Zaman zaman iktibaslarla güncellediğim bu blogda yazmama kararı almıştım.
Baykal ve kaset olayı etrafında kendilerine İslamcı denilen yazarların İslam hukuku ile bağdaşmayan tutumları sebebiyle yazmaya karar verdim.
Gençliğim Yusuf Kerimoğlu hocanın dar'ül harbe uyumlu sayılabilecek Emanet ve Ehliyet isimli ilmihali ve diğer kitapları ile geçti.
Fethullah'ın Baykal'a üzüntü mesajı ile başlattığı süreci, yurdumun hocaları/yazarları takip etti. Bel'am kılıklı ve ''daha çok demokrasi'' sevdalısı seküler kafalı aymazlıklar serisi hep Baykal'ın ekmeğine yağ sürdü!
Efendim neymiş 4 şahit yokmuş; ya iftira iseymiş!
Hangi dar'da, kim için ve ne adına yazdı ve TV.lerde ahkam kesti bu kendilerine İslamcı (!) denilen yazarlar/hoca vasıflı insanlar.
Ne zamandan beri İslam'ın karşısında kendisini laik bir kale gibi görenleri savunmak Müslümanlara düştü?
Dün rahmetli Timutaş Uçar hocaefendinin laiklik başta olmak üzere sohbetleri ile ruhum ve İslami bilincim hem ihya oldu hemde küfre karşı bilendi.
Yıllar önce sanırım Sünen-i Ebu Davud'da okumuştum. Kaab bin Eşref ismi ile olay aklımda kalmıştır. Bu isimle arama motorunda aradım ve hadiseyi şimdi aşağıya aktarıyorum:
''Kaab bin Eşref Medine yahudilerinin en azgını bulunuyordu.. Müslümanlar ve Rasûlullah Aleyhisselâm için akla hayâle gelmedik iftiralarla şiirler düzenliyor ve hicvediyordu..
Bedir gazâsından sonra iyice azmış ve onların hezimetine çok üzülerek, uzun uzun ağıtlar, mersiyeler okumuştu..
İşte Kaabın bu iyice azgınlığından sonra bir gün Rasûlullah Aleyhisselâm ashaba sordu:
- Kaab bin Eşref`i içinizden kim öldürebilir ki? Zîrâ o Allah ve Rasûlü’ne eziyet etmiştir..
Ashabtan Muhammed bin Mesleme tâlib oldu:
- İster misin onu ben öldüreyim ya Rasûlullah ?..
Efendimiz Aleyhisselâm tasdik etti:
- Evet !..
Bunun üzerine Mesleme huzurdan ayrıldı ve bir kaç gün bu işin hazırlığını yaptı.. Muhammed bin Mesleme Ra. , nihâyet Kaab`ın müslüman olan süt kardeşi Ebu Naile, Ubad bin Bişr gibi bazı arkadaşlarıyla görüşüp beraberce, Kaab`ın öldürülmesine karar verdiler..
Ancak onun yanına bir oyunla gitmeleri gerekiyordu. Bunun için aralarında bir çare buldular ve doğruca Rasûlullah Aleyhisselâm’ın huzuruna vardılar.. Ve anlatıp meseleyi müsaade istediler:
-Ya Rasûlullah, Kaab`ı sevindirmek için hakkınızda aleyhinizde bazı şeyler söylemek îcabedecek.. Acaba böyle bazı şeyler söylememize müsaade eder misiniz ?..
Efendimiz onlara müsaade verdi:
-Hatırınıza geleni söyleyebilirsiniz !.
Bundan sonra Muhammed bin Mesleme huzurdan çıktı ve doğruca Kaab`ın yanına gitti. Ve ona şöyle konuştu.
-Bu adam ( Rasûlullah) bizden sadaka istedi.. Çok ağır vergiler tahsis etti !.. Ben de bu yüzden ödünç bir şeyler almak üzere sana geldim !..
Kaab`ın ağzına lâyık bir fırsat doğmuştu !.. Hemen atıldı:
-Elbette ya !. Muhakkak olan sizin sıkıntılarınızı dertlerinizi daha da çoğaltacak..
Muhammed bin Mesleme devam etti:
-Ne yapalım bir kere O`na tâbi olmuş bulunduk !.. O`nu birden bırakamıyoruz !. Bakacağız bakalım, sonu nasıl gelir !.. Şimdi biz senden bir iki deve yükü kadar hurma istiyoruz ?.. Acaba bize ödünç olarak bu miktar hurmayı verebilir misin ?..
Kaab eline geçen fırsatı kaçırmak istemezdi:
-Peki verebilirim, ancak bana ne rehin bırakacaksınız ?.. İbni Mesleme ile arkadaşları sordular:
-Ne istersin bizden rehine olarak ?.. Kaab ağır bir şart ileri sürdü:
-Kadınlarınızı !..
Hiç olur muydu bu?..
- Kadınlarımızı sana nasıl rehine verebiliriz ki?.. Bugün Arab’ın en güzel siması sensin !. (Kadınlarımızın gönlü sana akıverir de, başımıza iş açarız !..)
Kaab başka bir ağır teklifte bulundu:
- Öyle ise oğullarınızı rehine bırakın !..
Bu da gerçekten berbat bir teklifti !..
- Oğullarımızı sana nasıl rehine bırakabiliriz ki?.. Sonra onlara bir iki deve yükü hurmaya rehin olundu diye sövülür de, bize ebedi bir leke olur !.. Ancak, bak istersen sana silâhlarımızı, zırhlarımızı rehine bırakalım ? Ha ?..
Bu teklife Kaab`ın da aklı yatmıştı..
-Olur !. Kabul !. İbni Mesleme öbür gece gelsin ve emanetleri bırakarak istediği hurmaları alsın !..
Tâyin edilen vakitte İbni Mesleme, yanında Kaab`ın da süt kardeşi olduğu halde Eşref bin Kaab`ın içinde oturduğu etrafı surlarla çevrilmiş eve yahut başka bir deyimle kaleye geldi.. Yanında bu defa Kaab`ın süt kardeşi Naile de bulunuyordu.. Kalenin yanına geldikleri zaman dışardan seslendiler.. Kaab onların sesini duyunca içeriye girmeleri için izin verdi:
Sonra da misafirlerini karşılamak üzere odasından çıkarak aşağıya, onların yanına doğru yürüdü..
Karısı arkasından seslendi:
-Bu saatte karanlıkta nereye çıkıyorsun böyle ?.. Kaab cevap verdi:
-Bu gelen İbni Mesleme ile süt kardeşim Naile`dir !..
Onlara biraz yardım edecektim de onun için geldiler..
Kadının sezisi kuvvetli idi:
-Emin ol ben öyle bir ses işitim ki, ondan kan damlıyordu !.. Yani şerli bir sesti.. Kaab itiraz etti:
-Hayır bu İbni Meseleme ile Naile`dir.. Hem şunu bilmelisin ki, cömert olan insan, gece vakti kılıç darabasına çağırılsa bile, muhakkak o çağırıya icabet eder !.. Kaçmaz !.
Sonra aşağıya indi gelenleri karşıladı..
İbni Mesleme yanında gelen Ebpu Abs bin Cebr, Haris bin Evs ve Abbad bin Bişr`i de kaleden içeriye sokmuştu.. Ve gelirken onlara şöyle talimat vermişti:
- Kaab geldiği zaman ben onun saçlarının ne güzel koktuğunu söyliyerek, saçlarını koklarım. Sonra da size koklatmak isterim.. Ben onun başını tuttuğum zaman siz de kılıçlarınızı çekip Kaab`ın üzerine saldırır ve kılıçlarınızı tepesine sırtına vurursunuz ..
Kaab gerçekten, onların yanına geldiği zaman güzel kokular saçıyordu.. Yanlarına yaklaştığı zaman İbni Mesleme ona doğru yürüyerek konuştu:
- Bu kadar güzel kokuyu ömrümde duymamıştım !.. Ne güzel bir koku !..
Kaab kadınlarla çok ilgili olduğu için böyle şeylere de çok dikkat ediyordu.. İzahat verdi öğünerek İbni Mesleme`ye:
- Ne sanıyorsun ?.. Arabın en asil ve en güzel kadınları sinemde yaşıyor !..
İbni Mesleme yanına yaklaşarak sordu:
-Şu saçlarını yakından koklamama müsaade eder misin?.. Kaab iftiharla başını uzattı:
-Elbette !.. Koklayın bakalım !. Nasıl?. İbni Mesleme kokladı.. Sonra arkadaşlarına koklattı..
Ve bu arada bağırdı:
-Haydi !...Vurun !.. İndirin kılıçlarınızı !..
Zaten onun demesine kalmadan arkadaşları kılıçlarını indirmeye başlamışlardı.. Kaab bu arada korkunç bir çığlık attı, kılıçları yiyince.. Sonra iniltiyle yere yıkıldı..
Evden kadınlar ve bazı uşaklar fırlarken, müslümanlar işlerini bitirmişiler, yahudilerin en şerlilerinin işini bitirmişlerdi.. Son süratle Kaab`ın kafasını keserek Rasûlullah Aleyhisselâm’ın huzuruna getirdiler..
Daha sonra Rasûlu Ekrem`in huzuruna gelen yahudiler, Kaab`ın katilini şikayet ederek onu öldürenlerin cezalandırılmasını istediler.. Ancak Efendimiz onlara Kaab`ın yapmış olduklarını birer birer anlattı ve kendisine bu davranışlarda bulunmamasının defalarca ihtar edlmiş olduğunu belirtti..
Böylece Islâm’ın büyük düşmanlarından yahudi şairi Kaab temizlenmiş oldu..''
Evet Harbin hile olduğuna işaret eden hadis meali ile olayı düşündüğümüzde, bel'am gibi İslami hükümlere küfredenlerle dar'ül harpte nasıl bir hukukumuzun olması gerektiğine işaret eden müthiş bir vakıa..!
Söz konusu kaset olayı İslam davası uğruna yaşayan birisinin başına gelmiş olsaydı, elbette 4 şahitten, montaja, iftiraya kadar her türlü İslami hüküm ve ahlakı gündemimizde canlı tutabilirdik.
Aksi durum söz konusu olduğunda, bel'am gibi savunma/yağdanlık yerine en küçük cürüm susmak olmalıdır.
Bahsettiğim ilmihalden bir paragraf daha aktarayım: ''Mekke Hükümeti'nin düzenlediği büyük "Panayır"lar mevcuddu!.. Buraya bütün arap yarımadasından kimseler gelir, değişik yarışmalar düzenlenirdi. Evet bu panayırları; Tağutî rejim düzenliyordu!..(87) Peygamberimiz Efendimiz (sav)'in bu panayırlar vesilesiyle "Tevhid Mücadelesi'ni" bütün diyarlara ulaştıracağından endişeye kapılmışlardı. Mekke Hükümeti'nin ileri gelenlerinden İbnû'l Mugire, Kureyş'in ağzı laf yapan tiplerini toplayarak; "- Ey Kureyş'in önde gelenleri, panayır zamanı yaklaşıyor. Her taraftan heyetler Mekke'ye gelecekler ve bu heyetler Muhammed'in durumunu duyduklarında, merak edip soracaklardır. Farklı cevaplar vererek birbirimizi yalanlar durumuna düşmeyelim. Bu durumda hepimiz güç durumda kalırız" dedi. Orada bulunanlar: "- Ey İbnû'l Mugire; sen bizim en yaşlımız, en tecrübelimizsin!.. Sen nasıl emredersen öyle hareket ederiz" cevabını verdiler. İbnû'l Mugire: "- Hayır hayır siz söyleyin" dedi. Oradakiler: "- O bir kâhindir diyelim" teklifinde bulundular. İbnû'l Mugire: "Hayır, o kahin değil! Biz çok kâhin gördük, onlardaki sırrı gizleme özelliği bunda yok" dedi. Birisi: "O bir şâirdir diyelim" teklifinde bulundu. Diğerleri: "- Hayır!.. O şair de değil. Biz şiirin herşeyini biliriz. Vurgularını, sırasını, tertibini, veznini iyi anlarız. Onun söyledikleri şiir değil" dedi. "- O halde delidir diyelim" teklifinde bulundular. İbnû'l Mugire bu teklife de karşı çıkarak: "- Hayır, üzerinde hiç delilik alâmeti yok!.. Biz çok deli gördük, delilerdeki saldırganlık, tehlike, saflık ve sayıklama mevcud değil" dedi. Heyet: "- O halde, bu bir sihirbazdır" deriz, teklifinde bulundu. İbnû'l Mugire şu karşılığı verdi: "O sihirbaz da değil!.. Biz çok sihir ve sihirbaz gördük. Bu onlar gibi ipler bağlayıp, üflemiyor." Bunun üzerine heyet: "- O halde gelen yabancılara ne diyelim, onu nasıl tanıtalım?" diye sordu. İbnû'l Mugire: "Vallahi o çok tatlı sözlüdür. Sözlerinden güzellik akıyor. Onun hakkında ne derseniz, yalan olduğu anlaşılır. Mâmâfih "Sihirbaz" diyebilirsiniz. Şunu da ilave edersiniz: "Çünkü o öyle birşey getirdi ki, evladı babadan, kardeşi kardeşten, kadını kocasından, vatandaşı toplumundan ayırdı" dedi ve öylece dağıldılar.(88) Dikkat edilirse "Tehdit" sökmeyince; Darû'n Nedve'nin (Parlemento'nun) akıllıları organize bir iftirâ ve yanlış tanıtma kampanyasını başlatıyorlar!.''
Aynı eserden Dar-ül harp ve dar'ül İslam kavramlarını buradan okumak gerek. Onlar değil miydi gazetelerinden manşet manşet Erbakan hocayı esrar kaçakçısı ilan eden?
Onlar değil miydi, Uğur Dündar eliyle tesettürlü kadın doktor erkek hastayı muayene etmedi diye iftiralar atan..? Baykal kendisini koruyan Tayyip Erdoğan'a bu olayın arkasında sen varsın iftirasını atmadı mı? Onlar bunu yaparken ahlak, İslam nerede? Kaldıki zaten Baykal bu iftiradır, ben o kadınla zina yapmadım diye inkar etmediki, montaj falan diyerek her zamanki demagojisi ile arz-ı endam eylemedi mi?
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Hep söylerim, 12 eylül 1980 darbesi, Müslümanlar için dönüşümün (bozulma ve bilinç kaybının) başlangıç tarihi olmuştur diye..
Rıhle son sayısında Ebubekir Hocanın ''Ahir zaman bilinci'' isimli nefis makalesinde altı çizilecek pekçok tespitten birisi de şu idi: '' Bilhassa İslam'ın modernize edilmesi projesi bağlamında Kur'an, Sünnet ve İslami ilimlerle ilgili olarak Batı'da geliştirilen tekniklerin ve terminolojinin ithali, adeta ''alternatif İslam'' olarak algılanan bir tasavvurun benimsenmesiyle sonuçlanmış, İslam Ümmeti'nin aidiyetleriyle yaşadığı yabancılaşma adeta ''normal durum'' halini almıştır.''
Şaşkın ve İslami kimliğini, imani tehlike içinde, bir imam-ı kebirin gölgesini kaybederek, zulmet güneşi ile beyinleri iğdiş edilmiş ümmet olarak; içinde bulunduğumuz dünya ve olayları ehl-i sünnet ve'l cemaat caddesi üzerinden sapmadan ''dar'' mefhumundan okumayı/görmeyi başaramazsak, zillet yakamızı bırakmayacak demektir.
Ne zamandan beri Müslümanlar harbilerin savunucuları oldu! Kaset montajsa bana ne? Gerçekse 4 şahitten dem vuranlar, velevki 4 şahit aynen gözleri ile görmüş olsalar, laik düzende şeri'at ahkamının uygulanacağını mı sanıyorlar?
Kaldıki kasete kayıt olayını zaten Müslüman cepheden birileri üstlenmedi. Vakit gazetesi camiası kasete, haber vaktim sitesinde link verdiği için aşırı dozda suçlandı. Hani hırsızın hiç mi kabahi yok hikayesi..
Müslümanların kızlarının başörtüleriyle ilgili AK Partinin çıkardığı yasayı, anayasa mahkemesinde iptal ettiren ergenekon avukatlığına soyunmuş birinin bir şekilde iptal olması ılımlı İslamcıları avukatlığa mı sevketmelidir?
''Ebû Cehil; her fırsatta Resûl-i Ekrem (sav)'e ve mü'minlere saldıran me'lûn bir tipti!.. Nitekim Bedir Muhârebesinde Hz. Abdullah b. Mes'ûd (ra) kendisini yaralı olarak bulmuş, başını kesip Resûl-i Ekrem (sav)'in huzuruna getirerek: "- Yâ Resûlullah!.. Bu senin düşmanın Ebû Cehil'in başıdır" demişti!.. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav) efendimiz: "- Allahû Ekber!.. İşte bu benim, hem de ümmetimin firavûnudur. Bunun benim ve ümmetimin üzerindeki şer ve zararı; firavunun Hz. Musa (as) ve ümmeti üzerindeki şer ve zararından daha şiddetli idi"(96) buyurmuşlardır!.''
Allah (cc) sevmek ve buğzetmek imanda kemal noktasıdır desek abartmış olmayız. Zira Allah-ü Tela kulun kalbinde bu iki duyguyu görmediği zaman o kula kıymet vermeyecektir.