Lügatte:Bey'at; bağlılığını, itimadını bildirmek.Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını açıkça ortaya koymaktır. Bağlılığını tazelemek. Rey vermek. (Biad-ı Rıdvan gibi ) A'raf :172; Taha:115; Al-i İmran: 81; Ahzap : 7; Fetih : 18 nci ayetler Biat/bey'atın delillerinden bazılarıdır.
Peygamberimiz aleyhisselatü vesselamın nübüvvetleri üç bölümdür:
1- İlahi hükümleri olduğu gibi bildirmek,
2- Bu İlahi hükümleri insanlara, tatlı dil ve ince hikmetlerle kabul ettirmek,
3-Aynı İlahi ölçüleri, anlayışsızlara, nadanlara ve nasipsizlere doğrudan doğruya tatbik etmek...
Allah Resulünün vefatlarından sonra, bu üç türlü vazifeyi bir arada yerine getirebilecek yetenekteki insanlar ancak otuz-kırk senelik bir zaman diliminde (dört halife gibi) yaşayabildiler. Ondan sonra İslamiyet ve İslam diyarı o kadar genişledi ki, merkezi nizam bozuldu, fesat ve fitneler çoğaldı ve bu vazifeler taksim edildi. Birinci maddedeki vazife ilim adamlarına, ikinci maddedeki vazife evliyaya, üçüncüsü de hakimlere intikal etmek üzere bölüşüldü. Allah Resulü ve raşid halifelerinden sonra üç ana madde de özetlenen işleri yapabilecek güçte insanlar, geniş İslam aleminde kalmadığı için, vazife taksimine gidildi.[1]
Üçüncü vazifedeki hakimleri, halifeler, ulul emr makamındaki zat olarak anlamak mümkün. Zira İslam'da halife, ulul emr, şeriatin uygulanmasını kontrol eden, şura'ca da kendisi kontrol edilen, imam ve kadılar tayin eden, hadlerin ve cezaların, cuma ve bayram namazlarının, askerlerin teçhizinin, kafir saldırılarına karşı siyaset uygulanmasının, velisi olmayan küçük yaştaki çocukların korunması ve evlendirilmesi, asayiş, ganimetler gibi daha birçok meseleden sorumludur.[2]
Halifeye bey'attan ayrılanlarla ilgili Peygamber efendimizin (SAV) biz ümmetini ikaz ve tehdit eden hadisleri düşünüldüğünde, bey'atın Kitap , Sünnet ve sahabe-i kiram'ın icması ile sabit olan bir husus olduğu, inkarının küfür olduğu, yani insanı din-i İslam'dan çıkardığı iyi kavranmalıdır.[3]
Bugün böyle biri yok. Bilindiği gibi, cihad emiri, imam; ulemanın ittifakıyla kendi içlerinden seçilerek, mü'minlere kadıyı, cuma imamlarını tayin eder.[4] Cihad emiri vasıflarını taşıyacak biri de maalesef yok. Peki "Her kim, boynunda halifeye bey'atı olmayarak ölürse, cahileye ölümü ile ölür." [5] hadis-i şerifi de ortada ..! Bu nokta da başka bir eserden nakil yapmaz isek, bunalmış bir vaziyette yerimizde mıhlanıp, rengimizin atmış olacağı muhakkaktır.!
Bey'at üç kısımdır:
1- Peygamberlere (AS) bey'at
2- Varisül enbiya olan meşayıhın, yani evliyanın bey'atı,
3- Emir sahibi, hükümdar kişilerin bey'atı.
Hakikatta üç kısım da da bey'at edilen Allah-ü Tealadır.. Fetih suresi : 10'da :
"Gerçekte sana bey'at edenler, Allah'a bey'at ederler, Allah'ın kudret eli onların elleri üzerindedir." buyrulmuştur. Cenab-ı Hak peygamberi kendi yerine naib, vekil kılmıştır. Aynen onun gibi, sahabe-i kiram'da Peygamber Efendimizin (SAV) vekilleridir.Bey'atın şartlarından olarak, tâbi olunan zatın, Allah'a isyan olmayan her emrinin yerine getirilmesidir.
Tasavvuf ehli yanında bey'at, Allah'ın yasaklarından zahiren ve batınen kaçınmak için, bir mürşid-i kamil eliyle tövbe etmektir. Bazı kimseler mürşid'e bey'atın bir şey ifade etmediğini, maksadın halife seçimi olduğunu söylemişlerdir.Onların bu sözü gibi, sahabe-i kiram bazen İslam’ın hükümlerini yerine getirmek, bazen de sünnete bağlı kalmak için; bid'atlerden korunmak için ve taatlere istekli olarak devam etmek için Peygamber Efendimiz (SAV)'a bey'at etmişlerdir.
Peygamberimiz (SAV) Ensar kadınlarının bir kısmından, bağırıp çağırarak ağlamamaları, Cerir (RA)'la yaptığı bey'at da özel bir şartla insanlara nasihat etmesini şart koştuğu; Ensar'ın bazılarına, kimsenin kınamasından korkmamalarını ve nerede olurlarsa olsunlar hakkı hakikati söyleyeceklerine dair şart koştuğu; Rıdvan ağacı altında canlarını ve mallarını korudukları gibi, kendisini de koruyacaklarını, ölünceye kadar sözlerinden, ahdlerinden; bu biatlerinden dönmeyeceklerine dair söz almıştı.
Sahabe döneminde herkes takva ipine yapıştığı için, böyle bir bey'at yapmaya ihtiyaç yoktu. Asırların en hayırlısı olan 2. ve 3. asırlarda böyle bir bey'atın olmamasının bir başka sebebi, insanların, bey'atı (inabeyi) halife seçimi ile karıştırarak, fitnenin doğmasına sebep olacağı endişesindendir.Bu asırlarda "hırka" bey'at yerine geçiyordu.Halifeye bey'at etmek sünneti unutulunca bu sünneti canlandırıp günümüze kadar taşıyan sofiler cemaatı olmuştur.Tarikatler bu sünneti tekrar dirilttiler. Şah Veliyullah Dehlevi (KS) bu vakıa ile tasavvuf erbabının, bu sünneti ihya etmekle kıyamete kadar, ecre ortak olduğunu belirtmiştir.[6]
Peygamber ve raşid halifeler, halifelik...iyi insanlar iyi atlara binip gittiler mısraları gibi oldu.Biz ahir zaman Müslümanlarına, Peygamber varisi, hem zahir, hem de batında varis mürşid-i kamillere uymak, onlara bey’at etmek ve böylece mahrum olmamak..
Bu üçüncü kısma inabe deniliyorsa da, mahiyet olarak Peygamber varisi mürşid-i kamile, (şeyhe) uymak, ululemirsiz zamanda Peygambere uymak gibidir.Tabi birinci kısımdaki bey'at edilecek veliyyül emir olan halifenin zaruretini ihmal etmek anlamına gelmez bu söylediklerimiz.
Her mükellef, Müslüman tarikat ehli de olsa, bu farizayı da yerine getirmek için çalışmak mecburiyetindedir. Bu nokta da ümmet; kargaşa, acizlik, bunalımlı, şaşkın, güçsüz ve biçare olabilir.Zulmün yada küfrün baskın olduğu dönemlerde - varisül enbiya olan meşayıhın, yani evliyanın bey'atı- nasiplileri için daima, kıyamete dek mevcut bir makam, açık bir kapıdır.
Başta İmam-ı Rabbani kuddise sirruh efendimizin hayatı olmak üzere Afrika ve Hint illerinde, Kafkaslardaki Nakşi direniş ve cihadı buna en güzel misaldir.Böyle bir devir, tıpkı Allah Resulünün Mekke'deki şirk hükümeti içindeki gizli tebliğ, gizli namaz devrini anımsatıyor.En azından böyle zulüm dönemlerinde Müslüman, Allah dostu, Peygamber sevgilisi bir veliye bey'at ve rabıta yapmış olmakla, Allah ve Resulüne bağlanmanın somut bir gerçekliğini yaşamış, başsız ve bağsız kalmamış olmaktadır. Ahir zaman fitnelerinden kurtulmanın, küfre/tağuta karşı kalbi nefreti canlı tutmanın, büyük nefs cihadına başlamanın, Allah için sevmenin ve nefret etmenin insan kalbinde canlı tutulması hayati bir anlam ifade eder.
Bugün çevremizde gördüğümüz, ulul emr yok ne yapalım diyerek; cihadı, ulul emrin/Mehdi (as)'ın gelmesine bağlamak ve böylece nefsani bir hayatı yaşamak tehlikesi bertaraf edilmiş olur. Yoksa her mürşid-i kamil, bir halifeye bey'at etmek mecburiyetindedir. Halife ve ulemalar topluluğunun seçtiği bir cihad emiri olmadığı zaman, vazife mürşid-i kamillere düşmektedir.
Bu noktada Şeyh Seyyid Muhammed Raşid kuddise sirruh hazretlerinin mükemmel tesbitine katılmamak mümkün mü ?
"-Gavs Hazretlerine sorulmuş :
-Efendimiz, bu kadar cezbe ehli, muhabbet ehli, vird ehli vardı. Şimdi hepsi gevşemişler ve tembellik içindedirler. Bu niçin böyle oluyor ? mübareğin cevabı :
- Evet artık hidayet kalmamış da ondan. Bizimkisi, bu zamanda vallahi bir idaredir, aldatmaca gibi bir şey.. Çünkü tam hidayet şimdi hazreti Mehdi'nin elindedir.Tam manasıyla hidayeti O yapacak.Biz ise çoluk-çocuk nasıl aldatılırsa, eğlenirse öyle yapıyoruz."[7]
Bu mütevazi cümlelerden şunu anlıyoruz: Şeriatın hakim olduğu devirlerde, hemen her sofi veli olur, seyr-ü sülük tamamlardı. Mollalar, alimler çok olurdu. Şeriatin olmadığı devirlerde, tarikat, kişinin şahsında ve birazda evinde İslam'ın emirlerinin, zahirinin nisbeten yaşanmasına sebep olur. Oysa bu, mutlak manada tarikatin hedefi değil, zahir ilmi olan şeriatın hedeflerinden birisidir. Tarikat batını, ahlakı, hal'i güzelleştirir, yakini arttırır. İnsanı Allah'a yakın ve dost yapar.Kişiye namazı, namaz gibi kılmayı öğretir.Takva bir hayat kaçınılmaz olur. Hülasa, Gavs hazretleri demek istiyorlar ki, biz bugün sofileri, sırat-ı müstekıym de tutmaya vesile olduğumuza, ayaklarının kaymadıklarına şükrediyoruz. Uçmak, diye latife yollu söylenen o kerametli hal sahibi sofi nadirattandır. Zaten İslami itikat ile amel-i salih sahibi olmak az bir keramet midir şu ahir zamanda?
Fir'avn sarayında, Hz.Musa (AS)'lar yetişiyor. Hiç değilse insanlar küfre düşmekten, büyük günahlardan uzaklaşmış oluyorlar.Buna rağmen, kitaplarda okuduğumuz, bize inanılmaz gelen şeyler de zuhur etmiyor değil..! Evet, Bey’at, intisab maddi ve manevi bir bağlılıktır. O bey’at sırasında verilen sözlerin yerine getirilmesi için gayret sahibi olmakta “nezir” ve hükmü “vacip” olduğundan meselenin ne denli önemli olduğunu anlamaya çalışmalıyız.[8] Bir kapıya kapılandıktan sonra, tevbe/inabe/bey'at ile mürşid elinde sözleşme yapan kişi, artık bu işin sorumluluk ve ciddiyetine uygun hayatını düzenlemek zorunda olacaktır.
Şüphesiz bu konu etrafında yazılacak şeyler bundan ibaret değil. Bir dost acele bu konu ile ilgili bilgi paylaşımı beklediği için, pazar günü fazla uzatmamak adına, "Allah'ım bildiklerimizi anlamayı ve yaşamayı nasip eyle" duasıyla noktalayalım.
[1] A.Arvasi, Rabıta-i Şerife/ sadeleştiren N.Fazıl, sh: 127
[2] Ömer Nesefi, Metn-i Akaid
[3] Kelimeler Kavramlar, Y.Kerimoğlu I/ Hilafet mad.
[4] İbn Hümam, Fethül Kadir, Kerimoğlu, Kelimeler-Kavramlar 1/103 ayrıca İmam Ebu’l Hasan Habib el Maverdi’nin “El Ahkamu’s Sultaniye” adlı eseri..
[5] Sahihi Müslim
[6] Mektubat-ı Mevlana Halid (KS) Nakşibendiliğin Şartları başlığı, sh: 63-67
[7] Şeyh Seyyid M.Raşid Erol (KS)'un hayatı, Menzil Yayınevi,sh: 87
[8] Yusuf Kerimoğlu, Fıkhi Meseleler, 5. Kitap, sh: 239