9 Nisan 2008 Çarşamba

Hayrettin Karaman'la yapılan bir söyleşinin düşündürdükleri!


İyi bilgi’de Hayrettin Karaman ile içtihat ağırlıklı yapılan söyleşiden bana ilginç gelen bölümler üzerinde kendi kendime burada mavi yazı rengi ile düşünmek istedim :

Ne­ler oku­yor­du­nuz? Fik­rî bes­len­me kay­nak­la­rı­nız ne­ler­di o dö­nem­de?
Eli­me ge­çen her ki­ta­bı oku­yor­dum. Fa­kat özel­lik­le Os­man­lı’nın 1908 Meş­ru­ti­yet in­kı­lâ­bın­dan son­ra ye­tiş­miş Os­man­lı-İs­lam mü­nev­ver­le­ri­nin ki­tap­la­rı­nı, dö­ne­min der­gi­le­ri­ni oku­yor­dum. Özel­lik­le Sı­rat-ı Müs­ta­kim, Be­ya­nül-Hak çok önem­li­dir be­nim için. Bu der­gi­ler­de ve es­ki Se­bi­lür­re­şat’ta iç­ti­hat ka­pı­sı, mez­hep­le­rin bir­li­ği tar­tış­ma­la­rı özel­lik­le il­gi­mi çe­ki­yor­du. Bu der­gi­ler, ki­tap­lar, bu­ra­lar­da­ki tar­tış­ma­lar be­nim zih­nim­de bam­baş­ka ka­pı­lar, pen­ce­re­ler aç­tı. O za­man­lar­da Ah­med Ham­di Ak­se­ki’nin Da­rül­fu­nun’da asis­tan iken ter­cü­me et­ti­ği Me­za­hi­bin Tel­fi­ki ve İs­lam’ın Bir Nok­ta­ya Cem’i çok önem­liy­di yi­ne. Ay­rı­ca be­nim son ola­rak Ger­çek İs­lam’da Bir­lik di­ye ter­cü­me et­ti­ğim ve ba­şı­na uzun­ca bir gi­riş ek­le­ye­rek neş­ret­ti­ğim ki­ta­bı, Ke­va­ki­bi’nin it­ti­had-ı İs­lam, hi­la­fet, iç­ti­hat, iç­ti­ha­tı tak­lit, mez­hep­ler mev­zu­la­rın­da Müs­lü­man­la­rın du­ru­mu hak­kın­da en­te­re­san bil­gi­le­ri ih­ti­va eden Üm­mül-Ku­ra isim­li ki­ta­bı­nı oku­yor­dum. Za­ten bir ara­yı­şım var­dı ve bu ko­nu­la­rı er­ken za­man­lar­da oku­muş ol­mak be­ni çok et­ki­le­di. Doy­muş top­ra­ğa yağ­mur iş­le­mez; fa­kat ku­ru top­ra­ğa yağ­mur ya­ğar­sa o tak­dir­de top­rak, yağ­mur dam­la­la­rı­nı öy­le bir çe­ker ki içi­ne. Böy­le bir du­rum­du be­nim­ki de.

Karaman daha 16-18'li yaşlarda mezheplere takıntı ile başlamış öğrenimine. İlmi emanet, nefsi eminlik gibi ilim adamının birincil kaygısından uzak; mezheplerin telfiki yani birleştirilmesi gibi olması mümkün olmayan ve faydası da bulunmayan mayınlı yollarda gezmiş.''Çok önemliydi'' dediği şey aslında bu!Bazıları ittihad-ı İslam (İslam Birliği) ideallerini hilafet makamında aramak yerine, mezheplerin birleştirilmesi gibi bir garabette sanmışlardır.Yazar da o çizginin insanı olarak hangi vadilerde dolaştığını, ''arayış içinde olduğunu'' kendi diliyle itiraf etmiş oldu.

Oku­ma­la­rı­nız bu çer­çe­ve­de mi şe­kil­len­di?

Da­ha son­ra fı­kıh usu­lü ki­tap­la­rı oku­ma­ya baş­la­dım. Oku­duk­ça an­la­dım ki, bu me­se­le­ler­de­ki ta­bu­lar, sa­de­ce bi­zim zi­hin­le­ri­miz­de imiş. Ba­zı kay­nak­lar, ki­şi­ler iç­ti­ha­dın şart­la­rı­nı abar­tı­yor­lar­mış. İç­ti­ha­dın ba­sit bir şey ol­ma­dı­ğı­nı, fa­kat im­kan­sız da ol­ma­dı­ğı­nı kav­ra­dım. Ka­pı açık ya­ni.
Evet, kim­se ka­pı­yı ka­pat­ma­mış, bu bir ilim me­se­le­siy­miş, bu­nu an­la­dım.

Bu meselede tabu falan yok, bu meselede içtihat edecek alim kalmadı. Okudukça anlasaydı, İmam Suyuti gibi bir zatın bile devrinin alimleri tarafından mutlak müçtehitliğinin sınanarak icma ile kabul görmediğini bilir ve kendisini bu büyük meseleye aday görmezdi. Eskiler ilimde derinleştikçe tevazuda da derinleşirken, son devir eli kalem tutanlarsa allameliklerini ilan edebiliyorlar. Elbette içtihat kapısı kıyamete kadar açık ama o kapıdan girebilmek için arapça bilmenin yetmeyeceğini ve ''bu bir ilim'' meselesiymiş diyerek kendisinde deryadan bir katre ilmin bile olmadığını kabullenmek ayrı bir mesele..Keşke yazar bunu ilk çağlarında mezhepsizliği savunan tezler üzerine yazılmış kitapları okumadan önce anlayabilseydi..!Hatta şahsıma yazdığı cevabi mailinde ''ben içtihad yetkimi ilmimden alıyorum'' diyebildi!

Ça­lı­şır­sa­nız, öğ­re­nir­se­niz, ke­li­me­nin tam ma­na­sıy­la âlim olur­sa­nız Kur’ân’ı da ha­dis­le­ri de yo­rum­la­ya­bi­lir, tef­sir ede­bi­lir­si­niz. Hem es­ki­den ve­ril­miş ce­vap­la­rı göz­den ge­çi­re­bi­lir, hem de es­ki­le­rin meş­gul ol­ma­dık­la­rı, bu­gün­kü ha­ya­tı­mı­zı il­gi­len­di­ren mev­zu­lar­da İs­lam’ın hü­küm­le­ri­ni or­ta­ya ko­ya­bi­lir­si­niz. Bun­la­rın müm­kün ol­du­ğu ko­nu­sun­da ted­ri­ci bir kav­ra­yış­la İmam-Ha­tip’i, Ens­ti­tü’yü bi­tir­dim. Ens­ti­tü’yü bi­tir­di­ğim va­kit bu ko­nu­da ça­lış­ma­yı ka­fa­ma koy­muş­tum. Ömer Na­su­hi Bil­men Ho­ca’ya asis­tan ol­dum. O va­kit­ler Ho­ca bi­zim Ens­ti­tü’dey­di. Yük­sek İs­lam Ens­ti­tü­sü.

Yani kendisini kelimenin tam anlamıyla alim olarak-hemde içtihada ehil müçtehid olarak- görebilme enaniyetine bakınız! Abdestsiz namaz olur mu diye sorulan bektaşi misali, ben kıldım oldu demiş ya bu da aynen öyle. Ben içtihat ettim ve oldu! Bu tip yazarlar nasıl eminler kendilerinden.Nasıl Allah celle celaluh katında yaptığım işler Allahın rızasına uygun mudur acaba..diye sorgulamazlar. İslami ilimlerle uğraşanları bekleyen en büyük tehlikele bu olsa gerek.Eskilerin cevaplarını ve ilmi metodolojiye hakkıyla nüfus etse, ''Sizin cehenneme en hevesli olanınız fetva vermeye hevesli olanınızdır'' mealli hadis-i şerif karşısında, bırakın içtihat etmeyi, fetva verme konusunda bile bir adım geri dururdu.

Evet. Ho­ca’ya böy­le­si bir ko­nu­yu ka­bul et­tir­mek de hiç ko­lay bir iş de­ğil­di. Bah­set­ti­ği­niz isim­le­rin tem­sil et­ti­ği fik­rî çer­çe­ve ile Ömer Na­su­hi Bil­men’in çer­çe­ve­si epey fark­lı.

Ömer Nasuhi Bilmen (rh.a) hoca derin bir alimdi ve aynen bu röportajda isminden bahsetmediği merhum Ahmed Davudoğlu hocası gibi, mezhepleri birleştirme heveslilerine asla pabuç bırakacak insanlar değildilerdi. Kendilerinde müçtehitlik sıfatının olmadığı bilinci ile Karaman gibi yazarlara ilmen göz açtırmayacak kadar, ilmi emanete ve geleneksel yada klasik denilen nakil zincirine- ki bu zincirin ucu sahabe ve aleyhissalatü vesselam efendimize gider- son derece sadık alimlerdi. Bu sebeple elbette Ömer N. Bilmen hocanın çerçevesi farklı olacak.Onlar, ''kişi arkadaşının dini üzeredir'' sırrına sadık insanlardı.

Ta­bi­i. Ho­ca’ya ben de za­ten fark­lı bir nok­ta­dan yak­laş­tım. De­dim ki, “Ho­cam her kö­şe­de bir müç­te­hit tü­rü­yor. Bu işin de­je­ne­re ola­ca­ğı an­la­şı­lı­yor. Ben bu işin öy­le ko­lay ol­ma­dı­ğı­nı an­lat­mak üze­re bir ça­lış­ma yap­mak is­ti­yo­rum.”
Her aka­de­mik ça­lış­ma bir stra­te­ji ge­rek­ti­rir der­ler.
Ay­nen öy­le, “Çok iyi olur oğ­lum” de­di.

''Farklı noktadan yaklaştım'' yani asıl maksadımı gizledim. Bırakın ilmi emanet duygusunu, yazar, adına strateji diyerek; bu işin güya kolay olmadığını ispatlamak adına, bu işe soyunduğunu açıkça beyan ediyor. Oysa müçtehidlik vasıflarından biri de, yalandan, olduğundan başka görünmekten, hakiki alimleri, ders aldığı hocalarını kandırmamaktan geçer.Bu ''ismet'' sıfatında ''fetanet'' sıfatında karşılığını bulan Peygamber varisi alim olmanın, olmazsa olmazlarındandır. Hiçbir akademik çalışma, sinsilik ve yalan niyet gerektirmez. Hocaya karşı takiyyeyi içinde barındıran bir anlayışın, daha sonra arapça eserlerden bizlere çevirdiklerine nasıl güveneceğiz? İslamoğlu'da bu konu şu eserde şöyle diyor (Sanırım kabir azabı bahsindeydi) ama, Ebubekir Sifil hoca o denilenin o eserde öyle olmadığını ispat ediyor.
Derin ve değerli alim hocaya yalan söylemek ve onu kandırmak nerede, 40 yıl hocasının bulunduğu dergaha eğri odun taşımayıp, bu kapıdan eğrilik geçmez diyen Yunus Emre anlayışı nerede! Bu niyet ve temeller üzerine yazdığı fetva kitaplarından örneklemeler için bu yazı hacmi uygun değil. Bu ''stratejisi'' (!) üzerinde ne kadar durulsa azdır.

So­nuç­ta ça­lış­ma­yı bi­tir­di­niz ve bu ça­lış­ma et­ra­fın­da si­zin aç­tı­ğı­nız tar­tış­ma­lar bi­le­bil­di­ği­miz ka­da­rıy­la epey­ce ses ge­tir­di. O or­ta­mı da an­la­tır mı­sı­nız? Kim­ler des­tek­le­di, kim­ler mu­ha­le­fet et­ti si­ze? Siz bir de 1976-1980 yıl­la­rı ara­sın­da Ne­sil der­gi­si­ni çı­kar­dı­nız ve bu­ra­da da bu fi­kir­le­ri iş­le­di­niz. O dö­nem­de baş­la­yan tar­tış­ma­la­rı, bu­gü­ne yan­sı­ma­sı ile bir­lik­te na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?

İşte o sesler bir fitneye karşı çıkan seslerdi. Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri kitabını bizzat Karaman'ın hocalarından merhum A.Davudoğlu hoca Karaman ve Karaman gibiler için kaleme almış ve Karaman yoluna kananlarca çok eziyetlere ve tehtitlere maruz kalmıştır.O dönem mezhepsizlik/mezhepleri telfik cereyanı tüm İslam dünyasında dış güçlerce finanse ve kışkırtma içinde geçen buhranlı devirlerdi.Türkiye'de yazarın çıkardığı Nesil dergisi bu mezhepsizliğin bayraktarlığını yapıyordu.Zaten aşağıda bu durumu kendisi de itiraf etmiş oluyor.

Şim­di Fah­ret­tin­ci­ğim bi­zim bu çı­kı­şı­mız kar­şı­sın­da­ki ta­vır­la­rı bir­kaç gru­ba ayır­mak ge­re­ki­yor. Az da ol­sa bir grup, “İş­te bir Lut­her zu­hur edi­yor”, “Bek­le­di­ği­miz re­form­cu ge­li­yor” di­ye se­vin­di­ler. Ço­ğu ha­yat­ta de­ğil on­la­rın, fa­kat çok kü­çük bir grup­tu bun­lar. Be­nim­le te­mas kur­du­lar, teş­vik et­ti­ler be­ni. “Sen­den çok şey bek­li­yo­ruz bu ko­nu­da” vs. de­di­ler.
(.............)
Ben de­ğiş­me­dim. Baş­ta ne­yi he­def­le­diy­sem o he­def üze­rin­de yü­rü­düm ve hâ­lâ da yü­rü­yo­rum.

Karaman için o artık değişti, mezhepleri birleştirme '' benim içtihadım..'' vb.gibi şeyleri 80'li yıllarda yapmıştı..diyenlere hem bu cümlesi ve hemde o yıllara uyan düşüncelerinin ürünü kitapları neden yayından çekmiyor ya da o kitaplarına atıfta bulunan yeni bir kitap yazmıyor diye sormak gerekir.M.Luther nasıl hristiyanlığı protestanlık altında bir kol/mezhep ile böldüyse, aynını Karaman'dan beklemişler. Çok şükür ki, ünü Türkiye dışına taşmadı ve ehl-i sünnet diyarı memleketimizde kendisinden etkilenen önemli bir kitlesi olmadı.

İslam Hukuku adlı kitabında mezhepleri red sadedince : "Mezhepçi olmak yerine İslamcı olunuz..Bizce halk dini hocalara sormalı, hocalar bütün mezhepleri tetkik etmeli, en doğru hükmü bulup söylemelidir.'' diyebilen yazarın Günlük Hayatımızda Helaller Haramlar Nesil yay. kitabından fecaat örneklere girmeden; faize, erkek kadın tokalaşmasına ve Ahmed Davudoğlu merhumun :“Enstitüde (Karaman) talebem iken Hulle meselesinde bana itiraz etmiş, kitaptan nakillerimi beğenmemiş, “böyle yerlerde biz içtihad etmeliyiz “ demişti. Ben de :”Ben müctehid değilim, içtihadı inşaallah siz yaparsınız demiş, Dürer kitabını kendisine göndermiştim.” O (Hayreddin Karaman) bir üstadına “Hocam” diyemiyecek kadar kibirli, hocasını yarasa sürüsüne benzetecek kadar edep ve terbiye garibi”buyurduğu Hayreddin Karaman'ın düşüncesinin ve fetvalarının temel çıkış noktası mezheplerde telfik (birleşme) dir. Son bir notla bitirelim.Ebubekir Sifil hoca,'' Abdülkerim Süruş: Modern bir savruluş (1) '' başlıklı makalesinde Süruş'dan bahsederken aşağıdaki yazıyı da, dip not olarak dikkatlere sunar:
2) İlginç bir not: İnternette yer alan bir habere göre, Süruş’un Roterdam İslâm Üniversitesi’ni ziyareti esnasında, rektör Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, burada Felsefe ve İslâm Düşüncesi dersleri vermesini teklif etmiş. Haber için bkz. http://groups.yahoo.com/group/BilgiHOLLANDA/message/588.
İkinci ilginç not: Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Roterdam İslâm Üniversitesi’ni ziyareti esnasında verdiği konferansta, “Din değişir mi?” diye bir soru sormuş. Bu soruya yine kendisi Süruş’un cevabını tasdik ederek cevap vermiş ve şöyle demiş: “Dinin özü, Allah nezdindeki din değişmez; fakat ister Kur’an’dan, ister hadisten elde etmiş olalım bizim bilgimiz değişir.”