19 Ekim 2012 Cuma

Bazı kardeşlerimiz aklını başına alana kadar yazacağım


Tarih boyunca olduğu gibi bugün de Şia, İslam Ümmeti'nin "azınlık" bir kesimini teşkil ediyor. Dinden çıktığı sadece Ehl-i Sünnet tarafından değil, diğer Şiiler tarafından da itiraf edilen Batınî fırkaları da hesaptan düşersek Şia'nın gerçek ağırlığının, bugünün dünyasında sahip olduğu özgül ağırlıktan çok daha az olduğu görülecektir.

Öte yandan özellikle gençler arasında etkisini gittikçe artırdığı gözlenen Vehhabi propagandası da denklemin diğer kısmını oluşturuyor. Bu fırkanın da -Kerrâmiyye gibi fırkaların devamı olduğunu dikkate alarak söylersek- özgül ağırlığıyla gerçek ağırlığı arasında dağlar kadar fark var.

Dikkat edilirse bu iki fırka (Şia ve Vehhabiyye) garip bir biçimde birbirinden beslenen, birbirine hayat veren iki oluşum olarak varlıklarını sürdürüyor. Şia, Amerikan ve Batı emperyalizmi söylemi ile Müslüman gençleri en azından duygusal olarak kendi safına çekerken, Vehhabiler, Şia'nın Ehl-i Sünnet karşıtı karakterini ön plana çıkararak kendi saflarını tahkim etmeye çalışıyor. Dolayısıyla ister onlar başarılı olsun ister bunlar, bu oyunun "kazanan" tarafını yine kendileri oluşturuyor.

Peki bu oyunun "kaybeden" tarafı var mı?

Ne yazık ki var: Ehl-i Sünnet. Yani bu ümmetin ana gövdesi, temel dinamiği, aslı, kökü...

Sanki Ehl-i Sünnet çizgi bu ümmetin temel karakterini oluşturmamış gibi,  sanki bu ümmet, Ehl-i Sünnet'in 1400 yıl boyunca sahabe ve selef ekseninde kurduğu dünyayı hiç tanımamış gibi...

Ne garip bir tecellidir bu! Bu topraklarda yaşayan insanlar, bizler, Osmanlı gibi bir mirasa emanetçi kılınmamışız gibi davranıyoruz. Osmanlı'nın bu ümmete bıraktığı ilim, itikad, medeniyet... mirası, yeni nesiller tarafından hakkı verilmiş bir miras mıdır? Bu mirasın neresine ne kadar vakıf olduk da onun "işe yaramaz" olduğunu ilan edercesine farklı mecralara sapıyoruz?

Hadise, bu ümmetin köklerinden kopartılması, aidiyetlerine yabancılaştırılması meselesidir. Defalarca yazdım, bir kere daha yazayım: Her iki fırkanın da arkasında devlet desteği var. Her iki fırka da kendi propagandalarını yapan ekipleri yetiştiren, bu iş için kurulmuş özel müesseselere sahip. Devasa bütçelerle ve son derece bilinçli, planlı, programlı hareket ediyorlar. Basılı, sesli, görüntülü medyasıyla, internetiyle ve diğer vasıtalarıyla dört koldan çalışıyorlar.

Sadece Ehl-i Sünnet bu anlamda derin bir mahrumiyet yaşıyor. Osmanlı'nın ilmî/itikadî çizgisine ve mirasına sahip çıkan, onu ihya ve idame ettirmek gibi özel bir amaçla icra-yı faaliyet eden bir müessese biliyor musunuz?

Bu topraklarda yaşayan insanların, bizlerin, bu mirasa karşı hiç mi borcumuz yok? Amede mahkûm ettiğimiz ya da edilmesine göz yumduğumuz bu miras bize bir emanettir. Bu ümmetin gerçek varlık zemini bu mirasta gizlidir ve bizdeki bu aymazlık devam edecek olursa, bir süre sonra İslam Dünyası baştanbaşa bizim varlığımıza kast eden "Müslüman"ların işgali altına girecek. Bu ümmet, Ehl-i Sünnet Kelamı deyince, Osmanlı deyince yüzünü buruşturan gençlerin sayısındaki hızlı artışı fark edip üzerine düşeni yapmaya başlayana kadar bu meseleyi yazmaya devam edeceğim...


Dr. Ebubekir Sifil