30 Haziran 2008 Pazartesi

Musa Harun ile sohbet

Musa Harun yine güzel sorular sormuş, bildiğim kadar cevaplamaya çalıştım.Kendisine teşekkür ederim.
Gerçek anlamda ehli sünnet alimi sizce devrimizde kalmış mıdır?
-Elhamdulillah elbette böylesi alimler var ve dünya onlardan hiçbir devirde mahrum olmayacaktır. Cehaletin ve İslami ilimlerden fakir bir vasatta; binlerce insanın ’’alim’’ diyerek tefsir dersi dinlemsi bizleri aldatmasın! Altından nasıl ki sarraf anlarsa; günümüzde de kalabalık yığınlarla; seçkinci kalabalıklar arasındaki farkı iyi tahlil edemezsek bu bizi vahim hatalarla dolu bir mecraya sürükler.Söz gelimi ve bila teşbih Vatikan baş papazı da her Pazar binlerce insan topluyor diyerek haşa Müslümanlar da onda bir doğruluk payı var demezler.Ehl-i s. dışı kalabaklıklar içinde ölçümüz buna benzer.Devrimizde de hem rabbani alimler mevcut, hemde Sifil hoca gibi, İsamil Çetin hoca gibi derin alimler var. Nedir ki, ilim vakar ister.İlmin (alimin ) ayağına gidilir.

Ya da işini hakkıyla yapan, araştırmalarına devam edip, insanları bilinçlendirme ve islami bilincin yayılmasını hedef edinme noktasında gayret gösteren alimlerimizi bu noktada değerlendirebilir miyiz?

-Mesela Ebubekir hoca, nakle bağlı bir fikir imalatçısıdır. Özellikle dergilere verdiği mülakatları, günlük yazı hacminin çok üzerindedir.Böylesi alimler (Allah onlardan razı olsun) hangi konuda sorarsanız sorun, ehl-i sünnet çizgisinde geniş bir perspektife sahiptirler. Geçen bir yazıda mutemed alimlerden birkaç isim kendileri zikretmişlerdi.Alimin bir davası vardır, iç dünyasında fetihler yapıp, ahlakını da en güzel İslam’ın boyası ile boyama cehdindeyken, dış planda yeryüzü ümmetinin aynı boya (Allah’ın boyası) ile boyanması için cihad eder.

İlla ki bir keramet arayışı içine mi girilmeli yoksa, mucizesi hala devam etmekte olan Kuranı Kerimi kendisine dost bilmiş, ve Kuranı Kerime yoldaş olmuş insanları ehli sünnet çizgisinde belki birer veli olmasalar dahi veli nimet olarak görüp aynı hürmeti göstermeli miyiz?

-Kermet illaki aranan bir şey değildir ve Allah’ın rızasına, muradına muvafık cereyan eder.
Bir Allah dostunun sözüne uyarlama yaparak şunu diyebiliriz: Bunca günahımıza rağmen, bize secde kapılarının kapanmamasından ala keramet mi olur? Dediğiniz kimseleri de veli bilmekte bir sakınca yok.Veli’nin bildiğiniz gibi umum ve hususi manası var.Umum olarak her iman ehli Allah’a dost olmak için çırpınır en azından imanla bu sınıfa dahil olur.Özel manası ile mahsun olmayan ve her nefes Allah’ın arzında, Allah’ın huzurunda olan ehl-i zikir, Allah teala’da fena olmuşlardır ve irşadla görevli olanlarının yanında, görevli olmayanlar ve dahi kendisinin veli olduğundan habersiz olanlara dek uzayan geniş bir yelpazede ebdaller, kutup, aktab, gavs gibi isimleri hatırlayabiliriz.
Şu zamanda ahir zaman fitnelerinden kurtulmanın yolu Hz.Mevlanaca dersek; ille bir mürşidin nazarına iliş, nazarına iliş, nazarına ilişmektir.

Onlardan yararlanma hususunda sınırları nasıl zorlamalıyız? Uzun oldu ama son bir sorum da şöyle olacak; Osmanlıdaki, Selçuklular dönemindeki ve belki de daha geriye giderek Asrı Saadet dönemindeki toplum yapısı ile günümüz Türkiye cumhuriyetindeki toplum yapısını kıyaslarsak, tarikat, cemaat ve vakıf adı altında birleşen müslümanları tabiri caizse toplum yapbozumuzun neresine koymalıyız? Onlara karşı tavrımız ne olmalı? Ecdad dönemindeki tarikat anlayışının bugünkü topluluklar ile özdeşleştiğini düşünüyor musunuz?

-Sınır zorlamaya gerek yok, onların bağına, gülüstanına girmek yeterli.Onlar şefkat ve merhamet timsali Hz.İnsan’dırlar.Ellerinde tevbe almak, saadettir.
Her şey mecraını bulur.Cin cinsi çeker.Bozulmadan kıyamet sabahına kadar devam edecek halis tarikat/yol her zaman olacaktır.Elbette suistimallerin çokluğundan bu altınlar ancak nasiplilerince görülebilecekleridir.Kıyamete kadar bozulma ve kargaşa içinde bizlere düşen zor’un getirdiği ise yüz şehid ecridir.Ne kadar zorluk o kadar ecir.
Eskiden Osmanlı yad aSelçuklu’da hemen her şeyin belirleyicisi ve toplum dinamiğinin ana merkezinde tarikatler, vakıflar, tekkeler vardı.Esnafları loncalar eliyle dürüst tüccar eyleyenler de onlardı.Günümüzde dinhum dinaruhum olduğu için; dinleri para, kıbleleri kadın olan bir takım grupların başındaki başsız adamlar sebebiyle; tarikatlerin işlevini kaybettiği ümitsizliğinde değilim.Ama istismarcılara karşı, anlamadıkları zaman sert ve mesafeli olmak borcundayız.Aksi zulmün yayılmasına yardımcı olmaktır.
Şu an bu konudaki yasaklamalar kalmış olsa, toplum ahlakındaki erozyonun da frenleneceğini söylemekle yetineyim.
Usul olarak ecdat ile var olanların pek azında farklılıklar var. Silsileden gelme usulde, teorik çizimde sapma olduğunu söyleyemem.Ama arabanın direksiyonunda olanlara dikkat!

iki göz..!

''Evliyanın zahiri [dış görünüşü] cahilin zehiridir. Cahil, bâtından haberi olmadığı için zahire bakar. Evliyaya, akılla, gözle kulakla giden helak olur. Müşrikler de böyle yapmışlardı. Ebu Cehil, Muhammed aleyhisselama Abdullah’ın yetimi gözüyle baktı. Ebu Bekr-i Sıddîk, âlemlerin Rabbinin Habibi gözüyle baktı. Ona her şeyini feda etti, her sözüne, (O söylüyorsa doğrudur) diyerek tam inandı, sıddîk oldu. Peygamberlerden sonra insanların en üstünü oldu. Onun için birisi Ebu Cehil oldu, diğeri Ebu Bekr-i Sıddîk oldu. Bu, nasip meselesidir.

Mıknatıs molozu çekmez, içinde cevher olanı çeker. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları, mıknatıs gibidir. Kalbinde cevher olanı çeker. Kalbinde saman çöpü olanı çekmez. Büyükleri de, molozlar sevmez. İçinde cevher olanlar sever.''

28 Haziran 2008 Cumartesi

Türk'ün gücü ne ifade ediyor..?

Şimdilerde Türk kelimesi yada kavramı etnik unsur olarak anlamlandırılsa da, aslında eskiden tüm dünyada Türk'den kasıt Müslümanlık idi. Mesela yeni Müslüman olmuş biri için Türk oldu derlerdi ve Ebubekir hoca futbol dolayısı ile bu gerçeğin altını çok güzel çizdiği yazısının tamamını buradan okuyabilirisiniz.

''Bir etnisite olarak değil ama Avrupalı’nın bilinçaltını rahatsız eden bir kavram olarak “Türk”, Avrupa’nın ortasına kadar ilerlemiş “etkileyici, dönüştürücü ve rahatsız edici” bir fenomenin adıdır. “Savaşan” ve “kazanan” bir güç olarak “Türk”ün asıl ağırlığı burada temerküz ediyor. “Türk”ün bu özelliğini İslam’dan aldığı, İslam’la ilişkisini kesmiş olanların Avrupa için kâle alınmaya değer olmadığı ortada.
Euro 2008’de Milli takımın sergilediği performans, “savaşan ve kazanan” özelliğimizi kaybetmediğimizin göstergesi olarak “direnen ve kazanan” olduğumuzu hissettirmesi dolayısıyla önemli. Almanya’da sokağa taşan sevinç gösterilerinde bize yönelik olarak şu psikolojiyi hissetmemek mümkün değil: Belki “direnenler ve kazananlar” olarak bir noktaya kadar geldiler. Ama bizim gücümüz karşısında “yenilmeye ve çekilmeye” mahkûm oldular.
Modernitenin geçmişi ve bugünü anlamlandırma tarzıyla birebir örtüşüyor değil mi?''
Ebubekir Sifil

27 Haziran 2008 Cuma

Milli mesele, dini mesele olmalıdır bay H.Karaman!

H.Karaman bugün yine enteresan bir yazı yazmış. ‘’Milli maç, milli mesele’’ismini vermese yazılarını pek okumam..Bakayım dedim, ünlü İslam hıkukuçusu futbola nasıl bakıyor..

İslamcılar ve laikçiler arasında ''…Ama aradaki farklılıkları bir yana bırakarak bütün kesimlerin desteğini alacak milli meselelerimiz olamaz mı; olmalı değil mi?
Evrensel ahlak kurallarının topluma egemen olması.
Evrensel insan hak ve özgürlükleri ile insana yakışan hayat standardını yakalamayı hedeflemek.''

Bir İslam hukuku prof.’u evrensel ahlak kurallarının topluma egemen olmasını diliyor..!
Evrensel ahlak kuralları nelerdir; ifadesini BM İnsan hakları sözleşmesinde bulan ve batıda mutlaka dini kıstasları da referans alan normlar..

Bunların egemen olmasını istemek..

Dışarı çıkıyoruz ve bir reklam afişi, kafamızı kaldıramıyoruz..Afedersiniz iki karşı cins, yüz yüze ama öpüşmekten beter bir fotoğraf (ima bile etmemin imkanı yok) ve bu, burada yaşayan batılı insanların ahlakını rencide etmiyor. Çocuklarının yanında öpüşen anne-baba için ve buna şahitlik eden çocuklar için de bu normal ahlaki bir davranış.Ters bir şey yok!

Üstsüz güneşlenmek, çırılçıplak sokaklara dökülmek; az diklenince çocuğu sokağa atmak, evlenmeden bekareti verip 16’sında doğum kontrol hapı kullanmak; kürtaj, uyuşturucu…bunlar evrensel ahlak kurallarına zıt olmayan ve evrensel ahlakın bir parçası kabul edilen yaşam biçimi..
Denilebilir ki, H.Karaman, aslında İslami ahlak kurallarını kasdediyor ama çekiniyor! Neden ve kimden?

Ben İslami ahlak kurallarını savunamayacaksam, diyelim böyle bir yasaklama var, o zaman evrensel olanını da yazmam.Ne yani icbar/zorlama mı var?

Ben de diyorum ki, La ilahe İllallah Muhammederrasulullah dediğim andan itibaren, İslam ahlakının –Karaman’ın dediği gibi yalnızca toplumda değil- dünyada, yetmez; kainatta egemen olmasını istiyorum.

Ve H.Karaman gibi evrensel insan hak ve özgürlüklerini değil, insana yakışan hayat standardının yalnızca İslam’da olduğunu ve her Müslümanın bu İslami standardı yakalamayı hedeflemesi gerektiğini haykırıyorum!

Evrensel ahlak kuralları ve başarı için tarafsız bir oluşum dileyen H.Karaman, bu uğurda iyi bir çığır açmaktan ve maalesef ‘’ecir almak’’dan dem vurduğu yazısını, sonradan olsun okumaz mı?

Dünya’da İslami alanda kalem oynatanlar, İslam ile demokrasiyi aynı sanıyor yada barıştırmak/uzlaştırmak istiyorlar. Kısa tutmak istediğim ve H.Karaman’ın gaflet serisine yeni bir örnek teşkil eden bu yazısına, tepkisiz Müslümanların suskunluğu da ayrı bir bahis mevzuudur.

26 Haziran 2008 Perşembe

Hastalık üretip tedavi satan medeniyet

''..Her ne kadar modern hayat tarzının bizzat kendisinin önce hastalık üretip, sonra onu tedavi için ilaç keşfetmenin peşinde koştuğu, hatta keşfettiği ilaçların, bir hastalığın iyileşmesine vesile olurken başka hastalıkların sökün etmesine sebebiyet verdiği birer vakıa ise de, bu yazıda bu nokta üzerinde durmayacağız.
Aynı şekilde modern hayat tarzı, önce bedensel özürlü kimseleri “acınılacak” insanlar olarak görmeye yatkın insan tipini üretiyor, sonra da özürlüleri rehabilite ederek topluma kazandırmanın yollarını arıyor.
İnsanları her türlü reklam ve propaganda tekniğini kullanarak midelerine esir edip, “yaşasın yemek yemek” diyen, sonra da “mükemmel görünmek için fazla kilolarınızdan kurtulmak mı istiyorsunuz, bizim yöntemimizi denemelisiniz” çağrıları yapan hep aynı çarpık anlayış…

Tıpta “plastik cerrahi” diye bir alan var. İnsanı iç güzelliği, kalp safiyeti, diğergâmlığı, takva ve ahlâkı ile değil, sadece beden özellikleriyle değerlendiren “kaporta medeniyeti”, vücudunda cerrahi müdahaleye uğramayan nokta kalmamış, dışı cilalı içi çürümüş insan tipi üretmekle meşgul. Haris, bencil, mütekebbir, kişiliksiz, haya ve ahlâk fukarası, edepten bînasip, şefkat ve merhamet yoksunu ama “güzel” ve “yakışıklı” tiplere özendirilen nesillerin oluşturduğu bir toplumun çürümesinden daha doğal ne olabilir?'' Ebubekir Sifil

Bu adam nereye koşuyor, bu stres nasıl patlayacak!/İbrahim Karagül

''Gelin hep birlikte bakalım ve çevremizde nasıl bir dehşet dengesizliği oluşturulduğunu çözmeye çalışalım.
Fas: Nükleer çalışmalara başlıyor. “Sivil” nükleer çalışmalar için hangi ülkeyle anlaştı? Fransa!
Libya: Nükleer çalışmaları nedeniyle ambargolar, siyasi baskılar yaşadı. 2003 yılında çalışmalarına son verdi. Şimdi yeniden başladı. “Sivil” nükleer çalışmalar için anlaştığı ülke Fransa!
Mısır: Bölgenin en güçlü ülkelerinden. Büyük bir değişimin arefesinde. Batı'nın en büyük müttefiklerinden. Nükleer çalışmalara başlıyor. Nükleer işbirliği için kimlerle işbirliği yaptı? ABD ve Fransa!'' Bu önemli makalenin devamını buradan okumalısınız.

25 Haziran 2008 Çarşamba

Mektubat-ı Rabbani

Sual: Anlamasak da İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubatını okumamız gerekir mi?
CEVAP
Elbette, okumak çok faydalıdır. Mektubat’ı severek okumak, kalbden dünya sevgisini çıkarır. Hatta Mektubat’a tâbi olanları, Cehennem ateşinin yakmayacağı kendisine bildirilmiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bir gün amellerimdeki kusuru görme hâli beni kapladı. Büyük bir pişmanlık ve kırıklık içindeyken, (Allahü teâlâ için alçalanı, Allahü teâlâ yükseltir) hadis-i şerifini hatırladım. Sonra şöyle bir nida geldi:
(Seni ve kıyamete kadar seninle vasıtalı ve vasıtasız olarak tevessül edenleri mağfiret eyledim.)
Kıyamete kadar, vasıtalı ve vasıtasız olarak bizim yolumuza gireceklerin hepsini bana gösterdiler. İsimlerini, soylarını ve memleketlerini bildirdiler. İstersem, hepsini bir bir sayarım. Hepsini bana bağışladılar. (Makamat-i Ahmediye)

24 Haziran 2008 Salı

psikopat milletlere üye olduk !

''Öldüren dayağın görüntüsü
Bursa'da Milli Takım'ın Hırvatistan galibiyeti sonrasında yaşanan kutlamalarda kendilerine "Neden gürültü yapıyorsunuz" diyen Ömer Dündargül'ü döverek öldürdükleri iddia edilen 5 kişi yakalandı. Zanlılar çıkarıldıkları mahkemece tutuklanırken, kavga görüntüsünün Mudanya'daki bir akaryakıt istasyonunun güvenlik kamerasına saniye saniye yansıdığı ortaya çıktı. Görüntülerde, şehir eşkiyasının genci darp ettikten sonra otomobillerine binerek galibiyeti kutlamaya ve tezahüratlarına devam ettikleri görüldü.''
Yarın sanmam ama Almanya'yı da yenersek acaba kaç kişi yaralanıp, pisi pisine pskopotlar tarafından ölüme gidecek? Buradan bakınca memleketi seviyorum ama insanları çok sevmeme rağmen, insanımızı eskisi gibi sevmediğimi farkediyorum. Ne eğlenmesini nede üzülmesini bilmeyen garip; kişiliksiz ve kimliksiz bir millet yaptılar bizi kemalist ideolojiye iman eden laikçiler! ''Oturan yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırdadır'' mealli hadis aklıma geldi..Bir de İhya'da okumuştum.''Hicri 200 senesinden sonra, insanların en hayırlısı, hafif-ül haz (yükü hafif) olan kimsedir.O kimsedir ki; ne eşi, nede evladı vardır.'' Böylesi zor zamanda, ihtiyaç miktarı sokağa çıkacaksın, mümkünse nefsen kendine zulüm etmeyeceksen de evlenmeyeceksin vesselam.

22 Haziran 2008 Pazar

amel ne ilim ne..?

Dedi: ''Ben Allah’ı bulmak için hayatımı planladım, işim de mesleğim de bu..Bana Allah’ı bulmuş bir er, klavuz ve yol arkadaşı lazım.Öyle klavuz ki, Rasulle irtibatlı, Rasüle sallallahu aleyhi vesellem irtibatlı o muazzam halkanın bir eri olsun..’’
Yıllardır namaz kılarız, oruç tutarız, zenginler zekat ve hacc..
Yani doğru ehl-i sünnet itikadınca imanımızı bu amellerle pekiştiririz.
Kendimizin amel sahibi bir Müslüman olduğumuz konusunda şüphemiz de yoktur.Hatamızla günahımızla, az ve fazlalılığı ile...karınca kararınca nefsen kendimizi ibadet edenler zümresinden sayarız..

Bu yazı acı bir yazı olacak, çünkü acıklı halimizi ve ''aldanışımızı'' belgeleyecek. Belki yanlış anlayanların İslami neş'esini de kıracak. Ama iş öyle değil..Amel nedir, ilim nedir ölmeden anlamak lazım..Burada yazmak da bir teselli, namaz ( hareketleri )kılıyorum bir teselli, senede bir kez yalnızca mideme oruç tutturuyorum diye amelim var tesellisi yaptığımı ve bunarın ,inşallah bizi günaha girmekten koruyacağını umuyoruz ama hakikatin neresindeyiz?40 yıldır kabukta olduğumu ve ''sensiz her namazım mecaz, seninle her amelim namaz'' diyerek, düşe kalka 50'ye giden basamaklardan birine geldim.

Bal kavanozyu dışardan yalamakla bal yenmiyor yada şeker yemiş arının verdiği bal olmuyor..Sen bal yedim san! Lafı uzatmak edepsizlik ama Hz.Pir bir nebze anlaşılsaın diye bir şeyler yazmadan edemedim..Tasavvufsuz kulluk olmuyor. Bir mürşid elinden tevbe almadan ve O'na sadıkane müride benzer bir şey olmadan insan ve sonra adam olunmuyor.Aşağıdaki yazıyı okuyup nasılsa ben denildiği gibi yapamıyorum deyip, büsbütün namazları Allah korusun bırakıp helak olmak yerine; nasıl denilene uygun yaparım diyerek ümitle gayretli olmalıyız.
Hz.Mevlana kuddise sirruh efendimizin mahdumları Hz. Sultan Veled kuddise sirruh efendimiz (Allah şefaatlerine mazhar eylesin hepimizi) Maarif’inin 1. fasılında -özetle- şunları buyurur :

Biri: "Asıl olan şey ameldir" dedi. Bu hususta söylenecek söz, bundan ibaret değildir

..............................
Sen amelden, namazı, orucu, hacca gitmeyi, geceleri uyu­mayarak ağlayıp inlemeyi ve perhiz etmeyi anlıyorsun. Halbuki bunların hiçbiri de amel değildir. Bunlar ancak amelin sebepleridir. Hepsini yaptığın zaman bunların sende bir etki sağlaması mümkündür. İşte o zaman sen, ibadet etmiş ve olduğundan başka bir şey olmuş bulunursun.
Kur'anda: ''Namaz seni günahtan, suç işlemekten, kötülükten, noksan ve kusurlardan ve isyandan korur, temizler'' buyrulmuştur.(28/44) İşte senin bunları yap­mamış olman ve bunlardan temizlenmiş bulunman ameldir. Eğer kendini bunlardan kurtarmamışsan, namaz kılmamış sayılırsın. Bunun için Peygamber -O'na Selâm olsun -namaz kılmış olan bir kimseye: "Namaz kılmadın, kalk namaz kıl" diye buyurdu. Bunun üzerine o adam kalkıp namaz kıldı Tekrar: "Kalk namaz kıl, namaz kılmadın" buyurdu. O adam yine kalktı ve namaz kıldı. Peygamber bu defa da: "namaz kılmadın" dedi ve sonunda: "Kalb huzuru olmadan, namaz kılmak doğru değildir" buyurdu.

(''Doğru değildir, hiç namaz kılma anlamında anlaşılmasın! Vicdanen aralıklara durduğumuz divana, kirletmeden getireceğimiz bir kalbe işaret var.Kalp huzurunu bulmanın, itminan olmanın yegane yolu zikirdir.Bu defa da zikir nedir konusu çıkar karşımıza..Aşılı ağaçla, aşısız ağaçtan bahsetmek gerek, klavuzsuz olmuyor vesselam.cancenk)
..................................

Hakikî amel, içi değiştirmektir. Nitekim insan tohumu, ana rahminde şekilden şekle girer. Alâka ve mudga olur. Nihayet insan şeklini alır, canlanır, dünyaya gelir, büyür ve bir insan olur.
İşte bu türlü değişmek, aşağı derecelerden yukarı derecelere çıkmak, amelidir. Miraç dedikleri de bu tarzda olur.
Yukarıda anlatıldığı gibi kul da bir halden bir hale döner. Bu sırada meydana gelen ikinci hal, birinci halden; üçüncü hâl ikinci hâlden daha iyidir. Böylece bu, sonsuz olarak devam eder. Peygamber Hazretleri - O'na selâm olsun-: "İki günü bir olan kimse aldanmıştır" buyurmuştur.
Hadîste: ''Dünya ahretin tarlasıdır'', varit olduğuna göre, bu dünya pazarında her kulun ekmekte, yani yarın ahrette sevabını görmek maksadiyle ve iş yapmak hususunda ilerleyişinde, iki günü bir olmuş, her gün manen ilerlememişse o kimse aldanmıştır. Çünkü insanın günden güne hattâ her an manen ilerlemesi lâzımdır.İşte gerçek anlamda amel budur. Böyle bir ameli insanlar nasıl görebilirler? Bunu ancak Allah görür ve bilir.
Ulu Allah: "Benim dostlarım, benim kubbelerimin altında gizlidirler. Onları benden başka kimse bilemez" buyurmuştur.
Netice itibariyle bilgi (ilim), amele; namaz, oruç gibi bedenî işlerden ve amelden daha yakındır.

İlmin amelden ayrı olması ve ona faydası dokunmaması mümkün olabilir mi? Halbuki bedenî hareketlerin amelden ayrı bulunması ve amele faydası olmaması daha çok mümkündür. Çünkü inatçı, kötü niyetli ve iki yüzlü (Cehud), münafık (müslüman görünen) bir kimse zahiren bedenî ameli yapmış olabilir; fakat dinin asil hükmünü yerine getirmiş, hakkı ispat etmiş sayılmaz. Eğer bunları bilseydi ve yapabilseydi zaten bu vasıflara lâyık olmazdı. O halde halkın gördüğü ibâdetlerden, âyinlerden, mezheblerden anlatılan ve gösterilen şeylerin hepsi, amelin aslı, kendisi olmayıp, sebepleridir.

Bersisa, yıllarca hakikattte hiçbir zahidin yapamıyacağı bir şekilde ibadette bulundu. Yani zahirî ameli yerine getirdi. Fakat sonunda kâfir olarak öldü. Bunun gibi İblis de binlerce yıl gökte ibadetle meşgul oldu. Eğer bu zahirî ameller onda bir etki yapmış olsaydı Allah'dan: "Adem'e secde et!" emri gelince, secde ederdi. ............................................
Eğer altın olmazsa binlerce çekiç darbesi yese, yüz defa kaynasa, genişleyip uzasa, yine bakır olarak kalır. Altını tanımayanlar, amelin görünüşüne bakanlar ve bunu esas olarak kabul edenler: ..........................................
Allah:"Ben ki Allah'ım; sizin ne görünüşünüze, ne işinize, ne de sözünüze bakarım. Yalnız gönlünüzde benim için olan sevgin nasıldır ve ne kadardır diye gönlünüze bakarım" buyurmuştur.
Akıllı olan bir insana bir işaret yetişir. Bir evde bir kimsenin bulunup bulunmadığını anlamak için, bir söz kâfidir.






üç özellik

''Şu üç özellik büyükler tarafından çok beğenilir:
1- Namazı aksatmamak,
2- Anne duası almak,
3- Merhametli ve cömert olmak.
Merhamet cömertlikten, cömertlik de doğuştan gelir.
Bir kimsenin gelip bir arkadaşını şikâyet etmesi, büyüklerin en sevmediği şeylerden birisidir.''

'' Kişinin, kendisini ilgilendirmeyen hususlara dalmaması Müslümanlığının güzelliğindendir.''(el-Muvatta, Ebû Dâvud, et-Tirmizî, İbn Mâce )

namaz, mürşid, kul hakkı

'' Bir mümin, yüz bin hac yapsa, yüz bin altın sadaka dağıtsa, yüz bin fakir yedirse, eğer namaz kılmamışsa hiçbir kıymeti olmaz.
Büyük zatlar, yatsı namazını kılmadan önce yatmayı, kıldıktan sonra da konuşmayı sevmezlerdi.

İnsan ya aklına, ya nefsine, ya şeytana ya da İmam-ı Rabbani (ks) hazretleri gibi bir büyüğe teslim olur. Büyüklere teslim olup, kurtulmalı. Teslim olundu mu, akla uymak olmaz. Ya gemiye binmemeli, ya da binince kaptana teslim olmalı!

Bu dünyada aldanan olalım, aldatan değil. Ben haklıyım demeyelim, ben haksızım diyelim. Ben haklıyım diye ahirete bırakırsak, haksız çıkabiliriz. Bu dünyada herkesle helalleşelim. Sen haklısın diyerek rahat edelim. Sakın işimizi ahirete bırakmayalım. Bir kimse Peygamberlerin ibadetini yapsa, helalleşmek veya ödemek suretiyle kul hakkından kurtulmadıkça, Cennete giremez.''

21 Haziran 2008 Cumartesi

Siyonistlerden bir kirli oyun daha

''İsrail, Kur’an-ı Kerim’i sözde tefsir etmek için kurduğu internet sitesinde modern İsrailiyat yöntemlerini deneyerek Kur’ân’ı tahrif etmeye çalışıyor.Amerika Birleşik Devletleri’nin Kur’an-ı Kerim’i çarpıtmak ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmak için yazdırdığı sözde tefsirden sonra, şimdi de İsrail Dışişleri Bakanlığı Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmek için Yahudi bir profesör olan Ofer Grosbard’ın yönettiği bir internet sitesi kurdu.İsrail bu yolla, İslâm dünyasında yayılmakta olan emperyalizm ve Siyonizm karşıtı direnişi pasifleştirmeye çalışıyor.'' milli gazete

İslam'ı reforme etmek için ille yahudi olmak gerekmiyor. Yahudi yapınca tepki büyük, içimizden tanınmış prof.lar yapınca çıt yok!

__________________________________________

* Bu arada Ebubekir Sifil hocamız bize göre uzun bir aranın ardından ''Hangi İslam'' başlıklı yazısıyla yeniden kalbimizi mesrur eyledi :''Şu bir gerçek ki, Kur’an üzerindeki sübjektif değerlendirmeler Sünnet tarafından bertaraf edilir/edilmiştir. Sünnet üzerindeki sübjektif değerlendirmelere gelince, meselenin püf noktası burasıdır ve bu noktada “Sahabe” faktörü öne çıkmaktadır.''

* ÖSSY sınavlarına giren başta Sevgili Musa Harun, kazanınca neticeyi bizlerle paylaşmanızı bekliyoruz, o kadar dua ettik yani :)

* Hırvatistan'ı yendik, memnun olduk da, inşallah dün gece birileri yaralanıp yada ölmemiştir havaya sıkılan serseri kurşunlarıyla ! Sevinmesini bilmeyen milletiz, sanki cennetle müjdelendik

20 Haziran 2008 Cuma

korkunç bir haber !


Milletin gündemi Milli maç..
Oysa haber merkezlerine çok önemli bir haber düştü..!
Ahir zamanda, Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellem Efendimizin “İlmin kaldırılıp bilgisizliğin geçerli sayılması şarap (ve alkollü içkilerin ) içilmesi, zinanın açıktan yapılması kıyamet alametlerindendir.” (Müslim C-10 S-658) buyurduğu ve günümüzün acı tablosuyla O’nu sallallahü aleyhi vesellem her zaman doğrulayan haber şöyle :

"Bu çocuk bana benzemiyor" Beyinlerini kemiren bu şüpheyle, Adli Tıp'a başvurup babalık testi yaptıranların sayısı çığ gibi büyüyor. Ankara Üniversitesi Adli Tıp Bölümü'ne başvuran her 4 babadan biri gerçek baba değil. 2003 yılından beri babalık testi yapan A.Ü. Adli Tıp Bölümü'ne, bugüne kadar 2500 erkek aynı şüpheyle başvurdu. Sadece geçen yıl 450 başvuru olduğunu belirten yetkililer, 2008 yılında babalık testi yaptıranların oranının geçen yıla göre yüzde 40 arttığını söylüyor. Babalık testi talepleri mevsimsel değişiklikler de gösteriyor. Özellikle yaz mevsimini, daha doğrusu tatil sezonunu takip eden aylarda babalık testi için başvuran erkeklerin sayısı artıyor.'' ( internet haber)

Yalnızca Ank.Ünv.Adli Tıp Bölümü’ne başvuran her 4 babadan birinin eşinin zina yaparak kocasını aldattığı ve gayri meşru çocuk doğurduğu gerçeğinin acaba Türkiye ölçeğindeki neticesi nedir?
Dünya ölçeğinde de çok vahim sonuçlar alınacağına şüphe yok!

Adam karısını varsa çocuklarını deniz kenarına otel, motel gibi yerlere götürüyor. Hep birlikte yaz tatili yapalım diyor. Yada kendisi işi gereği onları oraya yerleştiriyor, sonra kendisi de onlara katılıyor..Adli tıp da bu yapılan hesap, zina ürünü çocuğun geliş tarihini tatil olarak açıklıyor!

İnsan bir yastığa baş koyduğu hayat arkadaşına güvenemeyecekse, kime güvenecek?
Bir de hep erkeklerin hovardalık (zina) yaptığı, eşlerini aldattığı söylenir durur. Korkunç bir durumdur bu. Rahmetli Timurtaş Uçar hayatımızda olsaydı, bu habere neler söylerdi kim bilir..

İnsanlık hiç iyiye gitmiyor ve gitmeyecek de. Zira sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz her geçen günü aramadıkça kıyamet kopmaz buyurdu.

her an Allah'a sığınmalı..!

Resulullah efendimiz, ''Allahümme yâ mukallibel kulûb, sebbit kalbî, ala dînik '' duasını okuyunca, Eshab-ı kiram, ''Ya Resulallah sen de, dönmekten korkuyor musun?'' dediklerinde, ''Mekr-i ilahiden kurtulmak için, kim bana teminat (güvence, garanti) verebilir ki?'' buyurdu. (Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi)
Bu dua, ''Ey büyük Allahım! Kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dininde sabit kıl, yani dininden döndürme, ayırma!'' demektir.

18 Haziran 2008 Çarşamba

işte soru.!

''..Modernizm, yeni bir İslam tanımı üzerine kurulu bir paradigmadır. Geçmişte anlaşılan, inanılan ve yaşanan İslam'dan hemen her şeyiyle farklı bir tasavvur bu. Yani siz bu hayatta diyelim ki Mâiz b. Mâlik (r.a)'ın zina ettikten sonra gidip "Yâ Rasûlallah beni temizle" demesini, günümüzde herhangi bir Müslümana çok kolay izah edemez, kabul ettiremezsiniz. Özellikle hadler modern insan için çok temel, önemli bir problem… Bunu kabul edemiyor modern Müslüman… Dolayısıyla bu zihniyetini oluşturan modern değerlerle çatışmayan bir İslâm kabul etmeye, böyle bir İslâm tasarlamaya kendisini zorluyor… Bununla çatıştığı anda rivâyetse reddediyor, âyetse tarihsellikle niteliyor… Yaşadığı hayatı esas kabul edip nassları ve ilkeleri buna göre yorumlamaya zorluyor kendisini. Aslında yaşadığımız hadise bunda ibaret. Yani sistemin, resmî söylemin bize dayattığı bir modernite versiyonu var bir de Müslümanların kendi çıkış arayışları sonucunda kendiliğinden oluşuveren bir şeyler var…. Bu da bir modernitedir… Doğru… Ama tasdik edilebilir bir modernite mi?'' Ebubekir SİFİL

İslam ve diğerleri

'' İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinlerse, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur'an-ı kerimse, indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır.'' Roger Garaudy

15 Haziran 2008 Pazar

Fethullah Gülen ( 2 )

Bir de büyük zat diye birisinden bahsediyorsunuz, eğer vehhabilik İslam’ın dışından olsaymış tehlikeli olabilirmiş, içinden olduğu için erirmiş. Bunu hiç bir büyük söylemez. Bunu ancak mezhepsiz birisi söyleyebilir. Aslında içten olan hastalık daha tehlikelidir. Dıştaki yaranın tedavisi daha kolay olur. Mesela elde kanser olsa icabında kesilip atılabilir. Mide veya kalpte kanser olsa, kesilip atılması neye mal olur ? 72 sapık fırkayı dinimizin içinde diye küçük görmek gaflet mi, dalalet mi, yoksa hıyanet midir ?...Vehhabilik, kökü dışarıda (İngiltere'de) olan bir iç yaradır...
Fethullah hoca, Kral Faysal'da zerre kadar vehhabilik yoktur diyor. Hiç suratına bakmadı mı : Resmini de görmedi mi ? Vehhabi sakalını da mı inkâr edecektir? Sünneti tağyir etmek ne demektir? Amerikan....gibi çenede sakal bırakmak hangi hak mezhebde vardır? Hangi İslam halifesi böyle ...kılığa girmiştir?
Fethullah hoca bu ifadelerine göre İslam’ı bilmediği gibi, Halifeliğin de ne demek olduğunu bilmemektedir. Vehhabiliğin ne demek olduğunu da hiç bilmediği anlaşılmaktadır.Her memlekette bir halife olmaz...Suudi Arabistan'ın neşrettiği bütün kitablar vehhabi kitaplarıdır.Biz iddiamızı her zaman ispatlayabiliriz."( Nakil burada bitti.)

Kendisine meşhur Nimeti İslam kitabının 924. sayfasının (38) nolu dipnotunu okumasını tavsiye ederiz. Biz aktaralım: Şirk sebebiyle evlenilmesi haram olanlar başlığı içinde şu kayda rastlıyoruz:"Batıniyye ki, onlara talimiyye, ismailiyye, ibahiyye..dahi denir.Son asırlarda onlar VEHHABİYYE ismini almışlar ve din kisvesi içinde öteden beri dinsiz ve dine ihanet edici buluna gelmişlerdir."."Vehhabiler 1233 senesinde Allah-u Tealanın lütfuyla ehl-i sünnet ordusu onlara üstün gelip, kahr-u perişan etmiştir." [1]

“Acaba, bu ehl-i bid'a ve doğrusu ehl-i ilhad, bu dinsizlikte hangi menfaati buluyorlar? Eğer idare ve âsâyişi düşünüyorlarsa, Allah'ı bilmeyen dinsiz on serserinin idaresi ve şerlerini def etmesi, bin ehl-i diyanetin idaresinden daha müşküldür. Eğer terakkiyi düşünüyorlarsa, öyle dinsizler idare-i hükümete muzır oldukları gibi, terakkiye dahi mânidirler; terakki ve ticaretin esası olan emniyet ve âsâyişi kırıyorlar. Doğrusu, onlar meslekçe tahribatçıdırlar. Dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz serserilerden terakki ve saadet-i hayatiyeyi beklesin...
Dördüncü İşaret :
Tahribatçı ehl-i bid'a iki kısımdır.
Bir kısmı, güya din hesabına, İslâmiyet’e sadakat namına, güya dini milliyetle takviye etmek için, "Zaafa düşmüş din şecere-i nuraniyesini milliyet toprağında dikmek, kuvvetleştirmek istiyoruz" diye, dine taraftar vaziyeti gösteriyorlar.
İkinci kısım, millet namına, milliyet hesabına, unsuriyete kuvvet vermek fikrine binaen, "Milleti İslâmiyetle aşılamak istiyoruz" diye, bid'aları icad ediyorlar...”[2]

ADL (Anti Difamation League) adlı Yahudi örgütü, Gülen'in bir kitabını ABD'de İngilizce olarak yayınlatacağını açıkladı ! Bu da mı bir şey ifade etmiyor.?

"Kadınların başlarını örtmesi iman meselesi ölçüsünde önem arz etmez.(Kendisine soralım, o halde birisi başörtüsü gericiliktir, çağdışıdır, biz kabul etmiyoruz böyle bir şeyi dese, bu iman meselesi olup, söyleyeni dinden eder mi etmez mi ? Ropörtajda kendisine başörtüsü meselesi ve okullara örtülü gitmek soruluyor, o bu cevabı vereceğine; Efendim, şu çağda insanların kıyafetlerine müdahale, hele de İslam sancaktarlığı yapmış şehitlerin yadigarı topraklarda en basitinden ayıp şeylerdir.İlim ve irfanla uğraşalım gibi beyanatlar vermeli değil miydi ? )
‘’Allah'a karşılık kulluk, umumi manada kulluk ölçüsünde önem arz etmez bunlar. (!) Teferruata ait meselelerdir.’’
Pes doğrusu, bu adam, hoşgörüsünü başörtüsü konusunda niye Müslüman hanımlardan yana kullanmıyor ?
Barteleomosun Rahibe okullarında örtülü Rahibeleri için, onlar için de bu sözleri sarfedebilir mi ?Gelen Müslümana ve değerlerine vuruyor.
‘’Nitekim, Allah'a iman meselesi Mekke'de Efendimiz'e tebliğ edilmiş, namaz meselesi orada bize farz kılınmış, daha sonra da zekat bize farz kılınmış. Ama tesettür meselesine gelince biraz farklı. (!) Zannediyorum Peygamberliğin 16. ve 17. senesinde Müslüman kadınların başları açıktır. Temel meseleler varken, teferruatla uğraşılmamalı."

Hayret ki, ne hayret, bu Aristo mantığına göre şarap ve içki de yavaş yavaş ve aşamalı olarak haram kılındı (Hicri 4.yılda ); aynen kadınların saç ve vücutlarını açmalarının haram kılınması gibi.Bu mantığa göre ilk zamanlar sahabe-i kiram içer ve namaz da kılarlardı diye şimdi biri çıkıp içmeye devam mı etsin.Amma Bektaşi mantığıdır bu!

Örtünmeyi emreden ahkamı içeren Nur suresi için meşhur Elmalılı tefsirinde:”Öyleki bu surenin de İslam medeniyetinin hukukunu ve asıl vazifelerini gösteren temel çizgilere delil olduğunu” daha surenin ilk ayetinde belirtilmektedir.
Ahkam ve hukuk belirtici bir konuya teferruattır demenin hükmünü şer’an hükmü nedir?

Şimdi Fethullah mantığına göre binamaz biri de çıkıp, namaz Peygamberliğin 11. Senesinde beş vakit olarak farz kılınmıştır, binaenaleyh bu da iman meselesinde önem arz etmez derse, dinden çıkar mı, çıkmaz mı[3] ‘’buna mukabil Kenan Evren'in aleyhinde konuşanın ağzını kırarım diyen’’ Gülen; Rüyasında kendisine sakal bırak demişler, oda birisine rüyasını tabir ettirip "Bırakmamak demektir" diye tabir ettiği için sakalını kesiyormuş.(!)
Medine'de ümmetin imamlığının kendisine verildiğini vaaz kasetinde söyleyebilmiştir.(!)

‘’Tarikatler bir dönemdeki misyonunu tamamlamıştır.Zaman, böyle fert zamanı değil, cemaat zamanıdır’’
Tarikatleri inkar ve her asırda olacağı haber verilen mürşid-i kamil zatları ve onların etrafında kümelenmeyi de reddediyor.Mürşidin irşad halkası bir cemaat değil mi?
‘’demokrasiden geriye dönüş mümkün olmayacaktır’’!!
İslam nizamına olan ümidi kırmak değil midir bu ? Aslında hiç yoruma gerek olmayan, korkunç ifadeler.
‘’kadınların idareci olmasının hiç bir mahsuru yoktur’’,
“İşlerini kadına teslim eden bir millet asla felah bulamaz”Buhari hadis-i şerifine rağmen bu cümleyi söyleyebilmek de cesaret işidir. İslamcı denilen bir partinin ne zaman kapatılacağını ve seçimlere ondan sonra girileceğini rejime tavsiye eden, papaya ve Barteleomus'lara hoşgörü ile el uzatan, bu el uzatışı kendi gazeteleri Zaman'da "Hep Böyle, el ele ! " diye övülen ve bu papazlara "Patrik HAZRETLERİ " diyebilen bir isim..[4]
Hazret kelimesi, bilindiği gibi Hazreti Allah (CC) yada din büyüklerimiz için kullanılır.Bu kelimeyi bir kâfirin adının yanında kullanmak, tecdid-i imanı gerektirir mi, bunu diyenler düşünsün! Meselenin bir korkunç boyutu da, küfrü, İslam düşmanlarını, kendi taraftarlarına hoş gösterdi.Küfre iltifat, Allah korusun sonu küfre düşmeye sebep olacak bir davranış biçimidir.
"Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz.’’(Mümtehine : 1)
"Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım!" (Müslim)

İslam düşmanları Hazret olamaz ! Başörtüsüne teferruat demenin, tarikata zaman biçmenin, Buhari hadisi reddettiği halde kadın idareciye fetva, iman ehlince hükümleri belli meselelerdir..

Son olarak bir gazeteye verdiği demeçlerinden pasajlar aktaralım : " Türki Cumhuriyetlerde, Türkiye'de ki Laik Tevhid-i Tedrisat örnek alınarak eğitim yapılıyor." Bu Türkiye'den giden müfettişlerce de tespit edilmiş bir durum. Yahudi Üzeyir Garih bile, bu okulları yerinde gördüğünü maddi yardımda bulunduğunu ve bu ilerici hocaya yardımlarının maddi ve manevi artarak devam edeceğini söylüyor.[5]
Yıllar önceki not defterimdeki kayıtlar.Aradan neredeyse 10 yıl geçti, not tutmaya devam etseydim, kim bilir daha neler okuyacaktık.
Gerçekten Ebubekir Sifil hocanın yazısının sonu ile bitirelim ‘’nereden nereye.’’

Son güncelleme notu : Gureba dergisi 12. sayıda F.Gülen'in son cürümlerinden ibret örnekleri buradan okuyabilirsiniz.

[1] İbn-i Abidin C.9,sh:96
[2] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, sh: 424 (Risale-i Nur Külliyatı, CD-Rom’dan )
[3] “Fukahadan Tahavi ve İbn-i Abidin gibi zatların kabul ettikleri rivayete göre, beş vakit namaz Peygamberin Medine’ye Hicretlerinden (23 Eylül 622- 8-Rebiülevvel-0001 Hicri) birbuçuk sene evvel veya 18 ay kadar evvel 27 Recep 621, Cuma Mi’rac gecesinde ve Peygamberliğinin 11. Senesinde emrolunmuştur. (İsra : 78; Bakara 238, Hud: 114 beş vakit namazın farziyetini beyan eder.)” Molla Hüsrev; Gurer ve Dürer, c.1.sh: 96 Tercüme : Arif Erkan, Tetkik : Merhum A.Davudoğlu
[4] Zaman gazetesi, 1 Ekim 1996, 23-28 Ocak 1995 Hürriyet ve 23-30 Ocak 1995 Sabah gazetesi röportajları..”Katolik kilisesi papazlarına MUHTEREM demek maazallah onlara imrenmeyi göstermiyor mu?” diye küfür kelimesini sorgulayan A.Davudoğlunu a.g.e sh: 98 hatırlayalım !
[5] Hürriyet gazetesi, sh: 19; tarih : 2.11.1996

Fethullah Gülen ( 1 )


Konuya Ebubekir Sifil hocanın, 28.05.07 tarihli Milli Gazete’deki makalesiyle başlayalım:


'ÇAĞDAŞ NURCULUK' MU, 'BİD'ATKÂRÂNE BİR HIYANET' Mİ?
Zaman'dan Ahmet Kurucan'ı izliyorum bir zamandır. Fethullah Gülen hocaefendi hareketi ile "Nurculuk" olarak ifade edilen, öyle tanınan/bilinen yapı arasındaki makasın gittikçe nasıl açılmakta olduğunun somut delillerini sunuyor bize.
"Değişen dünya"dan, "Kur'an ve bağlayıcı sünneti ihtiva eden İslam'ın sabit; ama ondan anlaşılan manaların, yani Fıkh'ın değişken, çünkü beşerî" olduğundan, dolayısıyla "Evrensel olmadığı"ndan, "içtihadi hükümlere (Yani Fıkh'a) karşı korumacı ve kollamacı zihniyetten", "bu zihniyetin ifşası"ndan, "bunun bir ideoloji haline getirilmesinin hepten zararlı ve tehlikeli" olduğundan, bunun da mensuplarını "çağın dışına iteceğinden"… bahsediyor.
Onun "yeni içtihad" çağrısı yapan, okurlarını zihnen buna hazırlayan ve bunun karşısında duranları kâh açık, kâh örtülü itham eden bu tavrı ister istemez Fethullah Gülen hocaefendinin Prof. Dr. Faruk Beşer hoca tarafından "radikal" olarak tavsif edilen ve böyle olduğu için "mahrem tutulduğu" belirtilen içtihadlarına[1] zemin ittihazı olabilir mi?
Bu "yeni durum"un şu ana kadar ciddi bir tahlilinin yapılmadığı ortada. Bediüzzaman merhumun önünde "6 mani" bulunduğunu belirttiği "içtihad kapısı" sessis-sedasız buharlaştırılırken kendisini "Nur talebesi" olarak ifade eden kitle ne düşünüyor bilemem ama, şu yazı çerçevesinde ve "içtihad" meselesi bağlamında yapılacak kısa bir mukayese bile şu hususu net bir şekilde ortaya koyacaktır sanırım: Fethullah Gülen hocaefendinin adıyla anılan hareket, "Nurculuk" diye bilinen oluşumun "çağdaşlaşmaya doğru evrim geçirmekte olan" bir versiyonudur. Evet ondan tamamen kopuk değildir, ama Nurculuğa temel karakterini veren birtakım hususlarda bir algı, değerlendirme ve tarz farklılığı arz ettiği de açıktır.
Bediüzzaman merhum "… selefin içtihadât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle, bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid'akârâne bir hıyanettir" derken Kurucan'ın Fıkh'ı tümüyle "dönemsel", dolayısıyla "değişmesi gereken" olarak gören tavrını nasıl bir tutabiliriz?
Bediüzzaman merhum, "şeriat semâviyedir; ve içtihadât-ı şer'iye dahi, onun ahkâm-ı mesturesini izhar ettiğinden, semâviyedirler" derken Kurucan Fıkh'ın "beşerî" olduğunu söylüyor. Hangisi doğru?
Şu hale göre Kurucan'ın "… taassup sınırlarını zorlayan hatta zaman zaman bu sınırları çok aşan bu zihniyet, belki de -niyetlerini Allah bilir- faydalı olacağım diyerek yürekten inandığı yapıya en büyük zararı vermektedir" şeklindeki ifadelerinin muhatabı "… şu zamanın nazarı, ruh-u şeriattan yabanîdir. Öyleyse şeriat namına içtihad edemez" diyen Bediüzzaman merhum olabilir mi?
Kurucan'ın "İşte İslam hukuku adı verilerek, evrenselliğine göndermeler yapılarak günümüze taşınan beşeri görüşler ve yorumlar, Müslüman'ın inandığı bu bütünlüğü bozuyor, akıl-kalp, dünya-ukba parçalanmışlığına sebebiyet veriyor. İslam fıkhının başka hukuklarla mukayese edildiğinde en belirgin, en bariz ve en üstün özelliği, bu yaklaşımla ortadan kaybolup seküler bir mahiyet kazanıyor" diyerek baş aşağı etmeye çabaladığı yapı Bediüzzaman merhumun dilinde ifadesini şöyle buluyor:
"… Halbuki, din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâm (…), din-i İslâmın esâsâtını bizzat kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz'î âdâbını dahi bizzat o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek, füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki, onlar tebdil edilse esas din bâki kalabilsin. Belki, esas-ı dine bir cesettir, lâakal bir cilttir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya Sahib-i Şeriati inkâr ve tekzip etmek çıkar."
Neredeeen nereye!!!
[1] Prof. Dr. Faruk Beşer, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Fıkhını Anlamak, 43.
Yukarıdaki yazı, aşağıda yazılanlardan yıllar sonra okuduğum bir yazıdır. Nurculuk diye adlandırılan cemaatle ve merkezinde oluş sebebi olan Bediüzzaman hazretlerini her zaman birbirine karıştırmadan değerlendirmiş olmanın, emin ve doğru olduğuna Ebubekir hocanın makaleleri ayrıca dayanağım olmaktadır.Günümüzde de, nur talebesi kardeşlerimle, Fethullah Gülen, Ahmet Kurucan..gibi isimleri ayrı kategoride değerlendirdiğimi ifade etmeliyim.

A.Rıza Demirbaş, Geçmişten Günümüze Mezhepsizler adlı kitabının 400-405. sayfalarında aynen ve özetle şunları yazmış : " Hemen her hocanın her müftünün mezhepsiz olacağı akıldan geçerdi de, sizin gibi Risale-i Nur okumuş bir kimsenin vehhabileri övmesi aklımızın kenarından geçmezdi...Risale-i Nur'da vehhabilik aleyhine ve ictihad edecek müctehid taslakları aleyhine yazılar vardır...Risale-i Nur'u istismar edenler hariç, hiç kimsenin yukarıda zikredilen vasıflarda olabileceğini tahmin etmek mümkün müdür ?

Almanya'da çalışan bir okuyucumuz sizin bantınızı göndermiş. Kulaklarımıza inanamadık...Bantta vehhabi Kral Vaysal'ı bir ehl-i sünnet alimi gibi övüyorsunuz. Kral Faysal gibi meşhur bir vehhabiyi övmeniz üzerine vaaz veya konuşmanızı dinleyen bir kardeşimiz size şöyle nazik bir sual tevcih ediyor :

Kral Faysal'ın çok iyi bir İslam halifesi olduğunu söylediniz. Faysal'ın vehhabi olduğu söyleniyor, buna ne dersiniz ?
Zatınızın verdiği cevab hülasa olarak şöyle :
"Bizim bir kısım mutaassıp hocalarımız olmasa Suudi Arabistan'da bir tane vehhabi olmayacak. Üniversiteyi idare eden üç-beş hocadan başka vehhabi yok. Fakat bizde vehhabiliğin aleyhinde ulu orta yazı yazmalar var ya... Bunlar orada vehhabilerin mevcudiyetini muhafaza ettiriyor. BU HAKSIZ VE YERİNDE OLMAYAN HÜCUMLAR, onları müdafaa etme maksadı ile bir kısım hakperesleri harekete getiriyor ve yaşama hakkına sahip oluyorlar.
Büyük bir zat diyor ki: "İslamın dışından olsaydı düşündürürdü. İçten olduğu için, İslamın arz-ı kebiri içinde vehhabilik erir. Harici değildir, kökü dışarıda değildir, içtendir."[1]
Merhum Faysal'ın vehhabiliğine gelince, Faysal'da zerre kadar vehhabilik yoktur."
İlk cümlenizde ne diyorsunuz? Bizim bir kısım mutaassıp hocalarımız olmasa Suudi Arabistan'da bir tane vehhabi olmayacak.
Bu cümlede birbirinden büyük birkaç hata vardır. En mühimi itikadi olanıdır. Gaipten haber vermek küfürdür.[2] Mesela bir kimse dese ki :"Türkiye'de vehhabi meşrepli hocalar olmasa, bir tane komünist olmayacak." Komünistin mevcudiyeti vehhabi hocaların olup olmamasına bağlı değildir. Belki bunlar komünistliği körükleyebilirler veya tersine mevcudiyetlerini azaltabilirler. Türkiye'de mutaassıp hoca olmasa, demek Medine'de bir tane vehhabi olmayacak. Demek suç bizim mutaassıp hocalarda. Yani bu mutaassıp hocalar ölse veya mezhepsizler bu hocaları öldürse, anlaşılan S.Arabistan'da tek vehhabi kalmayacak. Bu mantığınıza, bu kıyasınıza kargalar değil, komünistler bile güler.
Mutaassıp hocalardan maksadınız nedir ? Taassup, salabet yerine kullanılan bir tabirdir. Mukaddesatı korumak hususunda fazla sebat ve taraftarlık göstermek demektir. Ama bugün bu kelime mukaddesata değil, hurafelere sıkı sıkıya bağlanma manasına gelmektedir. Siz mutaassıp kelimesini birinci manada söylemiş iseniz böyle mübarek kimselere dil uzatmanız affedilir mi? Yok kelimenin ikinci manasını kullanmışsanız, yani sapık kimselerin Türkiye'de bulunması, S.Arabistan'da vehhabiliğin yayılmasına sebep oluyor, demek istiyorsunuz . Öyle mi ?
S.Arabistan'da vehhabilerin çok az olduğunu, üç-beş tane olduğunu söylüyorsunuz. Haydi biz bu rakamın on katını alalım ve diyelim ki Suudi memleketinde 50 tane vehhabi var. Bunlarda üniversite hocası falan..Diğer halk Ehl-i sünnet demek?..Peki bu kadar ehl-i sünnet ne diye bir avuç vehhabiyi üniversitesine hoca olarak tayin ediyor ? Bu işin kaynağı yoksa bir avuç vehhabiyi kim yetiştirmiş?

Bir insanın komünist veya vehhabi olduğu alnında yazmaz. İtikad ve ameline bakılır. Bir kimse dine inanmıyor afyon diyor ve sosyalizmi savunuyorsa o komünisttir. Bir kimse de dört hak mezhebin ictihadları ile amel etmek lazımdır. Her mukallidin mutlak bir hak mezhebe bağlanması zaruridir demiyorsa, delil olarak mezhep hükümlerinden bahsetmiyor da, devamlı ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden bahsediyorsa o kimse katıksız vehhabidir. Ancak bugün vehhabiye karşı olduğu halde vehhabi medoduyla vaaz eden, konuşan, konferans veren kimseler az değildir. Onları ikaz ediyoruz. Mukallid için delil ayet-i kerime ve hadis-i şerif değildir. Mezhebin müftabih kavilleridir.Vehhabiler aleyhine haksız hücumlar yapılıyormuş.Kim nasıl bir hücum yapmış ? Nedir Fethullah hoca'nın bu kadar vehhabi taraftarlığı ?

_________________________________________
[1] Bu söz Said Nursi Hz.lerinin Mektubat, sh: 346’da mevcuttur. “Said Nursi Hz.leri, İbn-i Teymiyye vesilesiyle, Mücessimiyyeyi Hanbeliyye’nin Hariciyye ile olan irtibatından bahsederken, ehl-i bid’at hakkında fevkalade enteresan bir tasnif kullanıyor. İbn-i Teymiyelilerin fikri mahiyetleri itibarıyla harici bir fitne olmadıkları ve fakat kökleri dahilde bir fitne olduklarından bahsediyor. Mezhepsizlik dahili bir fitne değildir. Mezhepsizliğe esas mahiyetini kazandıran sapma(dalalet) kaynağını hrıstiyanlık, özellikle katoliklikliğe karşı modernist protestan fikrinden alır; yani harici (dış kaynaklı)dır. İşbu harici menşein, illa komplolarla, şuurlu ihanetlerle olması lazım gelmez. Mezhepsiz Efgani, Abduh gibiler batılılarla yakın diyaloğa girdikleri unutulmamalıdır.” ( Sadeleştirerek FURKAN DERGİSİ, SAYI.39 SH: 24 AHMET BAHRİ )
Sözün özü, Bediüzzaman bu teşhisinde yanılmış olamaz mı ? Peygamberler haricinde her alim, ehl-i sünnet dahi olsa, hatadan mahfuz değildir. Teşhisler, günün şartlarına göre, yada siyaseten söylenebildiği gibi, eski Said-yeni Said ikileminde, olup bitenler gibi, geçmişinde bazı şeyleri yargılayıp, yeni Said olmayı isteyen Üstad Bediüzzaman -rahmetüllahi aleyh- de pekala Vehhabiler konusunda yanlış bir teşhiste bulunmuş olabilir. Zira içte olan yara, ur, kanser öldürür. Dıştaki yara en çoğu, kolu, bacağı götürür..Başımıza ne geldiyse, İbn-i Sebe gibi müslüman isimli münafıklardan gelmedi mi ?
[2] Demirbaş'ın, bu cümlesine katılmadığımı belirteyim. Olaya Gülen’in tahmini nazarından bakmak daha ihtiyatlı bir yaklaşımdır. F.Gülen’e ben mezhepsizdir demiyorum.Sünnet Yolu (ehl-i sünnet ve cemaat ) çizgisi net ve mutmain edici değil. Muteber olmayan fikirleri ve sözleri vardır. O’da okullar açıyor diyenlere tek bir sorumuz olsun: Ne adına ?? Siz hiç bir yahudinin müslümanların okuluna yardım yaptığını gördünüz mü ..? Gülen’in okullarına Garih isimli yahudiler de yardım yapıyor, ilginç değil mi ?

17.05.2009 itibariyle bir haber ekliyorum: Fethullah Gülen, Almanya'daki bir Protestan kilisesinin onarımı için yüklü miktarda yardım yapmış.

İddia ciddi şekilde yalanlanıncaya kadar bu bilgi notu da burada kalacaktır.

( devam edecek inşallah ) Fethullah Gülen (2) buradan okunabilir

''..Bunun için ben "Bir İslâm modernitesi mümkün müdür? İslâmî bir modernite olabilir mi?" sorusunun yanlış bir soru olduğunu düşünüyorum. Çünkü hem kendi içinde çelişkili, hem de bir dayatmanın sonucu… Çaresizlik neticesi "ben bunu kabul etmek zorundayım" diyorsun… Arkasından da "bunu İslâm'la nasıl bağdaştırırım?" sorusunu soruyorsun… Yani bu dayatılmış bir soru… Yanlış bir soru… Bu yaşadığımız şey tabii bir süreç değil. '' Ebubekir Sifil

14 Haziran 2008 Cumartesi

bir okur sorusu üzerine Cüppeli..

Bir okur : ''..haberlede cübbeli Ahmet hocayı yine otelde denizde gösterdi.Kral dairesinde kalıyormuş, bu konuya nasıl bakıyorsunuz Can bey..Lütfen cevabınız kısa olmasın.Teşekkürler.Bende ÖSSY girecem dua beklerim.''

Müslüman akıllı olmalıdır. Bir cemaate bağlı ve o cemaatte ismi olan biriyse son derece dikkatli ve titiz olmalıdır. Cübbeli daha önce denizde jet motoruna binerken görüntülenip manşet olmuş ve günlerce konu olmuştu.

Demekki denizi çok seviyor. Oysa Hz.Ebû Bekr radıyallahü anh efendimiz buyurdu ki: "Biz, harama düşme korkusundan yetmiş helâli terk ederdik." Mademki nakşilik son tahlilde Hz.Ebubekir Efendimize bağlıdır. Cübbeli de, haram görme korkusu olmasa bile bu helali terketmeli kartele de malzeme olmamalıydı. Kaldı ki günümüzde Müslümanlar kan ağlıyor, denizde sefa zamanı mı? Göz yaşı akıtacağımıza, ben kırda mangal yapmayı bile kerih görürüm bu zamanda..

Nakşilik takva yoludur.Bu yolun büyüklerinden İmam-ı Rabbani kuddise sirruh hazretlerimiz : Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Dininizin direği, temeli verâ'dır." Başka bir hadîs-i şerîfte de; "Hiçbir şey verâ' gibi olamaz" buyurmuştur.

Şimdi cübbeliye takvadan ne anlıyorsun diye sormalı mıyız. Takke düştü kel göründü misali, cübbesiz maşallah bayağıda kilo almış, göbeklenmiş. Buraya (Avusturya) bir tarihte gelmişti.

“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” “Doğuda bir müslümanın ayağına diken batsa, garptaki bir müslüman bunun acısını duyup üzülmezse, o onlardan değildir.” hadis-i şeriflerini hatırlamakta fayda var.

Burada sorulabilir Müslümanın deniz nimetinden faydalanmaya hiç mi hakkı yok, bana gel gidelim diyenlere (ki hiç takva değilim) : ''Ben denize girme hakkımı inşaallah gidersem cennete saklıyorum.'' Elbette müslüman denize girebilir ama bir cemaate mensup insanlardan daha dikkatli, itinalı olmalarını beklemek hakkımızdır.Vaaz veren, verdiği vaazlara uygun yaşamalı.

Başta Hz.Ebubekir Efendimizin sözünü naklettik.Harama düşme korkusuyla.. harama da düşürmemektir takva..Yani ''zan mahallerinden kaçınınız'' emrine da uymalı, insanların hakkımızda zan, gıybet yapmalarına da sebep olmamalıyız. Belki ben bile cevap yazarken, sinirime hakim olmayıp harama düştüm.

Allah Teala cümlemizi, bu ümmeti islah etsin inşallah.

12 Haziran 2008 Perşembe

yasak ağaç

'' 'DERKEN ŞEYTAN, O’NA VESVESE VERDİ: ‘EY ÂDEM’ DEDİ. ‘SANA EBEDİLİK SALTANATINI GÖSTEREYİM Mİ?'(20/20) Bu vesveseyi veren Şeytan davasından vazgeçmiş değildir. Vesvese sadece Adem aleyhisselam'ı çağırıp işini bitirmedi, insanları ebedilik ağacına her dönemde çağırmaya devam etmektedir. Bize düşen hangi yasak ağaca çağrıldığımızın farkına varabilmektedir.Bu gevşemişliğin, vurdumduymazlığın, bana ne diyerek etek çekercesine köşeye çekilmeklerle yasak ağaca koşar adım gider olduk. '' Mükerrem Bulut/Zehirli org

11 Haziran 2008 Çarşamba

modernitenin getirdikleri (2)

''Bir de hayatımıza durmadan bu yaşadığımız şeyi "meşrulaştırmamıza" yardımcı olan kavramlar sokuyorlar. İşte "demokrasi" böyle, "özgürlük" böyle, "insan hakları" böyle, "çoğulculuk" böyle, "hoşgörü" böyle, "tolerans" böyle… ilâ âhirihi… Bunlar bizim de hoşumuza gidiyor ve deniliyor ki: "Buna niye karşı çıkıyoruz ki? Geçmişte bizim toplumumuzda vardı işte. En büyük insan hakları İslâmiyette var… En büyük hoşgörü İslâmiyette var… Üç din bir arada yaşamadı mı?" Yaşadı ama senin hâkimiyetinde yaşadı, bunu niye gözden ırak tutuyorsun? Bugün ise adamlar sana dayatıyor bunu, "Bana benze; üçümüz bir arada olalım" diyor. Hâlbuki sen geçmişte onlara ne diyordun? "Bana benzeme" diyordun; "Sen kendi hayatını yaşa, kendin ol" diyordun. Hz. Ömer öyle diyormuş işte: "Belinize zünnar bağlayacaksınız, Müslüman gibi giyinmeyeceksiniz, çocuklarınıza Kur‘ân öğretmeyeceksiniz; benim garantimde, hâkimiyetimde kendiniz olarak yaşayacaksınız." O zaman kilise, cami, havra yan yana oluyormuş, doğru. Oysa bugün biz bunu bize dayatan hayat anlayışının bize kaça mal olduğuna bakmıyoruz. "Aynı şey orada da vardı burada da var, öyleyse gelin dinler bahçesi yapalım" diyoruz. Niye? Çünkü biz "birbirimize benzeyelim" diyoruz. "Bizim aslında birbirimizden farkımız yok, hepimiz İbrahim'in torunlarıyız işte. Bu dinlerin hepsi İbrahim'in mirasıdır" falan diyoruz. Böyle bir hayatî hata yapıyoruz. Belki sonuç itibariyle aynı, ama hareket noktası ve mahiyeti çok farklı. Dolayısıyla bu tür kavramlar da bizi farkında olmadan dönüştürüyor. '' Ebubekir Sifil

modernitenin getirdikleri (1)

''Yan dairedeki komşumun yatak odasıyla benim yatak odam duvar duvara. Ben burada öksürsem adam duyuyor; adam orada öksürse ben duyuyorum. Bu ne kadar müslümanca bir şey? Birisi diyebilir ki "o zaman git kardeşim şehir dışında villada yaşa." İyi de bu kaç kişi için mümkün? Bizi bu şehirlerde toplayan ne? On beş milyon, yirmi milyon insan bir şehirde yaşıyor… Bu insânî bir hayat değil!.. Bizi böyle bir hayatı yaşamaya icbar eden nedir? Bunun bir tek cevabı var: Batılı gibi olmaya çalışmak... Başka hiçbir şey değil. Niye? Çünkü burada iş imkânı var, burada fabrika var, burada her türlü sektör var… Böyle olunca, kalabalık şehirlerde, dev metropollerde yaşamayı kabullenmekten, buna razı olmaktan başka çareniz kalmıyor.'' Ebubekir Sifil

10 Haziran 2008 Salı

öfkem !



Ana haberlerde bir genç kız..
Kriz geçirerek seslerle ağlıyor!
Cinnet ve isyan içine..
Adaletsiz düzene isyanı..
O’nu Allah’a karşı isyan ettirmek için artık okul dışında da örtüsüne pis ellerini uzatanların cesaretlerine isyan içinde!
Türkiye’yi Tunus yapmak isteyen, sokakta bile İslam’ı yasaklamak, Allah’ın nurunu söndürmek isteyenlere karşı isyanı!
Ve Sütçü İmamın torunlarının buna seyirci kalmalarına..
Göze göz, dişe diş olmayan pısırık Müslümanlara..
Sen mi benim başıma bedensel güç kullanarak müdahale edip, servis otobüsünden indirmeye yada başımdaki örtümü, başımdan sıyırmaya cür’et ediyorsun..?
Nerede insan hakları ihlal edilirken bu ülkede yaşayan insanlar?

Nerede, nerde Sütçü İmamın torunları!
O birilerine şiddetle cevağ verilsin istemiyor, kendilerinin boğazlarının sıkılmasından canı yanıyor.
Neden son olanlardan sonra milyonlar sokakta değiller? ( Milli maçta kazanınca o dediğin! )
Erbakan’da hep tabana sükunet telkin etti de ne oldu? Bu ülkede cumhuriyet mitinglerinden daha kalabalık demokratik haklarını kullanacak kalabalıklar yok mu sanılıyor?
Tayyip Erdoğan’da aynısını yapıyor..
Tavşan dağa darılmış, dağın haberi yok !
Kürsüden kükremekle olsaydı geçen yıl olurdu, 367’den sonra seçimlerle azgın azınlık, halkın tercihine göre dersini alırdı.
Aldılar mı ? Hayır, Baykal bugün tehdit etti yine.
Neden bu pısırıklık ? Demiyoruz şiddet olsun. Ama demokratik hak dedikleri bu laikliğin bile olmadığı ülkede ; siyaset, protesto, sokaklarda meydanlarda yapılır.
Sesini yükseltsin insanlar günlerce..
İşçi sendikalarının midesi kadar örtünün, inancın değeri yok mudur bu ülkede ?
Aman şu olur, bu olur, yapmayalım..
Yapmayın beyler, bırakın bu kafayı..
Zaten olmuyor mu ?

Ağlayan örtülü kızın feryatlarıyla ağladım.
Kadınlar gibi ağladım, buradan çaresiz ülkeme bakarken..
Ah kardeşim, senin örtüne sahip çıkamayacak kadar bilmem ne futbol oyunu ile meşkulüz, dizilerimiz var, filmlerimiz var..
Hapse mi girelim, çoluğumuz mülkümüz var..

Van 100.yıl üniversitesinde servislere kadar İslam düşmanlığı ile kinle, sevgisiz davranarak bu müdahaleyi kim ve kimler emrettiyse ; kimler de uyguladıysa -hidayetleri yoksa- Allah cezalarını versin tez zamanda. Örtüye uzanan eller felç, diller felç olsun inşaallah !
İçeri atın beni de !
Bu utançla dışarda mahkum yaşamanın ne anlamı var !
Bir mazlumun feryadına merhem olamıyorsam, Sütçü İmam kadar örtüme sahip çıkamıyorsam, Rasulullahın sallallahu aleyhi vessellem Müslüman kadının örtüsü için yaptığı Ben-i Kaynuka savaşını da unutmuşsam, hapishaneler hücreler benim olsun..
Artık yeter !
Hala kulağımda örtülü kızın feryadı !
Yeter, adını koyalım..
Kıvırmasın kimse !
Bunun adı, Fransızın Maraş’ta, Yahudinin Medine’de kafirce müslüman kadını açması gibi, Türkiye’de biz de müslümanız, dedemiz de hacıydı diyen Türkiye’li kuduz kafirlerin biz müslümanların inancına saldırmasından başka bir şey değildir !
Siz laiklik taraftarı bile olamayan; jakoben, faşist, oligarşik maymunlarsınız.Sizler küfürden yana ama İslam’a karşı, Allah tanımayan içimizdeki Fransız ve dönmelersiniz !

Allah’ın intikamı elbet yakındır !
Elbet sizler de geberecek ve zincirli kuyuda zincirleneceksiniz !
Allah’ın, Peygamberlerin, Meleklerin, Evliyanın, Şehidlerin, Salihlerin ve duası makbul kulların laneti örtü ve İslam düşmanlarının üzerine olsun !
Kafirler ve zalimler için yaşasın cehennem !



Ölür hayal olurum, bu yazı da hatıra kalır !


Ne yersem, ne içersem, ne giyersem, ne konuşur nereleri gezersem gezeyim; o, geçiş kapısını merak etmekten beni alıkoyamıyor! Hangi günahı işlersem işleyeyim, hangi sevabı kazanırsam kazanayım, ne gördüğüm hoş manevi bir rüya, ne vicdanımla hesaplaşmalarım; ne şu, ne bu…ille de son nefes nasıl verilir; o nefesle bu bedendeki ruhu çıkaran güç, hangi şekilde gelip, nasıl çıkarır; nereye, kimlerle götürür..!? Aklı donduran, durduran, beyni çatlatan sorular ve asıl dert bu olmalı, şu dünya denen sahnede..

Acaba ben, kaç yaşımda, hangi mevsimde, hangi ay ve günde, günün hangi saatinde, nerede, nasıl, hangi durumdan hangi duruma geçmeye hazırlanırken, ansızın, yolum Azrail tarafından kesiliverecek!?

O, yaşarken, tüm günahlarıma rağmen, Allah'dan ümit ettiğim, merhamet ve lutfuna sığına geldiğim büyük ve sonsuz huzurun anahtarı olan kelimeyi, son nefeste söyleyen, mutlu insanlar kervanına katılma nasibine erebilecek miyim?

Benim ölüm haberim, şu ahir zaman dünyasının velvelesi ve sahte telaşları arasında duyulunca; sevenler ve sevmeyenler neler söyleyecekler? Mesela ben, çok vahim bir trafik kazasında feci bir şekilde öldüğümde, neler söylerler? Sevenler hangi hallerimi yad ederler! Sevmeyenler, ölüm hadisesi ile sevinebilirler ve "oh geberdi gitti" ye varacak şekilde mutlu olurlar mı? Üzülenler ben "öteye" uçmuşken, fatiha ve yasinlerinde beni de hatırlarlar mı? Birine bir iyiliğim dokunmuşsa, beni onunla anarlar mı? Kendisine bir zararım dokunan, beni affeder mi? Aslında yüreğinde yaptığı her olumsuz davranışına içten içe çok üzülen biriydi, hakkımı helal ettim, diye iç geçirir mi?

Ardımdan şu sefil dünyada kalanlar, benim nereye gittiğimi ve ne durumda olduğumu merak ederler mi? Ölüm denen asıl ve büyük hadiseyi derinlemesine ve günlerce düşünürler mi? Sırada "ben" varım derken, uykuları kaçarcasına, ölüm hakikatini anlatan kitaplarla, gaibi kurcalayıp, ötelerin izlerinin peşine düşerler mi?
Yoksa ben de, şu gurbette ölmüş ve bir günün bir saatçiği kadar bile zihinleri doldurmamış, diğer gidenler gibi; "bir varmış, bir yokmuş" masalı misali unutulanlar halkasının dalgaları içinde; dipsizlik okyanusunda; ezelde taktir edilen yerimi almış mı olurum? Babam gibi, dayım gibi, dedem gibi…
Bu yazı, şiir ve olaylarla zenginleştirilebilirdi ama yalın halde, bir şeyler karalamak istiyorum..Kısaca..
Hep anacığımla aynı anda ölmeyi ve ruhumuzun bedenlerimizi terk ettikten sonra,el ele havalanmasını dileyip durmuşumdur. Çünkü birbirimizi çok fazla seviyoruz. Belki ben annemin ölümünde daha metanetli olurum ama annemden önce "öteye geçersem" anneciğim buna hiç dayanamaz! Bu yüzden en iyisi ilk dileğimdir, olmazsa; ben annemden sona kalmaya; annem için razı olmuşumdur. Yoksa ömrüm anneciğime feda olsun..

Annemin elinde yetki olsaydı, beni asla azaplara atmazdı; verdiği kıymetli bir şeyi de ( iman nimetini ) asla geri almazdı! İman nurumu karartma Allah'ım! Karmaşık, inişli çıkışlı ömrümde, Allah (cc) şahittir ki, en dindar olmaya çalıştığım zamanlarda bile kendimi beğenip hoşnut olmamış ve hep yetersiz görmüşümdür..En adi ve günahkar anlarımda bile, içim kanamış, günahın lezzetini kendime haram etmiş, nefs muhasebesi içinde kendimi azap kamçısı ile mahvetmişimdir. Ben, beni hiç beğenmemekle kalmadım, sürekli muaheze ettim. Ama ben Allah'a bir masal gibi-haşa- inananlardan da olmadım. Kesin ve şüphesiz iman ettim. Allah'ın lutuflarını da ömür kesitleri içinde gördüm.

İstikrar nimetinden belki mahrum yaşadım. Beni Yaratan, beni affedip cennet yurdunda olmama izin verse bile; ben kendime orada da kızmayı sürdüreceğim. O büyük Rabbe karşı bu hatalarımı niçin yaptım diye..
İmanda istikamet üzere olma nimetini bahşeden Allah'ım! Senden son nefes ve ötesi için; lutfunu, merhamet ve yardımlarını esirgememeni diliyorum. Ben sana karşı iyi bir kul olamadım. Zaten bu yüzden iyi bir insan da olamadım. Ama iyileri, iyilikleri hep sevdim. İyilerden olamadım diye hep üzüntü ve azap duydum. Nefsime ve şeytana uyduğum zamanlarım için senden af ve özür diliyorum. Hatalarımla üzmüş olabileceğim insanlardan da, helallik ve özür diliyorum. ( Aslım; kırlarda gezinirken, papatya misali çiçeklere bile basmadan gezmeye özen gösteren biriyim. Bir sineği bile öldürmeyi istemem, kısa bir mevsimlik can nimeti var, bir kere dünyaya gelebilecek ve bir daha hiç var olamayacak diye! ) Keşke temiz huylu biri olsaydım. Bazen birileri, bazı suçlamalarla üzerime geldiler. Bu nokta da, geçenlerde bir arkadaşımın verdiği kitapta bana da uygun bulduğum bölüm geldi aklıma..
En iyisi, O sırlar dünyasının sadık insanının sözleriyle noktalamak..
Bu ümmetin en hayırlısı Hz.Ebubekir Sıddık (ra) efendimizin dualarından biri de şöyledir : "Allah'ım! Sen beni benden daha iyi bilirsin! Ben de kendimi övenlerden daha iyi bilirim. Onların bende bulunduğunu sandıkları iyilikleri sen bana ihsan et ve bilmedikleri kötülüklerimi de ört, bağışla! Hakkımda söylenen şeylerle beni günahlandırma!.."

Ve sözleri ;
" Üç şey vardır ki, kimde bulunursa aleyhine döner : Zulüm, ahdi bozma, hile.."
" Dünya mü'minlerin pazarı, gece ile gündüz sermayeleri, güzel ameller ticaret malları, cennet kazançları, cehennem de zararlarıdır! "
" Kadınların takvası, evde oturmalarıdır! "
" Sırrın senin kanındır. Onu akıtma! "
(Bu sırrın özellikle dünyevi olduğu sanılmasın)

(16 mayıs 2006 gece saat 02:00 )

9 Haziran 2008 Pazartesi

Mustafa Çelik, Ali Şeriati ve M.Kutub

MUSTAFA ÇELİK : "Saray Molları" adlı kitapta tasavvufi hayatın öncüleri "seydalara" edebe uygun ifadeleri kaybeden Çelik; eserlerini karışık kaynaklardan derlerken, mezhepsizlerden de alıntılar yapmış olmak yüzünden güven vermiyor.LA isimli kitabında da Kutub'a, Mevdudi'ye, Teymiyye'ye, Şevkani'ye, (Rh.a) yani Rahmetullahi aleyh-Allah Rahmet eylesin, razı olsun- diyebilme ve bu isimlerle birlikte; Ali Şeriati, Ebu Zehra, Ali Ünal, Hamidullah ve Kardavi gibi, reformculardan nakillerde bulunmaktadır.
İyi niyetli olması yeterli olmuyor. Bu kaynaklar hususunda kendisini uyarmayı uygun buluyoruz..
Uluhiyet ve rububiyet tevhidine haliyle bu isimleri okuduğu için takmış..İnşallah Türkiye'deki müslüman halkı bu yüzden kâfir olarak görmüyordur ! İmam-ı Azam (Rh.a) efendimize reformcular gibi Ebu Hanife demesi, Peygamberimizi (Sallahu Aleyhi Vessellem) sürekli olarak mübarek has isimleri ile yazmaları da bir edep hatasıdır. Cesur çıkışlar yapan M. Çelik'e ehl-i sünnet çizgisinde kalması için duacıyız.

MUHAMMED KUTUB : Seyyid Kutub'un kardeşi ve ne yazıkki aynı yolda.."İnhiraf çizgisi" adlı makalesinde özetle : Nihayet İslam Osmanlıların kaydından kurtulup, bağımsızlığını kazanarak, ileri atılmaya başladı.Özellikle bu atılış hicazda vehhabilik, Sudan'a Mehdi'nin yönettiği mehdilik hareketlerinde görülmektedir.(!) Bu iki hareket İslam’ın asıl gücünü ve ilerleme istidadını yeniden kazandıracak nitelikteydi.(!)İslam’daki bu mutlu gelişmeyi gören..(!)"

O'na göre Osmanlı fıkıh ve ictihadı durdurmuş. Ehl-i sünnet ve özellikle Osmanlı düşmanıdır.''Düzeltilmesi gereken Kavramlar'' kitabının daha 12. sayfasında " Bu dini Kitab, sünnet ve selefi salihinin hayatlarından anlamayı" şart koşarak, sapıkların şablonunda olduğunu itiraf etmiştir.Teymiyye'den alıntılar yapar ve Seyyid Kutub gibi, kitabını ayet ve hadislerle, tefsir kaynağı vermeksizin doldurur.Sh:118'de müslümanların başıboşluğundan reformcular şikayet ediyorlar diyerek reformculara arka çıkmıştır. Bu kitabı okuyan, "kelime-i tevhidin gerekleri" gevelemesine göre, neredeyse dünyada müslüman yok sanır.

ALİ ŞERİATİ : Hazreti Osman radıyallahü teala anh efendimiz için haşa "yağmacı bir kafir’’ diyebilen, "Allah gerçek bir Janustur" [1]-haşa- ( iki yüzlü Roma putu) sözünü edebilen bu kuduz için başka delil isteyenden şüphe ederiz. 1998 hac mevsiminin sonunda Kanal 7 haberlerinde bu herifin kitapları ve sözlerinden nakiller yaparak övülmesi ilginçtir. Laikçiler tarafından müslümanlardan olduğu söylenen bir TV'nin ne adına bizim sesimiz olduğu düşünülmesi gereken bir husustur. Ehl-i sünnet vel cemaat çizgisinden uzak; Seyyid Kutub'ların, H.Karaman'ların hürmet gördüğü, baş tacı edildiği kanallar ve yayınların gafleti affedilmez hatalardandır. Bu zındık herifin kitaplarından ve onu övenlerden uzak durmak iman kurtarmaktır!


[1] Ali Şeriati, İslam-Şinasi adlı kitabı, ayrıca M.Şevket Eygi, Milli Gazete. sh:2, 10 Kasım 1995

Şeriati hakkında son bilgileri buradan okumak gerekir.

yazıklar olsun..


Olmayan yasaya, olmayan değişiklik ve olmayan değişikliğe olmayan iptal! Trajikomik hukuk faciası! Anayasa Mahkemesi, içinde başörtüsünün harfi dahi geçmeyen ve yükseköğrenimde herkesin kanun önünde eşitliğini sağlayacak Anayasa değişikliğini iptal etti. Hukukçular ve sivil toplum temsilcileri, bağlı olduğu Anayasa’yı bile ihlal ederek yetkisini aşan Mahkeme’nin kararının hukuk cinayeti olduğunu ve yok hükmünde sayılması gerektiğini ifade ediyor. devamı burada

8 Haziran 2008 Pazar

Musa Harun'dan önemli sorular (2)

Musa’nın soru-yorumunun sonu şöyleydi : ''İslam devletinde yaşamayan bir müslüman olarak karşılaştığım zorluklar karşısındaki tavrım ??Konuyla direkt alakası olmasada şeriatsız İslam isteyenler maddesi aklıma getirdi bu soruyu da. Gerçi Ehli sünnet inancına bağlı olarak, İslami kamil anlamda yaşayan ve yaşatan bir İslam devleti de yeryüzünde yok şu an zannedersem, Yanılıyor muyum ? İnşallah yanılıyorumdur..''

Bu konuda Dar’ı harp Fıkhı üzerine Yusuf Kerimoğlu (Hüsnü Aktaş hoca) güvenilir şeyler yazdı. Mustafa Çelik’in de vardı sanırım ama Çelik'in kitapları benim için muteber değil.

Müslümanın içinde bulunduğu hallerle ilgili ilimleri öğrenmesi farz-ı ayndır.(İbn-i Abidin.c.1sh:29 olarak hala ezberimde kalan unutmadığım bir hüküm)

Müslüman hangi dar’da yani rejim/sistemde yaşadığını bilmek ve bu dar’ın mahiyetine uygun yazılmış ilmhalle amel etmek mecburiyetinde olan mükelleftir.İslam dünyasında Türkiye'de dahil olamk üzere yazılan ilmihaller dar'ül İslam'a göre yazılmıştır.

Bu konudan gafil olan müslümanı sürekli hatalar ve bunalımlar/açmazlar beklemektedir.
Söz gelimi İslami bir sistemde kılık kıyafet yada sakal sünneti mecburiyken ve dar’ı harbi bilmeyen Müslüman buna göre yaşamaya çalışma gayreti içinde; bir sünnet-i seniyyeyi eda edeyim derken, çok önemli bir makamı kaybederek yerini harbilerden birinin doldurma vebalini yüklenir!

Oysa dar-ı harbde harbin hud’a (hile) olduğu firasetindeki bir müslüman, müslüman kimliği ile müslümanlara hizmette olduğu makamı terketmez ama diyelimki sakal sünnetinden feragat eder.

Tabi namaz gibi, örtü gibi farzlar için bu söz konusu değil.
Bu konudaki örneklemelere girersek bir kaç seri yazmak gerekir.Özetle bir müslüman şunu bilecek: İslami bir devletteki hukuk ve ilmihal farklı, gayri İslami rejimlerde hukuk farklıdır. Yalnızca Müslümanlar arasında dar ne olursa olsun, hükümler değişmez. Harbi kafirlerle (müstevlilerle) farklılıklar arz eder. (Ayrıntılı bilgi için Yusuf Kerimoğlu’nun kitaplarını okumak şart)

Türkiye dar-ı harp midir değil midir, konusu 1980’lerde yoğun tartışılan konulardandı.Bu bağlamda Cuma namazı ve hükümleri etrafında o yıllarda çok ayrılıklar/tartışmalar vardı. Ayrılıklar bile İslami hükümler konusunda Müslümanların uyanması/bilinçlenmesi bakımından rahmetti.Bugün helede AKP hükümeti ile bu çok hayati meseleler unutuldu gitti.

Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti laik sistemini yaşamış olan Şeyhül İslam Mustafa Sabri Efendi rahmetullahi aleyh, (orijinal belgeleri Hüsnü Aktaş’ın Medeni Vahşet isimli eserinde mevcut) Türkiye’nin laik cumhuriyetle ikinci kısma yani dar-i harbe dönüştürüldüğünü beyan eder.
Bu bağlamda şafii ictihadları farklıdır.

''İslami kamil anlamda yaşayan ve yaşatan bir İslam devleti de yeryüzünde yok şu an zannedersem, Yanılıyor muyum ?'' diyorsunuz.

Maalesef kamil olmayan manada da ben bilmiyorum. Şianın devleti var, vehhabinin var ama ehl-i sünnetin bir devleti yok. Hem şia hemde vehhabiler var güçleri ile ehl-i s. içinde yayılmaya (başta Azerbaycan, Türkiye, Irak, Bosna, Mısır gibi ülkeler) ve bu ülkelerde korkunç derecede maddi güç kullanarak kitaplar ve alim bilinenleri satın alma gayretindeler!
Sonuç olarak son yıllarda Musa Harun'un sorularıyla gündeme gelen -iki yazıda işaret etmeye çalıştığımız- hayati meselelerin Müslümanların gündeminden çıktığını (çıkarıldığını demiyorum) üzülerek yaşıyoruz.
İslami şuur kaybı, hafıza kaybının tabi bir neticesidir.

7 Haziran 2008 Cumartesi

Musa Harun'dan önemli sorular (1)

Düşünen ve sorgulayan dost Musa Harun şöyle bir yorum yazmış:
‘’ Dinde reform;İslami sohbetler, fikirler, düşüncelere, kitaplar oldum olası bana cazip gelmiştir. Ama bu gerek islami ilimler, gerekse islam tarihi konusunda pek bilgili olduğum anlamına gelmiyor. Bu konuda (kesinlikle mütevazilik olsun diye söylemiyorum) bilgimin çok kısıtlı olduğunu söylemem gerekir. Allah nasip ederse, (7 gün sonra gireceğim öss sınavından sonra[benim için dua etmeyi unutmayın])dini kitaplar okumaya, ve bu konuda kendimi geliştirmeye özen göstereceğim. Bunu söylememin sebebi, reform konusunda da pek bilgim yok açıkçası, 1400 yıllık süre içerisinde alimler reform meselesini nasıl algılayıp, nasıl yorumlamışlar. Çok sevdiğim din kültürü hocamın yazılıda sormuş olduğu soru biraz kafamı karıştırmıştı. Ama kendimce sorunun meşruiyetine bir kılıf uydurup fazla düşünmek istememiştim. Soru tam olarak şöyleydi;İslam Dini n'için her dönemde yeniden anlaşılıp yorumlanması gereken bir dindir ?Reformdan maksat da bu soruda ifade edilen olsa gerek.Birinci mesele gibi ikinci mesele de benim için tam bir muamma;İslam devletinde yaşamayan bir müslüman olarak karşılaştığım zorluklar karşısındaki tavrım ???Konuyla direkt alakası olmasada şeriatsız islam isteyenler maddesi aklıma getirdi bu soruyu da. Gerçi Ehli sünnet inancına bağlı olarak, İslami kamil anlamda yaşayan ve yaşatan bir İslam devleti de yeryüzünde yok şu an zannedersem, Yanılıyor muyun ? İnşallah yanılıyorumdur.Hayırlı günler’’

Aziz Kardeş,
Aslında İslami ilimlerde senden farklı olmayan biri olarak (ben de kesinlikle mütevazilik olsun diye yazmıyorum) değerli yorumuna birikimim kadar bir şeyler yazmak istedim.

Reform, ıslah etmek, bozulmuş bir şeyi düzelterek, eski doğru haline getirmek demektir.Kelime anlamını iyi idrak edilince, İslam dininin neresi haşa hatalı ki, o kısmı tamir edilecek sorusuyla karşı soruları dinde reformcu olanlara sormaya başlarız. İslam dünyasının geri kalışını mezhep sahibi olmaya, geleneksel diye küçümsedikleri nakil zincirine bağlayanalar da biliyorlar ki, dünyada pekçok ilkleri, keşifleri yapanlar da, yine ehl-i sünnetin güçlü ve var olduğu dönemin alimleriydi.
Dinde reform yani, türkçesi dini islah etmek şart diyenler :’’Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum’’ mealindeki Maide 3. âyetine nasıl iman ettiklerini açıklamak durumundadırlar.

İslam Dini niçin her dönemde yeniden anlaşılıp yorumlanması gereken bir dindir ?

Bunu sonradan Müslüman olan Kaptan Cousto bile anlayıp : Ben şehadet ederim ki, bugünkü modern ilmin 14 asır geriden takip ettiği İslam hak dindir, diye haykırıyor. Sorunun cevabı Kaptan’ın cümlesinde saklı.
Zira İslam çağlar üstüdür ve insanlığın onu her defasında (yalnızca insanlık tarihi olarak değil birey olarak, hergüne uyandığımızda Kur’anı, İslam’ı yeniden okuyup, dinleyip, idrak etme sorumluluğumuz vardır) yeniden keşfetmesi ve Allah Teala’nın muradını bize sunan ehl-i sünnet alimlerinin gözlüğünden sindirilmesi lazımdır.

İslam, dönen her atom parçacıkları gibi devinim içinde, sürekli Allah’ın (cc) Hayy sıfatı gibi diridir. Duran ona yetişemez. O, şairin dediği gibi ‘’solmaz, pörsümez, hep yeni ‘’ olandır.
Yeniden anlamaktan kasıt, tecdiddir. Tecdidi, müceddid yapar. Kısaca dine giren bid’atleri, sapık görüşleri, dinden ayıklar ve Efendimiz Sallahu Aleyhi Vessellem ve arkadaşlarından..bize geldiği safi haline döndürür. Yani bir şey ilave etmez, ictihada heveskar olmaz. İmam-ı Rabbani kuddise sirruh hazretleri 2.BİN yılın müceddidi idi ama hanefi mezhebinden ''zerre'' ayrılmamış ve bunu İLHAD gibi görmüş ve dahi kendisi müçtehid gibi ictihadlarda bulunmamıştır.Kur'anı tefsir değil, te'vil etmiştir.İslam'ın başka cephelerini/buudlarını göstermiştir.

Bugün ümmetin derdi, samimi ameldir. Bildikleriyle amel edene, Allah Teala zaten bilmediklerini de öğreteceği hadisle müjdelenmiştir.
Neden tasavvuf erbabı, yakiynde öne geçtiler. Tasavvufi disiplinle, kendilerine verilen dersleri uygulayıp, şüphelilerden de kaçındıkları için.

Yeniden anlamak, söz gelimi İhya-i Ulumiddin adlı eseri baştan sona okuyun.(Elhamdulillah bana nasip oldu yıllar önce ) Bitince tekrar okuyun, mutlaka başka açılımlar elde edeceğinizi ben temin ederim. Kur’an tefsirleri de böyledir.İslami hükümler yada kainat kitabını okumak da böyledir. Yeniden anlamak, yeni bilgiler elde etmektir, hemde aynı, hükümlerden. Bize lazım olan, Amerikayı yeniden keşfetmek değil, keşfedilenin farklı boyutlarını görmektir. Bunun için de ictihada değil, ittifaka ihtiyaç var.Ehl-i sünnet ittifakına.

Hocanın sorusuna hayır demek, İslam’ı 1400 yıl geriye hapsetmekle eş anlamlıdır, ama ne kasdettiğini bilmedikçe, evet demenin karşılığının, asla reform olmadığının da ifade edilmesi gerekir.

Tekrarlarsak reform İslam’da olanı atma gayreti; tecdid ise, İslam’da olmayanı atma, İslam’ı ihya hareketidir.

Diğer sorulara da inşallah en kısa zamanda değinelim.Bu arada ÖSS için inşaAllah hayırlı olan iyi bir branşı Cenab-ı Hak size ve cümleye nasip eylesin, kalpten dualar.

iki makale..

İki makale.. Birincisi, Fikri Akyüz'ün bugünkü Yeni Şafak'taki ''Bu yazar tam bir sümüklüböcek'' yazısını buradan okuyun derim. Duygularıma tercüman olmuş.Diğer makale M.Şevket Eygi'nin yazısından bir bölüm aşağıda:
''Üç aylık RIHLE dergisini bütün okuyucularıma hararetle tavsiye ediyorum. Lütfen alınız, okuyunuz, abone olunuz, başka Müslümanlara duyurunuz. Bir sayısı 6 YTL’dir, Yıllık abone bedeli: Yurtiçi 24 YTL / Yurtdışı: 35 Euro’dur.
İrtibat adresi: Hüsambey Mah. İtfaiye Cad. Refah Sokağı No. 1 Kat: 2 Fatih/İstanbul.
Telefon: 0212/531 50 30
İnternet adresi: http://www.rihledergisi.com.tr/
Derginin genel yayın yönetmeni ve editörü, gerçek din âlimi Dr. Ebubekir Sifil Bey kardeşimizdir.
................
Ülkemizdeki bid’at cereyanları dıştan destek, yardım, teşvik görüyorlar.
.....................
RIHLE Dergisinin malî imkânsızlıkları ve problemleri vardır, bunları bizler karşılamalıyız. Bendeniz de, dergiye abone oluyorum, sizlerin de ilginizi, desteğinizi bekliyorum, teşekkürler...''

6 Haziran 2008 Cuma

Keşke..!

Hayrettin Karaman bugünkü ''Cahilin cesuru'' (*) başlıklı yazısında : '' Bir kimse nereden mezun ve nerede hoca olursa olsun, branşı dışında kesin konuşuyorsa ve ilim ehlinin muteber ve bağlayıcı bildiği usulün dışına çıkıyorsa onu şüphe ile karşılayın.''
Bu cümlesine, keşke; ''branşı olan konularda da, ehl-i sünnet usulünden yada nakilden ayrılarak; bana göre diyerek, içtihad/çıkarsama yapıyorsa; mezheplerde telfikle kolayına/işine gelen fetvayı toplayıp ahkam kesiyorsa, faizli borçlanmaya enflasyonu sebep kılarak cevaz veriyorsa, abdestsiz namaza fetva veriyorsa..'' diye parantez açsaydı, ne kadar çok sevinecektim. Keşke Sn.Karaman'ı da Ebubekir Sifil hoca gibi gönül rahatlığı ile ünlemsiz ve soru işaretsiz okumak mümkün olsaydı. Dualarımla..
(*) Cahilin cesuru = alimin cesuru yada cesur alim = cesur cahil gibi bir denkleme takıldım !

kim ne demiş ? ( 2 )

“ Peygamberler günahtan beri değildir.” Yaşar Nuri (Kur’andaki İslam sh: 101 )

“ Doğa insanları türetti, onları kendisine taptırdı da. Ancak insanların yeryüzünde yaşayabilmeleri için doğaya egemenliği şart kıldı.” M.Kemal ( 1935 Etimesut Hava alanı konuşması.Sövlev ve Demeçleri 2, sh: 279 )

“ İlk ceddimiz balıktır. İşler ilerledikçe o insanlar primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız, düşüncemiz insandır.” M.Kemal ( A.Dilipak, Bir Başka Açıdan Kemalizm sh: 158 )
“ Melekler tabiat kuvvetleridir.” Süleyman Ateş ( İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.20, sh: 143-144 )

“Maymun, insan bendendir, bu benim devrim, dedi. Başına bir oturak geçirdi, “devrim” dedi. (1972) Üstad N.Fazıl (Çile şiir kitabından,1981, 8. Baskı., sh: 400 )

“ Atatürk’ün tapkınıyız. Herşey (O)dur. Heryerde (O) var. Her gökte (O) eser. Her enginde (O) çağlar. Biz ‘O(yuz, (O) biz.. Yerde O !.. Gökte O !.. Denizde O !.. Yokta O !” Aka Gündüz (Hakimiyet-i Milliye/ Ulus 4.1.1934, sh: 3

“Rabbimiz Hz.Peygamberi örnek olarak gösterdiği halde, nedense klasik ulema ille de onu efsaneleştirmek için ellerinden geleni arkalarına koymamışlardır... Verilmek istenen insan tipi taklid edebilecekleri bir nebi değil de kendisine sadece hayranlık duyulmak için oldukça aşkınlaştırılmış insanüstü bir peygamber tipi çizmekteler...Elbette efsaneler örnek alınsın diye değil, sadece insanlara " onlar kim. biz kim! " dedirtmek ve hayret ıslıkları çaldırmak için oluşturulur...Geçmişte bu tavır niçin takınıldı, bilemem.Lakin çağın mantığı da buna çok benziyor. Kutsa ve müzeye kaldır.. Onun örnekliği iki ayaklı Kur'an oluşundan gelir.Onunla ilgili söylenenler gerçek de olabilir..(!) Mustafa İslamoğlu ( İman Risalesi sh: 281 vd. )

“ Mustafa Kemal Paşa beyanatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü : - Evet Karabekir; Araboğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’an-ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım ! Ta ki, budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler” M.Kemal ( Paşaların Kavgası, Yayına Hazırlayan İsmet Bozdağ, sh: 159 )

“ Namazda her millet kendi lisanı ile okuyabilir.” Yaşar Nuri Öztürk (Kur’andaki İsl. sh: 295 )

“ Kur’an’da kadere iman diye bir şey yoktur.” Y. Nuri ( Kur’andaki İslam sh: 93-95 )

“ Pakistanlı gazeteci ve politikacı Mevdudi, kitaplarında İslam’ın temel inanç esaslarından kadere -imanın temel rüknü olarak- yer vermemek suretiyle ehl-i sünnet yolundan sapmıştır. ” M.Şevket Eygi (Milli Gazete yazarı )

“ Hz. Osman’ın siyaseti hatalı idi. Ali, Osman’ı temize çıkardı.” Mevdudi ( İsl.İhya Hareketleri sh: 141-146 )

" Bid'atçinin sohbet fesadı, kafirin sohbetinden daha çoktur.Bütün bid'atçilerin en habisi o kimselerdir ki, Resulullahın SAV'in ashabına buğz ederler.Şu mana açıktır ki, Allah-ü Teala bu zümreyi "küffar" olarak anlattı, şöyle buyurdu :"Kafirlerin onlara (yani ashaba kinli) öfke duymalarına.." (Hucurat: 29) Kur'an-ı Kerimi ve şeriatı bizlere bildiren Eshab-ı Kiram'dır.Onlardan biri kötü olursa, Kur'an-ı Kerim sağlam olmaz. Şeriatın doğruluğuna güven kalmaz.Kur'an-ı Kerim'i Hz.Osman radiyallahü anh topladı.Hz.Osman (ra) için dil uzatılırsa, Kur'an-ı Kerim'e dil uzatılmış olur.ZINDIKLARIN böyle itikadlarından Allah-ü Teala'ya sığınırız." İmam-ı Rabbani -kuddise sirruh- ( Mektubat-ı Rabbani 54. mektub c.1, sh: 175 )
”Osman iktidara geldiğinde yirmi yaş daha genç bulunsaydı, İslam tarihinin çehresi daha başka olurdu. Ömer'in siyaseti, .Ebubekir'in yaptığı gibi zenginlerin artan mallarını alıp, fakirlere eşit olarak tevzi etmek idi.Eğer .Ömer'in ömrü kifayet edip bunları yapmağa muvaffak olsa idi, hiç kimsenin buna itirazı olmayacaktı. Zira Ömer'in vicdanı bütün şüphelerin üstünde idi.O'nun dini muhafaza etmedeki hırsı, keza bütün şüphelerin üstünde idi.Eğer Ömer bunu tamamlamaya muvaffak olsa idi, bütün İslam aleminin iktisadi ve sosyal muvazenesi(ahengi) sağlanacak, fitne beşiğinde uyumağa devam edecek ve herhalde uzun müddet kalkmağa meydan bulamıyacaktı.Eğer Ali Ömer'den sonra gelse idi, O'nun siyasetini takip edeceği muhakkaktı.” Seyyid Kutub ( İslam’da Sosyal Adalet sh: 251-252 )

“ Belirli bir mezhebi taklid etmeyi kendime yakıştıramam. Taklid aklın çalışmasını durdurur.” Yusuf Kardavi ( İslam’da Helal ve Haram kitabının önsözü )

‘’Sanki Din bizi, ne halde bulunuyorsak o halde rahatlatmak ve her halükârda tercihlerimizi onaylamak için gönderilmiş gibi, hayatımızı Din’e göre değil, Din’i hayatımıza göre ayarlamanın peşindeyiz sürekli. Günümüzde Ümmet-i Muhammed olarak yaşadığımız en önemli problemlerden birisi, küresel hale getirilmiş Batılı hayat tarzı ve düşünme biçimi karşısında nasıl hareket edeceğimizi bilemeyişimizdir.’’ Dr. Ebubekir Sifil (Kolaylaştırılmış Din Anlayışı, ebubekirsifil.com)

“ Mezhebe uymak caizdir. İctihadlar kesin değildir. Haram ve Helal’de kesin tabirler kullanılmamıştır. Dinini hiçbir müctehide ısmarlama..Mukallid ictihad ederse ecir alır. Evliliğin dini bir akid olması gerekmez. Bir mezhebe bağlanmak gerekir diyenlerin delilleri zayıftır. Mezhepçi olmak yerine İslamcı olunuz. ” Hayrettin Karaman ( İslam Hukukunda İçtihad kitabından sh: 161- 236

“ Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür.” Zahid el Kevseri Hz.leri.

“ Böyle mübalağasız ve saygısız hareketlerin ve hükümlerin dünyada bir cezasına çarpılmak tehlikesi görülmediği cihetle, dini meselelerde haddini bilen ve bilmeyen herkes birer müftü kesilmiş, yetkili bir müçtehid gibi fikirini söylemeyi göze alabilmiştir.” Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi -rahmetüllahi aleyh- (Furkan dergisi, sayı : 40; sh: 18-19 )

“ Devlet yalnız vergi yoluyla değil, şahsi mülkiyetten ihtiyacın gerektirdiği miktarda –karşılıksız- iade etmemek üzere alır. ” Seyyid Kutub ( İslami Etüdler sh: 87 ve Cihan Sulhü )
“ Zamanın ve ahvalin değişmesiyle İslam’ın değişen hududu.” Seyyid Kutub ( İsl. Sos.Adl. sh: 189 )
“ Para biriktirilemez, tasarruf etmek, biriktirmek yoktur.” Seyyid Kutub ( Cihan Sulhü ve İslam )
“ Mirasta değişiklikler yapılabilir. Bazı tahsisler olabilir. Hisseler varislerin ve toplumun haline göre yeniden düzenlenlenebilir.” Seyyid Kutub ( İsl.Sosyal Adalet sh: 309 )

“ Zekat sistemi değiştirilmelidir. Bugünün medeni icablarıyla bağdaşmayan ve heba olup giden muvakkat ihsan manasından uzak, daimi rızık olsun ve zekatı hisse senetlerine yatıralım. ” Seyyid Kutub ( İsl. Sos.Adalet sh: 298 )

“ 3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretim müesseseleri birleştirilmiş, gericiliğin, arapçılığın karargahı olan medreseler kaldırılmıştır. Hepsi de mübarek mukaddesat sanılan ve fakat Türk milletinin muasır medeniyet seviyesine ulaşmasını engelleyen mesela tekkeler, zaviyeler, üfürükçülük, muskacılık, arap harfleri, dini kılıkla dolaşmak gibi dini hayatta reformlar hep hep kanunla olmuştur...Bu sebepten DİNİMİZDE REFORM kanunu çıkarmak Laikliğe aykırı değil, Türk tarihine (Atatürk Devrimleri) gibi yeni bir şeref tacı olabilir.” Osman Nuri Çerman ( A.Dilipak, a.g.e. sh: 125 )

“ Hayırlı, dine uygun (Reform) meseleleri hakkında hafta tatili dine aykırıdır gibi sözlerle sizi iğfale çalışan habislere iltifat etmeyiniz.. Masalları bırakınız. Her şeyin kaynağı insan zekasıdır. ” K.Atatürk (Abdurrahman Dilipak, a.g.e. sh: 126 vd. )

“ Peygamber, Suriye hristiyanlarından din bilgisi almıştır.” M.Hamidullah ( İslam Peygamberi, sh: 21 )

“ Muhammed’in dini hususatta bilhassa haham edebiyat ile İbrani edebiyatından istifade ettiği gün gibi ispat olunmaktadır.” K.Atatürk ( Atatürk’ün el yazılarıyla İslamiyet ve Hz. Muhammed -sallahü aleyhi vesellem- ( Dilipak, a.g.e. sh: 225 )

“ Muhammed, iptida Allah’ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır; bunu düşünmemiştir. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini neşreyledikten sonra kendisinde hasıl olmuştur.” K.Atatürk ( Atatürk’ün el yazısıyla Hz.Muhammed -sallahü aleyhi vesellem- Nokta, 17.11.1985 Dilipak, a.g.e. sh: 151 )

“ Muhammed’in hayatına aid bir kitabın tercüme edilmesini emir verdim...Çobanlar güneş, bulut ve yıldızlardan başka bir şey bilmezler. Yeryüzündeki köylüler ancak bunu bilir... ” K.Atatürk Emil Ludwig devam ediyor.Gaziye dedim ki; bu kanaatı en büyük akılların kanaatlarına tevafuk eder. Goethe de bu tabiata Allahlar namını vermiştir. Daha evvel bu memlekette aksedilmesi uzak görülen bu sözleri M. Kemal, almanca ve onun yüksek sesiyle tekrar eylemiş ve bundan sonra şöyle demiştir: “Ben bu muammayı kabul edemem. Takdis’e layık ancak cemiyet-i beşeriyyenin reisi kimsedir.” (Dilipak, Bir Başka Açıdan Kemalizm, sh: 183 )

“ ..Hasib es-Sammarai’nin ifadesiyle, tevatürle sabit İsa aleyhisselam’ın Hayy olarak göğe ref’i mucizesini inkar eden; Abduh-R.Rıza-Seyyid Kutub güruhunun imanına şehadet edenleri azim bir tehlike bekler.” Ahmet Bahri ( Furkan dergisi, sayı 39. Sh: 27 )

“ Ferdi mülkiyet sınırlıdır..Mal cemiyetin mülkiyetinde olduğundan, ferd malını ihtiyacı olanlara faizsiz vermekle mükelleftir.” Seyyid Kutub , İslami Etüdler sh: 72 )
“ Ferdi mülkiyet yoktur. Mal cemiyetin mülküdür.” Karl Marks ( Das Kapital )

“ Bugünkü Vehhabiliğin, başı boş içtihad davranışlarının, her türlü reformcuların, her türlü ruh ve mana zedeleyicilerinin, doğrudan doğruya, yahud dolayısıyle babası İbn-i Teymiyye’dir ve onu “İslam Materyalisti” diye yaftalamak yerinde bir teşhistir..” Üstad Necip Fazıl Kısakürek ( Doğru Yolun Sapık Kolları, sh: 106 )

“ Ehl-i sünnet ve cemaatça inanılması şart ve mecbur olan hususlara iman etmeyen “ehl-i kıble” olma özelliğini de yitirir..Kendi heva ve heveslerinden hükümler icad edenler, genellikle “ehl-i bid’at” arasından çıkmıştır.” Yusuf Kerimoğlu (emanet ve Ehliyet c.1; sh: 55 )

5 Haziran 2008 Perşembe

Dinde Reform Sapıklığı / M.Şevket Eygi

İSLÂM’A ve Müslümanlara içten yapılan en vahim saldırı, dinde reform ve dinler arası diyalog hareketidir. Bunların niçin yanlış, bâtıl, yıkıcı olduklarını madde madde açıklamak istiyorum.
1. Dinde reform istemek, İlahî ve gerçek din olan İslâm’a hakaret etmek demektir. Bu dini bize, Peygamberi vasıtasıyla Yüce Allah göndermiştir. İslâm dini tahrife uğramamıştır, gönderildiği gibi zamanımıza intikal etmiştir. Allah -hâşa- yanlış yapmayacağına göre, dinimizde reforma ihtiyaç yoktur.
2. Bin dört yüz yıldan beri hiçbir büyük din âlimi, müfessir, muhaddis, fakih, müctehid, allame dinde reform yapılmasını istememiştir. Dinde reform yapılmaz fakat tecdid yapılır. Tecdid, zamanla ortaya çıkmış bid’atleri kaldırıp İslâm’ın aslî safiyetine dönmektir. Mesela İmam-ı Rabbani, ikinci bin yılının müceddididir. Resulullah Efendimiz, Allah’ın her asırda İslâm’a, Kur’an’a, Sünnete hizmet edecek bir müceddid (yenileyici, saflaştırıcı) göndereceğini beyan etmiştir.
3. Kur’an tefsirinde kesinlikle reform ve yenilik yapılamaz. Böyle bir reformu isteyenler dolaylı şekilde Kur’an’a saldırmış olurlar.
4. Sünnette ve hadislerde reform olmaz. Bundan asırlarca önce hangi hadislerin mütevatir, hasen yahut zayıf olduğu büyük allameler tarafından tespit ve beyan edilmiştir. Yine din âlimleri mevzu hadisler hakkında da eserler yazmışlardır, bazısının mevzu dediğine bazısı değildir demiştir. Ahlâk ve tehzip konusunda, nasslara ters düşmeyen zayıf hadislerin zikredilmesinde beis görülmemiştir. Mesela namaz kılmayı teşvik eden, namazı terk etmeyi kötüleyen bir hadis zayıf da olsa zikredilir, çünkü zaten o konuda nice âyet ve kuvvetli hadis bulunmaktadır.
5. Bir kısım reformcular, münzel/indirilmiş İslâm’ı kaldırıp uydurulmuş bir İslâm türetmek istiyorlar. Adını İslâm koyuyorlar ama içine asıl ve gerçek İslâm’a uymayan bozuk görüşler, düşünceler, yorumlar sokuşturuyorlar. Bunlar on dört asırdan beri kopuksuz olarak günümüze kadar gelen Ehl-i Sünnet İslâmlığına uymayan şeylerdir ve Müslümanların bunları reddetmesi gerekir.
6. Reformcular, Şeriatsız bir İslâm istiyorlar. Bu bir sapıklıktır.
7. Reformcular, Fıkıhsız bir İslâm istiyorlar, bu da sapıklıktır.
8. Reformcular, Peygamberi bir sembol olarak kabul etseler de, onun dindeki yerini küçümsüyorlar, tesirini azaltmak istiyorlar,
9. İslâm’da din ve dünya, ruhanî ve cismanî (sprituel ve temporel) ayrımı yoktur. Reformcular, İslâm toplumunu sekülerleştirmek, yani din ile hayatı ayırmak istiyorlar,
10. Reformcular İslâm dünyasında bir tür Protestanlık çağı ve çığırı açmak istiyorlar.
Dinde Reform, Dinde Yenilik, Kur’an Müslümanlığı, Mealcilik, Mezhepsizlik, Telfik-i Mezahip, Efganîcilik... Bunların hepsi dinde reform ile eş manalıdır. Devamı burada

3 Haziran 2008 Salı

kim ne demiş !? ( 1 )

Bu yazıda, değişik zamanlarda fikirlerini açıklamış kişileri bulacaksınız. Belgesel tarzda, tarafımızdan en küçük bir yorum dahi yapmadan, tıpkı çocukların yap-boz oyunları gibi parçaları alt-alta koyarak bir mana fotoğrafını çekmeyi sizlerin firasetinize bırakıyoruz. Yap-boz’u karışık olarak önünüze dökmek bizden; bütün’e ulaşmak için paragrafları doğru bir şekilde sıralamak çabası da sizden. Haydi kolay gelsin.!
“ Uygar Türkiye, şeyhler, dervişler memleketi olamaz. Ölülerden medet ummak uygar bir toplum için lekedir. En doğru, en gerçek yol uygarlık yoludur.” K. Atatürk (1 Eylül 1925 )
“ Bugün bütün memleketlerde evliyaya ibadet ediliyor. İslamiyyetten evvelki arapların, meleklere, heykellere tapındıkları gibi onlardan şefaat istiyorlar. Allah’ın bildirdiği tevhidde Allah ile kul arasına vasıta ve şefaat etmek yoktur.” Seyyid Kutub, ( Zümer suresi , Ayet : 3 Fizilail Kur’an ‘dan )
“ Gerici fikirleri güdenler belirli bir sınıfa dayanacaklarını sanıyorlar. Bu kat’iyyen bir vehimdir, bir zandır. İlerleme yolumuza dikilen engelleri ezip geçeceğiz. Bir dinin tabi olması için akla, ilme, fenne ve mantığa uygun olması gerekir.” K. Atatürk ( 3 Şubat 1923 )

''Bizim devlet idaresindeki ana programımız CHP programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. biz ilhamımızı gökten ve gaipten değil, daoğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.'' K. Atatürk ( 1 Kasım 1937)

“ İslam idaresi sofuluk satan dervişleri, sahte şeyhleri, şunun bunun adaklarıyla yaşasınlar diye kendi alemlerinde başıboş bırakmaz..Zikir meclisleri, evrad okumalar vs. tenbellik çağının ürünleridir. Hayat ve hareket çağları böyle şeylere önem vermemiştir. Avare dervişleri, miskin şeyhleri yedirip içiren serbest bırakan varlıklarını kabul eden feodalite idi. Çünkü bu adamlar yoksulluk ve eşkiyalığın gırla gittiği bir toplumda halkın aldatılması için en güzel araçlardı..ham sofular ruh yapılarını kazanç usüllerini değiştirerek faaliyet alanında herkes gibi olmazlarsa, toplumun en değersiz en iğrenç insanları durumuna düşeceklerdir.” Seyyid Kutub (İslam ve Kapitalizm Çatışması sh: 108 Birleşik yay. 6. Baskı, yıl 1995 )

“ Zaman ve ahvalin değişmesiyle İslam’ın değişen hududu budur.” Seyyid Kutub (İslam’da Sosyal Adalet, sh: 189 )

‘’Kabir azabı ancak hadislerle temellendirilebilir. Hadisler ise akaide konu olmazlar. Dolayısıyla kabir azabı iman veya inkarın konusu değildir.’’ M.İslamoğlu (mustafaislamoglu.com)

“ İslam toplumunu inşaa ederken, İslam fıkhına bağlı kalmamak gerekir.” Seyyid Kutub ( İslam ve Medeniyetin Problemleri )

“ Ortada bir başka zümre daha var. Bu zümre İslam demek, şeyh ve dervişlerin yönetimi demektir sanıyor. Bu yanlış düşünce neden doğmuştur. Sathi kültürden, nesillerin olayları ayıklayamamasından..
Şeyh ve derviş kisveleri İslami olmaktan uzaktır. İslami kıyafet, İslami olmayan kıyafet diye bir şey yoktur. Hz.Peygamber ne cübbe giymiştir, ne kaftan, nede kavuk örtmüştür."” Seyyid Kutub, ( İslam ve Kapitalizm Çatışması sh: 101 )

“ Bugün İslam adına kadının parlementoya girmesini istemiyen, çalışmaktan men edilmesini, kol ve bacak örtüsünün uzatılması için haykıranlar-kendilerini bu tarafa itan duygularına saygımla birlikte- meselenin hepsini ayrıntılara inhisar ettirmekte İslam’ı kolaya ve eğlencele aldıklarını söylememe müsaade etsinler.” Seyyid Kutub, ( İslami Etüdler, sh: 90 )

“ Biz dine saygı gösteririz.” K.Atatürk
(Asaf İlbay, Nak. A.Dilipak a.g.e. sh: 156 )

“ Davetliler arasında çok muhterem ve yaşlı bir hanımefendi vardı. Bu hanımefendi de Atatürk’ün meclubu idi, fakat ağır siyah tuvaletinin üstüne bir siyah örtüyü takmadan edememişti. Salondan çıkış kapısında, Atatürk bu kadına yaklaşıp: “Müsaadenizle” deyip örtüyü başından sıyırıp, yanlarında bulunan zat’a : “Bu örtüleri artık görmek istemiyorum” diyerek uzattılar ve örtünün altından çıkan kır saçların güzelliğini medhederek : “Bu güzel saçlar kapatılır mı hiç ? ” diyerek eğilip onları öptüler.” İclal Işık ( Nak.A.Dilipak “Bir Başka Açıdan Kemalizm sh: 170 )

"Kadınların başlarını örtmesi iman meselesi ölçüsünde önem arz etmez. Allah'a karşılık kulluk, umumi manada kulluk ölçüsünde önem arz etmez bunlar. (!) Teferruata ait meselelerdir... Temel meseleler varken, teferruatla uğraşılmamalı." Fethullah Gülen ( 1.10. 1996 tarihli Zaman ve 23-28 Ocak 1995 Hürriyet ve 23-30 Ocak Sabah gazetesi ropörtajlarından )

“ Bu hocalar başımda yeşil bir sarık, yüzümde uzun bir sakal, geniş bir cübbe içinde, elimde bir tesbih beni öbür dünya ile ilgili bir adam yapmak istediler. Şaşılacak bir şey varsa; bunların kalın kafaları beni hala anlamamıştır.” K.Atatürk;
( Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, Sh: 345 Nak. A.Dilipak , Bir Başka açıdan Kemalizm, sh: 155 )

“ Mustafa Kemal Paşa beyanatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü :
- Evet Karabekir; Araboğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’an-ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım ! Ta ki, budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler” M.Kemal ( Paşaların Kavgası, Yayına Hazırlayan İsmet Bozdağ, sh: 159 )

“ Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız..” K.Atatürk (İsmet Bozdağ, a.g.e. sh: 165 )

“ Cumhuriyet idaresi fazilet-i ahlakiyeye dayanan bir idaredir. ” K, Atatürk (İzmir Kız Öğretmen okulunda bir konuşma, Hakimiyet-i Milliye 15.10.1925 )

“ Hayreddin Karaman’ın Cuma hutbesinin milli birlik ve beraberlik, halk eğitimi, kalkınma seferberliği, salgın hastalıklar ve bunun gibi konulara ayrılması hususundaki görüşleri, Demokrasi ile İslam’ı aynı sanmasından kaynaklanan bir yanlıştır. Karaman Mevdudi’nin “İmam-ı Rabbani ve İslam” isimli kitabını tercüme ederken, dipnotlarla açıklama lüzumu hissetmiştir. Bunlardan birisi de şudur :
“ Müslümanların yaşadıkları memleketlerdeki meşru ve demokratik idarelere karşı isyan ve anarşi çıkarmaları değildir.Burada dine karşı olan materyalistlerle mücadele söz konusudur.” Hüsnü Aktaş (Medeni Vahşet, sh: 207-208 3. Baskı 1980 )

“ Al sana bir rezalet daha ! Hiç Kur’an hükümlerine ( teori, nazariye) sıfatı yakıştırılabilir mi ? Bu felsefe, yani başıboş bir düşünce tabiri veya çürük ve daimi yalanlanması mümkün görüşlere verilen ad..Bu cümleyi kullanan bir Diyanet İşleri Başkanında Kur’an ile herhangi bir kitabı, vahy ile felsefeyi ayırd edici ölçü yok demektir. Olamayınca da Diyanet İşleri, (Süleyman Ateş için ) Cinayet İşleri olmaz da ne olur ? Üstad N.Fazıl Kısakürek, (Rapor 3, sh: 264-267 )

“ İşte bu fikri bütünlük İslam felsefesinin kendisidir.”Seyyid Kutub, (İslam’da Sosyal Adalet sh: 30 )

“ Buna göre İslam’ın nazari kaidesinin...” Seyyid Kutub ( İslami Hareket Metodu, sh: 86 )

“ O devrelerde, bugünkü gibi, İslam nazariyesi karşısında...” Seyyid Kutub (İslami Etüdler sh:75)

‘’Bir kimse, Yunan felsefecileri gibi, (Dünya kadimdir, ezelidir) derse küfre düşer. Yahut, (İnsanın ve bitkilerin yaratılışında, kirpiğimizin, saçımızın uzamasında ilahi şuuru görüyoruz) derse, mahluk [yaratık] olan şuuru Yaratıcı için kullanmış olur. Bu ise küfürdür. Çünkü şuur, akıl, fikir yaratıktır. (İslam düşüncesi) demek de bu bakımdan küfürdür. Çünkü İslamiyet bir düşünce sistemi değildir. İlahi emir ve yasaklara düşünce demekten çok sakınmalıdır! İçinde (İslam düşüncesi), (İslam nazariyesi) gibi ifadeler bulunan kitaplar çok zararlıdır.’’ (www.mehmetalidemirbas.com)

“ Biz dahi, uygulanmıyacak fikirleri, nazari birtakım teferruatı yaldızlayarak, bir KİTAP yazabilirdik. Öyle yapmadık..” K.Atatürk ( Dilipak a.g.e. sh : 154 )

“ Muhammed’in bir melek ile ve Allah ile hakikaten konuşmuş olduğu kanaatinde bulunanlar olduğu gibi, Muhammed’in isteyerek böyle söylediğini ileri sürenler olmuştur. Bu faraziyeleri bir tarafa bırakmak ve meseleyi ilim ve mantık çerçevesi içinde mütalaa etmek daha doğru olur..”
K.Atatürk ( Dilipak a.g.e. sh: 151 )

“ İnsanın şu veya bu hayvandan tekamül etmiş olması, onun değerini düşürmez.. Muhakkak olan nokta, insanın evrim geçirdiğidir.” Süleyman Ateş ( Kur’an-ı Kerime göre Evrim Teorisi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.20, sh: 131)

“ ..İlk hayvan denizlerde balık ve karalarda muhtelif kemikli yaratıklar oldu; bunlar devirlerde şekilden şekile tekamül ettiler. İnsanlar sularda çırpınan bir varlıktan bugünkü şekline geldi.” K. Atatürk, (Afet İnan, Nakleden A. Dilipak Bir Başka açıdan Kemalizm, sh: 155 )

“ Bu ayetten, dünyada yeniden bedenlenme, yani reenkarnasyon ( ruhun bedenin ölümüyle başka bir bedene geçişi ) de anlaşılabilir..” Yaşar Nuri (Kur’andaki İslam sh: 160 )

“ İslam’a göre, bütün insanlar, birbirlerine yakın bağlarla bağlı bir ailedir..” S.Kutup. (Cihan Sulhü)

“ Baylar, bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşünüşte yükselip, olgunlaşması, Hristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizm’den vazgeçerek yalınlaştırılmış ve herkes için anlaşılacak bir duruma getirilmiş katkısız ve lekesiz bir DÜNYA DİNİNİN kurulması ..” K.Atatürk, (Dilipak a.g.e. sh: 153 )

''Vade dolduğu halde borç ödenmez, aradan bir süre daha geçer ve bu arada para değer kaybına uğrarsa bunun da (enflasyon farkının) ödenmesi gerekir.''Hayrettin Karaman/Yeni Şafak 01.05.2008

‘’Geçmişte yaşayan bid’at ehli ile bugünkileri birbirinden ayıran önemli bir durum var: Geçmişte yaşayanların bid’at ehli olduğu konusunda zihinlerde herhangi bir şüphe ve tereddüt mevcut değildi. Bugüne gelince, bid’at ehli hakkında, bid’at ehli oldukları dışında söylenmeyen şey hemen hemen yok gibi. Oysa bütün karizmaları(!) ve otoriteleri(!) bid’at görüşlerinden kaynaklanıyor.'' Dr.Ebubekir Sifil (Milli Gazete 08.05.2008)

“ İslamiyyet diğer dinlere nefret manasını taşıyan dini taassubu kabul etmez.” Seyyid Kutub (Cihan Sulhü kitabından )

“ Kaç Osmanlı şehzadesi taç, taht saltanat kavgasıyla Bursa’ya hücum etmişler; yakmışlar yıkmışlar ahalisini soymuşlar. Zavallı Bursa ve Bursalılar bu saltanat düşkünlerinin oyuncağı halinde ne acı günler geçirmiştir.” K.Atatürk ( Hakimiyet-i Milliye 14. 9. 1924 )

“ Bugünkü manada cihadı Emeviler uydurmuştur. İslam’ da bu manada cihat yoktur.” Yaşar Nuri ( Kur’andaki İslam sh: 508 )

“ İslam insanlara zorla kabul ettirilmesi lazım gelen bir din değildir.” Seyyid Kutub (Cihan Sulhü )