilir"[10]

"Öyle ilimler vardır ki, gizlenmiş mücevherat gibidir.Onu ancak arif-i billah olanlar bilirler.Bu ilimden konuştukları zaman, Allah'dan gafil olan kimseler anlamazlar.(Binaenaleyh) Allah-u Teala'nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği alimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin.Çünkü Cenab-ı Hak onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti." [11]

" Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik."[12] müfessirler bu ayet-i kerimeye ."Ey kullarım ! Sizin her birinize iki şeyi vacip ettim. Evvela şeriat, sonra tarikat." manasını vermişlerdir.
"Batın ilme Allah-u Teala'nın sırlarından bir sır, hikmetlerinden bir hikmettir.Onu ancak dilediği kulunun kalbine atar." [13]

Bu mealini verdiğimiz düşünme noktaları, Müslüman kişinin dikkatini, merakını çekmelidir.Bu bahsedilenleri insanların çoğu; perde ardında kaldığı, kalpteki gözleri açılmadığı için bilmiyor, bilenlerse sır etmiş, ancak küçük işaretlerle o yola çağırıyor.Biz kabukta kalsak da, büyük bir manevi oluş, özel bir hayat ve bu hayatın derinliğinde olan ilim ve insanlar var...!

"Kalplerin itminanı ( huzur bulması ) ancak Allah'ın zikriyle olur"[14] İbn-i Kesir bu ayeti : "Allah'ın tarafına meyledip O'nunla kalpleri hoş olmuş, O'nu zikretme sırasında huzur bulmuş, Mevla ve yardım edici olarak O'na bağlanmışlardır. İbn Abbas'dan rivayetle Ali İbn Talha :'Böyle olanlara sevinç ve göz aydınlığı vardır.' demiştir. İkrime .'Onların gelecekleri ne kadar güzeldir' demiştir.Dahhak da:'Onlar için gıpta, hallerine imrenme vardır' der.İbrahim en-Nehai ise .'En hayırlı şeyler onlarındır' demiştir." şeklinde tefsir ederken; bazılarının inatla dillerinde geveledikleri salt namaz olarak sınırlama getirmemiştir.Çünkü zikir, tarikat usulü ile sistemleştirildiği zaman kalbde beklenen meyvesini vererek, kulluktan beklenen; Allah celle celalühten gafil olmama, ihsan makamına eriştirir.

Zikir sahibi olmayı, ayetlerle yalnız namaz olarak te'vil edenlere Rasulullah aleyhisselatü vesselamın şu mübarek sözleri uyarıcı olmalıdır:"Allah'ın zikri kalblere şifadır". [15]
Bilindiği gibi, Efendimiz (sav)'ın namaz için ayrı ve pek çok, zikir için ayrı pek çok hadislerinin olduğu, kalbinde maraz olmayanların meçhulü değildir..Kalbi zikrin fazileti, "Onlar öyle erkeklerdir ki, ne ticaret ve nede alış-veriş onları Allah'ın zikrinden alıkoymaz"[16] ayeti ile de sabittir.

Zikrin geniş manada namaza, hususi olarak da tarikatların hedeflerinden olarak zikir usulü ve adapları ile Allah celle celalah'ü anmak, kalbe "Allah" dedirtmek olduğunu tefsirlerini verdiğimiz ayetlerle Yaratıcımız (CC) bizlerden istemektedir. Peki tarikattaki düstur ne : İlahi ente Maksudi ve Rizake matlubi..Yarabbi maksadım, menzilim, istediğim, arzum Sensin, ancak Senin rızandır.Bu düsturun İbn-i Kesir hazretlerinin tefsirinden farklı bir yanı var mı ?

Burada bir parantez açalım. Allah inancı bahsinde, genç balıklar, yaşlı balığa sormuşlar:"Kuzum su diye bir şeyden bahsediliyor.Göstersene şunu bize !.."İhtiyar balık cevap vermiş :"Siz ondan başka bir şey gösterin ki, ben de size O'nu göstereyim".[17]

Tasavvufu, İslam şeriatının batınını reddedenlere, hangi ayet, hadis, şekil, renk, desen ve olay varsa, onda tasavvuftan gayrı bir şey gösterin ki, bizde size tasavvufu gösterelim diyoruz..evet bir ayet bir hadis, yolumuza devam edelim:

"Hafaza meleklerinin işitmediği zikir, işittikleri zikre göre 70 kat daha efdaldir".[18] hadisi şerifi yine onların salt namaz zikirdir iddialarına cevaptır.Zira hafaza melekleri namazımızı, farz, vacip, mekruh, müfsid ve sehivlerine varıncaya kadar gözlem altında tutar, kaydeder.Namaz nasıl hafaza meleklerinin işitmediği zikir olabilir? Yukarıda İbn-i Kesir tefsiri mucibince zikir usulünün apayrı bir yeri olduğu böylece anlaşılmış oldu.

"Ey iman edenler ! Allah'ı çokça zikredin ve O'nu sabah akşam tespih edin"[19] İbn Kesir bu ayeti tefsire hemen bir hadis-i şerifle başlayarak: "İmam Ahmed Bin Hanbel'in nakliyle Rasulullah aleyhisselatü vesselamın şöyle buyurduğunu nakleder :'Dikkat edin, Ben sizin amellerinizin en hayırlısını ve hükümdarınızın katında en arınmışını ve sizin derecenizi en çok yülseterek sizin için altın ve gümüş infak etmekten daha hayırlı olan, düşmanlarınızla karşılaşıp onların boynunu vurmanızdan veya onların sizin boynunuzu vurmasından daha hayırlı olan şeyi haber vereyim mi ?'Onlar nedir ey Allah'ın Resulü dediklerinde, Rasulullah (sav); 'Allah azze ve Celle'yi zikirdir' buyurdu.Tirmizi ve İbn Mace'de bu hadisi şerifi nakleder.Bir defasında da iki bedeviden birine Efendimiz (sav) :'Allah'ı zikretmekten dolayı dilin devamlı yaş olsun.'buyurmuştur."

Yine günümüze ışık tutan bir hadisi şerifi tefsirden okuyalım :"O kadar çok Allah'ı zikredin ki, en sonunda size deli densin".Açık (cehri) zikir yapanları televizyonlarda görenler, ne biçim adam bunlar, sapıtmışlar, deliler gibi ne o demiyorlar mı?

Yine tefsire devam edelim : Hadis-i şerif :"Hangi bir topluluk bir mecliste oturup da orada Allah'ı anmazlarsa, mutlaka kıyamet gününde ona yanarlar."Ali İbn Ebu Talha, Abdullah İbn Abbas (ra)'dan nakleder ki :"Allah'ı çokça zikredin" kavli hakkında o, şöyle demiştir:'Allah kullarına hangi farizayı farz kılmışsa, onun için mutlaka bir sınır koymuştur.(Mesela namaz beş vakit farzdır)Sonra o farizayı yapmayanları-mazeret durumunda- mazur saymıştır. Yalnız zikir bunun dışındadır.Allah Teala zikre son verilebilecek bir sınır koymadığı gibi, terki içinde hiç kimseyi mazur saymamıştır.Ancak terk etme zorunda kalanlar müstesna."

Allah Teala "..ayakta iken, otururken ve yanınız üzerine yatarken de Allah'ı zikredin"[20] buyuruyor.Gece-gündüz, karada ve denizde, seferde ve hazarda, zengin ve fakir, sağlıklı ve hastalıklı, gizli ve açık; her halükarda Allah'ı zikredin."Ve O'nu sabah-akşam tespih edin".Bunu yaptığınız taktirde Allah ve melekleri size rahmet ve dua indirirler..Allah'ı zikre teşvik konusunda pek çok hadis, ayet ve haberler vardır.Bu ayeti kerime çokça zikir yapmayı teşvik etmektedir.Nesei, Ma'meri ve başkaları gece gündüz yapılacak zikirlere dair eserler derlemişlerdir.Bu konuda yazılmış eserlerin en güzellerinden birisi de Muhyiddin Nevevi'nin El Ezkar isimli eseridir" (tefsir burada tamam oldu).

Bilmem ki bu tefsiri tefsir etmeye hacet kaldı mı..Zikre dair nakiller, hepsini sayamayacağımız kadar kitaplık mevzudur. Tasavvufi olmayan rivayet tefsiri zaten gereken cevabı verdi. Ve şu ayet-i celileleri de iyi tefekkür etmemiz gerekir :
"Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız kimseye itaat etme."[21] " ..beni zikretmekte gevşek davranmayın." [22] " Kim Rahmanı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz." [23]

Zikre yönelmek, bir mümin için kendisini değiştirmeye yönelmektir. Oturup İslam'ın cephelerinden zafer haberleri bekleyen mümin şunu bilmelidir ki, kendisi de cephelerden bir cephedir. Kendinde ne gibi gelişmeler varsa diğer cephelerde de aynı gelişmeler var demektir. Eğer İslam adına kendisinde hiçbir gelişme ve değişiklik yoksa, bütün cepheler aynıdır. Kendisini gözetleyenlerin farkına varacakları şekilde şahsında İslam adına değişiklikler olmayan, gelişmeler görülmeyen, İslami vasıflarla vasıflanmayan, küfrün oluşturduğu cehennemi çevre ile tezat teşkil edecek bir yaşantıya girmeyen mümin kendisini yok bilmelidir. Mümin kendisini böyle bir dünyada var kılacak, diri kılacak vasıflarla vasıflanmanın yollarına bir an evvel girmelidir. [24] Tasavvufi derinliğe, terbiyeye, erişmeden; bunun, şu küfür karanlığında ne kadar mümkün olduğunu görmekteyiz.

Buraya kadar, gördük ki, zikir emrediliyor. Zikri kalbe sokup, " ihsan " makamına geçiş emrediliyor. Peki bunun yolu ne, nasıl ve ne şekilde yaparsak istenilen hedefe varabiliriz ? Başta saydığımız nefsin hastalıklarını iyi etmek için neye ihtiyacımız vardır? "Huşu içinde namaz" nasıl kılacağız, halis kulluk basamağına, İslam ahlakına nasıl erişeceğiz? İşte tarikat bu ermenin yollarını öğreten mübarek bir sistemdir. Zaten ayette geçen"tebettül" kelimesinde karşılığını bulan, "Rabbinin ismini an ve ihlas ile O'na teveccüh eyle." insanı Allah Teala'dan alıkoyan her şeyi terketmektir.[25]

Peygamberimizden (sav) sonra ikinci asırda aşk, idrak, heyecan pörsümeye, dünyaya meyil başlayınca; taat ve ahirete yönelenler sufi adıyla anıldılar. Suf, Arapça yün demektir.Sufiler yünlü elbiseler giydiklerinden onlara bu ad verildi. Allah adamların meclislerine, derslerine tarikat denildi.[26]

İmam-ı Gazali -rahmetüllahi aleyh- hazretleri:Tasavvuf büyüklerinin tuttuğu yoldan, usulden güzel, hayırlı bir yol bulunmaz.Bu yol öyle bir yoldur ki, ilk şartı kalbini tamamen Allah-ü Teala'nın gayrinden boşaltmaktır.Bu da yolun taharetidir.Anahtarı ise kalbini tamamen Allah(cc)'ün zikri ile kaplamak, her zaman onunla meşgul olmaktır ki, bu da tarikat için namazın başındaki tekbir mesabesindedir.Sonu ise Allah (cc)'da fena olmaktır..Bilmiş ol ki, Allah yolunun salikine güzel terbiye ile, kendisinden kötü huyları çıkarıp atmak ve iyi huyları yerleştirmek için terbiye edici bir mürşid lazımdır.Terbiye, mahsulün iyi yetişmesi ve olgun olması için diktiği bitkilerin arasında bitmiş olan yabancı ve zararlı otlar ile dikenleri söküp atan çiftçinin işine benzer..[27] Sonsuzun başlangıcı..Bu "..Allah dilediğini nur'una kavuşturur.."[28] buyurduğu makamdır.

"Onların kalplerinde hastalık vardır" [29] başta saydığımız nefsi hastalıklar tedavi edilmezse, sonsuz hayatı tehlikeye sokar.Tertemiz gelen insan, hastalıklı, marazalı, günahkâr ve perdeli bir hal ile ölüme gider.

Peygamber ahireti şereflendirip, bizleri garip bırakınca; Mevla’mız rahmet ve acıması ile bizi, O resulün aynası velilerinden mahrum bırakmadı. Böyle olacağını da haber verdi.Bu haberler daha sonra gelecektir.

"Nefsini temizleyen kurtulmuştur"[30] buyuruluyor.İşte tarikat bu emrin gereği nefisleri masiva denilen Allah'ın dışındaki şeylerden temizlemeyi hedef alır."Zikrullah kalplerin şifasıdır" [31] hadisi ile yukarıdaki ayetlerde bildirilen hastalıklar temizlenir.Yalnız başına evinde de zikir yapsan olur amma, meyve vermez.Aşılanmış ağaçla, aşılanmayan bir olur mu?Tarikat erdirici metotlarla bir mürşid, bir kalp doktoru elinde insanı tedavi eder.

Tarikat "Takva üzerinde olursanız.."[32]diye gösterilen yoldur.Tarikata İslam ahlakına sahip olmak için girilir."Ogün Allah'a temiz bir kalple varanın dışında, ne oğullar nede mal fayda vermez."[33] Temiz kalp, önce şirkten, sonra masivadan, Allah'ın dışındaki her şeyden, düşünceden arınmış, zikirle kaplanmış bir kalptir.

Büyük fıkıhçı İbn-i Abidin (rh.a.):Tarikat, şeriat yolunu tutmaktır.Şeriat mahdut bir takım şer'i amellerdir.Tarikat, şeriat ve hakikat birbirinden ayrılmayan üç şeydir.Çünkü Allah-u Tealaya götüren yolun zahir ve batını vardır.Zahiri tarikatla şeriat; batını da, hakikattir.Hakikatin şeriat ve tarikat içindeki gizliliği, sütün içindeki kaymağın gizliliği gibidir.Süt çalkalanmadan kaymağı çıkmaz.Bu üç şeyden beklenen kuldan beklenen kulluk vazifesinin beklendiği gibi yapılmasıdır.[34] hükmünü zikreder.

Tedavi yolunu bilmeyen bir hasta, nasıl müşfik bir doktora ihtiyaç duyarsa, nefsine mağlup olan ve bir türlü sırat-ı müstakim'de yürüyemeyen insanın, bir mürşide bağlanması zaruri, mecburidir[35].

Sahabe-i Kiram içerisinde Mürşid-i Kamil sayısı oldukça fazlaydı.Nitekim her tarikat son tahlilde Sahabe-i Kiram'dan birisine kadar çıkar..[36]

İmam-ı Azam Ebu Hanife rahmetullahi aleyh efendimizin, tasavvufa girip intisap ettiği iki senesi olmasaydı, (Levla's-senetan leheleke'n- Nu'man) "iki sene olmasaydı Numan helak olurdu" buyurduğunu birileri ne kadar asılsız diye inkar etmeye çalışsalar da İmam-ı Rabbani hazretleri kuddise sirruh'un Mektubat adlı eserinin kaynak olarak vermemiz yeterli delildir. Mektubat’ın Kur'an, Kütüb-ü Sitte'den sonra üçüncü derece muteber mükemmel bir eser olduğu bilinen şeydir.

Reformcu burada da şüphe tohumunu ekiyor ve diyor ki: Demek ki o iki senesine kadar, İmam-ı Azam'ın (Rh.a.) söyledikleri geçersiz.Bu saygısız itham sahibi şunları bilmiyor mu ? İmam-ı Azam efendimiz, içtihatlarını kastetmiyor, öyle olsa, sağlığında bunu belirtirdi. Ayrıca, imam-ı Yusuf efendimizin buyurduğu gibi, daha önce bir içtihadını bırakıp, başka bir içtihada geçtiği bilinen bir şey. Mezhep imamımızın burada kast ettiği şey, şahsıyla alakalı.Zira tekrar edelim ki, Allah'ın ilimlerini (şeriat, mezhep) bilmek başka şeydir.İmamımız bunu yapmıştır.Allah Teala'yı bilmek, O'na dost olmak, Onunla hemhal olmak başka şeydir.Yani şeriatin zahirini tamam etmişti de, batınını az kalsın ihmal ediyordu. Allah-u alem, bunu belirtmek istemişti.

Yine İmam-ı Şafi hazretlerinin, Şeyban-i Rai (ks)'un huzurunda diz çökerek saygıyla oturduğu, İmam Hanbel'in bu zatı imtihan etmeğe kalkıp, şaşkın ve hayranlıkla, hatta huzurunda cezbelenip bayıldığı bilinen şeylerdendir.[37]

Başka kaynak olmasaydı da sadece kitabın anası Fatiha suresindeki ayet-i celile yeterdi, tasavvufa delil olarak.:"Bizi dosdoğru yola ilet " ayeti kerimesinde Cenabı Hak sadece "Siratal müstekıym " ile iktifa etmemiş, peşinden "Kendilerine nimet lütfettiğin kimselerin doğru yoluna ilet " ibaresini ilave etmiştir.Bu durum, müridi, vuslata hidayet makamlarına ve mükaşefeye götürecek bir yolun bulunmadığına, ancak kendisini doğru yola sevk edecek, yanlışlık ve sapıklıktan koruyacak bir ŞEYH ve MÜRŞİD'e uyması halinde hidayetin gerçekleşebileceğine delalet etmektedir..Bu sebeple eksik ve kendi kendilerine yeterli olmayan kimselere, kendisine uyulan ve yol gösterici olan kâmil bir mürşid gereklidir.Ki, böylece onun eksik aklı, mürşidin kamil aklı ve doğru tavsiyeleri ile takviye edilsin..O'da böylece saadetlerin yoluna ve kerametler basamağına ulaşabilsin."buyurarak meselenin önemine işaret etmiştir.[38]

Ne gariptir ki, her gün namazlarımızda okuduğumuz Fatihanın dahi bize ilettiği mesajdan mana derinliğinden habersiz, nimet içinde nimetin kadrini bilmez bir halde gafletle okuruz.Biz bizdeki delillere, mucizelere kör kalıveririz.

"Ey iman edenler ! Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın.O'nun yolunda mücahede edin ki, kurtuluşa eresiniz ."
Ezan duası, takva, yaklaşmadır. [39] Vesile gereklidir, Allah'a kavuşma ve yaklaşma bir vesile ve vasıta ile olmaktadır.Bunun için en güzel vasıta, hakikat alimleri ve tarikat şeyhleridir..Salihlerin sohbetinde büyük bir şeref ve saadet vardır. "Bana yönelen kimseye uy " (Lokman suresi:15 )Bu ayette de kâfir ve fasıklardan (sohbetten) uzaklaşmak; salihlere uyma, yakınlaşma ve sohbetlerine erişmek vardır.[40]

" Ey İman edenler ! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun "[41] Cenab-ı Hak bu ayette sadık olun buyurmuyor, sadıklarla beraber olun buyuruyor.Öyleyse sadık kim sualine cevap gerekiyor. Sadık, kalbi bir an bile Allah Teala'adan gaflette olmayan, her an Allah Teala ile olan sevgili, veli, mürşid kuludur.Büyük günahları işlemeyen, küçüklerinden de kaçınan, şeriata ve sünnet-i seniyeye sımsıkı sarılan insan-ı kamildir.O halde "sadık" olmak çok zor bir iş..Mevlamız da bu yüzden gücümüzün üstünde bir emirle bize "sadık olun" buyurmayarak, merhametiyle, sadıklarla beraber olun buyurmuştur.."Bu emr-i şerife uyarak bir mürşid-i kamil aramak vaciptir" Bu ayeti bütün mutasavvıflar böylece tefsir etmişlerdir.

Yemin ederim ki, her asırda Allah (cc)'a itaat ve ibadetle meşgul olan, başka şeylerden yüz çeviren bir cemaat vardır.Hiçbir zaman dünya bunlardan boş kalmaz.Çünkü onlar yeryüzünün temel direkleridirler.Onların bereketiyle yeryüzünde yaşayanlara rahmet iner.Bir hadis-i şerifte :
"Benim ümmetimde abdal denilen veliler otuz tanedir. Bunlar sayesinde ümmetime yağmur yağar, rızık ihsan edilir. Ashab-ı Kehf de bunlardan bir cemaat idi." buyurulmuştur.[42]

Hazreti Mevlana kuddise sirruh :"Evliyaullah ile bir an birlikte bulunmak, yüz sene takva üzere yaşamaktan hayırlıdır" buyurmuştur.Yine "der nazar rev, der nazar rev, der nazar ." beyitlerinde "evliyaullahın nazarına iliş, nazarına iliş, nazarına iliş." diye tekrar tekrar bu çok mühim hayati meseleye bir satırla işaretle, şöyle buyurmuştur:"O insan-ı kamilin eteğini gecikmeksizin yakala ki, ahir zaman fitnelerinden kurtulasın.. Agah (uyanık) ol ki, Veliler zamanın İsrafilidirler, ölüler onlardan can bulur gelişirler" Bu ölülerden kasıt mezarlardakiler değil, veliden habersiz olan canlı cenazelerdir.Yine Mesnevi'de :"Velilerin huzurundan kesilirsen, helak oldun gitti. Çünkü sen külli olmayan bir cüz'sün."Yani küll'den uzak, kül'ü bilememiş; gaflette, tehlikedesin buyrulmuştur.

Takva sahibi olmak için tarikat şart olduğuna göre, takva'yı da kısaca tarif etmekte fayda var: Takvanın esası şirkten sakınmak, günah ve kötü şeylerden sakınmak, şüpheli şeylerden sakınmak ve daha sonra ihtiyaçtan fazla olandan uzaklaşmaktır. Takvanın son derecesi, kalben Allah Celle'den başka her şeyden beri olmaktır.[43] Yakın tarifler İbn Abidin'de de vardır.

İnsanı şirk ve günahtan koruyan tasavvuf için şirk diyenler, tasavvuf erbabını şirkle itham edenler, azıcık insaflı olmalı ve kendilerine acımalıdırlar.Çünkü şirk kelimesi, itham edilen tarafta yerini bulamayacağı için sahibine döner!
[1] Es Sülemi, Tabakatüs'Sufiyye,Mısır:1953, sh:454
[2] İmam-ı Gazali, Eyyühel Veled sh.47
[3] İmam-ı Kuşeyri
[4] Şeyh Ebu'l Hasan en Nedvi Beyne't-Tasavvufi Vel-Hayat
[5] Tarihçi İbn-i Haldun
[6] Buhari
[7] Allame İbni Hacer el Heytemi el Mekki, Zevacir
[8] Münavi, Tirmizi
[9] C.Sağir , Münavi
[10] Mektubat-ı Rabbani, 267. Mektub; c.1,sh: 664
[11] Erbain, Ebu Hureyre (RA)'dan.
[12] Maide:48 Tefsiri Kebir, Razi
[13] Camiü’sağir
[14] Rad suresi:28
[15] İmam Münavi, Feyzül Kadir
[16] Nur suresi : 37
[17] Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Mü’min ile Kâfir
[18] Feyzül Kadir
[19] Ahzap suresi, 41
[20] Nisa suresi : 103
[21] Kehf suresi : 18
[22] Ta-ha suresi : 42
[23] Zuhruf suresi: 36
[24] Cihad-Zikir ayrılmazlığı, Mehmed Göktaş, istişare yay.
[25] Y.Kerimoğlu, Fıkhi Meseleler, Kitap 3/232, Müzemmil: 8
[26] Mektubat-ı Mevlana Halid, sh: 43
[27] İmam Gazali, eyyühel veled sh:67, ayrıca ihya, el münkizu mine'd-dalal
[28] Nur suresi : 35
[29] Bakara suresi :10
[30] Şems suresi : 9 (Bu ayetler tefsirlerine bakılarak nakledilmiştir.)
[31] Münavi
[32] Bakara suresi :282
[33] Şuara suresi :88-89
[34] İbn-i Abidin c.1/71
[35] Er Risaletül-Ledüniyye İmam-ı Gazali sh.34
[36] Yusuf Kerimoğlu, Fıkhi Meseleler; 5. kitap, sayfa 238/1984
[37] Ömer Ziyaüddin Dağıstani, Fetvalar
[38] Tefsiri Kebir, Rahreddin-i Razi (rh.a.)
[39] Maide suresi : 35 İbni Kesir Tefsirinden
[40] Ruhul Beyan Tefsiri, ilgili ayet
[41] Tevbe suresi : 119
[42] El Munkızu Mine’D Dalal, İmam-ı Gazali hz.sh: 57-58 umran yay.
[43] Ebu Hamid bin Merzuk, Ehl-i Sünnetin Müdafaası