İyi bilgi’de Hayrettin Karaman ile içtihat ağırlıklı yapılan söyleşiden bana ilginç gelen bölümler üzerinde kendi kendime burada mavi yazı rengi ile düşünmek istedim :
Neler okuyordunuz? Fikrî beslenme kaynaklarınız nelerdi o dönemde?
Elime geçen her kitabı okuyordum. Fakat özellikle Osmanlı’nın 1908 Meşrutiyet inkılâbından sonra yetişmiş Osmanlı-İslam münevverlerinin kitaplarını, dönemin dergilerini okuyordum. Özellikle Sırat-ı Müstakim, Beyanül-Hak çok önemlidir benim için. Bu dergilerde ve eski Sebilürreşat’ta içtihat kapısı, mezheplerin birliği tartışmaları özellikle ilgimi çekiyordu. Bu dergiler, ki
taplar, buralardaki tartışmalar benim zihnimde bambaşka kapılar, pencereler açtı. O zamanlarda Ahmed Hamdi Akseki’nin Darülfunun’da asistan iken tercüme ettiği Mezahibin Telfiki ve İslam’ın Bir Noktaya Cem’i çok önemliydi yine. Ayrıca benim son olarak Gerçek İslam’da Birlik diye tercüme ettiğim ve başına uzunca bir giriş ekleyerek neşrettiğim kitabı, Kevakibi’nin ittihad-ı İslam, hilafet, içtihat, içtihatı taklit, mezhepler mevzularında Müslümanların durumu hakkında enteresan bilgileri ihtiva eden Ümmül-Kura isimli kitabını okuyordum. Zaten bir arayışım vardı ve bu konuları erken zamanlarda okumuş olmak beni çok etkiledi. Doymuş toprağa yağmur işlemez; fakat kuru toprağa yağmur yağarsa o takdirde toprak, yağmur damlalarını öyle bir çeker ki içine. Böyle bir durumdu benimki de.
Elime geçen her kitabı okuyordum. Fakat özellikle Osmanlı’nın 1908 Meşrutiyet inkılâbından sonra yetişmiş Osmanlı-İslam münevverlerinin kitaplarını, dönemin dergilerini okuyordum. Özellikle Sırat-ı Müstakim, Beyanül-Hak çok önemlidir benim için. Bu dergilerde ve eski Sebilürreşat’ta içtihat kapısı, mezheplerin birliği tartışmaları özellikle ilgimi çekiyordu. Bu dergiler, ki

Karaman daha 16-18'li yaşlarda mezheplere takıntı ile başlamış öğrenimine. İlmi emanet, nefsi eminlik gibi ilim adamının birincil kaygısından uzak; mezheplerin telfiki yani birleştirilmesi gibi olması mümkün olmayan ve faydası da bulunmayan mayınlı yollarda gezmiş.''Çok önemliydi'' dediği şey aslında bu!Bazıları ittihad-ı İslam (İslam Birliği) ideallerini hilafet makamında aramak yerine, mezheplerin birleştirilmesi gibi bir garabette sanmışlardır.Yazar da o çizginin insanı olarak hangi vadilerde dolaştığını, ''arayış içinde olduğunu'' kendi diliyle itiraf etmiş oldu.
Okumalarınız bu çerçevede mi şekillendi?
Daha sonra fıkıh usulü kitapları okumaya başladım. Okudukça anladım ki, bu meselelerdeki tabular, sadece bizim zihinlerimizde imiş. Bazı kaynaklar, kişiler içtihadın şartlarını abartıyorlarmış. İçtihadın basit bir şey olmadığını, fakat imkansız da olmadığını kavradım. Kapı açık yani.
Evet, kimse kapıyı kapatmamış, bu bir ilim meselesiymiş, bunu anladım.
Daha sonra fıkıh usulü kitapları okumaya başladım. Okudukça anladım ki, bu meselelerdeki tabular, sadece bizim zihinlerimizde imiş. Bazı kaynaklar, kişiler içtihadın şartlarını abartıyorlarmış. İçtihadın basit bir şey olmadığını, fakat imkansız da olmadığını kavradım. Kapı açık yani.
Evet, kimse kapıyı kapatmamış, bu bir ilim meselesiymiş, bunu anladım.
Bu meselede tabu falan yok, bu meselede içtihat edecek alim kalmadı. Okudukça anlasaydı, İmam Suyuti gibi bir zatın bile devrinin alimleri tarafından mutlak müçtehitliğinin sınanarak icma ile kabul görmediğini bilir ve kendisini bu büyük meseleye aday görmezdi. Eskiler ilimde derinleştikçe tevazuda da derinleşirken, son devir eli kalem tutanlarsa allameliklerini ilan edebiliyorlar. Elbette içtihat kapısı kıyamete kadar açık ama o kapıdan girebilmek için arapça bilmenin yetmeyeceğini ve ''bu bir ilim'' meselesiymiş diyerek kendisinde deryadan bir katre ilmin bile olmadığını kabullenmek ayrı bir mesele..Keşke yazar bunu ilk çağlarında mezhepsizliği savunan tezler üzerine yazılmış kitapları okumadan önce anlayabilseydi..!Hatta şahsıma yazdığı cevabi mailinde ''ben içtihad yetkimi ilmimden alıyorum'' diyebildi!
Çalışırsanız, öğrenirseniz, kelimenin tam manasıyla âlim olursanız Kur’ân’ı da hadisleri de yorumlayabilir, tefsir edebilirsiniz. Hem eskiden verilmiş cevapları gözden geçirebilir, hem de eskilerin meşgul olmadıkları, bugünkü hayatımızı ilgilendiren mevzularda İslam’ın hükümlerini ortaya koyabilirsiniz. Bunların mümkün olduğu konusunda tedrici bir kavrayışla İmam-Hatip’i, Enstitü’yü bitirdim. Enstitü’yü bitirdiğim vakit bu konuda çalışmayı kafama koymuştum. Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’ya asistan oldum. O vakitler Hoca bizim Enstitü’deydi. Yüksek İslam Enstitüsü.
Yani kendisini kelimenin tam anlamıyla alim olarak-hemde içtihada ehil müçtehid olarak- görebilme enaniyetine bakınız! Abdestsiz namaz olur mu diye sorulan bektaşi misali, ben kıldım oldu demiş ya bu da aynen öyle. Ben içtihat ettim ve oldu! Bu tip yazarlar nasıl eminler kendilerinden.Nasıl Allah celle celaluh katında yaptığım işler Allahın rızasına uygun mudur acaba..diye sorgulamazlar. İslami ilimlerle uğraşanları bekleyen en büyük tehlikele bu olsa gerek.Eskilerin cevaplarını ve ilmi metodolojiye hakkıyla nüfus etse, ''Sizin cehenneme en hevesli olanınız fetva vermeye hevesli olanınızdır'' mealli hadis-i şerif karşısında, bırakın içtihat etmeyi, fetva verme konusunda bile bir adım geri dururdu.
Evet. Hoca’ya böylesi bir konuyu kabul ettirmek de hiç kolay bir iş değildi. Bahsettiğiniz isimlerin temsil ettiği fikrî çerçeve ile Ömer Nasuhi Bilmen’in çerçevesi epey farklı.
Ömer Nasuhi Bilmen (rh.a) hoca derin bir alimdi ve aynen bu röportajda isminden bahsetmediği merhum Ahmed Davudoğlu hocası gibi, mezhepleri birleştirme heveslilerine asla pabuç bırakacak insanlar değildilerdi. Kendilerinde müçtehitlik sıfatının olmadığı bilinci ile Karaman gibi yazarlara ilmen göz açtırmayacak kadar, ilmi emanete ve geleneksel yada klasik denilen nakil zincirine- ki bu zincirin ucu sahabe ve aleyhissalatü vesselam efendimize gider- son derece sadık alimlerdi. Bu sebeple elbette Ömer N. Bilmen hocanın çerçevesi farklı olacak.Onlar, ''kişi arkadaşının dini üzeredir'' sırrına sadık insanlardı.
Tabii. Hoca’ya ben de zaten farklı bir noktadan yaklaştım. Dedim ki, “Hocam her köşede bir müçtehit türüyor. Bu işin dejenere olacağı anlaşılıyor. Ben bu işin öyle kolay olmadığını anlatmak üzere bir çalışma yapmak istiyorum.”
Her akademik çalışma bir strateji gerektirir derler.
Aynen öyle, “Çok iyi olur oğlum” dedi.
Aynen öyle, “Çok iyi olur oğlum” dedi.
''Farklı noktadan yaklaştım'' yani asıl maksadımı gizledim. Bırakın ilmi emanet duygusunu, yazar, adına strateji diyerek; bu işin güya kolay olmadığını ispatlamak adına, bu işe soyunduğunu açıkça beyan ediyor. Oysa müçtehidlik vasıflarından biri de, yalandan, olduğundan başka görünmekten, hakiki alimleri, ders aldığı hocalarını kandırmamaktan geçer.Bu ''ismet'' sıfatında ''fetanet'' sıfatında karşılığını bulan Peygamber varisi alim olmanın, olmazsa olmazlarındandır. Hiçbir akademik çalışma, sinsilik ve yalan niyet gerektirmez. Hocaya karşı takiyyeyi içinde barındıran bir anlayışın, daha sonra arapça eserlerden bizlere çevirdiklerine nasıl güveneceğiz? İslamoğlu'da bu konu şu eserde şöyle diyor (Sanırım kabir azabı bahsindeydi) ama, Ebubekir Sifil hoca o denilenin o eserde öyle olmadığını ispat ediyor.
Derin ve değerli alim hocaya yalan söylemek ve onu kandırmak nerede, 40 yıl hocasının bulunduğu dergaha eğri odun taşımayıp, bu kapıdan eğrilik geçmez diyen Yunus Emre anlayışı nerede! Bu niyet ve temeller üzerine yazdığı fetva kitaplarından örneklemeler için bu yazı hacmi uygun değil. Bu ''stratejisi'' (!) üzerinde ne kadar durulsa azdır.
Sonuçta çalışmayı bitirdiniz ve bu çalışma etrafında sizin açtığınız tartışmalar bilebildiğimiz kadarıyla epeyce ses getirdi. O ortamı da anlatır mısınız? Kimler destekledi, kimler muhalefet etti size? Siz bir de 1976-1980 yılları arasında Nesil dergisini çıkardınız ve burada da bu fikirleri işlediniz. O dönemde başlayan tartışmaları, bugüne yansıması ile birlikte nasıl değerlendiriyorsunuz?
İşte o sesler bir fitneye karşı çıkan seslerdi. Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri kitabını bizzat Karaman'ın hocalarından merhum A.Davudoğlu hoca Karaman ve Karaman gibiler için kaleme almış ve Karaman yoluna kananlarca çok eziyetlere ve tehtitlere maruz kalmıştır.O dönem mezhepsizlik/mezhepleri telfik cereyanı tüm İslam dünyasında dış güçlerce finanse ve kışkırtma içinde geçen buhranlı devirlerdi.Türkiye'de yazarın çıkardığı Nesil dergisi bu mezhepsizliğin bayraktarlığını yapıyordu.Zaten aşağıda bu durumu kendisi de itiraf etmiş oluyor.
Şimdi Fahrettinciğim bizim bu çıkışımız karşısındaki tavırları birkaç gruba ayırmak gerekiyor. Az da olsa bir grup, “İşte bir Luther zuhur ediyor”, “Beklediğimiz reformcu geliyor” diye sevindiler. Çoğu hayatta değil onların, fakat çok küçük bir gruptu bunlar. Benimle temas kurdular, teşvik ettiler beni. “Senden çok şey bekliyoruz bu konuda” vs. dediler.
(.............)
Ben değişmedim. Başta neyi hedeflediysem o hedef üzerinde yürüdüm ve hâlâ da yürüyorum.
Karaman için o artık değişti, mezhepleri birleştirme '' benim içtihadım..'' vb.gibi şeyleri 80'li yıllarda yapmıştı..diyenlere hem bu cümlesi ve hemde o yıllara uyan düşüncelerinin ürünü kitapları neden yayından çekmiyor ya da o kitaplarına atıfta bulunan yeni bir kitap yazmıyor diye sormak gerekir.M.Luther nasıl hristiyanlığı protestanlık altında bir kol/mezhep ile böldüyse, aynını Karaman'dan beklemişler. Çok şükür ki, ünü Türkiye dışına taşmadı ve ehl-i sünnet diyarı memleketimizde kendisinden etkilenen önemli bir kitlesi olmadı.
İslam Hukuku adlı kitabında mezhepleri red sadedince : "Mezhepçi olmak yerine İslamcı olunuz..Bizce halk dini hocalara sormalı, hocalar bütün mezhepleri tetkik etmeli, en doğru hükmü bulup söylemelidir.'' diyebilen yazarın Günlük Hayatımızda Helaller Haramlar Nesil yay. kitabından fecaat örneklere girmeden; faize, erkek kadın tokalaşmasına ve Ahmed Davudoğlu merhumun :“Enstitüde (Karaman) talebem iken Hulle meselesinde bana itiraz etmiş, kitaptan nakillerimi beğenmemiş, “böyle yerlerde biz içtihad etmeliyiz “ demişti. Ben de :”Ben müctehid değilim, içtihadı inşaallah siz yaparsınız demiş, Dürer kitabını kendisine göndermiştim.” O (Hayreddin Karaman) bir üstadına “Hocam” diyemiyecek kadar kibirli, hocasını yarasa sürüsüne benzetecek kadar edep ve terbiye garibi”buyurduğu Hayreddin Karaman'ın düşüncesinin ve fetvalarının temel çıkış noktası mezheplerde telfik (birleşme) dir. Son bir notla bitirelim.Ebubekir Sifil hoca,'' Abdülkerim Süruş: Modern bir savruluş (1) '' başlıklı makalesinde Süruş'dan bahsederken aşağıdaki yazıyı da, dip not olarak dikkatlere sunar:
2) İlginç bir not: İnternette yer alan bir habere göre, Süruş’un Roterdam İslâm Üniversitesi’ni ziyareti esnasında, rektör Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, burada Felsefe ve İslâm Düşüncesi dersleri vermesini teklif etmiş. Haber için bkz. http://groups.yahoo.com/group/BilgiHOLLANDA/message/588.
İkinci ilginç not: Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Roterdam İslâm Üniversitesi’ni ziyareti esnasında verdiği konferansta, “Din değişir mi?” diye bir soru sormuş. Bu soruya yine kendisi Süruş’un cevabını tasdik ederek cevap vermiş ve şöyle demiş: “Dinin özü, Allah nezdindeki din değişmez; fakat ister Kur’an’dan, ister hadisten elde etmiş olalım bizim bilgimiz değişir.”
İkinci ilginç not: Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Roterdam İslâm Üniversitesi’ni ziyareti esnasında verdiği konferansta, “Din değişir mi?” diye bir soru sormuş. Bu soruya yine kendisi Süruş’un cevabını tasdik ederek cevap vermiş ve şöyle demiş: “Dinin özü, Allah nezdindeki din değişmez; fakat ister Kur’an’dan, ister hadisten elde etmiş olalım bizim bilgimiz değişir.”