Musa’nın soru-yorumunun sonu şöyleydi : ''İslam devletinde yaşamayan bir müslüman olarak karşılaştığım zorluklar karşısındaki tavrım ??Konuyla direkt alakası olmasada şeriatsız İslam isteyenler maddesi aklıma getirdi bu soruyu da. Gerçi Ehli sünnet inancına bağlı olarak, İslami kamil anlamda yaşayan ve yaşatan bir İslam devleti de yeryüzünde yok şu an zannedersem, Yanılıyor muyum ? İnşallah yanılıyorumdur..''
Bu konuda Dar’ı harp Fıkhı üzerine Yusuf Kerimoğlu (Hüsnü Aktaş hoca) güvenilir şeyler yazdı. Mustafa Çelik’in de vardı sanırım ama Çelik'in kitapları benim için muteber değil.
Müslümanın içinde bulunduğu hallerle ilgili ilimleri öğrenmesi farz-ı ayndır.(İbn-i Abidin.c.1sh:29 olarak hala ezberimde kalan unutmadığım bir hüküm)
Müslüman hangi dar’da yani rejim/sistemde yaşadığını bilmek ve bu dar’ın mahiyetine uygun yazılmış ilmhalle amel etmek mecburiyetinde olan mükelleftir.İslam dünyasında Türkiye'de dahil olamk üzere yazılan ilmihaller dar'ül İslam'a göre yazılmıştır.
Bu konudan gafil olan müslümanı sürekli hatalar ve bunalımlar/açmazlar beklemektedir.
Söz gelimi İslami bir sistemde kılık kıyafet yada sakal sünneti mecburiyken ve dar’ı harbi bilmeyen Müslüman buna göre yaşamaya çalışma gayreti içinde; bir sünnet-i seniyyeyi eda edeyim derken, çok önemli bir makamı kaybederek yerini harbilerden birinin doldurma vebalini yüklenir!
Oysa dar-ı harbde harbin hud’a (hile) olduğu firasetindeki bir müslüman, müslüman kimliği ile müslümanlara hizmette olduğu makamı terketmez ama diyelimki sakal sünnetinden feragat eder.
Tabi namaz gibi, örtü gibi farzlar için bu söz konusu değil.
Bu konudaki örneklemelere girersek bir kaç seri yazmak gerekir.Özetle bir müslüman şunu bilecek: İslami bir devletteki hukuk ve ilmihal farklı, gayri İslami rejimlerde hukuk farklıdır. Yalnızca Müslümanlar arasında dar ne olursa olsun, hükümler değişmez. Harbi kafirlerle (müstevlilerle) farklılıklar arz eder. (Ayrıntılı bilgi için Yusuf Kerimoğlu’nun kitaplarını okumak şart)
Türkiye dar-ı harp midir değil midir, konusu 1980’lerde yoğun tartışılan konulardandı.Bu bağlamda Cuma namazı ve hükümleri etrafında o yıllarda çok ayrılıklar/tartışmalar vardı. Ayrılıklar bile İslami hükümler konusunda Müslümanların uyanması/bilinçlenmesi bakımından rahmetti.Bugün helede AKP hükümeti ile bu çok hayati meseleler unutuldu gitti.
Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti laik sistemini yaşamış olan Şeyhül İslam Mustafa Sabri Efendi rahmetullahi aleyh, (orijinal belgeleri Hüsnü Aktaş’ın Medeni Vahşet isimli eserinde mevcut) Türkiye’nin laik cumhuriyetle ikinci kısma yani dar-i harbe dönüştürüldüğünü beyan eder.
Bu bağlamda şafii ictihadları farklıdır.
''İslami kamil anlamda yaşayan ve yaşatan bir İslam devleti de yeryüzünde yok şu an zannedersem, Yanılıyor muyum ?'' diyorsunuz.
Maalesef kamil olmayan manada da ben bilmiyorum. Şianın devleti var, vehhabinin var ama ehl-i sünnetin bir devleti yok. Hem şia hemde vehhabiler var güçleri ile ehl-i s. içinde yayılmaya (başta Azerbaycan, Türkiye, Irak, Bosna, Mısır gibi ülkeler) ve bu ülkelerde korkunç derecede maddi güç kullanarak kitaplar ve alim bilinenleri satın alma gayretindeler!
Sonuç olarak son yıllarda Musa Harun'un sorularıyla gündeme gelen -iki yazıda işaret etmeye çalıştığımız- hayati meselelerin Müslümanların gündeminden çıktığını (çıkarıldığını demiyorum) üzülerek yaşıyoruz.
İslami şuur kaybı, hafıza kaybının tabi bir neticesidir.