26 Nisan 2008 Cumartesi

AK Parti davası, Ankara kriterleri ve 'korkut-yönet' stratejisi/Hüsnü Aktaş

MüSTEKBîRLERİN ‘KORKUT VE YöNET’ STRATEJİLERİ
Türkiye’de yaşayan insanların en iyi bildiği siyasi teorilerden birisinin ‘böl ve yönet stratejisi’ olduğunu inkar etmek kolay değildir. İlkokuldan itibaren insanların zihinlerine kazınan strateji budur.
Her fırsatta ‘Dünyadaki büyük devletlerin ve gizli güçlerin, bizim gibi daha küçük ülkeleri bölerek yönetmek istedikleri’, tartışılması mümkün olmayan bir hakikat gibi sunulduğu malûmdur.

Ancak sivil ve asker bürokratların, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren uyguladıkları ‘korkut ve yönet’ stratejisi üzerinde hiç durulmamıştır. Filozof Friedrich A. Hayek’in “Esarete Giden Yol” isimli eseri veya George Orwell’in “1984” adlı romanı gibi klasiklerde, müstekbirlerin “korkut ve yönet” stratejisinin nasıl uygulandıkları izah edilmiştir. Bu stratejinin en başarılı uygulamaları, Nazi Almanyası veya Stalin Rusyası gibi totaliter rejimlerdir. Bütün totaliter ve otoriter rejimlerde, insanların sistematik biçimde korkutulmaları ‘devlet politikası’ olarak benimsenmiştir.

Vatandaşlarına parya muamelesi yapanlar, ‘ülkelerini bölüp yöneten’ dış güçler değil, ‘korkuyu yaygınlaştıran iç güçlerdir. Muhakkak ki ‘1984’ bir kurgu romandır. Nazi ve Sovyet rejimlerini de marjinal örnek olarak değerlendirebiliriz. Ancak bu gibi modellerde yüksek dozda uygulanan ‘korkut ve yönet’ stratejisi, başka ülkelerde daha düşük dozda da olsa kullanılmaktadır. Bunları aklımızda tutarak günümüz Türkiyesi’ne baktığımız zaman; iktidar partisi olan AK Parti kadroları dahil, her siyasi hareket için ‘Korkut ve Yönet’ stratejisi uygulanmaktadır. Türkiye’de yaşayan insanlar, yıllardır resmi ağızların kullandığı , ‘iç ve dış düşmanlar ‘tesbiti ile korkutulmaktadır.
Türkiye’nin ‘stratejik ortağı’ ABD’nin veya AB ülkeleri’nin Türkiye’yi bölmeye karar verdiğini, İstanbul’un yakında ‘Bizans’ın başkenti’ olacağı söyleyen bürokratlar, bu ülkelerin fonlarından faydalanmayı da ihmal etmemektedirler. AB’nin bazı dayatmalarına karşı ; "Kopenhag kriterlerinin adını ‘Ankara Kriterleri’ olarak değiştirir ve yolumuza devam ederiz' diyen Ak Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Ankara kriterleri’nin neleri beraberinde getirdiğini yeniden düşünmek zorundadır.
Resmi ideolojiye iman eden ve ‘hikmet-i hükümet’ felsefesini savunan bazı sivil ve asker bürokratlar, egemenlik ihtiraslarını tatmin için Türkiye’yi “Korku Cumhuriyetine” dönüştürmeye karar vermişlerdir. Yaşadığımız hadiselerin özeti budur. Türkiye’deki her kesim için farklı bir korku kaynağını tesbit eden derin devlet çeteleri, kendi ihtiraslarını tatmin etmektedirler.

28 Şubat Süreci’nde “Refah Partisi’nin militanları silahlanıyorlar, İran tipi ayaklanmalar olacak” şeklindeki paranoyaları doğru çıkmasa da, ‘irtica’ korkusu bazı insanların kalplerine sinmiş durumdadır. Daha da enteresan olan nokta şudur: ‘İrtica’dan korkanlar’ ile ‘Batı’dan korkanlar; eskiden iki ayrı kesim iken, son yıllarda giderek birbirlerine yaklaşmış, hatta iç içe geçmiş durumdadırlar. Hepsi topluca Avrupa Birliği sürecinden, AK Parti iktidarından ve aslında ‘halkın tercihlerinden’ korkmaktadırlar. Yaşanan bu korkuların kaynağı nedir? Bunların kaynağı ‘ tek şeflik döneminde’ insanlara uygulanan korkutma taktiklerinin, refleks haline dönüşmesidir.

Halbuki Türkiye’nin ölüm-kalım savaşı verdiği yıllarda bile; İslamcı şair Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı’na “Korkma!” diyerek başlamış ve insanların mücadele azmini ön plâna çıkarmıştır. İslâm fıkhı’na meydan okuyan, mütedeyyin müslümanları ‘mürteci’ ilân eden ve ısrlarla ‘Korkmamızı’ tavsiye eden müsterbirlere karşı mücadele vermek, anın vacibidir.