20 Ağustos 2008 Çarşamba

Mezhep nedir ? ( 2 )

Biz eskimez solmaz hep yeni "eskiye" talip ve memnun, sizler son asrın sonradan gelme, gevurdan görmelerine talip. Biz o mübarek altın silsileyi, zinciri bırakacak, akıl, heva putuyla müçtehid, müfessir taslaklarına ve onların dine hiç uymayan görüşlerine uyacağız öyle mi ? Bu dinde reformcular, bu din hırsızları dinimizi ötesinden berisinden kırpacak, çıkaracak, ekleyecekler.Bizleri de bu dalaletlerine uymadığımız için-haşa-kafirlikle itham edecekler..!

Üçüncü olarak bu mezhepsizlerin herbiri kendi aralarında hem de temel konularda birbirlerini beğenmez ve eleştirir, kabul etmezler. Örnekleri çok..Mesela Seyyid Kutub, hocası mason Abduh'a hem imam der, hem de onun bazı fikirlerini beğenmediğini, hatalarını gündeme getirir.Çünkü bunların hastalıkları nefsani olup, kendi hevalarından olan görüş ve fikirler çok büyük önemli ve tek doğrudur. Diğerleri yanlıştır.”Sana nasıl geliyorsa öyledir” mantığı.!

İşte sapık kolların çıktığı bir zamanda, bu sapıklıkları temizlemek için Irak'da Medine'de, Şam'da muhtelif yerlerde bu mübarek mezhep imamları Allah'ın dinini insanlara öğrettiler, fıkhi problemlerin cevaplarını dört kaynak olan Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas yolu ile elde ettiler.Birbirleri ile görüştüler, birbirlerini imtihan ettiler ve birbirlerine çok dua ettiler.Hepsinin de birleştiği şu temel konu ortaya çıktı:

"Bir mezhep mensubu kendi mezhebini doğru kabul edecek, lakin hata ihtimalini de tamamen reddetmeyecek. Öbür mezheplerin bazen hatalı olacabileceğini kabul edip, lakin doğru olmak ihtimalini de tamamen reddetmemesi bilincinde hareket edecek’’.Bu düstur ehl-i sünnetin temel esasıdır.[1] Bu temel esas, bir hak mezheb ehlinin, diğer bir hak mezhep ehline karşı taassupla hareket etmesini de önleyici, muazzam bir düsturdur.

"İnsanların hayırlısı, benim asrım ( da yaşayanlar) dır. Sonra onları takiben gelen, daha sonra onların peşinde olanlardır."[2] Bu hadis-i şerif dahi tabiin ve tebe-i tabiine, yani mezhep imamlarımızın yolundan gitmemize işarettir. Çünkü onlar bu iki asrın insanları olarak bizlere İslamı, itikadı, ibadet etmeyi öğrettiler. Bu hadis-i şerifi de başta da belirttiğim gibi –haşa- ben şahsi fikrimle manalandırmıyorum, ehl-i sünnet ve cemaatın ittifakıyla açıklaması böyledir.

"Ümmetimin (fıkhi meselelerdeki) ihtilafı rahmettir:" [3] Bir mucize hadis-i şerif de budur. İstanbul'un fethedileceğini duyuran hadis-i şeriften, belki içerik olarak daha günceldir. Zira İstanbul alındı, mucize kavrandı. Lakin mezhepler niçin var, diyenlere, bu mucize, müjde, hikmet hadisi şerif bizzat cevap vermiş oluyor. Demek Allah Teala böyle istiyor ve Resulünün dilinden bizlere çok önceden duyuruyor.

Öyleyse rahmetten istifade etmeye bakmalı. Zira Allah Teala insanların kendisine çeşitli şekil ve metodolojide, sistemde bir Hak imanda ki, La İlahe İllallah Muhammedür Resulullah çatısı altında oluşan birkaç odalarda ibadet edilmesini murad etmeseydi, bu dini korumayı bizzat üzerine aldığı gibi, bir tek mezheble de devamını murad edebilirdi. Oysa bu çeşitlilik insanlara kolaylık olmuştur. Mesela hanefi mezhebinde bir kadın mahremsiz 90 km'nin dışına çıkamaz. Bir mezhep olsaydı. Bugün şu küçülmüş dünyamızda insanların "zaruretler" yüzünden çaresizliğini bir düşünün.

Halbuki zaruret zamanı, aşırı sıkıntı halinde, başkada çare bulunamamış ise, bir hanefi, şafi mezhebini şartlarına riayetle taklid ederek, kadınlar topluluğu olarak bir yere sefer etmiş olur. Gördünüz mü rahmeti, kolaylığı.. Sofralarında bir çeşit yemekle asla iktifa etmeyenler, Allah'ın (CC) arzında, Allah celle celalüh için ibadetlerin çeşitliliğini, taassupları yüzünden hoş görmüyorlar.

Bir ordunun kara, hava ve denizcilere ayrılmasını anlayıp, niye bunlar bölünmüş diye aptal bir soruyu sormayanlar; yeryüzünde ibadet topluluğunun çeşitlilikten doğan rahmetine nasıl kem gözle bakabilirler ? Aynı ordunun başı genelkurmay başkanı için, o hangi birlikten; karacı mı, havacı mı..diye sormayan budalalar, utanmadan Efendimizin (sav) hangi mezhepten olduğunu soracak kadar; haddi aşabilmektedirler..!

Mübarek mezhep imamlarının fıkıh ve usülü fıkıh ile geliştirdikleri metodolojiye; bunlar teferruat cinsinden şeyler, bunlardan arınmak lazım diye geveleyenlerin asıl sıkıntıları kendi hevalarına göre fetva veremeyişlerindendir. Hazreti Ali Efendimiz "parça bütünün habercisidir." buyurmuştur. Arabamızın motorunu açtığımız zaman bir sürü civatadan, kablodan ve çeşitli isimlerle anılan parçaları, bölümleri görürüz..ama hiç kimse kalkıpta bunun burası teferruattır, bunları atalım, motoru (dini) sadeleştirelim, gibi ahmakça söz edemez de; iş; konuşurken, düşünürken, ürpermemiz, sorumluluğu içinde erimemiz gereken DİN olunca, gafletin ihanetin içinde laf ebesi kesiliveririz.!

Kimisi de niye mezhepler donmuştur, dört tane ile sınırlanmıştır diye bas bas bağırıyor.Bu reformcular, böyle çelişkili fikirler içinde bocalarlar. Aynı kişi, bir kitabında başka, bir başka kitabında başka şeyler zırvalar, hatta bazen aynı kitabın içinde bu çelişkilere düşer de farkında olmaz.

Bilindiği gibi imam Evzai, Sevri, Hasan-ı Basri hazretlerinin mezhepleri zaman içinde müntesipleri kalmadığından, hükümleri bilinmediğinden, bunlarla amel etmek caiz değildir.Yoksa onlar da hak mezheplerden idiler.Vehhabinin birisi çıksa “Ben Hz.Ebubekrin (RA) ve İmamı Sevr'in mezhebiyle amel edebilirim" dese bu caiz değildir. Çünkü ehl-i sünnet ve cemaatın mübarek mezhep ve hadis imamları olmaksızın, ne sahabiye, ne Peygamber aleyhisselama ulaşamazsın..

Bilinen örneği verelim.Bir çay bahçesinde otursanız, dört garson ayrı ayrı yanınıza birbirlerinden habersiz gelseler ne içeceğinizi sorsalar, siz "meşrubat " deseniz ve herbiri ayrı ayrı su, gazoz, ayran, çay getirse yanlış bir iş mi yapmış olurlar.Bu sayılanların dördü de meşrubattır, içecektir.Tabi sizce daha hoş olanı vardır, ama hepsi kabul görür tarafınızdan..Matematiksel olarak dört tane biri altalta yazar toplarsanız dört eder, üç artı bir dört eder, iki artı iki dört eder, biri çıkıpda bu sonuç yanlış diyebilir mi ?

Mezheplerin fıkhi mes'elelerdeki ihtilafı geniş bir rahmet vesilesidir. Mezheblerin tamamı, Peygamberlerin getirdiği çeşitli şeriatler gibidir.Onların ihtilafı, ameller insanları sıkıştırmasın ve takatı bulunmayan şeyle mükellef tutulmuş olmasınlar diye, halkın üzerine yayılmış ilahi bir rahmettir.Onun kolaylık üzerine kurulmuş şeriatı, bu ihtilaf sebebi ile genişlemiş olmaktadır.Onların ihtilafı, bu ümmete tahsis olunmuş büyük bir nimet ve üstün bir fazilettir.Bunun meydana geleceği, böyle olacağı, zaten çok önceden vaad olunmuş ve Peygamber aleyhisselatü vesselamın mucizelerinden biri olmak üzere vuku bulmuştur.

İmamı Şa'rani hazretleri Mizanül Kübra'da:"Üstadımız Şeyhül İslam Zekeriyya'nın çok defalar şöyle dediğini işitmişimdir:Şeriat, aynı derya gibidir.Hangi tarafından avuçlarsan aynı tadı bulursun.''[4]
Mezhepleri ve imamlarını inkar edenler "Hüm ricalün ve nahnü rica" (Onlar adamsa, biz de adamız ) demek suretiyle nefs ve hevalarının peşine düşmüş, insanları da düşürmüşlerdir.[5] Oysa o mübarek müctehid imamlar bu işe ömürlerini harcadılar.Sonra onları kötüleyenlere çok mühim Buhari ve Müslim hadis-i şerifini bir defa daha hatırlatmak yerinde olacaktır:
"İnsanların hayırlısı, benim asrımda yaşayanlardır.Sonra onları takiben gelen (tabiin), daha sonra onların peşinde olanlar (Tebe-i Tabiin)'dir. ''

Bu durumdaki biri, ikinci ve ücüncü asırdaki icma-i ümmet olan fakihlere dil uzatmanın ne demek olduğunu çok iyi düşünmelidir. Çünkü bu dil uzatış-haşa- onlar için "hayırlıdır" buyuran aleyhisselatü vesselama kadar gidebilmektedir. Allahrasulünün "hayırlıdır" buyurduğu bir topluluğa hayırsızlık isnadında bulunmak ! Bundan Allah bizleri muhafaza etsin.Amin.

Mezhep müçtehidinin, imamının içtihadında hata bulmak içinse ancak müçtehit seviyesinde, vasfında olmak lazım gelir ki, o zaman kişi kendi içtihadı ile (dikkat ediniz ictihad diyorum, görüş demiyorum çünkü ikisi çok farklı şeylerdir) amel edebilir. Demek günümüzün taslakları bir İbn-i Abidin rahmetullahi aleyh seviyesinde, bir İmam-ı Rabbani Kuddise sirruh seviyesinde allame, (İslam bilgini) müceddid olsalardı, İmamı Azam falan dinlemez derhal Mevdudi gibi imamlıklarını ilan ederlerdi. Oysa İbn-i Abidin hazretleri yedinci tabakadan fakih olduğu halde kendisi için " bu acizde bir mukallid (bir mezhebi taklid) eden avamdır" tabirini kullanıyor.
(devam edecek)
[1] Fıkhı Ekber, Dürr-ül Muhtar, Abdurrahman Silheti hz. Seyf'ül Ebrar, sh : 78 Berekâat yay.
[2] Buhari, Müslim, ,İbn-i Mes'ud (RA)'dan.
[3] Beyhaki, Taberani
[4] Münavi, şerh-i kebir
[5] Yusuf Nebhani, Vehhabilere Cevaplar