28 Haziran 2011 Salı

“Mehdi As. Konusunda Uyarı”


''Bir kimse Mehdiyim diye ortalığa çıkmışsa ya da bir topluluk birinin Mehdi As. olduğu davasındaysa şunlara bakarak onun veya onların yalancı olup olmadığını rahat anlarsınız:

1- Müslümanlar yeryüzüne hakimler mi? O şahıs yeryüzünün meliki mi?

2- Hz. İsa As. onunla beraber mi?

3- Yeryüzünden zulüm, fısk, fücur, aşikar günah işlemek, Allah’a isyan kalkıp yeryüzü adaletle doldu mu? Mal, servet, zenginlik adetsiz hesapsız herkese dağıtıldı, ihtiyaç sahibi kimse kalmadı mı?'' Yazının tamamı aldanmayalım.net'te

21 Haziran 2011 Salı

Diyanet ve imam..

''Halk farkında değil ama şu anda Diyanet kadrolarını ele geçirmek için dehşetli bir faaliyet var. Sessiz sedasız sinsice...

Bendeniz bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak, fetva isteyeceğim müftünün, arkasında namaz kılacağım imamın, konuşmasını dinleyeceğim vaizin itikadını, mezhebini, meşrebini bilmeliyim. Bir imam "Bu devirde üç hak ibrihimî din vardır, Hz. Muhammed'i, Kur'anı, İslam'ı inkar eden gayr-i Müslimler Cennetliktir" diyorsa, Sünnî olarak onun ardında namaz kılamam.

Bir imam "Fazlurrahman büyük ve mübarek bir din önderidir. Onun Tatiliye mezhebi haktır. Kur'andaki nice kesin hükümler tarihseldir, bugün geçerli değildir" inancına sahipse onun ardında da namaz kılamam. Bir imam müteşabihatı lügavi manaya alarak "Allah'ın insanlar gibi eli, ayağı, yüzü vardır. O iner çıkar. Onun ciheti vardır..." gibi inançlara sahipse onun ardında da namaz kılamam. Evet tekrar ediyorum: Diyanet kadrolarını ele geçirmek için birtakım fırka ve hizipler var güçleriyle sinsice çalışıyor. Dehşetli taqiyye yapılıyor.''
M. Şevket Eygi

Namaza dair..

''Niye Namaz Kılıyoruz? Allah`u Teala nın Emri Var...

Niye Sureleri İçimizden Okuyoruz? Bizi Bir Duyanın Olduğuna İnandığımız İçin!

İçimizi Duyan... Dışımızı Görmez mi? Hakkıyla Namaz Kılan Kötülük Yapar mı?

Bunca Pislik İçinde Evimizin Önünden Geçen Bir Irmakla Günde Beş Defa Niye Yıkanmayalım??''

http://vakiseher.blogcu.com/

20 Haziran 2011 Pazartesi

Sevgiler Neden Acıydı?


Anımsatmayan Sevgiler Neden Acıydı? Hakiki Sevgi “Sen” Olduğun İçin mi?
Sensiz Sevgilerin, Sana Getirmeyen Sevmelerin Kıymeti Olmadığı İçin mi?
Senin Dışında Sevilenler Tutsak Ettiği İçin mi? “Sevgi” Sensizken Adamlığını Kaybettiği İçin mi?
Sevgi Niye Vardı, Sana Getiren Yolları Daha Kolay Bulmak İçin mi?...

Bir Seni Sevmem Gerekirdi, Yıkılmaya Mahkûm Dünyada...
Bir Sana Koşmam Gerekirdi Hiç Düşünmeden... Telaşlarıma ve Sensizliği Benimseten Hayallerime Aldırmadan... Bir Senin Adını Yazmalıydım Yüreğime...
Yüreğimi Sahibine Teslim Etmeliydim Hiç Şüphe Etmeden...

Yüreğimin Sahibi Sendin, Sevgine Muhtaç Olan Bendim...
Seni Tenzih Ederek Buyurmalıydım Yüreğime... Nakış Nakış İşlemeli, Doymayı Bilmeden Seyretmeliydim Adını... Hatta, Seni Düşünmediğim Demlerde...
Sensizliğin Adı Ölüm Olmalıydı Gönül Hanemde...

Bir Sana Susamalıydım...
Bir Sana Yanmalıydım Yanmanın Hakkını Vererek ve Bir Sana Ölmeliydim Sevgimden...
Kalbim Her Atışında “Bir İsmin” Dolanmalıydı Dilime... Dilim Kalbimle Bir Olmalıydı ve Benim Yalnız “Sana” Olmalıydı Dönüşlerim...

Öyle Bir Yüreğim Olmalıydı ki, Amacını Unutmalıydı...
Öyle Bir Yüreğim Olmalıydı ki Mecnun Demeliydi Bana, Beni Görenler... Mecnunun Adı Yeniden Yankılanmalıydı...

Dağlar Yerinden Oynamalı, Toprak Hayretlere Kapılmalıydı, Ben
“HU!” Deyince... Yer Sarsılmalı, Kıyametler Kopmalıydı, Ben “HAY!” Deyince...

Yüreğim Yanık Kokmalıydı Sevgimden...
Adını Her Andığımda Unutmalıydım Kendimi ve Seni Unutturan Her Şeyi... Ben Böyle Sevmeliydim ve Böyle Ölüp Gitmeliydim.

Geri Dönmeliydi Kalbime Uğrayanlar...
Aşkın, Ashabı Kehf Gençlerini Anımsatmalıydı... Onları Görünce Korkudan Ürperenler, Benim Kalbime Yaklaşınca da Ürpermeliydi Ve Seslenmeden Çekip Gitmeliydiler...

Yalnız Yüreğim ve Yüreğimi Dolduran Sevgin Yetmeliydi Bana.
Kimseye İhtiyaç Duymadan, Vuslata Erinceye Dek Öylece Beklemeliydi…

İşte, Sevmek Böyle Olmalıydı, Peygamberane Bir Tavırla...
Ashabi Bir Usulle... Ben Böyle Sevmeliydim Seni... Ben Böyle Ölmeliydim Sende, Yeniden Dirilircesine...

Ayet Ayet Geçiyorsun İçimden, Susuyorum ve “Sana” Ait Olan Her Kelama Boyun Eğiyorum...
Seni Öven Cümleler Sıralanıyor Zihnimde... Seni Haykırıyor Her Hece ve Her Kelime...
Çaresiz Kalıyorum Varlığın Karşısında ve Yalana Açılan Tüm Sevgileri Deviriyorum Birer Birer...
Yırtıyorum, Karalıyorum Esir Eden Yapmacık Sevgileri,

Ağlıyorum Yeniden Beni Affetmen İçin...
Beni Kurtaramayan, Cehennemin Alevlerine Kendi Elleriyle Atan Sevgilere Sırtımı Dönüyorum...
Sensiz Olan Her Şeye Kapatıyorum Kapılarımı...

Sana Adım Atamayışlarım, Yüreğime Sarmayışlarım Utandırıyor Beni...
Yağmur Damlası Misali, Yere Düşürüyor Islak Bakışlarımı...
Şimdi, Suçlu Bir Çocuk Misali Kaçmak İstiyorum Kendimden...


Ey Rabb'im “Sana” Sevginden Yapılmış ve Sevgin Kokan Tevbeler Sunuyorum...

Yalvarıyorum Sana Du'a Du'a, Kurtarır mısın? Beni Sevgi Nedir Bilmeyen Cehennemlerden?

http://vakiseher.blogcu.com/

Necip Fazıl'dan..

"Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin has-sasiyeti içinde birini arıyordum. Birini...
O kim mi?

Allah'ın sevgilisi...

Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedilik sarayının paslanmaz tâcı...

Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı.

Bin bir istikâmette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahet saadeti karşısında şaşkın, hep o "Bir" etrafında helezonlar çizilen bir hayat...

Benim hayatım budur!"

18 Haziran 2011 Cumartesi

Çakal Carlos'u Müslüman yapan neden


'Tek kurtuluş İslam

İslam’a girmesiyle Batı toplumunun en büyük günahlarından olan bireysellik hastalığından tamamen uzaklaştığını ifade eden Carlos: “Müslüman olduğum ilk yıllar İslam hayatıma çok önemli bir değişiklik getirmedi. Ailemden aldığım sağlam ahlâki değerler nedeniyle İslâmî olgunluk zevkini tatmam uzun bir sürece yayıldı. Daha sonraki yıllar ise imanın tadını almaya başladım. İslam insanlarla dayanışma hissimi daha da arttırdı.

Müslüman olmam Batı toplumunun en büyük günahlarından olan bireysellik hastalığından beni tamamen uzaklaştırdı. Ben her zaman insanların sömürülmediği bir dünya için mücadele verdim. Bugün benim için mücadelemin temel dayanağı ve inandığım devrimin adı İslam'dır. Emperyalizme ve siyonizme karşı çıkan bütün devrimci örgüt ve savaşçıları İslam bayrağı altında birleşmeye çağırıyorum. İnsanlığın tek kurtuluş adresi İslam'dır.” diyor.'' tamamı burada

Semiyyu'zzebih Alemin ölümü

''Her yönüyle gerçek bir ilim ve gönül adamıydı İsmail Çetin hocam. Yaşantısıyla, eserleriyle, hastalığına rağmen bitmek bilmeyen enerjisiyle, talebeleriyle ve müstakim duruşuyla. Arapça eserlerinin kapağına, adını sarahaten yazmak yerine, Hz. İsmail (a.s) ile adaş olduğunu anlatan "Semiyyu'z-Zebîh" ifadesini kullanmayı tercih ediyordu...'' Dr.Ebubekir Sifil
yazının tamamı burada

17 Haziran 2011 Cuma

Nureddin Yıldız

Farklı mezheplere göre amel etmek
''SORU: Hocam, derslerinizden ve sohbetlerinizden aslında zaten mezhepsiz olduğumuzu anladım fakat bir mezhebe uymanın zorunlu olduğunu da öğrendim. Bu durumda, bir mezhebin uygulaması olan daha kuvvetli bir delil ile amel edilebilinir mi? Örnek: Ebu Davud´da bizim mezhebimizde namazda göbek altında el bağlama şeklimize getirilen delil´in yine ebu davud´da dipnot olarak cumhur ulema tarafından zayıf kabul edildiğini okudum, dolayısıyla buhari ve müslimde okuduğum ve Hanbeli mezhebinin uygulaması olan elleri göğüs üzerine bağlama şekli ile amel edebilir miyim? Bu uygulama delilini bildiğim sürece, diğer ameller için de geçerli olabilir mi, sakıncası var mıdır?

CEVAP: Mesele sadece el bağlamakla bitmiyor ki? Her meseleyi bu şekilde araştırmaya ne kadar vaktiniz ve imkânınız olacak? Ayrıca zayıf diyenlerin yanında değil diyenlerin de bulunduğu bir tartışma ile karşılaşınca ne yapacaksınız? Şunu bilmekte yarar vardır: Mezhepler, kör bir taassubun sonucunda oluşmamıştır. Daha makul düşünerek yolumuza devam edelim. Allah’a emanet olun.'' BağlantıNureddin Yıldız / Fetva Meclisi

Yukarıdaki alıntı, can.cenk1@gmail.com' a H.Saygıncılar tarafından gönderilmiştir. N.Yıldız'a hürmetle ve ciddiyetle soru sormaya başlayan kişi, ''Aslında zaten mezhepsiziz'' diyor ve Nureddin bey de sükut ile sitesine taşıdığı okurun soruya başlarken ki cümlelerinden gocunmak yerine cevaba girişiyor. (1) Bir mezhebe uymanın zorunlu olduğunu da aynı Nureddin'den öğrenmiş!Çelişkili cevapalar.. (Herhalde telfik yoluyla.Acaba yazım hatası vardı da soruyu soranın cümlesi şöyle miydi : ''derslerinizden ve sohbetlerinizden aslında zaten mezhepsiz olduğuNuzu anladım''ala külli hal her iki durumdaki bir cümleye ''hoca'' olan ve ehl-i sünnete bağlı bir zatın derhal itiraz etmesi ve doğruyu anlatması gerekirdi.Sonuçta ilk anlama durumu olsa bile, sorucu sizin sohbet ve derslerinizden mezhepsiz olunacağını anladım demek de istemiş olabilir.

Blog yazılarımda ısrarla vurguladığım şeylerden biri : İtikaden sakat/arızalı tiplerden şeytandan kaçar gibi kaçılacağı, ''toptancı'' bir tutum sergileneceğidir.Bu, bizim gibi cahiller için ne kadar elzemse, hoca gecinenler için de geçerli olduğuna son örnek N.Yıldız'dır.

Kendisiyle bir söyleşide ''..Fizilali Kur'an benim şarzlı pil makinamdır. Bundan devamlı şarz ederim kendimi, çok faydalı oluyor.'' diyor Nureddin Yıldız. Seyyid Kutub'un tefsir ismi verilen kitabını elinden düşürmediğini beyan ediyor. Kutub'un arızalı fikirlerini zaten bu bloğun takipçileri bilmektedirler.(Bakınız :En çok okunanlar linki)

Bir ehl-i sünnet mezhebine sadıkane uymayanların durumu. Zahid el Kevseri (rh.a) ''Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür'' diye insanları uyardı. Yani an gelir mülhid olma tehkilesi ile karşı karşıya kalırsın da haberin olmaz, kendini Müslüman sanırsın. Bu cümlemle N.Yıldız'ı itham etmiyorum. Genel bir prensipten söz ediyorum. Hamdolsun tekfir hastalığım yoktur. Sadece bu yazarın fikirleri arızalı/sakattır, muteber değildir, okumamak gerekir diyerek Müslüaman kardeşlerimi ikaz görevimi yapmaya gayret ederim.

Mezhebe karşı çıkanlar, mesela bir S.Kutub'u kendilerine ''imam/önder/örnek'' kabul ederek, onun mezhebine (yani yoluna) uymuş olduklarını, dolayısıyla mezhepli olmaktan kurtulamadıklarını da farkına varmayacak bir garabetin içine düşüyorlar. Asıl bıralıp (4 hak mezhep) sahtelerinin peşine düşülmüş oluyor.

Yukarıda N.Yıldız'a soru soran, '' bir mezhebin uygulaması olan daha kuvvetli bir delil ile amel edilebilinir mi? '' diyerek hem kendisine neredeyse imkansız bir zor kapı aralıyor, hem de ulemanın asla cevaz vermediği batıl yol olan ''telfik'' yani mezhepleri karma yaşama aymazlığından dem vuruyor. Hocası da ne kendisine ithaf ettiği mezhepsizliğe ne de işbu telfik'e tepki gösteriyor! Oysa telfik dinle alay etmektir!

Görüyor musunuz tehlikeyi? Bir hak mezhebe göre icazetiyle uyup itikad ve amel etmeyenlerin halini. Bana kaynaklarını söyle, sana durumunu söyleyeyim..Efendim yanlış fikirlerini almaz, faydalı olanlarını alırız, masum ve sinsi düşüncesiyle bir bid'at fikirlinin kitaplarını okursan, varacağın yer maazallah en azıyla mezhepsizlik ve ötesi dinsizliktir! İste hoca ol, ister alim bu netice değişmez bir akibettir. İkinci binin müceddidi İmam-ı Rabbani kuddise sirruh hazretlerimiz boşuna mı ikaz etti ümmeti ve buyurdu : ''Bid'atçinin sohbet fesadı, kafirin sohbetinden daha çoktur..Bid'at sahibine kıymet veren İslamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur."
Sonra bana, neden hoca diye hitap etmiyorsun diyenler oluyor. Hoca'dan kasıt dini saha ise, bid'at ehline hoca demem. Ama laik sistemin arızalı ilahiyatçılarından biriyse mecbur kalırsam okul öğretmeni manasında belki..

Farklı bir mezhepten yardım almak, zaruret halinde elbette caizdir ama bunun nasıl tatbik edileceği, şartları da ayrıca ulemamız imamlarımız tarafından ilmi olarak izah edilmiştir. Çocuk oyuncağı gibi, avamın kendi kıt anlayışına bırakılamayacak kadar hassas bir mes'eledir.

Bahsedilen siteyi inecele diyen okurum: Ne gerek var, en baştaki soru cevap ve S.Kutub'la şarj olma örneği yetmez mi? Zaman kıymetli, daha fazla israf etmeyip, gönlümüzü şu mübarek Allah azzenin nur fezyi mübarek ayında muhafaza edelim.Ne demiş atalarımız. Körle yatan şaşı kalkar. Uzak durun kendisini müctehid sanan zevattan.Onlardan öğrenecek bir şeyimiz yok, dua edelim şifa bulsunlar.
_____________________________________
(1) N.Yıldız'ı tanımam, bu vesile ile aşağıda başka bir soruya verdiği ibret cevabı okuduktan sonra uzak duracağım kişilerden biri olduğunu anladım,(aşağıdaki soru ve cevabı da irdelesek yazı çok uzayacak, yalnızca ilginç yerleri koyu yazı ile belirledim) işte sitesinden soru ve verdiği tuhaf cevap :

Mezhebe bakışımız nasıl olmalıdır?
SORU: Değerli hocam, sorum mezheptir. Ben amelde Hanefi, itikatta Maturudi mezhebindenim. Bir arkadaşımla yaşadığım tartışma sonucu kafamda soru işaretleri oluştu. Arkadaşım herhangi bir mezhebe tabi olmadığını ehli sünnet olduğunu söyledi. Hz. Muhammed’e tabiyim, yolundan gidiyorum, mezhebim yok dedi. Olur mu öyle şey dedim. Bir kaç soru sordum; vitr sence sünnet mi vacip mi dedim, sünnet dedi. Bir yerin kanayınca abdest alır mısın dedim, almam ama namazda burnum kanarsa alırım dedi. Sehiv secdesini namaz içinde mi dışında mı yaparsın dedim, ikisi de olur ama içinde yapmak daha makbul dedi. Daha çok şafiye yakın gitti. Sonrasında imam maturudinin çok akılcı yaklaştığını ve bunun da çok doğru olmadığını söyledi. Mezhep imamlarının da tarikat şeyhlerini de hiçbir tabi olunurluğu yoktur, ahirette bize mezhebimiz sorulmayacaktır dedi. Bir mezhebe tabi olursan mezhepteki hataları da kendin sırtlanırsın, kafir bile olursun dedi. Amel neyse de itikat çok daha önemli dedi. Kendi aklı ile hareket edemeyenlerin mezhebe tabi olacaklarını, her şeyin cevabını kütübü sitteden bulabileceğimizi de iddia etti. Kafam karıştı gitti. Mezhebe bakışımız ne olmalıdır. Mezhep geniş nedir, mezhepsiz olmak insanı dinden çıkarır mı ve mümkünse o arkadaşa cevap verir gibi bir cevap verirseniz sevinirim hocam. Ben de istiyorum ki asıl sen yanlışsın, bu iş öyle değil böyledir diyebileyim. Allah’a emanet olun.

CEVAP: İki mü’minin dini üzerinden tartışması, büyük ihtimalle şeytanı hoşnut edecektir. Onun için dinimiz üzerinden tartışma yapmamayı ilke edinelim. Ne sizin onu ne de onun sizi ikna edemeyeceği bellidir; sadece birbirinizi üzecek, kul hakkına tecavüz edeceksiniz. Eğer siz, doğru yolda olduğunuza inanıyorsanız, yolunuza devam edin. O da doğru yolda olduğuna inanıyorsa yoluna devam etsin. Önemli olan Allah Teala’nın rızasına ermemiz değil midir? Kardeşimizin söyledikleri yanlış şeyler değildir. Ama uygulama imkânı olan şeyler de değildir. O düşüncede olan kardeşlerimiz, mezhepleri kaldırıp kendi anlayışlarını tatbik ederken kendilerini bir mezhep yerine koymaktadırlar. Bakın ne diyor: ‘Öyle de olur ama böylesi daha iyi.’ İşte mezhep de o demektir zaten. Kardeşimizin ahirette mezhepten sormazlar dediği yüzde yüz doğrudur. Mezhepten sormazlar ama mezhebin içeriği sorulacak şeydir. Kısaca şunu söyleyebiliriz:
Bu tartışma aylarca sürse gelebileceğiniz bir nokta yoktur. Boşuna vakit israf etmiş olursunuz. Kardeşliği zedelemeyin, yolunuza devam edin. Allah’ın bize emrettiği çok daha yoğun ve aktif bir şekilde yapmamız gereken görevlerimiz vardır. Onlara yönelelim. ''

15 Haziran 2011 Çarşamba

Her pencere ayrı bir dünya..


Dünya küçüldü denilir ya. Gerçektende bir açıdan öyle..Günlük istatistiklere bakarım. Taa Amerika'dan (okyanus ötesinden) Avustralya'ya kadar hiç tanımadığımız, bilmediğimiz ama nefes alıp yaşayan,türkçe konuştuğu ve Müslüman olduğu için; bilgi edinmek, araştırmak adına, buraya misafir olan, yüzlerce insan..(Gelen tenkit ya da sorulara kimi zaman maille cevap veriyorum;gerekiyorsa buraya taşıyorum.İltifatları haketmediğim için mahçup oluyorum.)
Yüzlerce binlerce, milyarlarca hayat..Yukarıdaki haritada çok koyu yerler (mesela Türkiye gibi) fazla sayıda ziyaretçiye işaret ediyor.Bu, Türkiye hariç, diğer bölgelerde hergün değişiyor. Sözgelimi bugün Afrika'dan gelen olmamış şu saat itibariyle.Ama Sırbistan dahil, Batı Avrupa'nın neredeyse tamamından kardeşlerimiz de hoş gelmişler.Yerküremizin her yerinde Müslüman var.Allah azze ve celle yardımcınız olsun.Düzgün itikat ve beş vakit namazıyla gurbette ölen şehittir.Selam olsun hepinize.

14 Haziran 2011 Salı

günah..

“Bir insan hanımı zannederek, yabancı bir kadınla cinsel ilişki kursa bu insan günahkâr olmaz. Fakat bir insan hanımıyla yatarken başka birini hayal etse günahkâr olur.”Aliyyü’l-Kârî'den nak.Dr.Ebubekir Sifil

Yabancı gözüyle..

'' İnsanın verebileceği en büyük eser Goethe’nin Faustudur. Daha büyük bir eser olamaz. O, bir dil şaheseridir. Kur’ân ise Faustun birkaç kat şaheseridir. Sonuç itibariyle Kur’ân’ı bir insanın yazması mümkün değildir.'' Montgomery Watt

Sahte Müctehidler, Bozuk İctihadlar...

''Vehhabilerin ve Selefilerin göklere çıkardıkları Nasuriddin Albani isminde bir zat var. Bu kişi, bir otodidakttir, ilmi icazeti yoktur, mesleği saatçiliktir. Kendisini büyük muhaddis olarak göstermiş ve Sahih-i Buhari'ye bile dil uzatmıştır. Yaptığı vahim hataların, büyük imamlara ve ulemaya karşı saygısızlık ve hakaretlerinin, bid'atlerinin, tahribatının haddi hesabı yoktur. Ehl-i Sünnet uleması ve fukahası ve muhaddisleri bu kişiyi red için ciltlerle kitaplar yazıp Müslümanları uyarmışlardır. Reformcuların yere göğe sığdıramadıkları bu bid'atçinin içyüzünü anlamak isteyenler, "Zamanımızın Önde Gelen Reformcusu Nasuriddin el-Albani Hakkında Kısa bir Rehber" (Dr. Cibril Fuad Haddad) adlı risaleyi mutlaka okumalıdır. (Bedir Yayınevi'nden temin edilebilir. Tel: 0212/519 36 18)'' Mehmet Şevket Eygi

13 Haziran 2011 Pazartesi

Kürtçe ezan ya da..

Acı hikayemiz bu kadar lirik şiir tadında kağıda dökülebilirdi. Ve en sona dikkat : ''Kürtçe Ezan Kürtlerin "tek parti dönemi"dir. Yolu yarım asır geri gitmek yani. Bir kere sokulduğumuz delikten bir kere daha sokulmak...'' Irkçılığın nasıl ayrıştırıcı bir bela olduğunu yaşadığımız zaman diliminde saklanası bir makale.

''Kürtler : Bir delikten iki kere sokulmak...''

Aramıza yapay sınırlar çizilmeden ve "İslam ülkeleri" tabiri dilimize düşmeden çok önce zihnimizdeki yerini yitirmeye başlamıştı "İslam kardeşliği" olgusu. Her bir etnik unsur ayrı bir baş çekmeyi ve "İslam kardeşliği" vakıasını bu şekilde fiilen ortadan kaldırmayı "marifet" saymaya başladığında başlamıştı "bölücülük" fitnesi aslında. Araplar Türkleri "işgalci" görecek, Türkleri köpeklerine "Arap" ismi takacak vadilere savuran o illetten başkası değildi.

Sadece alfabemiz, takvimimiz, kıyafetimiz değildi değiştirilen; dost ve düşmanlarımız da değişmişti kaçınılmaz olarak. Sırtımızı birbirimize dönünce, yüzümüzü döndüğümüz taraftan olduk. Mıknatısın aynı uçları gibi birbirini iterek bugüne geldi Ümmet-i Muhammed'i oluşturan unsurlar ve yeryüzünde böyle bir dağılmışlığa bizden başka maruz kalan yok...

Alfabemiz, takvimimiz, kıyafetimiz bizim "şiarımız"dı. Biz varlığımızı onlar üzerinden görünür kılıyor, "öteki"nden onlar vasıtasıyla ayrılıyorduk. Ezan ise o şiarların en görüneni idi. Bizi, varlık alanımızı, eşyaya, insana, hayata, kâinata ve fizik ötesine bakışımızı günde beş kere ilan ediyorduk ezan vasıtasıyla.

Sonra gün geldi o da "değişim"den nasibini aldı. "Allâhu Ekber"in yerini "tanrı uludur" aldı. O artık "ezan" değildi; ezanın sembolize ettiği değerler sisteminin hayatın dışına itildiğini ilan eden bir "meydan okuyuş"tu.

Uzun, upuzun yıllardı onlar. Hafızaların en kuytu yerinde öyle bir yer edindi ki kendine, bir daha hatırlanmaması, bir daha yaşanmaması için yaptıklarımız onu hayatımıza sokan melhameye hizmette başka bir anlam taşımadı.

Gün geldi, ezan aslına döndü. Tekrar "şiarımız" olarak hayatımıza girdiği için hamdettik; bir kâbus dönemi bitmişti sanki onunla...

Çok geçmeden "melhame"nin bir başka yüzünü tanıdık. Bu bitiş "başlayış"tı; bu gidiş "geliş"ti... Bu defa kazanımlarımız kayba dönüşmesin diye eldekileri gözden çıkarmaya başladık.

Kürtçe ezan sürecinin serencamı da bundan başka olmayacak. Önce kaybettirilecek kürt kardeşlerimiz. Sonra kazandırılacak. Ve sonra da kazandıklarını kaybetmemek için elde olanları feda etmeye razı kılınacaklar.

Türklerin ısırıldığı delikten onlar da ısırılıyor.

Türkler şamanistti, Kürtler zerdüşt. Türkler Müslüman oldu, Kürtler de. Aynı kıyafeti giydiler, aynı alfabeyi kullandılar, aynı kavramlarla, hatta aynı "dille" konuştular. Aynı rızayı gözettiler, hedefe kilitlendiler.

Türkler kaybettiğinde Kürtler de kaybetti, Araplar da, diğerleri de... Aynı delikten sokulduk, aynı sinsi oyuna geldik...

Kürtçe Ezan Kürtlerin "tek parti dönemi"dir. Yolu yarım asır geri gitmek yani. Bir kere sokulduğumuz delikten bir kere daha sokulmak...'' Dr.Ebubekir Sifil

10 Haziran 2011 Cuma

Müslüman güzel ahlaklı olmalıdır.

''Yukarıda "bizim bilgi sistemimiz, "çağdaş" bilgi anlayışının parametreleri ile değerlendirilmemelidir" dedim. Çağdaş bilgi anlayışına bağlı olan çağdaş "varlık" anlayışı, "özgürlük" kavramı üzerine kuruludur. Buna göre insan, sonuna kadar özgürdür; kendisi ve çevresiyle ilgili "her şeyi" kendisi belirlemelidir. Onun "iyi/doğru" dediği iyi/doğru, "kötü/yanlış" dediği de kötü/yanlıştır. Çünkü evrenin merkezinde "insan" vardır. Oysa Kur'an buna "tuğyan" diyor.'' Dr.Ebubekir Sifil /Varlık Telakkisi adlı makale

Hemen hemen hergün http://www.ebubekirsifil.com/index.php adresinden hocamın makalelerini okumaya çalışırken, bunu kendim için bir tedris faliyeti gibi görürüm. Keşke hocamız hergün Milli Gazete'de yazabilse diye hayıflanmamın tesellisi de oluyor.

Yukarıya iktibas ettiğim paragrafını da ayrıca önemsiyorum ve başka açıdan ele almaya çalışacağım. Geçenlerde bir dost sohbetinde ibadet anlayışı ve dindar gözükenlerin kalp kırması, İslam ahlakına uymayan yaşam biçimlerimiz -haklı olarak- dile getirilmişti.

Sıhhatini bilemediğim bir hadis-i şerif geldi aklıma: “Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; dünya kendisine güldüğünde, takvayı elden bırakıp bırakmadığına bakıp öyle değerlendirin.” (Kenzul-Ummal, Hadis No: 8435)

Müslüman, elinden dilinden emin olunan, asla yalan söylemeyen, dilini ve cinsel isteklerini kontrol edebilen, temiz ve temiz bir yaşam süren, yardımsever/çok cömert, tevbesi sürekli olan, insan kalbini kırmanın Kabe'yi yıkmaktan daha beter olduğu bilinci ile dikkatli, şımarmayan, kibirden uzak ve mütevazı, israfın her çeşidinden şiddetle kaçan, kanaatkar ve gönülden şükreden, sözüne sadık, cimri ve korkak olmayan..kısacası İslam ahlakının kendisine hem kalben hem de davranış olarak nüfus ettiği bahtiyar/örnek kimsedir. (Bu vasıflar ayet ve hadislerde zikredilmiş olup, örnekleri çoğaltmak mümkün)

Bu durumda sıhhatini bilmediğim hadis-i şerif; bu sayılanlara birebir uyumlu durmaktadır. En azından mana olarak İslam'a uygun.

Alemlerin Övüncü aleyhissalatü vesselam'ın risaletten önceki en belirgin vasıfları ne idi? ''El Emin..''Mekke'nin en emin/güvenilir kişisi idiler ve Peygamberlikleriyle başlayan amansız düşmanlığa rağmen, düşmanlarının para pul, altın gibi değerli neleri varsa kendileri emaneten muhafa ediyorlardı. Onca düşmanlığa/boykota rağmen, kimse gidip ver paramı demiyordu ve bu akıllarından bile geçmiyordu. Biliyorlardı ki, O-aleyhissalatü vesselam- içlerinde en emin en ahlaklılarıydı. Mallarına asla ihanet etmezdi.Böyle bir örnek dünya tarihinde yok ve olmayacak! Hicret ederken, yanlarındaki emanetleri Hz. Ali (ra) efendimize teslim etmişler, O da sahiplerine verdikten sonra hicret kervanına katılmıştı.. İşte günümüz Müslümanının muhtaç olduğu biricik şey: Emin sayılmak..

Adamın biri 40 yıla yakın İslam'ı araştırmış ve sonunda Müslüman olmuş. Demişlerki, neden bu kadar uzun araştırdınız, İslam ayan beyan ortadaydı. ''Evet demiş haklısınız O, Hak olarak ortada da, örneği geç buldum.''
Nerede eskiden güzel ahlaklı tacirlerin uzak memleketlere örneklikleriyle İslam'ı yaymaları, nerede günümüz Müslümanı bizler..!

Peki neden böyle oldu? İslam ülkelerinin kimisinde laiklik, ilke olarak devlette yer aldı ve pek çoğunda da; krallık, sözde şeriat kanunlarına rağmen ''kafalarda'' yer aldı. Bu bir zihniyet devinimi, çok sinsi tehlileydi Müslümanların düşünce ve yaşam biçimlerinde.
Dil ile İslam şeriati dışında her ''izm''e karşı olanlar, nasıl olduğunu hala farkedemedikleri bir süreçte aslında laik yaşamaya başlamışlardı. Dinin yeri ayrı, devletin yeri ayrı diye öğrenim gördüklerinden, bu durumun, kendi dünyalarını, bilinçlerini mefluç ettiğinden habersizdiler.

Efendim namazın yeri ayrı, o vazife onu eda et, sonra çalıp çırpmaya ya da zinaya devam mantığı..Ticarette kapitalist, namazda Müslüman..Davranışta ahlaksız, oruçta Müslüman..Temel mesele buydu ve çözülme bu fikirlerin yayılamsıyla Müslümanlar arasında bir veba salgını gibi işgalini tarumar edişini sürdürdü.

Hep söylediğim şey şudur: 3 şeyden korkmak lazımdır.1-Kadın 2-Para 3-Makam..Ya hepsine ya da mutlaka birine meyil/zaaf vardır biz erkeklerde.Kadınlarda da 1-Çok güzel olmak (bedenen) 2-Zenginlik (dünya malı) 3-Makam (itaat derecesinde itibar görme arzusu)

Samimiyet olmalı. Samimiyet/ihlas yoksa, yapılan her ibadet/davranış olması gerektiği gibi olamaz. Bu sebeple ''mü'minin niyeti, ibadetinden önce/üstün gelmektedir''

Namazı, namaz gibi kılan birisinin (fahşadan) bütün kötülüklerden uzaklaşması lazımdır. Kadınmış, para/haksız menfaatmiş yapamaz.Yapıyorsa, yaptığı ölçüde kılıyor ya da kılmıyordur namazını. Çünkü insan namaz kılmak için (kulluk) gönderilmiştir yeryüzü mescidine..Ya kılarsın, ya da yaşarken şeytanlar kılmışlardır senin cenaze namazını, işini bitirdik, safımıza kattık diye..! Allah'a sığınalım bu halden.

Bankaya güvendiği kadar Müslümanlar birbirlerine güvenemiyorlarsa, belki ancak vahyin tozu kalmıştır üzerimizde.

Samimi inancımız (ihlasımız) erozyona uğramaya başladığı günden beri, halimizle hızla kıyamete biz koşuyoruz.
''Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim'' meşhur hadis-i şerifini hakkıyla tefekkür etsek, laik/seküler ahlak ile İslam ahlakı arasında böyle bocalar mıydık?
Elbette sistemin/rejimlerin, medyanın ve eğitim sistemlerinin bunda müthiş rolünü gözardı edemeyiz. Her meyvenin lezzetli ve güzel yetiştiği iklim ve toprak parçası ayrıdır.Böyle bir iklimden böyle Müslüman diyerek geçiştirmek, bizi kurtaracak mıdır? Yine de fert planında biz de ''Ben güzel ahlaklı olarak yaşamak için Müslüman oldum ve güzel ahlakımla kendimi Yaratanıma sevdirip,yaratılmışı incitmeden; biraz gölgelenip gideceğim bu dünyadan..'' bu niyette samimi olamadığımız sürece, sürünen bir portrenin minik bir figürü olarak sürüncemede sürüneceğiz demektir.

Ebubekir hocanın yazısına dönersek, batı medeniyeti (!) çıkar karşımıza.Parola bellidir: ''Bu can senin, beni rahatsız etmeden canın ne istiyorsa yap!'' Bizdeki karşılığı : ''Allah'tan korkmuyorsan, istediğini yap''mealli hadistir. Aynı cinsten evlenmeler bu anlayış yüzünden değil mi? Kokuşma doruk noktadayken şair haykırır :
''Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!'' (NFK)

''Çünkü evrenin merkezinde "insan" vardır. Oysa Kur'an buna "tuğyan" diyor.''Şeytan da secde emrine, kendince bir mazeret buldu ve isyankar oldu. Kur'anın ''tuğyan/isyan'' dediğine insanlık hürriyet, kişisel hak ve özgürlükler diyerek -haşa- sen bizi yarat/yaşat, sayısız nimetler ver ama hayatı bize verdiğin halde hayatımza karışma diyerek esfeli safiline düşmektedir. (Allah'ın (cc) bizim ibadetimize ihtiyacı yok varyantı da ayrı bir yazı konusu.)

Müslüman güvenilen insan demektir.Kendine güvenmeyene kim, nasıl güvenecek. Güven/vakar yerini komplekslerle beşeri ideolojiler alınca başladı yokoluş ve ahlak fakirliği.
Kalıp olarak, öyle plastikleştik ki, Çin malları bizden kaliteli durmaya başladı. Şu satırları yazan, nasılda utanmadan, yüzü kızarmadan ahlaktan dem vuruyor. Aynı geminin aynı yolcususun ey Can, artık sus ve düşün..!

9 Haziran 2011 Perşembe

Modernist Tarihselci Kur'ân Sempozyumu

Daha önce bu blogda Muhterem Ebubekir Hoca'nın ''Hangi Diyanet'' başlıklı yazısını ''Bir zındık fikirli adam daha : Ömer Özsoy'' manşeti ile vermiştik.

Dar'ül Hikme'de Ömer Faruk Tokat beyin haberi ile ayrıntıları da öğrenmiş olduk.Aynı linki Ebubekir hocanın mezkur yazısına da ekleyerek güncellediğimi duyururken bu haberle teessürümün katlandığını belirtmeden geçemeyeceğim. Aşağıda bir bölümünü iktibas ettiğim haber ne kadar düşündürücü..

Ö.Faruk Tokat, çok güzel bir başlıkla bizdekilerin, onları bile şaşırttığına delil haber üzerinde ne kadar düşünsek ve halimize ağlasak azdır. Hani son zamanlarda camilerde özürlüler için en arkada tektip ve yere monte sandalyeler/sıralar ekliyorlar ya..Dine eklemeye, monte etmeye çalıştıkları pis zehirleri ile bir ilintisi var mı acaba bu iyi niyetli hümanist girişimin diye de insan sormadan edemiyor!? Malum cumhuriyetin başlarında bazı mebusların, camilere sıralar konması ve hatta müzik aletleri gibi kiliseye çevirme istekleri ancak ezanın türkçe okunması ve yavşamış herifler eliyle mevlid derken ilahi (!) ile Kur'an okuma azaltılabilmişti!

Adam hristiyanlığın Cizvit tarikatından ve misyoner ruhlu olarak memleketimizde eğitimle ilgili bulunmasına rağmen, kafir düşüncelerde kendisini geçenlere şaşırmış! Acaba Ebubekir hocamızın yazısında sorduğu can alıcı soruya Diyanet cevap verdi mi? Diyanet İşleri başkanının değişimi ile bir şeyler değişecek mi? Yeni başkana bu mes'ele tekrar sorulacak mı? 2008'den bu yana Özsoy başka ne gibi zındıklıklar içinde Almanya'daki insanımızı zehirliyor? Bu vahim meselenin peşi bırakılmamalıdır.

Bu konuda, yeni Diyanet işleri başkanına Müslümanları protestoya davet ediyorum. Bu tipler mi Almanya'da din dersi öğretmeni yetiştirecekler. Ezherden devşirme mezhepizlerle kaynayan Avrupa'ya şimdi de zındıklar mı yerleştirilmektedir? Bunları az-çok bilen biri olarak, Avrupa'da yaşayanlara çocuklarınızı din dersine göndermeyin demişimdir. Avrupa'da din dersi seçmelidir. Biraz dini bilgisi ve almancası olan, basit bir sınavdan sonra din dersi öğretmeni olabilmektedir.

Müslümanların parası ile Diyanet vakfı, Müslümanları zehirliyor.

Eli kalem tutan herkes bunu hükümete ve diyanete sormalıdır.


"Ankara İlahiyat Ekolü", Cizvit Papazı Prof. Dr. Felix Körner'i Bile Şaşırttı / Ömer Faruk Tokat
Cizvit Teolog Prof. Dr. Felix Körner, Alman akademik çevrelerinin "Ankara Ekolü" temsilcisi olarak gördükleri Prof. Ömer Özsoy'u kıyasıya eleştirerek, "Özsoy'un Kur’ân'a tarihsel boyut kazandırma yönündeki çalışması, kitabı olan ilâhî bir dinin tefsiri olmaktan çıktı" dedi. Cizvit Teologa göre Özsoy'un Kur’ân çalışması, "herkesin kabul edebileceği, tarihsel açıdan allanıp pullanmış etik normlardan ibaret. Yani Kur’ân bir ahlâk kitabına indirgenmiş. Körner, ayrıca, dışarıdan gelen her reform girişiminin aslında Kur’ân'ın kendisinde var olan ıslahatçı potansiyeli yok ettiğini söyledi.
Cizvit teolog Prof. Dr. Felix Körner Ankara'da yaşıyor ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde "Yeni Hermeneutik Kuramlar" konusunda çalışmalar yapıyor. Kendisi aynı zamanda Ankara-Ulus'taki Katolik kilisesinin papazı ve Katolik kilisesi diyalog sorumlusu. Geçtiğimiz günlerde rahip Felix Körner'in Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hadis projesine danışmanlık yaptığı ileri sürülmüş, ayrıca Diyanet imamlarına "AB uyum" dersleri/seminerleri verdiği iddia edilmişti.''

8 Haziran 2011 Çarşamba

Dinde Reform, Değişim, Yenilik Olmaz!..

''36. Merhum Şeyhülislam Tokadi Mustafa Sabri, merhum Düzcevi Muhammed Zahid Kevseri, merhum Mekke Şafii Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan, merhum Yusuf İsmail en-Nebhani gibi ulema bid'atçilere, reformculara, sapık fırkalara karşı Ümmet-i Muhammed'i uyarmışlardır. Ehl-i Sünnet Müslümanları onlara şükran borçludur. Onları unutmamalıyız ve hatıralarını, eserlerini, görüşlerini canlı ve taze tutmalıyız.'' M.Şevket Eygi/Milli Gazete

6 Haziran 2011 Pazartesi

"Muâviye'yi Sevmem" Diyen Densize Cevap / Murat Yazıcı

Doğrusu, Hayreddin Karaman'ın kayda değer bir ilmi veya kütübhanemizde bulundurmak isteyeceğimiz istifadeli bir eseri yoktur. Beynelmilel sahada kendisine itibar edildiğini de görmedik, duymadık. Bu açıdan bakılınca, klasik ma'nâda bir âlim olmadığı gibi, mühim bir araştırmacı veya vasatın üstünde bir yazar da değildir. Ancak, Türkiye'de kendisine itibar eden kesimler olması, gazete ve televizyonlar vasıtası ile bozuk görüşlerini neşretme imkânına sahib olması gibi hususlar, bu şahsı görmezden gelmemize mâni oluyor.
Taha Akyol'la yaptığı röpartajda demiş ki: “Muaviye’yi sevmem, ... Ehl-i Beyt sevgisiyle Muaviye bir kalpte birleşmez!”

Bu kendisinin kıymetsiz görüşüdür. Zaten daha evvel "mut'a nikâhı yapanlara fasık denemez" ma'nâsında anormal sözleri sarfetmiş bu kişi başka türlü söyleseydi, herhalde şaşırırdık.

Ehl-i sünnetin bu konudaki tavrı çok açıktır ve tartışmasızdır. Diğer başlıklar altında uzun yazdım; burada önce Ehl-i sünnetin reisinin sözlerini yazıp, sonra da ikinci bin yılın müceddidinden bir iktibasla noktayı koyacağım.

İmam-ı a'zam Ebû Hanife rahimehullah buyuruyor ki:

"Biz Resulullahın (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) Eshâbının hepsini dost ediniriz ve hiçbirini hayır dışında anmayız." (el-Fıkhu'l-Ekber)

"Onların hiçbirinden uzaklaşmayız ve dost edinmekte hiçbirini ayırmayız." (el-Fıkhu'l-Ebsat)

"Takva sahibi her mü'min onları sever ve her kötü münâfık da onlara kin tutar." (el-Vasiyye)

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendi hazretleri rahimehullah buyuruyor ki:

"Eshâb-ı kirâmın hepsini ve Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek olur. Çünkü, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazîleti, hepsinde vardır. Sohbetin fazîleti ise, bütün fazîletlerin üstündedir." (59. Mektub)
http://muratyazici.blogspot.com/2011/01/muaviyeyi-sevmiyorum-diyen-densize.html

Karaman Hakkında Vesikalar