28 Mart 2010 Pazar

Muhtelif meseleler 4 / Dr.Ebubekir Sifil

Okuyucunun, "İslam-laiklik-demokrasi ilişkisi" temalı 3. sorusunun cevabına devam ediyoruz.

Önemli olan, Müslümanların, ezelî ve ebedî hakikatleri mümkün olduğunca fazla sayıda insana ulaştırma, mümkün olduğunca fazla sayıda insanı, hayatı bir bütün olarak kucaklayan İslam'ın diriltici soluğuyla buluşturma azminde ve cehdinde olmasıdır. Din'in sabitelerinin, Allah ve Resulü'nin çizdiği sınırların herhangi bir biçimde zedelenmemesine, örselenmemesine azami dikkati göstererek, Din'in bütünlüğünün muhafazasını gözeterek bu temel görevi yerine getirmek, meselenin olmazsa olmazını oluşturuyor. Geri kalan kısım ise nihaî noktada şartlar ve imkânlar göz önünde bulundurularak tesbit edilecek "metot"la ilgilidir.

Müslümanların, yukarıda ifade ettiğim hassas noktaya dikkat etmek, onu muhafaza etmek kaydıyla, değindiğim amaca ulaşmak için şu veya bu metodu benimsemesi çok fazla büyütülecek bir mesele değildir. Yeter ki metotta da Din'in kırmızı çizgileriyle çatışma teşkil eden hususlar bulunmasın...

Yeri gelmişken bir hususun daha altını çizelim: Bu mesele konuşulurken İslam'ın ideolojileştirilmesi handikapına düşmemeye dikkat etmek zorundayız. Sekülaritenin bizi dört bir yanımızdan kuşattığı bir dünyada, en önemli mesele "kimliğin muhafazası"dır. Özellikle son çeyrek asır içinde Müslümanlar, 61 kuşağı solcularının büyük kısmının yaşadığı durumla tanıştı. Onlar da özellikle gençlik dönemlerinde kendi ideolojilerini en ateşli biçimde savunurken, bunun mücadelesini verip bedelini öderken, "dünyevileşme" çarkının dişlileriyle tanışınca solculukları bir anda "muhafazakârlık karşıtlığı"na dönüştü. "Hayatın gerçekleri"yle (!) tanıştılar çünkü. Parayı, mevkii, etiketi ve konforu tattılar; "kapitalizmin nimetleri"nin yol açtığı dönüşüm neticesinde Che ile ilgileri, tişörtlerle ve filmlerle sınırlı kaldı.

Şimdi Müslümanlar aynı encamı yaşıyor. Onlar da "hayatın gerçekleri"ni (!) gördüler. Bükemediği bileği öpmenin adı bu şimdi!

Niye böyle oldu dersiniz?

Bu sorunun tek cevabı var: Marksizm nasıl bir ideoloji idiyse ve soğuk savaşın bitmesiyle ideolojiler anlamlarını nasıl yitirdiyse, İslam'ı ideolojilere mahsus zihin durumları ve kalıplar esasında algılama yanlışına düşen Müslümanların da aynı akıbete düçar olması kaçınılmazdı. Şimdi "İslamî" çevrelerde sıklıkla tekrarlanan "mücahit-müşahit-müteahhit" tekerlemesi, dünyevileşen Müslümanların hikâyesini hayli çarpıcı biçimde özetliyor.

Herhangi bir ideoloji mensubunun bu çarka kolay biçimde kapılması şaşırtıcı değildir. Çünkü hiçbir ideolojinin "ahiret inancı" yoktur! Dünyanın, dört bir yanınızı kuşatarak bütün cazibesiyle kendisini dayattığı bir süreçte, sizi kıvamda tutacak ahiret inancınız yoksa, ne kadar direnirseniz direnin, bir süre sonra kendinizi akıntıya bırakmanız adeta "kaçınılmaz son"dur.

Müslümanların dünyevileşme denen akıntıya bu kadar kolay kapılması neyin göstergesidir diye soracak olursanız, bana göre bunun tek cevabı var: İslam'ı ideolojileştirmenin sonucu olarak sekülerleşmek. Zira haddini aşan, dozu kaçırılan her şeyin, sonunda zıddına inkılap etmesi (dönüşmesi) kaçınılmazdır.

Burası, "ideoloji" ile "itikad"ın da ayrıştığı noktadır. Şartlar sizi zorluyorsa, ideolojinizi siyah-beyaz gençlik fotoğraflarına terk ediverirsiniz ve bunun kimseye bir zararı olmaz. Başkaları için hayatınızı feda edecek değilsiniz ya!

Ama "itikad" etmişseniz, yani ne pahasına olursa olsun benliğinizi imanın çözülmez bağıyla ilahî hakikate rapdetmişseniz, yüzünüzdeki, "ideolojinin maskesi" değil, "imanın itmi'nan ve sekineti"dir... Ve bunun "sahtesi" olmaz!

Devam edecek.

21 Mart 2010 Pazar

Şok edici bir fotoğraf ve mühim sözler...

''Geçen haftaki yazımda, Eminönü Halk Eğitim Müdürlüğü binasında yapılacak olan konferansı duyurmuştum. O konferans gerçekleşti. Çok da mühim şeyler söylendi.
Ankara Ü. İlahiyat Fakültesi profesörlerinden 9 dil bilen Mehmet Bayraktar’ın, not alabildiğim bazı cümlelerini aktarmak isterim:
“Dinlerarası Diyaloğu başlatan Vatikan gibi gözükse de, bunu esas isteyenler Yahudilerdir. Dinlerarası Diyalog yapması için Vatikan’a baskı da ABD’den geliyor. Dinlerarası Diyalog esas olarak 1892’de ABD’de başladı. Bu proje, ABD’deki büyük sermaye sahiplerinin finansı ile oluyor.
Onların isteği, “İnsanlık dini” diye bir şey.''
Ali Eren

Filistin Davası

''Bir buçuk milyarlık İslam alemini ruhundan yakalamış olan bu "aymazlık" marazı devam ettiği sürece, Mekke-Medine'ye de (Allah korusun) uzansalar kılımız kıpırdamaz.

Alışıyor, kanıksıyor, önemsizleştiriyor ve unutuyoruz. Biz hayat pahalılığından, aksayan belediye hizmetlerinden, çocuklarımızın sivilcelerinden... sızlanıp dururken başta Filistin olmak üzere İslam coğrafyasının pek çok yerinde kardeşlerimiz en acımasız muamelelere maruz, zulümle ve ölümle iç içe yaşıyor.

Kalbimizdeki bu "vehen" onlara değil ama bize pahalıya mal olur. Hesap günü, "kardeşlerinizi en azından dualarınızda anamaz mıydınız" sorusuna muhatap olursak ne diyeceğimizi şimdiden düşünelim.'' Dr. Ebubekir Sifil

19 Mart 2010 Cuma

Yazmak..


Hz. Ebubekir (RA) efendimiz gibi pek çok sahabe -haşa- lüzumsuz konuşmamak için ağızlarında taş bulundururlardı.

Fetva isteyen, meclislerinde dolanır durur, her biri, diğerini işaret ederdi. Vebalden bu denli korkarlardı.

Konuşmak yada burada yazmak..Bana epeydir bir haller oldu; yaşam biçimimle birlikte halim de değişti. Korkuyorum yazmaya ve konuşmaya..

Birilerinin işine karışmaya, emr-i bil ma'ruf yapmaya.Ki, zaten ehli değilim, gerekli şartları taşımıyorum.

Taşıdığım tek şey ''günahlarım'' ve ne kadarsa ''sevaplarım''..

Bir de içimde ''kırıntı'' kadar, minik bir çıra alevciği kadar Rasulullah sallahu aleyhi vesellem efendimiz'e; ashabına ve cümle evliya-i kiram hazeratına (utanarak) ''muhabbet''..

Kişi sevdiği ile beraber olsun, her an ve her daim. Hem şimdi, bu dünyada, hemde ötede (ahirette)

Yoksa en azından haftada iki kez yazabileceğimi düşünüyorum. Alim olamadık ama elhamdülillah alimleri ve velileri tanıttı Kerem sahibi Mevlamız.

Kur'an-ı Kerim dışında, okumayı da bıraktım uzun zamandır. Bu yaşa kadar okuduklarımı, özümde tekrar okuyor ve ''sır/idrakine'' ulaşmaya çabalıyorum.

Ayda yılda bir mail kutusuna bakmak aklıma geliyor ve cevaplayamadığım dostlardan özürler dileyerek, haklarını helal etmelerini istirham ediyorum.

Yazmak, okumakla birlikte içiçedir. Okuyacak ve besleneceksiniz. Sonra dafarklı kaynaklara ulaşarak yepyeni bir şekilde yazıya dökeceksiniz. Zor iş..

Bugün günlerden mübarek cum'a..Sözlerin hayırlısı : Allahümme salli ala seyyidina ve nebiyyina Muhammed..

11 Mart 2010 Perşembe

Allah..(celle celalüh)


''Allah, hatıra gelen her şeyden başkadır. Gönülde ona şekil verilemez. Biz ancak bu âlemde ef'âl-i ilâhîye, âyât-ı ilâhîye ve hikmet-i ilâhîyeleri bir nizam halinde, müşahade eder, görürüz.

İnsan, Allah'ı idrâkten âciz olduğunu hissettiği dakikada onu idrak etmiştir...

Allah'ı bulamıyacağını anladığı dakikada insan Allah’ını bulmuştur...''
(Münir Derman ks.)

9 Mart 2010 Salı

Rıhle sayı 8 / Dr.Ebubekir Sifil



Türkiye'nin ve dünyanın gündemi baş döndürücü bir hızla seyr eden gelişmeler etrafında şekillenirken Rıhle, yolculuğuna "sesli ve derinden" devam ediyor. 7. sayı, merhume annemin yoğun hastahane sürecine denk geldiği için "Sahabe" başlıklı o sayıya ve o sayı hakkında yazı yazma imkânı bulamamıştım.

Şu anda 8 sayı önümde ve bu sayıyla birlikte 2. cilt tamamlanmış oluyor. Müyesser kılana sonsuz hamd-ü senalar olsun…

"Modern zamanlar" diye kategorize ettiğimiz zaman diliminin, zamanın son kertesine, yani "ahir zaman"a tekabül ettiği gerçeği dikkate alındığında, insanlığın ve Ümmet-i Muhammed'in yaşadığı zihinsel ve pratik süreçlerin ne anlama geldiği şüphesiz daha net anlaşılacaktır. Hatta yaşadığımız durumu sağlıklı değerlendirmenin başka yolu yoktur!

Birbirini besleyen iki durumdan söz ediyoruz aslında: Ümmet-i Muhammed dünya sahnesinden elini-eteğini çektiği için insanlık bugünkü travmaların içine yuvarlanmıştır ve insanlığın yaşadığı travmatik durum küreselleşmek suretiyle Ümmet-i Muhammed'i de derinden ve "yapısal" planda etkilemiştir, etkilemektedir, dönüştürmektedir.

Bu seyl-i huruşan bizi öyle bir zihin durumuna getirmiş bulunuyor ki, kimlik unsurlarımıza dair şüphe duymadığımız bir nokta neredeyse kalmadı. Kaynaklarımızdan ve tarihimizden bugünkü kadar hiç şüphe duymadık biz. Kendimize bu denli yabancılık hissettiğimiz bir zihin durumunu hiçbir zaman yaşamadık. Geldiğimiz noktada kendimize –haymatloslar gibi– bir sığınak aramak… Aklını ve vicdanını satılığa çıkarmamış olanların yapabildiği en "muteber" şey bu!..

Efendimiz (s.a.v), yaşadığımız durumu asırlar öncesinden son derece canlı tasvirlerle dikkatimize sunmuştu oysa. Dikkatini Nebevî uyarılara verenler, yaşadıkları dönemleri fotoğrafladılar geçmişte. Ve bu faaliyet biteviye devam etti. Ta ki modern (türedi) zamanlara gelene kadar.

Zincirin halkaları bu süreçte koptu. Efendimiz (s.a.v)'in haber verdiği gelişmeler bir bir yaşanır oldu; ancak biz o gelişmeleri başkalarının gözlüğüyle okuduğumuz için gerçekçi teşhisler koyamadık, olan-biteni hep geriden izledik, hep "maruz kaldık". Uçaktan atılan birisinin, yere çakılmak üzere son hızla aşağıya inerken "Yaşasın! Uçuyorum" diye sevinç çığlıkları atması gibi bir şey bu!..

"Tarihin Son Dönemeci: Ahir Zaman" başlığıyla çıkan bu sayıda insanımızın dikkatini bu noktaya çekmeye çalıştık. İnsanlık, tarihin son dönemeçlerini geçerken o müthiş finale hızla yaklaşıyor. Bu dönemeçlerin bize ne getirip ne götürdüğü, müslümanca bir "ahir zaman bilinci"ne ulaşmakla sağlıklı değerlendirilebilir. Biz bu hayatı sorgulamak yerine nüzul-i İsa (a.s), deccal, Mehdi… vb. meseleleri tartışma konusu yapmayı tercih ediyoruz.

İşin acı yanı şu ki, bunları da sıhhatli bir zeminde tartıştığımız söylenemez. Ahir zaman müslümanları, tarih içinde otaya çıkmış İslam fırkalarının hiç birisinin tartışmadığı, bir başka ifadeyle bütün İslam fırkalarının ittifakla kabul ve inanca konu ettiği mezkûr hususları tartışma gündemine getirmeyi "Müslümanlık" olarak anlıyor ve takdim ediyor! Bu zihin durumuna nasıl geldiğinin farkında bile olmuyor…

Zikrettiğim konu etrafında, değindiğim tartışma konularını da kapsayan doyurucu dosya yazıları var Rıhle'nin bu sayısında. Ağırlıklı olarak Daru'l-Hikme ekibinin makalelerinden oluşan dosya, kıyamet alametlerine genel bir bakış yanında, nüzul-i İsa (a.s), deccal, Mehdi, Ye'cüc-Me'cüc… gibi spesifik konuları işleyen yazıları da ihtiva ediyor tabii olarak.

Ayrıca ahir zaman meselesi etrafında Abdurrahman Aslan, Prof. Dr. S. Kemal Sandıkçı ve Ebûbekir el-Adenî'nin katkı verdiği soruşturma kısmı mevcut. Serbest yazılar, Bediiyat ve Kitabiyat bölümleri yine dopdolu. Yard. Doç. Dr. Ahmet Tahir Dayhan'ın "Ebû Hureyre'yi Anlamak" başlıklı yazısının 2. bölümü İntikad yazısı olarak bilhassa okunmalı…

"Ehl-i Sünnet" kavramının içini doldurmak, bu kavramın bugün için ne anlama geldiğini fark etmekle mümkün. Bunun da yoğun bir zihnî mesai istediği izahtan vareste. Rıhle, gücünü, ayağını bastığı zeminden aldığının idrakiyle, elinden geldiğince bu kritik ve hayatî vazifeyi deruhte etmenin gayreti içinde. Bu kutlu yolculukta dualarıyla, tenkitleriyle ve her türlü destekleriyle bizimle birlikte olanlara bir kere de buradan teşekkür ve sayılarının artmasını niyaz ediyorum. Rıhle sizin sesiniz, sizin soluğunuz. Sahip çıkın, okuyun okutun…

Dr.Ebubekir Sifil / Milli Gazete