2007 Mayısından arama motoru tanıştırdı beni T.Suat Demren ile. (Arama motoru cümlesi çok şık gelmiyor bana, edebi bir alanda motorun işi ne, tamirhane gibi. Google dememek için, reklam olacakmış. Varsın olsun, bir kelime ile dünyayı önümüze getiriyorlar.Bundan sonra arama motoru demiyeceğim.)
Suat dostum, öncelikle polemik ustasıdır. Siyasi, politik, felsefi konularda az bulunur. O’da aslan burcu ve birbirimize fotograflarımızı gönderdik..(ne aşk :) Mayıs 2007’den beri dostluğumuz sürüyor. İslami konularda da oldukça bilgi/fikir sahibidi.Tabiki anlaşamadığımız ve sık sık tartıştığımız alan da burası. Karşılıklı kızmalara, sitemlere varsa da (ençok da ben), medeni olgunluğumuzla; karşılıklı olarak insana saygıda kusur etmiyoruz.(En azından niyet bu). Biz, fikirle, insanın ayrı tutmasını başaranlardanız. Suat buna çoğulculuk diyor. Ayrıntılara girmeyeceğim. En azından İslami konularda anlaşamamakta anlaştık. Günlüğümü yazdığım bu bloğu da bana kendisi hazırladı.Tekrar çok teşekkür. Hatta burayı ziyaret eden bir-kaç kişiden ilkidir ve site şifreleri onda da olduğu için dilerse bu yazıya da parantez içinde itirazlarını ilave edebilir. Yok yapmaz o uslu çocuktur, nede olsa yaşca ben abisi yerineyim.
İnsanları seviyorum. Suat’ı da..İslami konularda anlaşmazlığımız ölene dek devam etse de..
Uzattım farkındayım. Aslında bu yazıyı sabah yazmıştım, teknik hata ile yok oldu ve ben bir yazdığımı tekrar yazmaktan nefret ederim! Başka bir konu olsaydı, tekrar denemezdim sanırım. İşte benim Suat kardeşim ile tanışmama sebep olan yazısı (Mel Gibson’un o filmini seyredilir kılan, kadınların içinden geçenleri duymasıydı değil mi Suat, desem, Suat film analizi ile bir makale yazar mı yazar, ama o politik yazmayı daha çok seviyor) tamam tamam kestim 19.03.08:
Kadınlar Ne İster? / T.Suat Demren / www.dusunceler.org
by Suat
Yok, Mel Gibson’ın “What Women Want?” filminden bahsetmiyorum.
Ekşi sözlükte bir yazarın “Freud’un ölürken bile delicesine merak ettiği şey” dediği “Kadınlar ne ister?” sorusu hiç kuşkusuz dünyanın en zor sorularından birisi.
Kadınların ne istediğine gelmeden önce biraz “aşk”tan bahsedeyim.
Hiçbir zaman aşka itibar etmedim; yok elbette ben de aşık oldum/olduğumu sandım -hem de birkaç kez- ama “insanî aşk” kavramını gerçekçi görmedim.
Epey zaman önce materyalist bir yorumcu ile “insan zihni ve duyguları”nı tartışırken muhatabım aşk için “Doğanın neslin devamının garantisi için bulduğu iki cinsi birbirine bağlayan geçici tutkal” ifadesini kullanmıştı.
Elbette materyalizmin insan zihni ve duygularını beyindeki nöronların etkileşiminden ibaret gören bakışına katılmıyorum ama aşkın “geçici” olduğunda hemfikirim.
Birçok kişi “hoşlanmak” ya da “hayran olmak” ile “aşk”ı kolayca birbirine karıştırdığı için “aşk” kolayca olunabilen, tabii kolayca olunduğu için de kolayca üstesinden gelinebilen ucuz ve sıradan bir duyguya dönüştürülüyor.
Halbuki aşk başkadır.
Hem dayanılmaz acılar yaşatır hem de insanı mutluluğun zirvesine çıkartır aşk; maşukun sesini duyduğunuz, yüzünü gördüğünüz hatta görüp duymasanız bile biryerlerde varlığını hissettiğiniz anda avuçlarınız terlemeye, kalbiniz deli gibi çarpmaya başlar, o üzgünken sizin de kalbiniz acır, tarif edemediğiniz bir çekim yüzünden ondan bir türlü kopamazsınız. Onu yalnızca O olduğu için sever, “güzellik görecelidir”i haklı çıkartacak biçimde sevdiğinizin “dünyanın en güzeli” olduğunu sanırsınız.
Yaradan’a serzeniştir aşk; “yüklediğin yükle yıkıldım kaldım..” diyerek.
“İnsanî aşk”ı gerçekçi görmem demiştim; bana göre insanların yaşadığı bu duygu, “İlahî aşk”ın bir ön provasıdır; gönül derinliğini ölçmeye, bu derinliğin farkına varmaya yarayan bir tecrübedir.
“İlahî Aşk” bambaşka bir konu olduğu için geçelim.
Sevgiye evrilmeyen “insanî aşk” kadüktür ve bu “geçici tutkal” çözülmeye mahkumdur. O yüzden aslolan sevgidir, aşk değil.
“İnsanî aşk”ın maşuka ulaşılıncaya kadar kişiyi perişan etmesi ama ulaşınca bitmesi de bunda önemli bir delil olabilir belki.. Ama her halukarda bu işi akılla çözmeye çalışmak beyhudedir. Mevlana da “aşkın şerhinde (açıklamasında) akıl, çamura batmış eşek gibidir.” derken aklın çaresizliğine vurgu yapmıştır.
Aşka -aslında son derece ehliyetsiz bir biçimde- kısaca değindikten sonra Kadınlar ne ister?” sorusuna gelelim.
Hemen söyleyeyim bilmiyorum; sadece anlamaya çalışıyorum.
Herhalde bunlar klasik isteklerdir; aşık olunmak/sevilmek, beğenilmek, değer verilmek, anlayış görmek, her durum ve şartta övülmek, kıskanılmak, affedilmek, asla yaşlanmamak, özel olduğunu hissetmek, korunmak, kollanılmak -feminist tepkileri görür gibiyim- , kaynanasız olmak, dünyanın kendi etraflarında döndüğünü sanmak ve sadece kendileri varmış gibi ilgilenilmek, eşitliği savunmakla birlikte hesabı size ödedip, askere sizi göndermek (bu şaka), sürekli sağlam bir kariyer istediklerini belirtmek ama ilk fırsatta evlenip çocuk sahibi olmak, vs vs. Liste uzatılabilir.
Sevilmek isterler ama kaçarlar. Kovalarsanız daha da kaçarlar. Kovalamayı bırakırsanız bozulurlar. Kaçmaya çalışırsanız bu kez de kovalamaya başlarlar.
Nerden kaydetmişim bilmiyorum bilgisayarıma, işte birkaç klasik davranış daha:
İltifat edersiniz “yalan” der, etmezseniz bırakır gider. Her isteğine evet derseniz karaktersiz olursunuz, karşı çıkarsanız anlayışsız. Çok yanına giderseniz “sıkıldım” der, az giderseniz küser. İyi giyinirseniz “çapkın” der, dikkat etmezseniz zevksizlikle suçlar. Kıskanırsınız “huyun kötü” der, kıskanmazsınız “sevmiyorsun” der.
Siz bir dakika geç kalın kıyamet kopar, kendisi bir saat gecikirse “bunda ne var?”der. Arkadaşınızla buluşursunuz adı ihmal olur, o buluşur “bizim kızlar” olur. Siz başka kadına bakacak olsanız gözleriniz oyulur, başka bir adam ona baktığında adı “hayranlık” olur. Konuştuğunuz anda dinlemenizi ister, dinlediğiniz anda “neden konuşmuyorsun?” der.
Benim gözlemime göre birçoğu özel gün fetişistidir. Unutulması durumunda dünyayı size zindan ederler.
Hiç tahmin edilmeyecek tepkiler verirler. Bambaşka bir konuda konuşurken öyle bir soru sorarlar ki mantık üstadları mezarında ters döner.
Philo Sophia Loren’de okumuştum. 1.Dünya savaşı yıllarında Enver Paşa’nın ardından yurtdışına kaçmaya çalışan eşi Naciye Sultan dadı kıyafeti giymek zorundadır. Dadı kıyafetinde başa şapka takılır. Naciye Sultan şapkanın yüzüne ve saçlarına yakışmadığını düşünerek bir berber çağırılmasını ve saçlarının düzeltilmesini isteyince orada bulunanlardan birisi “bunu bu anda düşünmek için ve yapabilmek için ancak kadın olmalı!” der.
Kaçarken bile güzelliği düşünmek? Evet bazı şeyleri yapabimek için ancak kadın olmalı..
Çok akıllılardır, akılları ile sizi şaşkına çeviririler ama sezgileri her zaman akıllarından önde gider.
Kadınları çözmeye çalıştıkça daha da karmaşıklaşır herşey. Bir labirentte kaybolduğunuzu hissedersiniz.
Bunu biraz abartıp genelleştirenler “kadınlar ne ister” sorusuna “erkeğin o anda düşünemeyeceği ya da veremeyeceği herşeyi isterler” şeklinde cevap verirler.
Ama işte “aşk” böyle anlamlı belki de. Erkekleri çeken, tutsak eden ve kadınları yaratılışta “eş”imiz yapan bu karmaşadır kimbilir?
Erkek ve kadını bir bütün olarak görmüşümdür hep; birbirlerinin eksikliklerini kapatan, dişli gibi kenetlenerek anlam kazanan, birbirlerinde sukûnete ulaşan, yaratılışın iki muhteşem eseri olarak..
Karşılıklı sevgiyle beslenen mutlu bir evlilik ve bunun meyvası olan çocuk/lar kadar insana huzur veren hiçbirşey yoktur.
Birbirimizin değerini bilmeliyiz..
Neyse; boyumuzdan büyük yerlere daldık..
Gündem boğdu son günlerde ve pazar rehaveti ile böyle bir yazı çıktı; idare edin..